Giriş
Gezegenimizde hüküm süren emperyalist-kapitalist sistem, egemen güç olan burjuvazinin her şeyi kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirdiği bir düzendir. Bu düzen sömürücü, ırkçı, cinsiyetçi, homofobik olduğu kadar doğa ve ekosistem düşmanıdır da. Küresel kapitalist sistemin gerçekleştirdiği her faaliyetin sonuçları arasında ekolojik yıkım vardır. Bugün kapitalizmin içine girdiği küresel buhrana paralel olarak da küresel ekolojik kriz de söz konusudur. Ekolojik krizin boyutu gezegenimizdeki tüm canlıların geleceğini tehdit altına alan kitlesel bir yok oluşa sürüklenme tehditini de beraberinde getirmektedir. Kapitalizmin hüküm sürdüğü dünyamız ölüm tehditiyle karşı karşıyadır. Küresel ısınma ve iklim krizi telafisi olmayan yıkımlara doğru koşar adımlarla ilerlemektedir. Kasırgalar, yükselmekte olan deniz seviyeleri, dumanlı ve zehirli hava, okyanuslardaki asitleşme, ölü bölgeler, ormanların imha edilmesi, türlerin yok oluşu, toprağın aşınması, tatlı su rezervelerinin tükenmesi, ozon tabakasının incelmesi, biyolojik bozulmadan muaf plastik ve kimyasal kirlenmeler, ormansızlaştırma, çölleşme, antibiyotik dirençli bakteriler, tuhaf hastalık ve salgınlar…. gibi kabarık bir liste mevcut. Bu listedeki tüm soruların sebepleri küresel kapitalizmden kaynaklanmaktadır. Ekolojik yıkım listesindeki tüm sorunlar küresel sorunlar olmakla birlikte çözümü de küreseldir. 21. yüzyıl ekolojik yıkımın öldürücü biçimde kendisini var ettiği bir çağdır. 21.yüzyılda dünyayı değiştirme iddiasında olan, insanlığa yeni bir alternatif sunma mücadelesi veren her akımın ekolojik krize dair cevapları, perspektifi ve eylem programı olmak zorundadır. 21. Yüzyıldaki her politik akım ekolojik krize verdiği yanıtlar ve ortaya koyduğu pratikler içerisinde de değerlendirilecektir.
Bu çalışmamızda ekolojik krizin boyutlarını ve nedenlerini irdeleyeceğiz. Neden ekolojik krizin kapitalizm içerisinde çözülemeyeceğini, çevre ve ekoloji hareketlerinin çözüm perspektiflerinin sığlığını irdeleyeceğiz.
Küresel ekoloji krizine Devrimci Marksistlerin öne sürdüğü alternatifler neler olmalı?
Devrimci Marksistler ekoloji hareketine nasıl yaklaşmalı? sorularına yanıtlar üretip, somut geçiş talepleri ve eylem programı önerisi sunarak çalışmamızı sonlandıracağız.
Ekolojik Krizi Tanımlamak
Tüm gayesi kendi kârlılığını artırmak olan, tüm faaliyetlerini de bu eksende yürüten kapitalizm hiçbir kural ve etik tanımamaktadır. Savaşlar, yoksulluk, işsizlik, geleceksizlik gibi toplumsal yıkımlarla birlikte ekolojik yıkımları da beraberinde getirmektedir. Kapitalizm kârlılığını arttırmak için sürekli olarak doğayla savaş halindedir. Yerküre üzerindeki tüm doğal alanlar kapitalizm için pazar alanlarıdır. Özellikle 80’li yıllarla birlikte küresel düzeyde uygulanan Neo-liberal politikalar ekonomik ve sosyal alanda yarattığı yıkımlarla birlikte ekoloji alanında da telafisi mümkün olmayan yıkımlara yol açtı. Kapitalizm insanlığın tüm ihtiyaçlarını kâra çevirmektedir. Enerji ihtiyacını da kâra çevirmek için uzun yıllardır doğada telafisi olmayan yöntemler kullanmaktadır. Nükleer Enerji, Termik Santraller, HES’ler gibi doğada telafisi olmayan yıkımlara yol açmaktadır. Yeni tarım alanlarına sahip olmak için küresel düzeyde sistematik olarak ormansızlaştırma politikası uygulanmaktadır. Ormansızlaştırma politikaları da, ormanları yakarak yapılmaktadır. Bu da canlı türlerinin yok olmasına, toprak erozyonları, iklim değişikliği, zehirli gazların doğaya dönmesi olarak dönmektedir. Küresel iklim değişikliğinden, bio çeşitliligin azalmasına, nükleer santrallerden, hava, toprak ve suyun kirlenmesine, toprak erozyonuna, toprak bozulmasına, çölleşmeye, ozon tabakasının delinmesine, ormansızlaştırmaya, su kaynaklarının tükenmesine, asit yağmurlarına, genetiğiyle