YEREL SEÇİMLER VE KOMÜNİST DEVRİMCİ TUTUM
24 Haziran seçimlerinden zaferle çıkan Erdoğan rejimi, yeni kurmuş olduğu sistemle( Başkanlık) ilk kez seçimlere giriyor. Bu seçimleri Cumhur ittifakının ortağı Bahçeli yeni rejimin meşruiyet kazanması için yapılan oylama olarak tariflendirmektedir. Düzen cephesinde yoğun bir şekilde süren ittifaklar, pazarlıklar eşliğinde geçen aday belirleme mesailerinin sonunda fiili olarak seçim startı verilmiş durumdadır. Emekçi kitlelerde ise gündem daha çok krizin vermiş olduğu yıkımlar ve hayat pahalılığıdır. Seçim dönemleri politikanın en çok konuşulduğu, toplumun tüm kesimlerinin en fazla siyasallaştığı dönemdir. Komünist devrimciler seçim gündemini es geçip, ondan uzak kalamaz. Seçime dair perspektif ve tutum geliştirmek, bu tutumu gücü oranında emekçi kitlelere ulaştırmakla yükümlüdürler. Seçim bizi ilgilendirmez, bizim gündemimizde seçim yok demek herşeyden önce apolitik tutum takınmaktır. Bu makalemizin birinci bölümünde seçimlerin, parlementonun ve yerel yönetimlerin kapitalist sistemdeki işlevini irdeleyeceğiz. Devrimci işçi hareketi tarihinin seçim deneyimlerini ve boykot koşullarını, seçim sürecinde gerçekleştirdikleri devrimci çalışma tarzını irdeleyeceğiz. Buradan çıkaracağımız tarihsel öğretilerin ve doktorinlerin sonucunda, makalemizin ikinci bölümünde Türkiye’deki seçim gündeminin somut tahlilini yapıp, somut bir pespektif ve tutumda netleştirme gayreti içinde olacağız.
Bölüm 1
Seçimler ve Parlementonun İşlevi Nedir?
Seçimler ve parlemento herşeyden önce burjuva devletin bir aygıtıdır. Diğer aygıtlar gibi ana işlevi burjuvazinin işlerini yürütmektir. Parlemento burjuvazinin ihtiyaç duyduğu yasaları ve uygulamaları hazırlamak için vardır. Belediyeler ve yerel yönetimlerde parlementonun mahalli idarelerdeki izdüşümüdür. Parlemento ve yerel yönetimler burjuva egemenliğine yabancı yada dışsal bir organ olmayıp bizzat burjuva devletin temel aygıtlarından birisidir. Parlemento ve seçimlerin bir diğer işlevide, burjuva diktatörlüğünü seçim ve demokrasi oyunuyla gölgelemektir. Her dört veya beş yılda yapılan seçimlerin adını doğru koymak gerekirse; burjuva düzen kurumlarında, burjuvazinin hangi adaylarının bu düzeni devam ettireceği ve işçi emekçileri aldatmak üzere görev alacağını işçi emekçilere sorarak belirleyen bir mekanizmadır. Egemen sınıfların sahip olduğu bu en üst siyasi icat burjuva diktatörlüğünün üzerini örtmekte ve bu diktatörlüğe siyasal meşruiyet katmaktadır. Emekçi kitlelere 4 veya 5 yılda bir bir adaya partiye oy verdirmektedir. Fakat seçtikleri kişi ve parti üzerinde bir denetleme mekanizmaları yoktur. Onu geri çağıramamakta, taleplerini iletememekte, hesap soramamaktadır. Siyasal iradelerini kendilerini temsil eden adaya teslim etmektedirler. Oy veren kitleler bu demokrasi oyununun otomatik olarak figranı konumuna düşmektedirler. Seçimlerin rekabetide başlı başına haksız rekabet üzerine kurulmuştur. Burjuva partileri gerek basın yayın yoluyla, gereksede diğer kitle iletişim araçlarındaki reklam ve tanıtım olanakları işçi sınıfının adaylarıyla mukayeseye kabul etmeyecek kadar çoktur. İşçi emekçi kitleleri aldatmak üzere kurulan burjuva partileri işçilerin sırtından kazanılan paralarla devasa girişimlerde bulunmaktadırlar. Bu partilerin arkasında, yönetiminde milyonerler vardır. Medyayı ve kitle iletişim araçlarını elinde bulunduran burjuvazi, kazandırmak istediği adayı parlatıp, seçimleri kazanmasını sağlamaktadır. Seçim dönemleri için şaşmaz bir kural vardır. Medyada en fazla haber olan, öne çıkartılan aday, seçimlerden birinci olarak çıkmaktadır. Seçime katılma koşullarını, parti kurmak için gerekli kıstasları, programında nelerin yazması getektiğini bizzat burjuvazi belirlemektedir. Marks sürmekte olan bu demokrasi tiyatrosunu