1-) 6 Şubat sabahı Merkez üssü Maraş’ın Pazarcık İlçesinde saat 04:17’de 7.7 büyüklüğünde, aynı gün öğlen saat 13:24’te Merkez üssü Maraş’ın Elbistan ilçesinde 7.6 şiddetinde deprem gerçekleşti. Bu deprem Maraş, Hatay, Kilis, Malatya, Adıyaman, Gaziantep, Adana, Osmaniye, Şanlıurfa Diyarbakır’da büyük yıkıcı etkilere neden oldu. Birçok İl ve İlçe neredeyse haritadan silinmiş durumdadır. Deprem sadece Türkiye sınırları içinde etkili olmadı, Suriye’de de ciddi etkilere neden oldu. Suriye’de Halep depremden en çok etkilenen bölge oldu. Afrin başta olmak üzere Rojava’nın batı kentlerinde ciddi hasar ve can kaybı söz konusudur. Türkiye’deki deprem bölgesinde hastaneler, karakollar, havaalanları, şehirler arası otoyollar, köprüler, birkaç yıllık binalar dahi yerle bir olmuş durumdadır. Bu makalemizin kaleme alındığı zaman diliminde, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, hayatını kaybedenlerin sayısının 24 bin 617’ye yükseldiğini, 80 bin 278 kişinin ise yaralı olduğunu açıkladı. Türkiye tarihinin en yüksek tesirli depremlerinden biriyle karşı karşıyayız. Bu depremin en büyük bedelini Türkiye emekçi halkları canıyla kanıyla ödemektedir.

2-) Deprem kuşkusuz ki bir doğal afettir, Türkiye sınırlarının önemli bir kısmından fay hattı geçmektedir. Bu özelliği itibariyle Türkiye bir deprem ülkesidir. Bu coğrafyada hiçbir zaman depremler eksik olmayacaktır. Kuşkusuz ki deprem bir doğal afettir, fakat depremin sonuçları hiçbir zaman doğal değildir. Depremin sonuçları tamamen sınıfsal ve politik bir olgu olmakla birlikte kapitalizmin kaçınılmaz sonuçlarından birisidir.
Çünkü kapitalizm sınıflı ve eşitsiz bir toplumdur. Tüm yaşamsal fonksiyonları eşitsizlikler üretir. Doğal afet karşısında da, savaşta da, barışta da, ekonomik büyüme döneminde de, ekonomik buhran döneminde de, toplumun yoksuluğa mahkum edilmiş kesimleri yani emekçi sınıflar tüm felaketleri en yakıcı şekilde yaşarlar. Deprem ve tüm doğal afetler kaçınılmaz olgulardır. Fakat sonuçları kaçınılmaz değildir. Kapitalizm altında emekçiler için kaçınılmaz yıkımlar yaratır. Tüm bu yıkımları egemen sınıflar, dini öğeleri kullanarak emekçi sınıflara kader olduğunun vaazını verirler. Egemen sınıflar tarafından kader olarak sunulan her şey, emekçi sınıflar üzerinde yaratığı ölüm ve ızdırap sarmalından beslenen kanlı bir sınıf diktatörlüğü olan devletin asli fonksiyonunu perdelemek için vardır. Yaşanan bu depremle birlikte geniş kitlelerde ” Nerede bu devlet?, Nerede bu Ordu?, Devleti göremiyoruz?” gibi tepkilerin ortaya çıkmasına neden oldu. Devlet tam da olması gereken yerdeydi. Devlet mülk sahiplerinin mülkiyetini korumakla, emekçi sınıfların tabandan gelişen dayanışma seferberliğini sabote etmekle meşguldü. Geniş kitlelerin gözünde devletin varlığı sorgulanmış ve meşruluk kaybı yaşamıştır. Depremden sonra şu gerçeklik net bir şekilde ortaya çıkmıştır: Depremden etkilenenler depremzede değildir, devletzededir. Emekçi sınıfların yaşam hakkı için, rahatça nefes alabilmeleri için bile mevcut burjuva devleti devrimci yöntemlerle imha etmesi bir zorunluluktur.