oynanmış gıdalara varıncaya dek, ekosistemi var eden tüm alanlarda gezegenimizi tehdit eden ekolojik krizle başbaşayız. İklimle ilgilenen bilim insanlarının önde gelenleri, küresel sıcaklık artışının 1,5 dereceyi geçmesini engellemek için 2030’a kadar vaktimizin olduğu söyleniyor. Eğer sıcaklık artışı 2 dereceyi geçerse, küresel boyutlarda eşi benzeri görülmemiş bir kitlesel yok oluş, açlık, kuraklık, seller, orman yangınları ve bulaşıcı hastalıkların yayılması gibi felaketlere yol açmaktadır. Bu kriz kapitalist yıkımın, barbarlığın en üst seviyesidir. Bu kriz aynı zamanda insanlığın kapitalizmi aşma krizidir de. O yüzdendir ki ekolojik yıkıma karşı mücadele kapitalizme karşı mücadeleden bağımsız değildir. Ekolojik krizin çözüm aciliyeti aynı zamanda sosyalist dünya devriminin aciliyetidir de.
Ekolojik Kriz Kapitalizm İçinde Çözülebilir mi?
Yaşanan ekolojik krizin boyutları daha üst aşamalara çıktıkça, gündelik hayattaki etkileri daha yoğun hissedilmeye başlanmıştır. Kitlesel düzeyde iklim krizi gündeme girmeye, yüksek sesle tartışılmaya başlanmıştır. Ekoloji krizinin nedenini kapitalizmden kopartmak, kitlelerin bu krize karşı seferber olma potansiyelinin önüne set çekmek için ortaya atılan savları iki kategoride değerlendirebiliriz.
Birinci sav, ekolojik krizin boyutunu belirterek kıyamet senaryoları hazırlamak, insanlığın sonunun yaklaştığını buna karşı hiçbir şeyin yapılamayacağını savunan görüşlerdir. Bu görüşlerde kıyamet senaryolarını teolojik argümanlarla destekleyerek komple bir umutsuzluk üreterek, kadere razı olmayı tembihleyen anlayıştır.
İkinci anlayış ise içinde bulunduğumuz ekolojik krizin faturasını insan türünün evriminin sonucuna kesen anlayıştır. Bu insan kategorisinin içinde; sınıfsal, cinsel, etnik ve kültürel farklılıkların yok sayılması, ekolojik yıkımın da sorumlusu olan kapitalizmin suçlarını tüm insanlığa pay etmektedir. Çözüm önerisi olarak insanların doğaya karşı bilinçli olmasını, bu noktada farklılıklar yaratılmasını, eğitilmelerini, hükümetlerin çevreci politikalar izlemeleri gerektiğini savunurlar. Mevcut çevre hareketlerinide hükümetlerin doğa dostu politikalar yürütmeleri ekseninde basınç oluşturmaya yöneliktir. Herhangi bir iktidar perspektifi ve yeni bir dünya alternatifi mevcut değildir. Kapitalist hükümetlerin göstermelik yaptıkları “doğa dostu” uygulamalarını ve şirketlerin kendilerine prestij kazandırmak için gerçekleştirdiği doğa projelerini alkışlayarak bunları kazanım diye selamlamaktadırlar. Bu anlayışlar ekolojik kriz konusunda hedef şaşırtan etmenlerdir, her fırsatta maskeleri düşürülmelidir. Kapitalizm her şeyi kendi mülkü olarak görür. Mülk edindiği her şeyin üzerinde rant ve kar elde etmek için sınırsızca çalışır. Kapitalizmin hegomonyası altında doğa, kendisine ait olmayan amaçların aracıdır, sınırsızca kullanılacak, bitmez tükenmek bilmeyen bir kaynak olarak görülür. Kısacası kapitalizmde doğa burjuvazinin mülkiyetindedir, kâr ve rant elde etmek için yok olana kadar yağmaya ve talana maruz kalması bir sorun teşkil etmemektedir. Neo-liberal dönüşüm süreciyle birlikte kapitalizm aşırı derecede bireyselleşmiş ve yoğun tüketimi teşvik etmektedir. Tükettiği ölçüde var olmak kapitalizmin altın kuralıdır. Bir taraftan sürekli olarak tüketimi teşvik etmekte, bir taraftan plansız ve rekabet halinde üretimde bulunur. Bu tüketim biçiminin önlenemez sonucu doğanın talanının katmerlenerek büyümesidir. Kapitalizmin bu tüketim çılgınlığının her faaliyeti, emekçi sınıfların daha fazla sömürü, yoksulluk, geleceksizlik yaratırken, doğada da aynı oranda ekolojik yıkım yaratmaktadır. Gıda alanındaki yansıması; endüstriyel tarım, genetiği değiştirilmiş gıdalar, yeni tarım alanları için ormansızlaştırma politikaları, seri gıda üretimleri için doğayı tahrip eden tarımsal ilaçlar….