şu şekilde analiz etmektedir:” Her üç ya da altı yılda bir, parlamentoda halkı yönetici sınıfın hangi üyesinin ‘temsil edeceği’ni ve ayaklar altına alacağını” belirleyen seçimlerle oluşturulan parlamento, halk yığınlarının doğrudan canlı eylemine tamamen dar gelecek bir deli gömleği olabilir ancak. Bu yapıda halk parlamentoya seçtiği “vekillerin” orada ne yapacağını belirleyemez, memnun olmadığı “vekili” görevden alamaz, onları denetleyemez” Parlementoya burjuva olmayan devrimci unsurlar zor da olsa girebilir, fakat bu hiçbir zaman parlamentonun sınıfsal aidiyetini ve işlevini değiştirmez. Parlemento işçi sınıfının hiçbir sorununa kalıcı çözüm bulamaz. Burjuva devletin diğer aygıtları gibi parlemento ne diğer devlet aygıtlarını değiştirebilir ne proleter devrim için kalkış noktası olabilir nede sınıfsız topluma ulaşmak için geçiş aşaması olabilir. Çünkü burjuva diktatörlüklerinde düzenli ordu, polis aygıtı, devletin tüm kurumları halkın dışında bırakılmıştır. Lenin’den aktaracak olursak;” Amerika’dan İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç’e vb. dek, herhangi bir parlamenter ülkeyi düşününüz; asıl ‘devlet’ işleri hep kulislerde görülür; bu işler hep devlet daireleri, bakanlıklar, kurmay kurulları tarafından yürütülür. Parlamentolarda, yalnızca ‘saf halk’ı aldatma ereğiyle, gevezelikten başka bir şey yapılmaz.”(Devlet ve Devrim)” Halkın sadece parlementoda kısmi bir denetleme mekanizması vardır. Geri kalan tüm devlet kurumları halktan yalıtılmış vaziyettedir. Parlementoda sadece burjuvaziye siyasal meşruiyet vermek için varlığını sürdürmektedir. Olaganüstü burjuva yönetimlerinde( Faşizm, Askeri diktatörlük) parlementoda komple lav edilebilmektedir. Bu analizlerden şu sonuç çıkmaz: Parlemento ve seçimlere komple sırt çevirmek. Devrimci işçi sınıfı hareketi daha Marks ve Engels döneminde seçim ve parlemento için faaliyet yürütmüştür. Devrimci işçi sınıfının tarihi parlemento ve seçimler konusunda olumlu olumsuz bir çok tecrübeyle doludur. İşçi sınıfı uzun yıllar genel oy hakkı için mücadele yürütmüştür. Bugün işçi sınıfının seçimlerde oy kullanma hakkını dahi büyük mücadeleler sonunda kazanmıştır. İşçi sınıfı kendi partileriyle seçimlere ve parlementoya girebilme olanaklarına sahip olmuştur. Parlementoya girebilmeye başlamış, burjuvaziyle seçim yarışına girebilen işçi sınıfını burjuvazi kendi sistemine entegre etmeye çalışmıştır. İşçi aristokrasisinin karakteristlik özelliği olan uzlaşmacılık işçi hareketi içinde parlementerist bir sapma yaratmıştır. Bu eğilim parlementer yollarla, reformlarla kapitalizmi aşacağını, sosyalizmi kuracağını idda etmiştir. Özellikle ikinci enternasyonal de bu eğilim zirveye ulaşacak bir noktaya savrulmuştur. İkinci Enternasyonal’de burjuvaziyi ürkütmeden, parlementerist yollarla evrimsel bir şekilde Sosyalizme geçme fikri yaygın bir hal aldı. Özellikle Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi, her geçen gün büyümekte, parlementoda, işçi sendikalarında büyük etkisi olan, gazete trajları sürekli artan bir eğrideydi. Lakin burjuvaziyle barışık bir şekilde, parlementerizm aracılığıyla düzene eklenlenmişti. 1914 yılında parlementoda savaş kredilerini onaylayarak, işçi hareketini burjuvazinin çıkarları doğrultusunda savaşa soktu. İkinci Enternasyonal’de yaygın bir hal alan parlementerizm eğilimi, işçi hareketi içinde her dönem varlık gösterdi. Bu akım burjuvazinin işçi hareketini sistem içinde tutmak için kullandığı bir aygıta dönüştü. Bu akımlara tepkinin bir ürünü olarak, devrimci harekettin bir kısmında ilkesel olarak seçimleri boykot etme eğilimi türemiştir. Bu eğilime göre seçimlere katılmak, oy vermek, seçim ittifakı içinde olmak doğrudan düzene entegre olmaktı. O yüzden bu anlayışa göre seçime dair herşey rededilmeliydi.
