Düzen cephesinin neredeyse tüm temsilcilerinden kendisini Marksist, Kemalist olarak tanımlayan geniş bir yelpaze siyasal doktorinlerinin merkezine “Halk” kavramını koyar. Türkiye burjuva devletinin kurucu siyasal öznesi CHP ve sermaye devletinin resmi ideolojisi Kemalizmin ilkelerinden biri de “Halkçılıktır”.

Düzen cephesinin Milliyetçi ve Muhazafakar kanadı Halk kavramına alternatif olarak Millet kavramını kullanmaktadır. Düzen cephesinin Milliyetçi ve Muhafazakar kanadı kendi siyasal geleneklerinin iktidarlarını “Milletin İktidarı” olarak tanımlar. Aynı şekilde CHP de iktidarda olduğu dönemlerde kendi iktidarını “Halk İktidarı” olarak tanımlamaktan geri durmaz. CHP seçim dönemlerinde kendi iktidarının halk iktidarı olacağının propogandasını sürekli olarak yapmaktadır. Sosyalist solunda önemli bir kısmının programında Halk İktidarı, Halk Devrimi, Demokratik Halk Devrimi gibi kavramları kullanır. Türkiye burjuva devletinin kurucu partisinden onu silahlı mücadeleyle yıkarak devrim yapma iddiasında olan sosyalistlere kadar çok geniş bir yelpaze “Halk İktidarı” ile “Halk Devrimi” kavramında ortaklaşmaktadır.

Peki nasıl oluyor da bu kadar karşıt akımlar siyasal hedeflerini aynı kavram üzerinden tanımlayabilmektedirler? Bu yazımızda kavramların neden önemli olduğunu ve “Halk Devrimi” gibi sınıfsal bir netliğe sahip olmayan muğlak kavramların işçi sınıfının mücadelesinde nasıl tahribatlara neden olduğunu inceleyeceğiz. Halk, Halkçılık kavramlarının tarihsel evrimini ele alıp Marksist saflara nasıl girdiğini ve sonuçlarının neler olduğunu irdeleyeceğiz. Yazımızın son bölümünde ise Halk Devrimi ile Proleter Dünya Devrimi arasındaki keskin ayrılıkları ortaya koyacağız.

Kavramlar Neden Önemlidir?

Kavramlar önemlidir: Çünkü tüm tanımlamaların temeli kavramlara dayanmaktadır. Kavramlar nesnelerin zihindeki tasarımıdır. Terim ise kavramların dil ile ifadesidir. Kavram bir nesneyi, terim ise bir kavramı göstermektedir.

Mantık bilimi her kavramı “Nelik ve Gerçeklik” olarak ele alır. Nelik bir kavramın zihinde taşıdığı tüm anlamlardır. Gerçeklik ise bir kavramın dünyada sahip olduğu esas somut özellikleridir. Tüm algı operasyonları, ideolojik savaşlar ve kitlesel propogandaların temelinde kavramlar vardır. Çünkü kavramlar yoluyla zihinlere giriş yapılmaktadır. O yüzdendir ki: burjuvazinin tüm kullandığı, ortaya attığı ve yaydığı kavramlarda kendi sınıfsal çıkarlarını merkeze alan bir algı söz konusudur. Bu amaca uygun olarak tüm kavramları sınıflar üstü ele alan, bireyselliğe indirgeyen, burjuva devletin bekasını garanti altına alan bir eksende ortaya koyar. Sınıfsal uçurumları gün yüzüne çıkartan kavramlardan olabildiğince uzak durur. Burjuvazi sınıf savaşlarını tetikleyen tüm kavramların içeriğini ya itibarsızlaştırmaya çalışır ya da anlam karmaşası yaratarak zihinleri bulandırma yolunu seçer. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak:

Burjuvazinin en büyük korkusu olan “Devrim” sözcüğü yıllarca kriminalize edilerek ibarsızlaştırılmaya çalıştı ama bundan istediği sonucu elde edemeyince bu kez kavram karmaşası yoluna gitti. Burjuva partiler getirdikleri her yeni düzenlemeyi bir “Devrim” olarak sundu. Kapitalist işletmeler piyasaya sürdükleri her yeni ürünü bir “Devrim” olarak pazarlamaktan geri durmadı. Burjuvazinin bunu yaparken tek amacı vardı: “Devrim” sözcüğünün zihinde uyandırdığı anlamı deforme etmekti.

