Takvimler 29 Ekim’i gösterdiğinde, burjuvazinin tüm fraksiyonları büyük bir gösteriş ve ihtişamla cumhuriyetin kuruluşunu kutlarlar. Ülkenin dört bir yanında kutlama organizasyonları gerçekleşir. Burjuvazinin, kendi devletinin, kendi iktidarının kuruluşunu bayram olarak kutlamasında bir gariplik yoktur. Kendi sınıfının çıkarlarına uygun olarak davranıp, olması gerekeni yapmaktadırlar. Fakat Türkiye’de kendisine sosyalist, marksist, komünist diyen gruplar, parti ve siyasi organizasyonlar, ama açıktan, ama utangaçça burjuvazinin sevincine ortak olmakla birlikte, sosyalist saflara, emekçi sınıflara, burjuvazinin resmi ideolojisini taşımaktadır. Sınıflı bir toplumda, sınıfsal çıkarları temsil etmeyen bir toplumsal olgu olamaz. Burjuvazi her zaman, her dönem, dünyanın her yerinde, toplumu sınıflar üstü düşündürtmeye çalışır. Ortaya attığı her kavramı, her tarihsel süreci sınıflar üstü gerçeklermiş gibi pazarlar. Enternasyonal Komünistler ise; tarih sahnesine çıktıkları günden bugüne her kavrama, her olguya sınıfsal olarak bakarlar. Hele ki Cumhuriyet gibi burjuva çağa ait olan, kapitalizmle birlikte ortaya çıkmış bir kavramdan bahsediliyorsa…
Mevcut siyasal atmosfer, hangi yönden eserse essin, meseleye emekçilerin ve ezilenlerin cephesinden bakarlar. Bu makalemizde de Cumhuriyetin ne olup ne olmadığını,29 Ekim’de kurulan Cumhuriyetin emekçilere ve ezilenlere ne getirdiğini irdeleyeceğiz. Sosyalist solun önemli bir gövdesinin dilinde, beş vakit okunan bir dua gibi tekrarlanan ” Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmak gerekir” şiarını inceleyeceğiz. Peki neydi bu cumhuriyetin kazanımları? Cumhuriyetin kazanımları olarak sunulan olguların hangi sosyal sınıfın kazanımları olduğu sorusunu mercek altına alacağız.
Cumhuriyet Nedir Ne değildir?
İlk öğretimden bugüne, resmi tarih yazımında ve tüm eğitim müfredatında Cumhuriyet, halkın kendi kendisini yönettiği rejim olarak tanımlanır. Cumhuriyet dışında monarşi, hanedanlık ve krallık gibi sistemler vardır. Bunun yegane alternatifi de Cumhuriyettir. Cumhuriyet, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en uygar, en iyi, en ideal sistemi olarak sunulmaktadır. Mevcut burjuva cumhuriyete yapısal ve sistemsel olarak yapılan her eleştiri, öne sürülen her alternatif, monarşinin savunuculuğunu yapmak olarak yaftalanarak, gerici etiketi yemektedir. Çünkü burjuvazinin geliştirebildiği en gelişmiş yönetim Cumhuriyettir, bu yüzden ona muhalif olmak, alternatif sunmak burjuva klikler tarafından her zaman lanetlenir. Kapitalizmin ürünü olarak ortaya çıkmış olan Cumhuriyeti Marks şu şekilde tanımlamaktadır:
“Parlamenter Cumhuriyet, Fransız burjuvazisinin meşrutiyetçi ve orleancı iki kesimin, büyük toprak sahibi mülkiyeti ile sanayinin, eşit haklara sahip olarak bir arada bulunabildikleri tarafsız alan olmaktan fazla bir şeydi. Parlamenter cumhuriyet bu kesimlerin ( burjuvazinin farklı kesimlerinin) ortak egemenliğinin vazgeçilmez koşulu, onların genel sınıf çıkarlarının hem bu ayrı kesimlerin, hem de toplumun bütün öteki sınıflarının taleplerine egemen olabileceği tek devlet biçimidir.”