Boykot Koşulları
Seçimler ve parlemento burjuva aldatmaca olsada, mücadelenin yüksek olduğu ve devrimci kalkışmalara sahne olduğu dönemler dışında emekçi kitlelerin gözünde yüksek önem teşkil eden organizasyonlardır. Hatta toplumum tüm kesimlerinin en fazla siyaset konuştuğu, en politize olduğu dönemlerin başında gelmektedir.Boykotçuluk heran her yerde kullanılabilecek, seçimler için temel strateji olabilecek bir durum değildir. Boykot sorunu ancak somut koşullara bakarak çözüme kavuşabilecek bir durumdur. Boykot koşullarını Bolşevizmin referansları ışığında şu şekilde somutlayabiliriz: İşçi sınıfının en bilinçli, en militan kesimlerini kazanmış, sınıfın önemli bir kesmi üzerinde etkisi olan, onu harekete geçirip öncülük yapabilen devrimci komünist partinin varlığının olması. Burjuva parlemento ve seçim sisteminin komple çürüyüp, meşruiyetini yitirmesi, kitlelerin parlementodan umudu kesip, parlemento dışı alternatif arayışı içinde olması, bunu eylemlerinede yansıtması. Yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemeyip, bunu eylemleriyle radikal bir şekilde hissetirmesi. Yani boykotun koşulları tamamen mücadele düzeyiyle alakalıdır. Boykot çağrısı yapmak, boykot edilen kurumun yerine daha iyisinin konulduğu, emekçi kitlelere somut devrimci bir opsiyon ( şuralar, konseyler) verildiği durumda bir anlam ifade etmektedir. Boykot yalnızca sandığa gitmemek veya sandığa gitmemenin propogandasını yapan afiş, bildiri çalışmasından ibaret değildir. Seçime katılan diğer partiler gibi boykot yanlısı kampanyalar örgütlemek( toplantı, miting) ajitasyon, propoganda ve örgütlenme çalışması yapmaktır. Geniş kitlelerin birlikteliğini sağlayacak, öz örgütlenme araçlarını inşa etmekten geçmektedir. Eğer boykot koşulları yoksa, mevcut burjuva adaylarından birine oy vermek veya kendi kitlesini serbest bırakıp herhangi bir görüş bildirmemek ilkesizlikir. Devrimci Komünistler seçimlere kendi adaylarıyla, kendi programlarıyla, kendi siyasal kimlikleriyle girerler. Seçim dönemini örgütlenme, devrimci ajitasyon, propoganda için kullanırlar. Eğer kendi adaylarını çıkaracak imkana sahip değilse; sol, sosyalist gruplarla ortak bir platform dahilinde seçim ittifakı oluşturmalıdır. Bu olanağada sahip değilse reformist sol adaylara eleştirel bir tutumla destek vermek. Burada belirleyici ilke burjuva adaylara ve partilere hiçbir koşulda desteklememektir. Bir devrimci grup için seçim gündeminde belirleyici unsur şudur: Seçim atmosferinden devrimci ajitasyon, propoganda ve örgütlenmek için yararlanmak, bunu yaparken gerçekleştirmiş olduğu çalışma tarzıdır.