3-) Depremin bu kadar yıkıcı olmasının temelinde kapitalizmin neden olduğu merkezileşme, çarpık kentleşme, metropoleşmenin yattığı gerçeğini dile getirmek gerekmektedir. Kapitalizmin hiçbir zaman planlı kentleşme, güvenli konut yaratmak gibi bir derdi olmamıştır. İş olanaklarını belli metropollerde toplar, insanların o bölgelere zorunlu göçüne neden olur, bunun kaçınılmaz sonucu olan konut sorunuyla ilgilenmez. Bu alanı yeni bir rant ve kâr olarak görür. Depreme dayanıklı binalar inşa etmek inşaat tekellerinin çıkarlarıyla çelişen bir durumdur. Her depremde yıkılan binalar, yerle bir olan kentler inşaat tekellerine muazzam kâr alanları açar. Depremin daha ilk günü İstanbul Borsasında Çimento hisselerinin artmasını büyük bir mutlulukla duyuran inşaat tekelleri bu durumun en açık kanıtıdır. Erdoğan rejiminin sermaye birikiminin lokomotif motorunu gayrimenkul rantına ve talanına dayalı beton ekonomisi oluşturmaktadır. Erdoğan yıllardır kendi döneminde yapılan yollarla, köprülerle, hastanelerle, binalarla övünmüştür. Övündüğü tüm yapılar depremle birlikte yerle bir olmuştur. Erdoğan rejimi beton ekonomisini canlandırmak için iktidarı boyunca sistematik olarak imar afları, inşaat şirketleri lehine ÇED raporları çıkarttı. Bilim insanları yıllardır uyarılarda bulundu, yakın zamanda deprem bölgesinde büyük bir depremin geleceğinin uyarısında bulundular. Hiçbir şey insan hayatı dahil olmak üzere sermayenin kanından, rantından önemli değildir. Bu rejim paralı otoyollar, köprüler, şehir hastaneleri için büyük sermaye gruplarına her yıl milyarlarca dolar aktarırken, hiçbir zaman gündeminde deprem önlemi olmadı. Bu hükümet deprem sonrası içinde mevcut toplanma alanlarını ranta açan, toplanan deprem vergilerini inşaat tekellerine hibe eden yağmaya ve talana dayalı sermaye diktatörlüğüdür. Deprem bölgesindeki büyük enkaz çürümüş zombileşmiş Erdoğan rejiminin enkazıdır. Erdoğan rejiminin hayatta olduğu her dakika yeni yıkımlar yeni enkazlarla karşı karşıya kalma anlamına gelmektedir. Emekçilerin ve ezilenlerin kitlesel militan seferberliğiyle Erdoğan rejimi devrilmeden bu enkazdan kurtuluş mümkün değildir.
4-) Depremin sonuçlarının bu düzeyde büyük olmasının ana nedenlerinden birisi hükümetin depremden sonra ortaya koyduğu performanstır. Depremin ilk gününün çok önemli olmasına rağmen devlet bölgeye inmedi, elindeki imkanları arama kurtarma için kullanmadı. Arama kurtarma ekipleri, Kızılay, çok övündükleri ordu günler geçmesine rağmen deprem bölgesine gelmedi. Arama kurtarmada kullanılacak, vinç vb ekipmanların hiçbirisi bölgeye gelmedi. Devlet insanları kurtarmak için hiçbir gücünü seferber etmezken emekçiler, ezilenler, halklar arasında var olan dayanışma duygusu hızlıca harekete geçti. Tüm ülke genelinde enkaz altındaki insanları kurtarmak, deprem mağdurlarıyla dayanışmak için ülke genelinde kitlesel seferberlik başladı. Bu kitlesel dayanışma seferberliği devletten bağımsız ve devletin denetimi dışında gelişmekteydi. Tam da bu süreçte geniş kitlelerden “devlet nerede? Devleti göremiyoruz, halk ne yapıyorsa kendi çabasıyla yapıyor” tepkileri ortaya çıkmaya başladı. Öncelikle şunu belirtelim; devlet tam da olması gereken yerdeydi. Devletin asli görevi insanların yaşamlarını korumak değildir. Devletin asli görevi sermayenin çıkarlarını ve kendi iktidarını ne pahasına olursa olsun korumaktır.