İşçi sınıfının mücadelesinde kullanılacak kavramlar o kavramlara yüklenilecek anlamlar ve kavramlardan çıkarılacak siyasal sonuçlar çok önemlidir.

Unutulmaması gereken gerçeklik şudur ki: Kavramlar salt entelektüel veya akademik tartışma konuları değildir. Kavramlar zihinlere hitap etmenin aracıdır. O yüzdendir ki işçi sınıfının mücadelesinde kullanılacak tüm kavramlar sınıfsal berraklığa sahip olmakla birlikte hiçbir anlam karmaşasına yer vermeyecek nitelikte olmak zorundadır. Çünkü kavramlar ideolojik savaşların temel silahlarıdır.

Halk Kavramı Nedir

Halk kavramı, sınıfları barıştıran, sınıf savaşını dizginleyip ülke sınırlarına hapseden, o ülkede yaşayan tüm sınıflarla birlikte “ülke menfaatleri” için seferber olmayı teşvik eden, sınıflar üstü ve milliyetçi ögeler barındıran bir kavram olarak egemenler tarafından sürekli üretilmektedir. Halk kavramının Sosyal Bilimlerde, Tarihte, Sosyolojide ve Felsefede farklı tanımları vardır. Ama hepsinin de ana hattı aynı zeminde düğümlenmektedir. Bu zemin sınıfların barışı ve ulusalcı bir perspektif taşımaktadır.

Sosyal Bilimler Terimi olarak Halk: Bir ülkede yaşayan, o ülkeyi bilen, geleceğini o ülkeye bağlamış, o ülkeyi vatan bilen insan topluluğudur.

Tarih Terimi Olarak Halk: Aynı ülkede yaşayan ve o ülkenin yurttaşı olan insanlar topluluğudur.

Sosyoloji ve Felsefe Terimi Olarak Halk: Bir ülkede yaşayan, ortak bir kültüre ve yaşam geçmişine sahip olan insanların bütünüdür.

TDK Sözlüğünde Halk: Aynı ülkede yaşayan, aynı kültür özelliklerine sahip olan, aynı uyruktaki insan topluluğu, folk

Tüm tanımların birleştiği ortak nokta, halkın bir ülkede veya bir coğrafyada yaşayan tüm insanların toplamı olduğudur. Sınıflar üstü bir algı yaratan bu kavramın siyasal pratikteki karşılığı şudur: Farklı sosyal sınıflara mensup ve doğası gereği farklı çıkarları olan insanları ülke, millet ve vatan gibi ulusalcı temellere dayanan aidiyetlerle aynı potada eritmek, işçi sınıfıyla diğer sınıfları barıştırmaktır.

Burjuvazi kendi çıkarlarını her zaman tüm toplumun çıkarları olarak sunar. “Bu ülke hepimizin, başka ülkemiz yok”, “Aynı gemideyiz”, “Ülke çıkarları için birlik olmalıyız” gibi söylemlerle tüm sınıfları aynı potada eriterek sınıf mücadelesini düzen içerisine hapsetmektedir. Halk kavramının sınıf mücadelesine verdiği en büyük tahribat, sınıf körlüğü yaratıp işçi sınıfını burjuvaziyle ittifaka yöneltmesi ve her durumda enternasyonal yerine ulusal zeminde düşünmeye teşvik etmesidir. Halk kavramı hangi amaçla kullanılırsa kullanılsın ve ne kadar radikal söylemle pratiklere sahip olursa olsun son tahlilde sınıf uzlaşmacılığına ve ulusalcılık perspektifine sahip olduğu için Marksizm ile ilgisiz bir terimdir.