Bölüm 2
31 Mart Yaklaşırken Düzen Cephesinde Ne Var?
31 Mart düzen cephesi için sadece bir yerel seçim değildir. 24 Haziran’dan sonra Erdoğan’ın inşasına giriştiği yeni rejimin meşruiyet alma yarışıdır. Erdoğan rejmi her ne kadar uzun süredir hedeflediği başkanlık rejimine ulaşamamış olsada; 7 Haziran’dan bugüne ülkeyi tek başına yönetememektedir. Sürekli olarak iktidarına destek sağlayacak kualisyon ortaklarına ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyacın somut dışa vurumu 24 Haziran seçim döneminde gerçekleşti. Seçim sisteminde gerçekleştirmiş olduğu değişikliklerle, seçime ittifak halinde girebilmenin yasal düzenlemesini getirdi. Ardındanda seçim startını verdi. Burjuva muhalefet partileride bu düzrnlemeye itiraz etmeyerek, bu yeni oyunun kurallarına göre kendilerini hazırlama sürecine girdiler. 24 Haziran seçimlerinden istediği sonuçla çıkan Erdoğan, yeni sistemde MHP’ye bağlı hale geldi. Bu bağımlılığın bir sonucu olarak 31 Mart seçimleri için MHP güçlü olduğu iller için pazarlık sürecine girdi. Önce bu pazarlıklara Erdoğan rest çeksede, sonra Bahçeli’nin istediği yönde geri adım atmak zorunda kalmıştır. Düzen cephesi bu seçime ekonomik krizin tüm yakıcılığıyla girmektedir. Sürekli olarak ekonominin yoluna girdiğine dair nutuklar atılsada, emekçi kitlelerde bunun herhangi bir karşılığı söz konusu değildir. Erdoğan bu seçimden herne kadar karşısında etkisiz ve silik bir muhalefet olsada, işini şanşa bırakmak istememektedir. Her seçim dönemi ortaya çıkan seçim hileleri skandalları daha seçimler yapılmadan ortaya çıkmaya başlamıştır. Hergün seçmen listelerinde yapılan hileler ortaya çıkmaktadır. Aynı adreste gösterilen yüzlerce seçmen, ilçe, mahalle nufusundan fazla olduğu ortaya çıkan seçmen sayıları, ölmüş olan kişilerin seçmen kayıtlarında adlarının geçmesi ve buna dair birçok şaibeli durumlar söz konusudur. Düzen cephesi bu koşullarda seçime girmektedir.
Düzen Muhalefeti Ne Durumda?
Düzen muhalefetinin merkezinde bulunan CHP, bugüne kadar Erdoğan’ın zor duruma düştüğü, siyasal kriz yaşadığı dönemlerde ona yardımcı olan bir pozisyon takındı. YSK yasasındaki değişiklik, dokunulmazlıkların kaldırılması, Yenikapı ruhu, Suriye, Irak savaş tezkereleri, Afrin işgaline destek ve bunun gibi saymakla bitmeyecek kabarık liste söz konusudur. CHP her zaman Erdoğan’ın istediği hatta muhalefet politikaları gerçekleştirdi. 24 Haziran seçim sürecinde; İYİP, SP ile kurduğu millet ittifakını bu seçimdede yeniledi. Kapalı kapıların ardında gerçekleşen pazarlıklar sonucunda adaylarını belirlemeye başladı. Kimi yerde İYİP destekleniyor, kimi yerde SP, kimi yerde millet itifakının tüm partilerinin üzerinde uzlaştığı ortak adaylar belirlenmektedir. Bu ilkesiz tutumlar ve kapalı kapıların ardındaki pazarlıklar sonucunda ortaya çıkan, sağcı adaylar kendi tabanında dahi küskünlük yaratmakta, konsolidasyon sağlanamamaktadır. CHP’nin merkezinde yeralan millet ittifakı, Erdoğan’dan hiçbir fark ortaya koyamamakta, tam tersine Erdoğan ile yarışıp, onun kötü bir karikatürü pozisyonuna düşmektedir. Irkçılık, milliyetçilik, işçi düşmanlığında Erdoğan ile amansız bir yarış halindedir. AKP’nin tasviye ettiği eski kılıç artığı politikacıları CHP listesinden kendisine yer bulmaktadır. Kendi tabanının tüm itirazlarına kulakları tıkalıdır. Oy aldığı %25’lik kitleyi çantada keklik olarak görmektedir. Kendi tabanında boy göstermeye başlayan boykot eğilimini hedef göstermekte, AKP destekçiliğiyle suçlayarak itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır. Millet ittifakının diğer ortağı İYİP ise MHP tabanını çalmaya odaklanmış, tüm siyasal stratejide bu eksende yürümektedir. Politikalarının tamamında ırçılık temelli, sağ popilizmde biçimlenmektedir. İYİP, Cumhur ittifakında olası bir MHP çatlağı sonucunda yedek klubesinde beklemektedir. Ekonomik kriz, emekçilerin yaşadığı yıkım, düzen muhalefetinin umrunda değildir. Kriz karşısında Erdoğan’dan farklı herhangi bir programı yoktur. Seçim dönemleri emekçi kitlelerin oyunu almak için popilizm malzemesi olarak kullanmaktadır. Sonuç olarak şunu şöyleyebiliriz ki; Cumhurittifakı+ Millet ittifakı: Saray ittifakıdır. Birinin varlığı diğerine bağlıdır. Aynı düzenin figranlarıdırlar. Bu fügranlar konusunda şöyle bir formilasyonda bulunabiliriz: AKP’nin CHP’ye, CHP’nin AKP’ye ihyiyacı vardır. AKP’nin CHP’ye ihtiyacı vardır, çünkü kendisine muhalif kesimleri düzen içinde tutacak, pasifleştirecek, bu pasifleşmenin sonucu olarak enseyi karatmış yığınsal bir kitle oluşmakta. CHP’nin AKP’ye ihtiyacı var; çünkü oy aldığı %25’lik kitleyi korumaya, ana muhalefet partisi olacak oy almaya ve elinde bulunan belediyelere ihtiyacı var. Bunun için kendi tabanını konselide edecek siyasal argümanlar olan; Cumhuriyet değerleri, laik yaşam, hayat tarzına saldırı vb şöylemler ancak siyasal islamcı bir iktidar karşısında hayat buluyor. AKP’ye kritik dönemlerde verilen destek söz konusu olduğu zaman ülke ve vatan çıkarları devreye girmektedir. Erdoğan’ın MHP’ye ihtiyacı var, çünkü tek başına ülkeyi yönetecek güce sahip değil, diktatörlüğünü inşa ettiği her kiritik virajda MHP’nin hayati desteği oldu. Çünkü otoriter, baskıcı, savaş politikaları için MHP’den iyi bir alternatifi yok. MHP’nin Erdoğan’a ihtiyacı var, çünkü kendi faşist politikalarını ancak Erdoğan rejimi aracılığıyla uygulayabilmektedir. Bürokasi, devletin paramiliter ve suç örgütlerinin içinde yer alabilmesi için Erdoğan diktatörlüğünün selametine ihtiyacı var. Erdoğan’ın Perinçek’e ihtiyacı var, çünkü ne zaman ABD ve AB ile sorun yaşasa, Erdoğan’ı vatan savaşı veren antiemperyalist kahraman ilan edecek, bunu yaparkende CHP’nin tabanında basınç uygulayacak bir figüre ihtiyacı var. Perinçek’in Erdoğan’a ihtiyacı var, çünkü yıllardır savunduğu Avrasyacılık, TC’nin dış politikada eksen değiştirmesi gibi fikirlerin güncelliğini Erdoğan’ın dış politikasındaki manevra alanlarında buluyor. Erdoğan’ın İYİP’e ihtiyacı var; çünkü yeni rejimde MHP’ye bu kadar bağımlı olmak istemiyor, MHP’yi cumhur ittifakı çatlağı konusunda İYİP’i gösterip senin alternatifin var deme rahatlığına sahip olmak istiyor. İYİP’in Erdoğan’a ihtiyacı var, çünkü kendi öz gücüyle ancak partiler mezarlığındaki yerini alabilir. Meclis’e dahi CHP’nin desteğiyle girdi, şimdi CHP ile muhalefet rolüne bürünmüş vaziyette. İktidar ortağı olabilmesinin koşulları Cumhur İttifakında yaşanacak çatlakta düğümlenmektedir. Erdoğan’ın BBP’ye ihtiyacı var; çünkü zaman zaman Kürt halkına ültümaton verirken, AB ile sorun yaşayacak ultra milliyetçi, faşist şöylemlerin sözcülüğünü yapması için BBP’ye ihtiyacı var. Son tahlilde düzen siyaseti tamamıyla Erdoğan’a bağlı durumda.
Konu; savaş, kürt düşmanlığı, ırkçılık, işçi düşmanlığı olunca hepsi Erdoğan rejiminin kanatları altında toplanmaktadır. Çürümüş bir cesete dönmüş olan Erdoğan rejminin düzen muhalefetide aynı oranda çürümüştür. Düzen muhalefetinden beklenti içine girmek, bu çürümeye ortak olmaktır.