Enerji ihtiyacı için de; Nükleer, HES, Termik Santraller gibi çözümleri kullanmaktadır. Her şeyi kâr ve rant aracı olarak gören kapitalizmin, tüm düşünce sistematiği araçsaldır, hesapçıdır, egoisttir, güç ve iktidar fetişizmi üzerinden varolur. Kapitalizmin bu karakteristik özelliklerinin sonucu; faaliyet yürüttüğü tüm sektörlerde ekolojik yıkımlar yaratmak olarak dönmektedir. Toparlarsak; tüm ekolojik yıkımların temelinde kapitalizm vardır. Kapitalizmle radikal bir hesaplaşmaya girmeden, onu aşıp yeni bir dünya hedefi doğrultusunda mücadele etmeyen hiçbir alternatif ekoloji krizine çözüm getiremez. Bu yüzdendir ki, ekoloji mücadelesi sınıf mücadelesinden yalıtık, bağımsız bir etmen olarak değerlendirilemez.
Ekolojik Krize Kapitalizmin Sunduğu Çözümler
Kapitalizmin 1980’li yıllarla birlikte zaferini ilan etmeye başlamasıyla birlikte ekolojik sorunlar gün yüzüne çıkmaya başladı. 1980’li yıllarda hissedilmeye başlayan küresel ısınma problemleri için 90’lı yılların başında harekete geçilmeye başlandı.
1990 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından İklim Değişikliği Çevre sözleşmesi için Hükümetler arası müzakere komitesi oluşturulmasına karar verildi. 1992 yılında BM tarafından kabul edilmesiyle, aynı yıl RİO’da gerçekleşen BM zirvesinde bu karar oylamaya açıldı. 154 ülkenin imzasıyla İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesi ( İDÇS) 21 Mart 1994’te yürürlüğe girdi. Türkiye ise, 24 Mayıs 2004 tarihinde, 189. taraf ülke olarak sözleşmeye dahil oldu. Taraflar Konferansı (COP) 1997 üçüncü oturumunda sözleşmenin eki mahiyetinde Kyoto Protokolünü kabul etti. Kyoto Protokolünün hayata geçişi Rusya’nın 2005 yılında taraf olmasıyla gerçekleşti. Burjuva hükümetler 2000’li yılların başına dek ekoloji sorununu kabul eden, bunun için uluslarası zirveler gerçekleştirmek ve diplomatik ilişkilere iklim sorunu kategorisini açmaktan başka somut bir adım atmadı. İmzalanan Kyoto Protokolünde ortaya konan hedef, 2008-12 yılları arasında sera gaz salımını 1990’ların başındaki orandan %5 aşağı çekilmesi yatmaktaydı. Burjuva hükümetlerin ekoloji sorununa karşı ilk eylem planı olan İDÇS’nin kendisi daha baştan sorunun kaynağının kapitalizm olduğunu gizleyen bir perspektife sahipti. İDÇS; ekolojik krizin nedenini insanların doğayı bilinçsizce tahrip etmesi olarak tanımlıyordu. Böylece kendi günahlarını tüm insanlığa eşit şekilde pay etmekteydi. Sözlesmenin 2.maddesinde de nihai amaç şu şekilde belirlenmektedir. “Atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemi üzerindeki tehlikeli insan kaynaklı etkiyi önleyecek bir düzeyde durdurmaktır.”