Burjuvazi egemen bir sınıf olmasından ötürü sömürdüğü işçi sınıfı karşısında her zaman tek vücuttur. Kendi düzenini tehdit eden bir girişimin karşısında aralarındaki tüm rekabet ve çatışmayı bir kenara bırakarak düzenlerinin bekası için kıyasıya birlik içinde mücadele ederler. Fakat burjuva düzen sürekli tehdit altında olmamakla birlikte, burjuvazi de sürekli olarak iktidarını kaybetme panorayası içinde değildir. Kendi içlerinde de kıran kırana rekabet içindedirler. İşçileri ölümüne sömürdükleri gibi kendi rakiplerini de saf dışı bırakmak için kıyasıya mücadele yürütürler. İşte Cumhuriyet bu nedenle burjuvazi için en ideal yönetim biçimidir. Çünkü burjuvazinin mutlak iktidarı demokratik cumhuriyette daha emin ellerdedir. Burjuva cumhuriyetteki, siyasal iktidardaki kusurlar ve krizler, her zaman kapitalizmi direk olarak sarsmamaktadır. Çünkü burjuvazinin Cumhuriyet’te manevra alanları geniştir. Burjuvazi yönetim krizlerine girdiğinde mevcut siyasi aktörleri değiştirebilmekte, bu yöneticileri tüm topluma seçtirerek toplumsal rıza ve motivasyon üreterek kabuk değiştirebilmektedir. Böylece öfkelerin sistemin kendisine gelmesine mani olmaktadır. Burjuva Cumhuriyetler emekçi sınıfların radikal mücadeleleri karşısında onlara belli tavizler verebilme esnekliğini göstererek sistem içerisinde tutabilmektedir. Bununla da yetinmeyerek emekçi sınıfların mücadeleyle kazanmış oldukları tüm hakları kendisi bağışlamış gibi lanse etmekte var olan temel hak ve hürriyetlerin Cumhuriyetlerin olmazsa olmazıymış gibi bir manipülasyonda bulunarak, emekçi sınıfların hafızasından onların mücadele geçmişini silmeye çalışmaktadır. Oysaki bugün seçme seçilme hakkından, teşkilatlanmaya, ücretli izin gününe, sosyal güvenceye, kadınların seçme seçilme hakkına, eğitim, boşanma, kürtaj gibi en temel haklara dahi sınıf savaşlarının bir sonucu olarak ulaşılmıştır. Burjuvazi, sürekli hukuk ve demokrasi fetişizmi yapar. Memnun kalınmayan her şeyin parlamenter demokrasi ve hukuk yoluyla değiştirilip düzenlenebileceğinin propagandasını yaparak, Cumhuriyette her koşulda sahip çıkılmasını ister. Düzene sığmayan radikal mücadeleleri ise demokrasiye, hukuka, cumhuriyete ve tüm topluma karşı işlenen suçlar olarak şeytanlaştırıp, devletin baskı aygıtlarıyla bertaraf etmeye çalışır. Kısacası Cumhuriyet yalnızca burjuvazinin kendi kendisini özgürce yönetebilmesidir. O yüzdendir ki Cumhuriyet burjuvazi için en ideal en modern yönetim şeklidir. Fakat unutulmaması gereken can alıcı nokta şudur ki; burjuvazi için en ideal olan sistem emekçiler ve ezilenler için aynı anlamı taşımamaktadır. Lenin’e dönecek olursak
” Cumhuriyet hangi biçimlere bürünürse bürünsün, isterse en demokratik Cumhuriyet olsun, bir burjuva cumhuriyetse, onda toprağın, fabrikaların özel mülkiyeti sürüyorsa ve özel sermaye toplumu ücretli kölelik içinde tutuyorsa, bu devlet birilerinin diğerlerini ezmesi için bir makinedir”
