Evet aynı gemideyiz.

Siz kaptan köşkünde, yediğiniz önünüzde yemediğiniz arkanızda, açlığımızla doyurup karnınızı, sefasını sürerken zenginliğinizin, biz üst üste binmiş ranzalar arasında, tıkış tıkış, fare ciyaklamalarıyla birlikte uyumaya çalışıyoruz.

Evet aynı gemideyiz.

Siz güvertede batan güneşin tadını çıkarırken biz sizi dilediğiniz yere götüren kürekleri çekiyoruz, başımızda paralı köpekleriniz. Siz ufuk çizgisinin ihtişamına şaşırıp (çok anlarsınız ya) birbirinize gülümserken biz kova kova su boşaltıyoruz dışarıya. Siz rüzgâra karışmış damlaların serinliğini yüzünüzde hissederken biz donumuza kadar gövdede açılmış delikleri tıkamaya çalışıyoruz.

Evet aynı gemideyiz.

Siz bulutsuz gecede, kapkara gökyüzünü aydınlatan yıldızları seyre dalarken biz sabaha çıkar mıyız endişesini taşıyoruz yüreğimizin derinliklerinde. Siz suit odalarınızda bir elinizde viski, (hoş bazılarınız için viski hırsızlıktan daha günah) borsaları takip ederken biz bugün de ölmediğimize üzülür olduk. Siz şişkin banka hesaplarınızı okşarken biz çocuklarımızın gözlerinin içine bakmaya korkar olduk.

Evet aynı gemideyiz.

Bayılıyorsunuz bu metaforu kullanmaya. Ne vakit başınız sıkışsa arkasından hemen birlik ve beraberlik edebiyatı geliyor. Siz ne vakit kardeşlikten söz etseniz bizim cebimizden bir şeyler eksiliyor. Siz ne vakit aynı gemide olduğumuzdan bahsetseniz biz geminin çoktan su aldığını hissetmiş oluyoruz. Sizin derdiniz filikalara binmek için zaman kazanmak. Ve biz aşağılarda canımız ile boğuşurken siz çoktan filikalara binmiş oluyorsunuz. Batan gemi sizi de kendisiyle aşağı çekmesin diye çoktan uzaklaşmışsınız bile. Uzaklaşmış ve selfie çekiyorsunuz, arkada batan ölülerimiz.