Halk Kavramı Neden Problemlidir

Burjuvazinin halk kavramına hangi anlamları yüklediği ve bundaki siyasal hedeflerini şimdiye dek açıkladık. Peki neden kendisine Sosyalist, Marksist, Komünist diyenlerin önemli bir kesminin programlarında “Halk Devrimi, Demokratik Halk İktidarı, Halk Cephesi” gibi teorik önermeler bulunmaktadır? Bu teorik önermelerin Marksizmle bağdaştığını hatta Marksizme katkı sağladığını öne sürülmektedir. Halk ile işçi sınıfı arasında bir fark olmadığı, işçi sınıfının da halkın içinde olduğu, bu kavramın daha geniş yığınlara hitap ettiği gerekçesi öne çıkartılmaktadır. Peki “Halk Devrimi” kavramı burada iddia edildiği kadar masum bir kavram mıdır?

Lenin “Halk” tabirinin bu muğlak niteliği konusunda şöyle der:

Marx ve Engels, sınıf ayrımlarını unutma eğilimi gösteren ve genel olarak üreticilerden, halktan ya da emekçi halktan bahseden kişilere kesin olarak karşı çıkmışlardı. Marx ve Engels’i okumuş biri, bütün bu eserlerde, herhangi bir ayrım yapmaksızın üreticilerden, halktan ya da emekçi halktan bahsedenlerin sürekli olarak alaya alındığını hatırlayacaktır. Genel olarak emekçi halk ya da işçiler diye bir şey yoktur; ya üretim araçlarına sahip olan ve zihniyeti ya da alışkanlıkları bakımından kapitalist olan –ve başka türlüsü de mümkün olmayan– küçük mülk sahipleri vardır ya da tümüyle farklı bir zihniyete sahip olan ücretli işçiler, kapitalistlerle uzlaşmaz bir karşıtlık içinde olan ve onlara karşı mücadelede saf tutan büyük sanayideki ücretli işçiler vardır. [1]


Dolayısıyla “Halk Devrimi” adı altında yeni bir teori geliştirdiğini iddia eden kesimlerin, öncelikle Lenin ile yüzleşmeleri şarttır. Elbette Lenin sonrasında yeni bir teori geliştirilebilir ama bu “yeni” teorinin Lenin’in ve Marksizmin kurucularının söyledikleriyle ilişkisi açıklanmadan bu teoriye Marksizm çerçevesinde meşruiyet kazandırılamaz.

Lenin’de “Halk Devrimi” konusunda destekleyici kanıt bulmanın güçlüğü, bu tabirin Lenin’in yaşadığı dönemde hiçbir Marksist tarafından savunulmamış olmasından, hatta savunulmaya cesaret edilememiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden Lenin bu konuda çok fazla şey yazmamıştır. Ama “Halk” tabiri her türlü popülistin dilinde olduğundan, Lenin buna ilişkin olarak yukarıda da görüldüğü üzere birçok şey yazmıştır. Bunların hepsi de “Halk” tabirinin aldatmacalı niteliğine vurgu yapar: Farklı sınıflara mensup ve dolayısıyla farklı çıkarları olan kişileri tek bir torbanın içine sıkıştırır ve çıkarlarının ortak olduğu yanılsamasını uyandırır. Böylece işçi sınıfını diğer sınıflardan unsurlara eşitler. Oysa işçi sınıfının toplum içindeki rolü böyle bir eşitliğe izin vermez. Lenin bu durumu şöyle açıklar:

Bir kapitalist ülkede proletaryanın gücü, toplam nüfus içindeki sayısal oranından çok daha fazladır. Bunun nedeni kapitalizmin tüm ekonomik sisteminin kalbine ve sinir sistemine proletaryanın egemen olması ve ayrıca kapitalizm koşullarında emekçi kitlelerin ezici çoğunluğunun gerçek çıkarlarını ekonomik ve siyasi açıdan proletaryanın ifade etmesidir. Bu nedenle, proletarya, nüfusun azınlığını oluşturduğunda bile (ya da, proletaryanın sınıf bilinçli ve gerçekten devrimci öncüsü toplumda azınlığı oluşturduğunda bile) burjuvaziyi alaşağı edebilir ve bunun ardından, hiçbir zaman peşin peşin proletaryanın egemenliğinden yana olduğunu beyan etmeyen, bu egemenliğin koşullarını ve amaçlarını anlamayan ve ancak elde edeceği deneyimlerle proletarya diktatörlüğünün kaçınılmaz, gerekli ve meşru olduğuna inanacak olan yarı proleter ve küçük burjuva kitleler arasından yanına pek çok müttefik çekebilir. [2]