29 Ekim’de Kurulan Cumhuriyet Kimin Cumhuriyetiydi?
Burjuvazinin tüm fraksiyonları ve onların türküsüne vokâl yapan 2. Enternasyonal artığı sosyal şoven sosyalist gruplar Cumhuriyet kazanımlarından ve değerlerinden bahsederken aynı somut olgu ve kavramları sıralamaktadır. İlericilik, aydınlanmacılık, laiklik, hukukun üstünlüğü, bağımsızlık, demokrasi vs vs …
Bu kavramlara Patronsuz Dünya sayfalarında daha önce uzunca değindik. Makalemizin bu bölümünde yalnızca Cumhuriyetin payından emekçilere ve ezilenlere ne düştü sorusunu irdeleyeceğiz. Bu sorunun cevabı aynı zamanda “29 Ekim kimin Cumhuriyeti?” sorusunun da cevabıdır. 29 Ekim’le kurulan Cumhuriyet, 19. Yüzyılın sonlarına dayanan işçi mücadelelerinin, sosyalist teşkilatlanmaların tüm kazanımlarını yerle bir ederek işçi sınıfının üzerinde demir yumruklu burjuva diktatörlüğü uygulandı. Tüm işçi teşkilatları, sosyalist örgütlenmeler, grev hakları, basın yayın, propaganda, örgütlenme hakları lav edildi. Şöylem olarak dahi işçi sınıfından bahsetmek yasaklı hâle geldi. Yeni Cumhuriyetin resmi görüşüne göre ” Türkiye sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir topluluktur”. İşçi sınıfının 1923 öncesinde kazanmış olduğu haklara tekrar kavuşması 1960’lı yılları buldu. Kısacası bu Cumhuriyet işçi sınıfına burjuvazinin kölesi olmak dışında hiçbir şey katmadı.
Aynı şekilde müslüman olmayan azınlık gruplarına gelince, her zaman devlet eliyle ırkçılığın körüklendiği, dışlanılan, azınlık haklarının sürekli hiçe sayıldığı, ırkçı saldırı ve pogromların eksik olmadığı, yaşam hakkının sürekli tehlikede olduğu bir cumhuriyetti. Alevilere gelince, bu cumhuriyet her ne kadar laiklikten dem vursa da sunni müslüman olmayan tüm inanç gruplarına karşı cadı avı başlattı. Aleviler bu durumdan hâla payını almaktadır. “Laik” Cumhuriyetle birlikte cem evleri illegal ilan edildi. Yıllarca devlet eliyle Aleviler nefret objesi olarak sunuldular. Bu politikaların sonucu olarak Cumhuriyet tarihinde Alevilere karşı pogromlar, katliamlar eksik olmadı.
Kürtlere gelirsek eğer, varlıkları rededildi, dilleri yasaklandı, imha, inkar, red politikalarıyla sindirilmeye, yok edilmeye çalışıldılar. Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar Kürt halkına karşı katliamlar ve kirli savaş hiç bitmedi ve hâlâ varlığını sürdürmektedir. 29 Ekim’de kurulan Cumhuriyet, ırkçı temellere dayanan, Türk-sunni müslümanlık dışında hiçbir etnik ve dinsel kimliği tanımamakla birlikte onlara karşı savaş açan, emekçi sınıfları devletin baskı aygıtlarıyla burjuvazinin kölesi yapan, söylem düzeyinde dahi işçi sınıfından bahsetmenin suç olduğu burjuva diktatörlüğüdür. Peki Türkiye sosyalist solunun önemli bir gövdesinin dilinden düşürmediği, kendisine görev olarak biçtiği Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmak derken kastedilen neydi? Cumhuriyetin ilk yıllarının hangi dönemine dönmek isterler?
Eğer dünyaya emekçilerin ve ezilenlerin penceresinden bakacak olursak bu cumhuriyetin sahip çıkılacak bir kazanımı yoktur. Eğer dünyaya ayrıcalıklı sınıfların katmanların penceresinden bakacak olursak, burjuvazinin, toprak sahiplerinin, kentli devlet bürokrasisinin, küçük burjuvazinin savunması gereken çok fazla Cumhuriyet kazanımı vardır.
Bugün Cumhuriyet, burjuvazinin muhalefetteki kliğinin ihtiyaç duyduğu şeydir. AKP dönemiyle kaybettikleri eski ayrıcalıkları kazanmak onların tek dertleridir. Programları ise genişletilmiş parlamenter demokrasidir. İşçi sınıfına lazım olan şey Cumhuriyet değildir. İşçi sınıfına ekmek kadar su kadar lazım olan şey; aşağıdan yukarıya örgütlenmiş Sovyet organlarına dayanan daha baştan sönümlenmeye yüz tutmuş bir işçi devletidir. Programlı ise sürekli devrim programıdır.
Herkes kendi bayrağının altına; burjuvazinin dışkısında ilericilik, aydınlanmacılık boncuğu arayanlar burjuva parlamenterizm bayrağı altına!
İşçi sınıfının devrimci gücüne inananlar Enternasyonal Komünizmin kızıl sancağı altına!