Erdoğan diktatörlüğü, her geçen gün kadını ötekileştiren, itibarsızlaştıran, söylemlerde bulunmaktan geri durmuyor. Her geçen gün kadınların tüm kazanımlarına topyekünsaldırıda bulunuyor. Bir önceki sayımızda TBMM Boşanma komisyonu raporlarına yer vermiştik. Bu gayri meşru komisyonun raporlarına göre, kadınların uluslararası düzeyde en temel hak olarak kullandığı, boşanma hakkını kullanabilmesinin önüne fiili engellemeler çıkarma hazırlığında olduğundan uzunca bahsetmiştik. Kadın cinayetleri, tecavüz, taciz gibi durumlar çığ gibi büyüyor. Devlet eliyle, tecavüzcüler korunuyor. Çocuk gelinlerin ve çocuk istismarı devlet eliyle koruma altına alınma sürecine giriliyor. Yeni yasa taslağı ile birlikte, müftülere resmi nikah kıyabilme hakkı veriliyor. Bu uygulama çocuk gelinlerin önünü açacaktır, medeni hukukta olan bir çok kazanım fiili olarak işlevsiz hâle getirme durumu söz konusudur. Son olarak Erdoğan, verdiği bir demeçte; anne olmamış kadını yarım kadın olarak nitelendirip, kadına daha önce biçtiği kuluçka makinesi görevini bir kez daha yinelemiştir. Kadını iş hayatının dışında bırakan, onu eve hapsedecek politikalara hız kesmeden devam etmektedir. Daha öncede, görevinden sosyal medya bildirisi ile alınan başbakan Ahmet Davutoğlu; kadının en büyük vatani görevini annelik olarak tanımlamıştı. Sürekli olarak, kadınları çocuk doğurmaya teşvik eden Erdoğan diktatörlüğün temel olarak iki hedefi vardır. Bir Cumhurbaşkanı niye sürekli nüfusun çoğalmasını ister. Bunu teşvik etmek için çabalar. Çünkü, savaşlarda kendisi için ölecek ve öldürecek insanlara ihtiyacı vardır. Nüfusun fazla olması, savaş durumunda avantajdır. Sermaye sınıfı içinde nüfusun fazla olması bir avantajdır. Ne kadar nufus fazla ise, o oranda İşsizlik aratar. İşsizliğin fazla olması demek, işgücünün ucuzlamasıdır. Bir ülkenin işçi ücretleri ve sosyal hakları ne kadar az ise, yabancı sermayenin yatırım yapma durumu artar. Bu emellerini gerçekleştirmek için, toplumda çocuk doğurmayı hatta en az üç çocuk yapmayı teşvik etmek için, toplumun çoğunluğunu buna ikna etmesi gerekmekte ve çocuk doğumunu engellemek için, kürtaj, doğum kontrol yöntemlerinin kullanımının önüne ulaşım engelleri getirmek zorundadır. Erdoğan diktatörlüğü uzun yıllardır,sistematik olarak tamda bunu yapmaktadır.

Kürtaj Hakkı

Kürtaj hakkı, kadın hareketinin en eski talepleri arasındadır. Bu hakkı kazanabilmek için uzun yıllar mücadele edilmiştir. Kürtaj hakkı, herşeyden önce kadının kendi bedeni üzerinde söz sahibi olma hakkıdır. Çocuk doğrulup, doğurmayacağına, kaç çoçukdoğruracağına kendisinin kendi iradesiyle karar verme hakkıdır. Bu hak Türkiye’de 1983 yılından beri yasal olarak vardır. Yasaya göre; 10 haftalık gebeliğe kadar, yasal ücretsiz uygulanılabilceği yazmaktadır. Lakin pratikte uygulama alanı nerdeyse yoktur. Yıllarca algılara, kürtajın cinayet olduğunu, cana kıymak olduğunu kazıdılar. Bunu her zaman yasadışı bir iş gibi sundular. Utanılacak, suçluluk duyulacak bir durum olarak algılara aşıladılar. Oysa isteğe bağlı kürtaj hakkı, ne yasadışı nede utanılacak bir suçtur. Sadece bir kadın sağlık hizmetidir. Sağlıkta dönüşüm adı altında yapılan piyasalalaşma süreci ile birlikte, kürtaj yapan sağlık kuruluşları azalmış, yapan yerlerde pahalı ve sınırlı hizmetlere dönmüştür. Gebeliği önleyici sağlık hizmetleride aynı durumdadır. Bunlara erişim oldukça kısıtlı ve her geçen gün daha da pahalı bir hâle gelmektedir. Herşey, kadını kuluçka makinesine çevirme politikalarının gündelik hayata yansımasıdır. Sistem kadınlardan, sermaye sınıfı için ucuza, esnek, güvencesiz çalışacak, iş kazalarında can verecek çocuklar yetiştirmesini istemektedir. Savaşlarda, vatan savunması, milli menfaatler adı altında, ölecek çocuklar yetiştirmesini istemektedir. Biz kadınlara verilen vatani görev :”Sermayeye ve ölüm makinesine dönmüş saray rejimine can vermemiz” istenmektedir.

Sermayeye can vermeyeceğiz!

İstenmeyen burjuva devletini aldıracağız!

 

Gamze Kocabayır

Haziran 2016