“Tarih, hiç bu kadar aşağılamaya şahit olmamıştı.”

Özellikle ABD toplumu ve dünyanın geri kalan toplumlarındaki “Z kuşağında” sosyal medya kullanımı insanların kalan kesimlerine göre oransal olarak daha yüksektir. Sosyal medyanın birçok ülkede kullanıcıya sağladığı anonimlik ve “dokunulmazlık” her ne kadar kısıtlı ve tek yönlü olsa da insanların gerçek düşüncelerini ve gerçek şakalarını belirtme “özgürlüğü” sağlar. Bu sebepten ötürü sosyal medya üzerinde yapılan gözlemler, paylaşımı yapan kişinin bilinçaltındaki şeyleri de gösterebilir. Araştırmamızın başlıca konusu sosyal medyadaki zorbalıklar ve hem sosyal medyada hem de gerçek hayatta yapılan homofobidir. Sosyal medya ile bilgiye erişimin daha kolaylaşması bilinen bir gerçektir, bu nedenle özellikle gençler arasında “özgür” düşünmenin gerçek olduğu yanılgısı hiç olmadığı kadar fazla. Yanlış anlaşılmasın, özgür düşünmeye olan eleştiri ve tespitlerim yine sosyolojik temeldedir. Tüm gerçekler birbiriyle iç içe olduğundan dolayı tüm düşüncelerin birbirinden bağımsız olması ve tüm maddi yaşamın tüm düşüncelerden bağımsız olması imkansızdır. İnsanın tüm yaşamı da toplum içerisinden geçtiği için ve yaşamı ile düşünceleri iç içe geçtiği için içgüdülerden gayrı tüm düşüncelerinde öyle ya da böyle sosyolojik bir temel, faktör, etken bulabiliriz. Elbette ki kişinin sosyal temalı düşünceleri içinde bulunduğu sosyolojiden daha çok etkileniyor.

Siber ortamda dünya nüfusunun önemli bir kısmı aktif olarak bulunmaktadır. Siber ortamda gençlerin de aktif bulunmasıyla birlikte siber ortamda çocukça davranışların, ideolojik kavgaların, bilim-kurgu teorilerinin, metafiziksel dogmaların ve zorbalıkların arttığı artık inkâr edilemez bir gerçek olmakta. Bunun taban bulması ve gelişmesi, yalnızca bireysel taşkınlıklarla ifade edilebilseydi bireysel taşkınlıkların zaman içerisinde neden ve nasıl geliştiğini yine onu etkileyen faktörlerle açıklamamız gerekirdi. Bireysel taşkınlıklar, bireye has olduğu için, toplumsal bir taban bulamaz. Homofobi ve diğer nefret suçlarının tabanı bu nedenle bireysel taşkınlıktan doğan bireysel fikirler değillerdir. Tüm bu nefret suçlarının, aşağılamaların kendi içlerinde taşıdıkları örüntüler ve bu örüntülerin arkasındaki sosyolojik etkenler bizi daha en başından itibaren şunu kabul etmeye zorlar: ya bireysel taşkınlıklar sosyolojik etkenlerden bağımsız olarak aynı zaman aralıklarında metafiziksel biçimde bir örüntü oluşturur ya da bireysel taşkınlıkların örüntüleri, bireysel taşkınlıktan değil; toplumsal bir tabandan oluşurlar. Bu yüzden bu örüntüleri açıklamak ve teorize etmek de nefret suçlarını anlamanın şartı olarak var olurlar.