Asgari düzeyde de olsa iklim krizi için eyleme geçmek kapitalizmin doğayı sömürüsünü sekteye uğratacak adımlar atmayı ve mülkiyet ilişkilerine dokunma problemini beraberinde getirmektedir. Bu durumda kapitalizmin varlığına ters olan, kendi kutsallarını çöpe atması anlamına gelecektir. O yüzdendir ki aynı maddenin son cümlesinde bu çelişki kendisini dışa vurmaktaydı. “Böyle bir düzeyde, ekosistemin iklim değişikliğine doğal bir şekilde uyum sağlaması, gıda üretiminin zarar görmeyeceği ve ekonomik kalkınmanın sürdürülebilir şekilde devamına izin verecek bir zaman dahilinde ulaşılmalıdır.”
Sözleşmenin 3.maddesinin 5. fıkrasının son cümlesi, “Alınacak önlemlerin uluslarası ticarete gizli bir kısıtlama oluşturacak şekilde olmaması gerektiğini bildirmektedir.” Toparlayacak olursak kapitalizmin tüm uluslarası çevre, ekoloji kongrelerinden çıkan sonuç; kapitalist kâra dokunmadan ekolojik dengeyi kontrol altında tutma yönündedir. Bu durumda ekolojik krizi büyütmek için küresel seferberlik içerisine girmenin itirafıdır. Bu perspektif ışığında kapitalizm yaratmış olduğu ekolojik kendisine krizden yeni bir kâr ve ticaret alanı açmaktadır.
SSCB Deneyimleri ve Ekolojik Yıkım
Lenin sonrası SSCB’de iktidarı ele geçiren Stalinci bürokasi Ekim devriminin tüm kazanımlarını bertaraf etmekle birlikte devrimi tarihsel amaçlarından kopartarak bürokatik despotik bir rejim inşa etmiştir. Bürokatik rejimlerin ortaya koyduğu tüm olumsuz pratikler marksizmin yegane pratiği olarak sunuldu. Buradan Marksizme karşı her alanda bitmeyen saldırılar gerçekleşti hâlâ da bu saldırılar devam etmektedir. Bu saldırılara ekoloji sorununun büyümesiyle birlikte, özellikle kapitalizmle derdi olmayan ekoloji hareketleri tarafından marksizmin ekoloji sorununa sunabileceği çözümü olmadığı savı sürekli tekrarlanır oldu. Stalinci bürokatik rejimlerin ekoloji performansının ciddi düzeyde sorunlu olduğu somut bir gerçekliktir. Çernobil faciası, Aral Gölü’nün kuruması, Doğu Avrupa’da aşırı karbon gazı emisyonunun yaratması gibi örnekler kötü ekoloji performansı için yeterli dayanağı sunmaktadır. Haklı olarak bu kötü performansın nedeni neydi sorusu gelmektedir. Bu sonucun temel nedeni sosyalizmi ulusal arenada başlayıp, uluslarası arenada gelişen dünyada son bulan, geçiş döneminin işçi devletinin daha baştan sönümlenmeye yüz tutmuş yarı bir devlet olarak tanımlayan temel Marksist teorinin inkarı üzerinden bir teori geliştirilip, bunu pratiğe dökmekte yatmaktadır. Sosyalizmi ulus-devletlerin üzerine kurulacak, tek ülkede inşa edilecek, sovyet organları yerine bürokatik bir yönetimin diktatörlüğünü ikame edip, güçlü devlet inşa etme hedefine girilip, kapitalizmle barış içinde rekabet halinde yaşanılabileceğinin tasavur edilişinin kötü sonuçlarından yalnızca biridir. Reel sosyalizm olarak tanımlanan bürokatik rejimler ekonomik büyümeyi, ulusal kalkınmayı, kapitalizmle rekabeti yegane amaç olarak belirledi. Büyüme ve teknoloji kutsandı. Kapitalistlerle rekabet için girilen her yol zafer seferberliği olarak mütala edildi. Sadece sermayenin mülksüzleştirilmesi sosyalizme ulaşmak için yeterli bir koşul değildir. Bu sadece başlangıç için gerekli olan temel koşuldu. Sovyetlerde ve Stalinizmin uydularında yapılan yalnızca devletleştirmeydi. Emekçi kitlelerin yönetimde bir fonsiyonu yoktu. Emekçilerin üzerinde duran onlar adına karar veren asalak bir kast oluşmuştu. Emekçiler üretime ve tüm sosyal hayatın örgütlenmesine yabancılaşmışlardı. Bu durumda merkezi planlı bir ekonominin örgütlenmesinin önünde engel teşkil etmekteydi. Üretimin ne kadar, nasıl, ne şekilde olacağına iktidarı gasp etmiş küçük bir bürokatik kast karar vermekteydi. Bu durumda merkezi planlı bir ekonominin örgütlenmesini sabote etmekteydi. Batı tipi kapitalist moderniteye benzer bir üretim içerisine girmesine ve bunun sistematikleşmesine yol açtı. Kapitalizmle girilen rekabet, savaş yatırımları, nükleer üretim, hızlı sanayileşme gibi politikaların sonucu olarak da ekolojik tahribatlar beraberinde geldi.