Halk Devrimi ve Marksizm

Halk devrimi kavramını kullananlar kendilerine teorik dayanak bulmak için Marks, Engels ve Lenin’e pek başvurmazlar. Çünkü burada işlerine yarayacak herhangi bir teorik dayanak yoktur. Halk devrimi kavramı 1930’larla birlikte Stalinci bürokasinin teorisyenlerinin Marksist saflara soktuğu bir kavramdır. Marksist dünya görüşü burjuva tarih anlayışından tamamen farklı olarak, tarihi sınıfların mücadelesi üzerinden yorumlayan maddeci tarih anlayışını benimsemiştir. Marksist anlayışa göre tarih sınıflar mücadelesinin ürünüdür. Devrim ise bu tarihi gelişmenin en üst aşamasıdır. Bu nedenle Marks, Engels devrimleri soyut ilerlemeler olarak değil, bir sınıfın başka bir sınıfa karşı mutlak üstünlüğünü ifade eden ilerlemeler olarak tanımlamaktadır. Bu perspektifi somutlayacak olursak; devrim toplumda egemen olan, miadını doldurmuş sınıfın ekonomik, siyasi tüm iktidarının başka bir sınıf tarafından elinden alınarak yeni bir toplumsal düzen inşa edilmesi olarak tanımlayabiliriz. Marks ve Engels devrimi tanımlarken, devrimi kimin, hangi sınıfların yaptığından ziyade iktidara hangi sınıfın taşındığıyla ilgilenmektedir. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak, tüm Marksistler 1789 Fransız Devrimini burjuva devrimi olarak tanımlar. Bu devrim eski egemen sınıfın iktidarının ilgasını gerçekleştirmekle, burjuva sınıfın hüküm sürdüğü bir toplumsal düzen inşa ettiler. İktidarı alan burjuvaziydi oysa devrime aktif destek verip savaşan, devrimi gerçekleştiren işçi emekçilerdi. Buradaki temel anektod devrim tanımı yapılırken kim tarafından yapıldığına, hangi toplumsal kesimler tarafından gerçekleştirildiğine değil, siyasal iktidarı hangi sınıfın aldığına bakılmaktadır. Tüm Marksist termilojide devrim tanımı yapılırken burjuva devrimi veya proleter devrim olarak kategorize edilmektedir. Marks, Engels, Lenin’de burjuva ve proleter devrim dışında ayrı bir kategori olarak “Halk Devrimi” tanımlaması yoktur. Halk devrimi tanımı burjuva devriminin alt başlığı olarak kategorize edilmektedir. Burada kullanım amacı, gerçekleşen burjuva devrimlerinin taban desteğine sahip olup olmadığını tanımlamak içindir. 1789 Fransız Devrimi burjuva devrimi olmakla birlikte tüm toplumsal kesimlerden destek aldığı için halk devrimidir. Bismark’ın gerçekleştirdiği Alman devrimide burjuva devrimidir. Fakat tepeden inmeci bir metot kullanıldığı ve halk kesimleri bu süreçte aktif bir özne olmadığı için halk devrimi değildir. Sözün kısası Stalinci bürokasinin SSCB’ye ve Komünist Enternasyonal’e hakim olana kadar, tüm marksist gelenek devrimleri kategorize ederken burjuva devrimi ve proleter devrim olarak tanımlamıştır. “Halk Devrimi”ni ayrı bir devrim modeli olarak tanımlamakla birlikte, burjuva devrimlerini kendi içinde kategorize etmek için kullandıkları tanım olmuştur yalnızca.

Halk Devrimi Tanımı Marksist Saflara Nasıl Girdi?