Sosyal medyada ve gündelik hayatta bu gördüğümüz örüntülerin bir ortak noktası şudur: bu taşkınlıkları yapan insanlar bunların doğruluğuna inanmaktadır. Fakat bunların doğruluğunu kanıtlamaya çalıştıklarında verdikleri cevapları her ne kadar nesnel temelde anlatmaya çalışsalar da, zaman geçtikçe aynı insanlar farklı örüntülere sahip olduklarında eski örüntülerinin doğruluğunu bir nevi umursamayı bırakmış olurlar. Eski örüntülerini aklamak için verdikleri cevaplar madem nesneldi, o zaman geçmişte doğru şimdi yanlış olarak görmeleri ne anlama gelir? Cevap basittir, kendi yansıttıkları taşkınlıklarından vazgeçmemek adına söyledikleri “argümanlar” yalnızca kendilerini haklı gösterme çabasının boş bir tezahürüdür. Örnek verecek olursak, 20. Yüzyıl boyunca gazetelerde, radyolarda, televizyonda ve diğer bir çok platformda kadın düşmanlığı ve siyahi nefreti ABD toplumunda bir örüntü olarak tezahür etti. Bunu savunmak için verdikleri cevaplar, IQ testleri, Satranç şampiyonlarının ırkı ve cinsiyeti gibi şeyleri kullanarak kendi dogmalarını bilime dayandırmaya; yani “sorgulanabilir Tanrı’ya” dayandırmaya çalıştılar. 19. Yüzyılda Amerikan İç Savaşı başladığı vakitlerde Güney Eyaletlerinin ortak bildirgesi inatla “Siyahi insanların güney güneşine dayanabilecek tek ırk olmalarından dolayı” siyah insanların köle olmalarını savunmuşlardı. Ancak bilimsel olana yedirilmiş zırvalıklar sizi yanıltmasın, günümüzde doğru bilginin kaynağı bilim olduğu için böyledir, geçmişte ise Tanrı idi.

Homofobi, Transfobi, geçtiğimiz yüzyıla göre azalmış bile olsa inatla devam eden mizojini (kadın düşmanlığı) hâlâ aklanamamış olduklarından ötürü nefret suçluları bunları doğa ve bilimle aklamaya çalışırlar – Tıpkı geçmişte Tanrı ile aklamaya çalıştıkları gibi. Mesela eşcinselliğin doğal olmadığını söylerler, insanın heteronormatif olduğunu söylerler. Cinsiyet ile eşey kavramlarını karıştırırlar, kadınların kas avantajı olmadığını söylerler. Bunları söyleyerek erkekleri yüceltirler, utangaçça veya açıkça. Fakat eğer LGBT konusundaki sorunları “doğallık” olsaydı beyni olan canlılarda sıkça görülmesi onları sustururdu. Eğer kadınlar ile erkeklerin eşit olmadığını kanıtlamadaki sorunları kas sorunuysa, kadınlara yaptıkları düşmanlığın aynısını “zargana” dedikleri boksörden dayak yiyen bodybuilderlar için de derlerdi. Fakat bunların hiçbirini söylemezler ve böylece tutarsızlığa düşerler. Ve unutmayalım ki, kastan ötürü bir eşeyi diğerinden üstün görecek bir kafa yapısı ancak eril bir kafa yapısıdır. Nitekim bu kafa yapısıyla bile tutarsızlığa düşerek ne denli bir aptallığın içerisinde olduklarını kanıtlamaktadırlar.

Madem Lubunfobi ve mizojini mantıksızdır, bu söylemimizi onlara anlatarak onları ikna edebiliriz, değil mi? Hayır, çünkü mantıkla yüklem yapıyor olsalardı en başta bu hataya düşmezlerdi. Tüm bu Lubunfobi ve mizojini gibi nefret suçlarının günümüzde devam etmesinin 2 sebebi vardır: 1- Feodalizmden miras alınan gelenek olması. 2- Sınıf mücadelesinin bu gelenekle mücadele etmesine karşı reaksiyon olarak gelişmesi. En temelinde, hâlâ devam eden bu aptallıkların bilinç yansıması olduğu apaçıktır.