Reel sosyalizm olarak tanımlanan ülkelerdeki ekolojik tahribatlar Marksizmin yegane pratiği değildir, tam tersine Marksizmin inkarına dayanan Stalinizmin sonuçlarından yalnızca birisidir.
Sonuç Yerine
*) Ekolojik krizin nedenleri de, sonuçları da toplumsaldır ve politiktir. Bu kriz insanlığın ve tüm canlı türlerinin kurtuluşu için kapitalizmi aşma, sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız, hudutsuz, patriyakasız, patronsuz bir dünyaya yani Komünist dünyaya ulaşma sorunudur.
*) Bugün kapitalizmin içinde bulunduğu ekonomik, sağlık, siyasal, ekolojik tüm krizler ancak emekçi sınıfların vereceği küresel bir yanıtla kapitalizmi ilga etmesiyle aşılabilir.
*) Dünyanın bir veya birkaç ülkesinde en iyi çevreci politikalar uygulansa da, en iyi ekolojik toplum inşa edilse dahi gezegenimizin eko sistemi kapitalizmin yapay olarak ürettiği hudutları tanımamaktadır. Bugün Amozondaki orman yangını veya dünyanın başka bir bölgesindeki ekolojik yıkım tüm gezegeni etkilemektedir. O yüzdendir ki ekolojik krizin çözümünün aciliyeti sosyalist dünya devrimi sorununun aciliyetidir.
*) Ekolojik yıkım kapitalizmin yarattığı ve beslendiği sömürü, geleceksizlik, yoksulluk, açlık, göç, ırkçılık, patriyarka, homofobi, ırkçılık gibi somut bir sorun olmakla birlikte tüm diğer sorunlarla birlikte iç içe girmiştir. O yüzdendir ki bugün ne ekolojik yıkıma karşı mücadele sosyalist dünya devrimi mücadelesinden ayrı ele alınabilir, ne de ekoloji mücadelesini kapsamayan sosyalist bir mücadeleden bahsedilebilir. Sorun topyekun uygarlık sorunudur. Kapitalizmi küresel düzeyde aşma perspektifine sahip olmayan her anlayış ekolojik yıkıma ortak olmaktır.
*) Bugün kır kent arasındaki ayrımları kaldıran, doğrudan demokrasiye dayanan enternasyonal sosyalist alternatiften bahsetmenin, bu amacın yegane aracı olan enternasyonal devrimci parti inşasına odaklanmanın, enternasyonal mücadele olanaklarını geliştirmenin, uluslarası eylem günleri ve organizasyonlarından bahsedip harekete geçmenin tam zamanıdır. Aksi hâlde insanlığın ve tüm canlı türlerinin yok oluşu dışında bir alternatif kalmamaktadır.
Tüm enerji sektörü işçi denetiminde kamulaştırılsın!
*) Yenilenebilir enerjiye geçilsin!
*) Açık ocak madenciliğine hayır!
*) Savaşlara ve silah sanayisine hayır!
*) Nükleere hayır!
*) Gıda da tarım da patente hayır!
*) Tüm tarım alanları işçi denetiminde kamulaştırılsın!
*) Ekolojik merkezi planlı tarıma geçilsin!
*) İşçi emekçi hükümeti!
*) Küresel Sosyalist devrim!