Marksizmin önderleri “halk” ve “halk devrimi” gibi sınıf işbirlikçi tabirlerden uzak durmuşlardı. 1930’lara gelene kadar kendini Marksist diye tanımlayan sosyalistler “işçi devrimi” ya da aynı anlama gelmek üzere, “proleter devrimi” tabirini kullanmışlar, bunun haricinde bir devrim tanımı yaptıklarında, burjuva-demokratik devrimden (ya da bunun çeşidi olduğunu açıkca belirttikleri devrimlerden) bahsetmişlerdi. Örneğin Bolşevikler, Rusya gibi devrimin acil niteliği bakımından burjuva-demokratik nitelikte olduğu bir ülkede, emekçi kitleleri “halk devrimi” gibi bir tabirle uyutmaya çalışmak yerine, gerçeği net bir şekilde ortaya koymuşlardı. 1930’lara gelindiğindeyse durum değişmiş ve o tarihten sonra kendisini Marksist olarak adlandıran kesimler arasında (Stalinistler ve Troçkistler) bu tabir üzerinden de bir ayrışma olmuştur. Aslında “halk devrimi” tabiri 1920’lerin ikinci yarısında hazırlanmış bir zemin üzerinde yükselir. Bu teori, Marksizm açısından tamamen yanlış başka bir teorinin doğrudan sonucu olarak görülmelidir: “Tek ülkede sosyalizm” teorisi. Bolşevikler Rusya’daki devrimi ilk andan itibaren uluslararası bir mesele olarak görmüş, sosyalizmin dünya çapında kurulabilecek ve öncelikle de üretim araçlarının ve proletaryanın gelişkin olduğu ülkeler tarafından başı çekilecek bir mücadele olduğuna inandıklarından, Rusya’daki devrimi Avrupa devrimine bir başlangıç olarak görmüşlerdi. Örneğin Lenin devrimden hemen sonra çok net bir ifadeyle, “Rusya’da başlayan sosyalist devrim, sosyalist dünya devriminin yalnızca başlangıcıdır” diye yazıyordu. Keza Ocak 1918’deki Sovyetler Kongresi’nde aynı görüşünü tekrarlıyordu: “Bize görevimizin zorlukları anlatıldığında, sosyalizmin zaferinin ancak dünya ölçeğinde mümkün olduğu söylendiğinde, biz bunu yalnızca, burjuvazinin ve onun gönüllü ya da gönülsüz yandaşlarının reddedilemez bir gerçeği çarpıtma girişimi olarak, özellikle umutsuz bir girişim olarak görüyoruz. Elbette sosyalizmin tek ülkede nihai zaferi olanaksızdır.” Aynı vurguyu Dördüncü Kongre’de de yapmıştı: “Tarihsel koşulların özgül bir birleşiminden ötürü uluslararası sosyalist devrim bayrağını yükseltme onurunu kabul edebilmiş bir halkız. Bu bayrağın güçsüz ellerde olduğunun gayet farkındayım yoldaşlar. Ben bunu zaten birkaç kez açıkca söyledim. Tüm ileri ülkelerin işçileri imdadımıza yetişmediği takdirde en geri ülkenin işçileri bu bayrağı yukarıda tutamayacaklardır.”[3] Lenin iktidarda olduğu altı yıl boyunca Marksizmin bu temel doğrusunu tekrarlamaktan geri durmadı ve diğer Bolşevikler de aynı doğruyu sahiplendiler. Fakat Lenin’in ölümünün ardından bu teori bir kenara atıldı ve Stalin yavaş ama emin adımlarla, Sovyetler Birliği’ndeki bürokratik iktidarının teorik ifadesi olan “tek ülkede sosyalizm” teorisini yaydı. Nihayet 1928 yılında bu teori tüm Stalinist partiler tarafından ana doktorin haline getirildi. Bu teori özünde tek bir şeyi anlatıyordu: Diğer ülkelerdeki mücadeleler Sovyet Rusya’nın, daha doğrusu işçi iktidarını gasp etmiş olan Sovyet bürokrasisinin çıkarlarına tabidir. Eğer güncel konjonktür diğer ülkelerde devrimden ziyade o ülke burjuvazisiyle işbirliğini gerektiriyorsa, o olmalıdır; başka bir şey gerekiyorsa, o yapılmalıdır, ama Sovyet iktidarı dünya devrimine değil, dünya devrimi Sovyet iktidarına tabidir. Bu değişiklik teorik ve pratik düzlemde “Komünist” Partilerin yönergesi haline geldi. Aynı şekilde, halk devrimi teorisi de, tıpkı “tek ülkede sosyalizm” teorisi gibi, bu süreçte ve yavaş yavaş gündeme sokuldu. E.H. Carr Komintern’in Alacakaranlığı kitabında “halk devrimi”nin 1930-35 yılları arasındaki izini sürer. Ama bu takibi daha geriye götürmek mümkündür. 