Daha çok ve daha etkili nasıl insan öldürülür perspektifiyle savaş endüstrisine “savunma” adıyla en büyük kaynaklar ayrılır. Söz konusu insan kurtarmak, yardım etmek olunca ne kadar aciz kaldığı böyle günlerde ortaya çıkar. Çünkü devletin varlığı, işleyişi tüm yapısı topluma değil burjuvazinin ihtiyaçlarına cevap vermek için çalışan bir zor aygıtıdır. Depremin ilk günlerinde TSK nerede? Niye enkaz çalışmada yer almıyor? Sorusunun cevabı yine olması gereken yerdedir. TSK depremin olduğu ilk saatlerden itibaren Türkiye’den sonra depremden en çok etkilenen bölge olan Tel Rıfat’ta top atışları yapmakla meşguldü. TSK’nın bir işgal ordusu olduğu, TC’nin ise emekçileri, ezilenleri baskı altında tutmak için kurulmuş kanlı bir burjuva diktatörlüğü olduğu gerçeği depremle birlikte birkez daha gün yüzüne çıkmıştır. Devlet tam olarak bundan fazlası değildir. Hiç beklenmedik zamanda tüm savaş uçaklarını kaldırıp sınır ötesi operasyonlar yapan, işgallerle katliamlarla övünür. 1 Mayıs’larda, 8 Mart’larda, 25 Kasım’larda, Newroz’larda sokağa onbinlerce kolluk gücünü döken devlet, depremlerde, afetlerde yoktur. Yoksullukta, salgında, iş cinayetlerinde, kadın cinayetlerinde, yangınlarda, depremlerde devlet yoktur. Ne zaman ki bu durumlara tepki göstermek için üç kişi bir araya gelir, devlet o zaman tüm gücüyle kendisini var eder. Deprem bölgesine de daha ilk günden emekçi halklar arasında dayanışma seferberliği başladı, devlet o zaman kendisini bölgede hissettirmeye başladı. Bunun nedenini şu şekilde açıklayabiliriz: Mevcut olan devlet emekçilerin ve ezilenlerin devleti değildir. Bu devlet bize çalışmıyor, hiçbir zaman çalışmadı ve çalışmayacak… Bu devlet emekçilerin ve ezilenlerin yeminli düşmanı ve yeminli hasmıdır. Emekçileri ve ezilenleri olası tüm felaketlerden koruyacak yegane unsur; konseyleri, şuralara dayanan kendi öz iktidarına (işçi doğrudan demokrasisine, proletarya diktatörlüğüne) sahip olmaktır. Bu olmadığı sürece yeni felaketler ve yıkımlara karşı karşıya kalmaktan kurtulamayacağız.
5-) Depremin en kritik zaman dilimi olan ilk 24 saat içinde Erdoğan hiç ortalıkta görünmedi. Hızlı bir dayanışma seferberliği oluştuktan ve devlete karşı tepki hızla büyüme sürecine girdikten sonra, cinayetten sonra olay yerine intikal eden katil edasıyla Erdoğan kameraların karşısına çıktı.
Erdoğan ilk olarak depremi kader, fıtrata bağlayan bir temada konuşmasının açılışını yaptı. Ardından tüm afetlerde, felaketlerde olduğu gibi bir kez daha halktan para istedi. 10 kentte 3 aylığına OHAL ilan ettiğini açıkladıktan sonra kendisine öfkeli halka açık bir şekilde tehditler savurdu: Savcılarımız, insanlık dışı yöntemlerle sosyal kaos çıkarmaya tevessül edenleri belirleyip gerekli işlemleri yapıyor. Yalan haber, çarpıtmalarla insanımızı birbirine düşürmeye niyetlenenleri takip ediyoruz. Gün tartışma günü değil, günü geldiğimizde tuttuğumuz defteri açacağız.