Peki nedir bilinç yansıması? Bilinç yansıması, bir sınıfın veya herhangi bir sosyolojik grubun, kendi grubu dışındaki bir grubun bilincini kendisine yansıtmasıdır. Liberal işçi, milliyetçi işçi gibi şeyler işçinin bilinci değildir, bunlar Burjuvanın bilincidir. Fakat bu işçiler, burjuvanın bilincini kendilerine yansıtmışlardır (veya onlara başkası tarafından yansıtılmıştır) ve bu yüzden bu bilince sahiplerdir. Temelinde, işçinin sınıfsal karakteristiği ve yapısı gereği Liberalizm de milliyetçilik de onun çıkarına terstir; bu nedenle işçi için irrasyoneldir. Fakat işçinin maruz kaldığı propaganda, aile kurumu, mevcut Tanrısallaştırılmış burjuva devlet bilinci gibi faktörler ile işçiye, Burjuvazi dışarıdan-bilinç aşılar. Bu dışarıdan-bilinç, burjuvanın bilincidir ve burjuvanın “işine gelen” bir bilinçtir. Şimdi Lubunfobi ve mizojini konusuna gelirsek şunu dememiz gerekir: Topluma feodalizmden miras kalmış bir gelenek olması ve hâlâ silinmemesi, burjuvazinin bir ihtiyacıdır. Çünkü Burjuvazi toplumsal rıza üretebilmek için Proletaryaya sürekli onunla ortak olan bir tin bulmak zorundadır. En başta bariz olanı, vatanı kullandılar. Daha az seküler toplumlarda aile, din gibi ortak olan tinleri kullandılar. Proletarya’ya sürekli acı çektiren Burjuvazi, eğer Proletarya’ya bir düşman gösterip öfkesini ona yönlendirmez ise Proletarya’ya dışarıdan-bilinç aşılayamamış olur. Bu durumda Proleterin kendi bilincine yönelmesi ve odağını Burjuvaziye çevirmesi olanaklıdan fazlası olur. İşte bu nedenle feodalizmden miras kalan bu geleneklere karşı verilen sınıf mücadelesi, önünde sonunda burjuvaziye yönelik bir mücadele olduğundan, burjuvazinin kendi ve yansıttığı bilinci bu mücadeleye karşı reaksiyon gösterir ve dogmalaşır, otoriterleşir, vahşileşir.

Eğer Proletaryayı bir devrime yönlendirmek istiyorsak önce şunu bilmeliyiz: Proletarya bir kongre odası değildir; bir odada oturup tartışıp devrim bilinci aşılanamaz. Bunu kabul edersek şunu da kabul etmemiz gerekir; Proletarya sürekli bilinç saldırısına uğradığı için onu Şûralar kurmaya ve Burjuva devlete karşı mücadele etmeye yönelik Proleter bilinç aşılanması gerekir. Bir bilinç saldırısına en iyi savunma, karşı saldırıdır. Proletarya’nın içerisinde, Proleter bilincin en yüksek olduğu kümeler her daim bulunur. Bu azdan yükseğe doğru İşyerleri, Sendikalar, Dernekler ve Partidir. Sınıf bilincinin en yüksek noktası parti olduğundan, Proletarya’ya karşı yapılan bilinç saldırısına karşı saldırı yapabilecek unsur da parti olmaktadır. İşte devrimci partinin dışarıdan-bilinci budur! Proletaryanın en yüksek sınıf bilinci içeren kümesi veya kümelerinin Proletaryanın geri kalanına bilinç aşılamasıdır. Bu nedenle Lubunfobi, mizojini gibi bilinç saldırılarına bir devrimci parti sessiz kalamaz; kaldığı surette burjuvazinin bilinç saldırısına karşı diz çökmüş olur. Devrimci partinin gerekliliği doğrudan sınıf bilinci sorunundan kaynaklı iken Lubunfobi ve mizojini konusunda bilinçlendirme yapmayan bir devrimci parti, olsa olsa görevini yerine getirmeyen bir partidir.

” Komünist devrimcilerin amacı tüm ezme ezilme ilişkilerini, ayrıcalıkları ortadan kaldırmaktır. Cinsel özgürleşmeyi kendi insanlık projesinin, mücadelesinin bir parçası haline getirmeyen bir komünist hareketin, işçi hareketinin dünyayı değiştirebilme iddiasını taşıyabilmesi olanaksızdır. Çünkü devrimci komünistler yalnızca önüne işçi sınıfının sorunlarını koymaz. İşçi sınıfı önderliğinde tüm insanlığın, doğanın, tüm canlı türlerinin sorunlarını önüne koyarak bunlar için somut devrimci politika üretir.

” Enternasyonal Komünistler, sınıfsal, cinsel, ulusal tüm ezme ezilme ilişkilerine karşı mücadele ederler. Cinsel azınlıklara uygulanan baskı ve şiddeti, ayrımcı politikaları işçi sınıfını boğan zincirin bir halkası olarak görür. LGBTİ+ların özgürlük mücadelesini aktif olarak desteklemekle birlikte, bu sorununda nihai çözümünün sosyalist dünya devriminden geçtiğini savunurlar. İşçi sınıfı içinde, emek örgütleri ve sosyalist sol içindeki homofobik eğilimlere karşıda mücadele etmeyi somut devrimci görevleri arasında tanımlarlar.”