1925-27 Çin Devrimi bu “teori”nin pratikte ilk uygulandığı örnektir. Bu devrimde proletaryanın bağımsız sınıf çıkarlarını bir kenara bırakan Stalin ve ekibi, Çin’deki proleter hareketini ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten milliyetçi küçük burjuva Kuomintang önderliğine tabi kılmıştı. Ulusal sorun söz konusu olduğunda, henüz başlangıç aşamasında bile olsa proleter hareketinin bağımsızlığını ortodoksça savunmak gerektiğini söyleyen Lenin’in görüşleri, bizzat Lenin’in 1917’de eskimiş bir formül olarak nitelendirdiği ve antikalar müzesine kaldırılması gerektiğini söylediği “proletaryanın ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü” sloganına sığınılarak yok sayılmıştı. Kuomintang içinde çalışma yürütme perspektifi Kuomintang’a tabi olmaya dönüştürülmüş, bu milliyetçi hareketin başkanı Çankayşek’e Komünist Enternasyonal’in fahri üyesi yapılmış, Çankayşek de bunun karşılığında onbinlerce komünisti ve işçiyi katletmişti. Fakat Stalin yılmamış, bu kez aynı hamurdan olan “Sol Kuomintang”da şansını denemiş ve aynı akıbetle burada da karşı karşıya gelmişti. Fakat bu dönem henüz devrim perspektifine teorik düzeyde “açılım” getirme çabalarına sahne olmadı. Lenin’in eski ve muğlak “proletaryanın ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü” formülüne sığınma girişimi söz konusu olsa da, kavramın geç kapitalistleşmiş ülkelere özgü olduğu vurgusu da vardı. Oysa “halk devrimi”, bir ülkede proletaryanın sayıca ve nitelikçe güçsüz olduğu tezinden de bağımsız olarak, proletaryanın genel olarak acizliğini veri almıştır ve yalnızca geç kapitalist ülkelerde değil, ileri kapitalist ülkelerde de diğer sınıflarla ilkesiz birlikteliği varsayar. Böyle bir revizyona gitmek için biraz daha beklemek ve tedbirli ilerlemek gerekiyordu. Bu yüzden 1930’larda Lenin’in gölgesine sığınmaktan vazgeçerken önce ismin sonra cismin değiştirildiği havası verildi. Carr’ın yazdığına göre, Alman Komünist Partisi’nin (KPD) Ocak 1931’de toplanan merkez komite toplantısında raportör Thälmann, “partinin ana stratejik sloganı” olarak halk devrimi sloganını ortaya atar (s. 49). İki ay sonra toplanan Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu (KEYK) onbirinci toplantısında bu slogan kabul edilir ve böylece Stalinist harekette genelgeçer bir statü elde eder. Alman partisinin bu teoriyi ortaya atarken Stalinist bürokrasiden bağımsız hareket ettiğini düşünmek zordur. Neticede bu döneme gelindiğinde, Stalinist bürokrasinin Komintern’deki hâkimiyeti mutlak düzeydeydi. Burada kritik olan husus, “halk devrimi”nin işçi devriminden farklı bir içeriğe sahip olmadığının iddia edilmesidir. Buna göre, halk devrimi “yalnızca sosyalist proleter devriminin eşanlamlısı”ydı; halk devrimi “proletaryanın hegemonyası altında gerçek bir halk devrimi”ydi (a.g.e.). Ama gerçek amacın (işçi devrimini başka baharlara ertelemek) ne olduğuna dair ipuçları da yok değildi. Örneğin KEYK toplantısında konuşan Alman delege halk devrimi sloganını “Versay ve Young kampanyalarından kurtulma kampanyasıyla ve KPD’ye küçük burjuvaziyi kazanma çağrısıyla ilişkilendirmişti.” (s. 54) Bu beyana odaklanarak, “halk devrimi” sloganının neden sınıf işbirlikçi bir slogan olduğunu görmek mümkündür, zira bu bilinçsiz “itiraf”ta halk devrimi sloganının burjuvaziyi ve küçük burjuvaziyi “devrim”e kazanma arzusu taşıdığı olabildiğince açık bir şekilde belirtilmektedir; burjuvaziyi devrime “kazanmak” tümden yeni bir icatken, küçük burjuvaziyi devrime kazanmak ise