Hangi koşulda olursa olsun, hangi ülkede olursa olsun OHAL, devletin ve kolluk güçlerinin yaptırım ve insiyatifini artıran her uygulama emekçileri korumaya yönelik değildir. Devleti ve sermayeyi korumaya yöneliktir. Deprem bölgesinde ilan edilen OHAL ile bunu birkez daha tecrübe etmiş bulunmaktayız.

6-) Deprem bölgesinde ilan edilen OHAL, arama kurtarma işlemlerini hızlandırmak, halkın güvenliğini sağlamak için yapılmamıştır. Tam tersine OHAL ilanından sonra halk tabanında oluşan dayanışma seferberliğini sekteye uğratmak amacı taşımaktadır. Arama kurtarma çalışmalarına köstek olarak enkazlardan ölü sayısının artmasına neden olmuştur. OHAL ilanı bölgede oluşan toplumsal muhalefete ait destek gruplarını devre dışı bırakmak, doğru bilgi akışını durdurmak, hükümetin acizliğinin daha fazla deşifre olmasını engelemek, bölgeyi ülkeden ve dünyadan izole ederek felaketin boyutlarını hasır altı etmek, tüm ülkede hızlı şekilde yayılan dayanışma seferberliklerinin ve hükümete yönelik öfkenin eyleme geçmesinden korktuğu için OHAL ilan edilmiştir. OHAL ilanıyla birlikte ilk yaşananlar, dayanışma tırlarını engelemek oldu. Kaymakamlıklar AKP’li olmayan belediyelerin yardım tırlarının bölgeye girmesinde zorluk çıkartmış, tırlardaki eşyalara el koymuş, kurtarma için gerekli olan ekipmanların bölgeye gelmesine engel olmuştur. Devlet kurumları dışında oluşan dayanışma ağlarını örgütleyen STK’lar hükümet tarafından açık hedef haline getirilmiştir. Bölgeye arama kurtarma için gönüllü gelmek isteyen maden ve inşaat işçilerine hem çalıştıkları şirketler hem de hükümet engel koymuştur. Maden ve inşaat şirketleri işçilere izin vermemek için diretmiş, hükümette bölgeye gelen gönüllü inşaat ve maden işçilerinin bölgeye girmesini, arama kurtarma çalışmalarına dahil olmasını keyfi bir şekilde engelleme yoluna girmiştir. Enkaz altında kalan kişilerin ve arama kurtarma gönüllülerinin organize olduğu irtibat kurdukları twitter, tiktok gibi sosyal medya platformlarına erişim engeli getirmiş ve internete ulaşıma kısıtlama getirmiştir. Erdoğan için deprem bölgesindeki olumsuzlukların haber olması, enkazda can çekişen insanların hayatından kat ve kat daha önemlidir. OHAL ilan edildikten sonra göçmen düşmanlığı üzerinden ırkçılık ve faşist terör boy göstermeye başladı. Erdoğan depremzedelerin barınma ihtiyacını karşılamak için üniversiteleri kapatıp, devlete ait öğrenci yurtlarını depremzedeleri yerleştireceğini ilan etti. Eğitimde dönem sonuna kadar online şekilde devam edileceğini ilan etti. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi ekonomik ikincisi siyasidir.
Birincisi ekonomiktir, çünkü depremzedelerin yurtlara yerleştirilmemeleri durumunda hotellere, pansiyonlara yerleştirmek zorunda kalınılacaktır. Bu durumda Truzim patronlarının çıkarlarına tamamen ters bir durumdur. Söz konusu Turizm patronlarının kârı olunca, öğrencilerinin eğitim hakkının zerre kadar önemi yoktur.
İkincisi tamamen siyasi bir nedendir; hükümete karşı ülke genelinde oluşan tepkinin toplumsal muhalefetin dinamik kesmi olan öğrenci gençlik gruplarının hükümet karşıtı kitlesel eylemler örgütleme potansiyelini etkisiz hâle getirmektir. Erdoğan’ın OHAL ilanı tamamen kendi iktidarına koruma altına almak için ilan etmiştir. Deprem enkazı komple kalktıktan sonra Erdoğan rejimi yoğun bir devlet baskısı ve devlet terörüne başvuracaktır. Erdoğan’ın iktidarda kalmak için girişeceği tüm yöntemlerin başarılı olup olmayacağını tayin edecek ana unsur sınıf mücadelesinin seyri olacaktır.
7-) Emekçi sınıfların en örgütsüz, en dağınık ve politik bilincinde ileri sıçramaların olmadığı bu dönemde dahi deprem afetinde burjuva devletten çok daha hızlı harekete geçmiş, organize olmuş, hızlı bir dayanışma örgütlenmiş, sahadaki tüm olanaksızlıklara ve devletin tüm taş koyma girişimlerine rağmen burjuva devletten çok çok daha iyi yönetme becerisi göstermiştir. Tüm bu pratiği ortaya koyarken devlete karşı üst düzey tepkinin birikmesinide sağlamıştır. Erdoğan rejimi şunu çok iyi biliyordu: Çok hızlı gelişen bu dayanışma seferberliği kısa sürede hükümete karşı kitlesel bir emekçi seferberliğine dönüşme potansiyelini de beraberinde taşımaktaydı.
Tam da bu tehlikeye karşı jet hızıyla OHAL ilan edildi. Yalnızca OHAL ilan etmek Erdoğan için yetersiz kalırdı. OHAL ilanını ve devletin baskı ve zor aygıtlarına olan ihtiyacını meşrulaştırmak, devlete karşı gelişen öfke ve güvensizliği hükümetin beceriksizliğinin üstünü örtmek, hedef şaşırtmaya, dayanışma seferberliğini sabote etmeye ihtiyaçları vardı. Erdoğan rejiminin iktidarının devamı için bu bir beka sorunuydu. Erdoğan rejimini içine girdiği bu açmazdan kurtaracak yegane unsur ırkçı, faşist terör unsurunun yaratılmasıydı. Faşist terör ortamı yaratmak için önce yağma ve hırsızlık olaylarının yaşandığının kara propogandası yapıldı. Depremin ilk gününden beri Nazi artığı tescilli ırkçı faşist provakatör Ümit Özdağ yalan yanlış haberlerle, 7/24 göçmenleri hedef gösteren, onlara karşı açık bir pogrom örgütleme faaliyeti içinde bulundu. Deprem ve tüm yıkımın sorumlusu olarak göçmenler hedef haline getirildi. Tüm bu faaliyetler Erdoğan rejimine hayat suyu oldu. Göçmen düşmanlığına karşı mücadele faşizme karşı mücadelenin ayrılmaz köşe taşlarındandır. Deprem ve devletin yarattığı yıkım ve enkazdan kurtulmak için, emekçi kitlelerin, devrimci güçlerin göçmenlerle dayanışma içinde olması ve faşist teröre karşı öz savunma komitelerini örgütlenmesi hayati bir zorunluluktur.
8 Depremin yaşandığı ilk günden başlayarak artan oranda sistematik olarak yağma ve hırsızlığın yaşandığı, deprem bölgesinde güvenlik sorunu olduğu buna karşı devletin zor gücünü etkin şekilde kullanarak müdahale etmesi gerektiğinin propogandası yapıldı. Bu konuya dair sağlıklı bir perspektif geliştirebilmek için öncelikle yağmacı kimdir? Yağmacı kime denir?