başvurulan yöntem bakımından yeniydi. Versay Antlaşması Almanya’nın varlığını fiilen olanaksızlaştıran emperyalist bir yağma antlaşmasıydı. Bu nedenle Almanya içinde çok geniş kesimlerden tepki toplamıştı. Öyle ki 1920’lerin başında Alman komünistleri içinde belli bir kesim de bu dalgaya kapılmış ve bir emperyalist antlaşmaya işçi sınıfının devrimci karşı çıkışı ile küçük burjuva karşı çıkış arasındaki çizgiyi silikleştirmişlerdi. Lenin bu yanlışa ilişkin olarak “Sol” Komünizm kitabında şöyle yazıyordu:”Alman “solcularının” kuşkuya yer bırakmayan hatalarından biri de, Versay Antlaşması’nı tanımayı kesinlikle reddetmeleridir. Mevcut durumda Alman komünistleri, komünizm Almanya’da zafere ulaştığı takdirde Versay Antlaşması’nı kesinlikle reddedeceklerini vaat ederek ellerini kollarını bağlamamalıdırlar. Versay Antlaşması’nı işimize yarayacak şekilde reddetme olanağı, Sovyet hareketinin yalnızca Almanya’daki değil, aynı zamanda uluslararası alandaki başarılarına bağlıdır. Emperyalizm tarafından ezilen, emperyalizmin boyunduruğu altında yaşamaya itilen diğer ülkelerin kurtuluşu sorunundan önce, Versay Antlaşması’ndan kurtulma sorununa mutlak, kesin ve acil bir öncelik vermek, devrimci enternasyonalizm değil, tam da Kautsky, Hilferding, Otto Bauer ve benzerlerine layık küçük burjuva milliyetçiliğidir. Almanya dâhil olmak üzere herhangi bir büyük Avrupa ülkesinde burjuvazinin alaşağı edilmesi, uluslararası devrim için öyle büyük bir kazanım olacaktır ki, bunun uğruna, Versay Antlaşması’nın daha uzun süre geçerli olmasına katlanılabilir ve icap ederse katlanmak gerekir. [5] Bu çerçevede, yukarıda bahsi geçen KEYK’in Versay karşıtlığı zımnen burjuvaziye ve diğer mülk sahibi kesimlere “oynama” imasını taşımaktadır. Lenin’in uyarılarından sonra Alman komünistleri çizgilerini düzeltmişlerdi ve komünistler açısından Versay’a karşı devrimci tutum zaten belliydi. Fakat buradaki müdahaleyle yeni bir yön çiziliyordu. “Halk” tabirini kullanarak, proleter olmayan kesimleri, esasen de burjuva hükümetleri ürkütmeme kaygısıyla sınıf ekseni kaydırılıyordu. Bu çizgi, “faşizme karşı mücadele” adı altında emperyalist burjuvaziyle sınıf işbirliğini o kadar ileri boyutlara taşıyacaktı ki birkaç yıla kalmadan dünya devriminin partisi olarak kurulmuş Komintern, “sömürgelere özgürlük” hakkını savunmaktan vazgeçecek kadar alçalacaktı. Alıntının diğer kısmında da küçük burjuva kesimlere seslenme kaygısı açıkca belirtilmektedir. Stalinistler devrim perspektifini değiştirmediklerini iddia ederken, sorunu “ulusal” bir tarzda ortaya koyarak Hitler faşizmine karşı sınıfsal perspektifi terk ediyorlardı. Nitekim teori ortaya atıldıktan beş yıl sonra, 30 Ocak 1935’de niyetler daha açık bir şekilde ortaya konulacaktı: KPD merkez komitesi “faşist diktatörlüğü devirmek için kapsayıcı bir proletarya birleşik cephesi ve ulusal cephe” kurulmasına çağrıda bulunan bir karar tasarısı kabul ederek bu tavsiyeye uydu; bu yola karşı direnecek olanlar “sekterlik” ve “oportünist uzlaşmacılık” ile suçlanacaklardı. Nihai hedef, “bir Sovyet yönetimi altında sosyalist özgür bir Almanya için halk devrimi”ydi. (a.g.e., s. 181) Komünistler için “ulus”un anlamı açık olduğuna göre, ulusal cephenin anlamı da açık olmalıdır: Ulusal cephe ihanet cephesidir! Proletaryadan diğer sınıflarla birlikte “ulus” olmasını istemek, sınıf çıkarlarını “bir süreliğine” bir kenara bırakmasını istemektir. Bu amaçla yeri geldiğinde “ulus” tabiri de kullanılabilir, “halk” tabiri de, ama ikisi de aynı amaca hizmet eder. İşte “halk devrimi” sosyalist hareketin lügatine bu şekilde sokuldu.