Yağmacılığa karşı savaş verilmesi gerektiğinin propagandasının altında yatan ideolojik ve politik nedenleri açıklayarak başlamamız gerekmektedir. 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Erdoğan’ın çıkarttığı imar affından bugün depremin yaşandığı bölgede 294.000 kaçak binaya ruhsat çıkmıştır. Bu binalar bugün onbinlerce insanın ölümüne neden olmuştur. Erdoğan iktidarı kendi koyduğu deprem yönetmeliğine dahi uymayan bir iktidardır. Yağmacı olan halktan topladığı deprem vergilerini inşaat tekellerine kaynak olarak aktaran, ilk depremde büyük felaketlerin zeminini hazırlayan hükümetten başkası değildir. Yağmacı para karşılığı ÇED raporları, yapı izinleri vererek bu katliamın suç ortağı olan yerel yönetimlerdir. Daha depremin ilk günü Borsa’da çimento ve inşaat malzemeleri fiyatları arttı diye sevinen, depremi yeni bir kâr ve rant alanı olarak gören sermaye sınıfı en büyük yağmacıdır. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varnak’ın açıklaması devlet ve sermaye cephesinin depreme nereden baktığının, önceliğinin ne olduğunun en açık göstergesidir: “Üretim tesislerinde üretime zarar verecek herhangi bir yıkımın olmadığını görüyoruz. Bu bizim açımızdan sevindiricidir”
Tam da yağmacı sermaye sınıfı ve onların hükümetinin durduğu yer burasıdır. Deprem bölgesinde işçileri hala çalıştırmaya çalışan süper market zincirleri, deprem enkazı kalkmadan işçileri ise çağıran organize sanayi bölgeleri patronları, gönüllü arama kurtarma ekiplerine katılmak isteyen işçilere izin vermeyip, işten atmakla tehdit eden maden, inşaat patronları…
Toparlarsak eğer yağmacı olan deprem ve her türlü felâketi fırsata çeviren sermaye sınıfıdır. Deprem bölgesinde fahiş fiyat uygulayan esnaftır, zincir marketlerdir, depremden etkilenen bölgelere yakın illerde konut fiyatlarına bir gecede 10 misli zam yapan gayrimenkul sahipleridir. Kısacası yağmacı olan devlet ve sermayedir.
9-) Sermaye sınıfı, devlet, mülk sahipleri nasıl depremi ve tüm doğal afetleri fırsata çevirmek için pusuda bekliyorsa, hemen harekete geçiyorsa, kuşkusuz ki hırsızlık çeteleride bu durumu fırsata çevirmek için faaliyet içerisine girmektedir. Deprem bölgesi de hırsızlık çeteleri için önemli bir faaliyet alanıdır. Fakat burada yağmacı diye hedefe konulanlar hırsızlık çeteleri değildir. Amaçta hırsızlık çeteleriyle mücadele olmamakla birlikte burjuva mülkiyetin kutsallığına yönelecek saldırıyı bertaraf etmek, bunu yaparken de göçmen düşmanlığı üzerinden örgütlenen faşist terörle gerçekleşmektedir. Deprem gerçekleştikten sonra, insanlar kendi kaderlerine terk edildi, hükümetler herhangi bir çözüm üretmediği gibi, kendi dışında tabandan gelişen dayanışma seferberliğini sabote etmekle uğraştı. Deprem bölgesinde insanlar en temel yaşamsal ihtiyaçlarına (gıda, şu, hijyen) ulaşamaz duruma getirildi. Bu durumda kalan insanlar, marketlerden ihtiyacı olan şeyleri aldılar. Bu eylemin adı ne yağmadır ne hırsızlıktır. Bu eylemin adı kamulaştırmadır. Deprem bölgesinde var olan gıda, hijyen, su gibi ürünlerin tüm deprem mağdurlarına erişimi açılmıştır. Yağmacılar olarak hırsızlık çeteleri gösterilmedi, yağmacılar olarak hükümete muhalif belediye ve STK ların yardım tırlarına el koyan devlet kurumları gösterilmedi. Yağmacı olarak deprem mağduru emekçiler ve göçmenler gösterildi. Yağmacılık yaygarasının kopartılmasının, ordunun devreye girmesini, orduya vur emri verilmesi çağrılarının yapılması, göçmen düşmanlığı üzerinden faşist terörün tırmandırılmasının asli nedeni şudur: Hızla gelişen emekçilerin dayanışma seferberliği ve kutsal burjuva mülkiyetin kamulaştırma eylemleriyle karşı karşıya kalması.