Halk Devrimi mi Proleter Dünya Devrimi mi?

  • Halk Devrimi herşeyden önce proleter devrimden kaçmanın, proletaryanın iktidarının önüne türlü türlü aşamalar koyarak işçi sınıfının iktidarını çıkmaz ayın son çarşambasına erteleyen anlayıştır. Proleter devrim ise emperyalizm çağında burjuvazinin tüm devrimci barutunu kaybedip tamamen gericileştiğini savunan, kapitalizmi aşmak için işçi sınıfının iktidarı dışında bir alternatifin mümkün olmadığını savunan devrimci stratejinin adıdır.
  • Halk Devrimi, Proletaryanın Burjuvazi dışında kalan (Köylü, Küçük Burjuvazi) sosyal sınıflarla arasındaki devrimci ve üstün yönünü muğlaklaştıran ve sınıfsal bilinç bulanıklığı yaratmanın adıdır. Halk Devrimi emekçileri sınıfsal ve enternasyonal düşünme perspektifinden uzaklaştırmanın adıdır. Proleter Dünya devrimi ise işçi sınıfını merkeze koyan, sınıfsal perspektifi net olan, devrimci süreci ve mücadele anlayışını enternasyonal düzlemde kuran stratejinin adıdır.
  • Halk Devrimi teorisi sınıf çizgilerini söylemde belirsizleştirerek eylemde devrimi burjuva düzen sınırları içerisine hapseder. Proletarya ile burjuvazinin iki ana sınıf olarak belirlediği her toplumda proletaryanın diğer emekçi kesimleri arkasına alarak devrimi gerçekleştirme perspektifi yerine, popülist lafların arkasına sığınarak devrimin burjuva sınırların içinde kalmasını savunmaktadır.
  • Halk Devrimi teorisi devrim sürecini ulusal eksene sıkıştırmaktadır. Devrimin başlangıç ve nihai zaferine giden tüm sürecini ulus devlet içine hapsederek enternasyonal bir anlayışa tamamen kapatır. Proleter Devrim teorisi ise devrimin ulusal arenada başlayacağını, uluslararası arenada gelişeceğini ve tüm dünyaya hakim olunca nihai zaferine ulaşacağını savunmaktadır. Proleter Devrim, ulusal arenada başlayan devrimin kaderini dünya devrimine bağlamaktadır.
  • Halk Devrimi teorisi devrimi ulusal kalkınmacı devlet modeli olarak kodlamaktadır. Bunu Halk Demokrasisi olarak kavramlaştırmaktadır. O yüzdendir ki, devleti halkın devleti olarak, kendi yönetici tabakalarını da halk adına tek söz söyleme hakkına sahip olan kesimler olarak görür. Bu devleti kutsamaktır. Devletin olabildiğince güçlü olmasını savunmatır. Bu durumun pratikteki karşılığı ise olabildiğince otoriter, baskıcı ve bürokatik bir devlet modelidir. Proleter Devrim ise devleti daha baştan sönümlenmeye yüz tutmuş yarı devlet olarak tanımlar. Burjuva devlet aygıtlarının tamamen ilgasını gerçekleştirip, işçi sınıfının öz yönetim organları olan sovyetler aracılığıyla iktidarını savunur. Proleter Devrim teorisinde tabandan yukarıya doğrudan demokrasi aygıtlarının iktidarıdır. Halk Devriminde ise tepeden inmeci bürokatik bir kastın mutlak hakimiyeti söz konusudur.