HDP ve Seçimler
Erdoğan diktatörlüğünün baskı, sömürgeci savaş politikaları altında HDP seçimlere hazırlanıyor. Eşbaşkanları, milletvekilleri, parti yöneticileri, üye ve sempatizanları yoğun bir tutuklama sürecinden geçirilmekte, kazanmış olduğu tüm belediyeler kayyum aracılığıyla Erdoğan diktatörlüğü tarafından gasp edilmiş durumdadır. Erdoğan rejimi kürt halkının siyasal alanda kendi ulusal kimliğiyle, kendisini varetmesini engellemeye çalışmaktadır. Erdoğan diktatörlüğünün kürt halkına karşı uyguladığı sömürgeci savaş konseptini siyasal soykırımla sürdürmektedir. HDP’nin seçimlere dair tüm siyasal stratejisi, kayyum yoluyla elinden alınmış belediyeleri tekrar geri kazanmaktır. Kürdistan’da Erdoğan’a muhalif olan tüm kürt siyasal partileri HDP çatısı altında seçim ittifakı gerçekleştirdi. Erdoğan diktatörlüğünün tüm baskılarına rağmen; adaylarını belirleyerek seçim startını vermiş durumdadır. Yerel seçimlerin halk nezhinde ençok ilgiyle karşılanan bölgesi kürt kentleridir. Zorla gasp edilmiş belediye yönetimlerinin geri alınması bölgede bir mevzi savaşıdır. Erdoğan’ın atamış olduğu kayyumların yönetmiş olduğu belediyeler; yapmış olduğu yolsuzluklar ve belediyelerin halka verdiği sosyal hizmetlerin ortadan kalkmasıyla anılmaktadır. Kayyumların yapmış olduğu yolsuzlukların haberlerini yapan gazeteciler tutuklanmaktadır. HDP’nin Kürdistani partilerle ittifak kurarak kayyumlar karşısına çıkması meşru bir hamledir. Kürt halkının gasp edilmiş iradesine sahip çıkan, yürütülen siyasal soykırıma karşı verilen bir direniş cephesidir. Bu nedenle Erdoğan diktatörlüğü karşısında Kürdistan’da HDP’yi desteklemek elzem bir durumdur. HDP’nin Batıda takınmış olduğu seçim tavrı tutarsızlıklarla doludur. Erdoğan’ı geriletecek, çoğulcu parlementer rejimin geri kazanılmasına katkı sağlayacak adaylara oy vereceğini açıkladı. Yani doğrudan olmasada dolaylı olarak CHP’yi kendi tabanına işaret etmektedir. Kürt düşmanlığında AKP’yle yarışan, her fırsatta HDP’yi dışlayan, Erdoğan’ın kürt halkına karşı yürütüğü savaşa açık çek veren CHP’yi HDP batıdaki tabanına alternatif olarak göstermektedir. Kendi oy aldığı tabanını alternatifsiz şekilde, kendi kaderiyle başbaşa bırakmaktadır. Bu tutum baştan aşağı ilkesizliklerle, çelişkilerle ve apolitizmle doludur. Erdoğan iktidarını geriletecek olan CHP’nin seçim zaferi değildir, işçi, emekçilerin ve birleşik cephe etrafında verecekleri birleşik mücadeleden geçmektedir.
Sosyalistler ve Seçimler
Sosyalist gruplardan yerel seçimlere dair net bir tutum ve somut bir çalışma henüz görünür vaziyette değil. HDP bileşeni olan Sosyalist gruplarda, yerel seçimler konusunda sesizliğe bürünmüş vaziyette. HDP bileşeni olan Sosyalist gruplardan batıda aday çıkarmamasına karşı sesli bir itirazda bulunan grupların sayısı azınlıkta, onlarda bu itirazlarına alternatif bir pespektif ve somut bir çalışma içerisine henüz girmiş durumda değildir. ÖDP ve Halkevleri ise Karadeniz’in birkaç küçük kasabasında CHP angajmanında seçime girmekte çareyi bulmuş durumdadır. Stalinci ulusalcı TKP ise; seçim gündemini kotarmak ve kendi üyelerini bu süreçte harekete geçirmek için, kendi adaylarıyla seçime girmektedirler. Bu durumda, işçi sınıfını alternatifsiz bırakmamak olarak tariflemektedirler, fakat TKP’nin işçi sınıfı içinde bir tabanı ve etkisi yoktur. Sınıf adına kendilerini alternatif ilan eden, ben merkezci ikameci bir anlayışa sahiptirler. Bu makalenin kaleme alındığı sırada Emekçi Hareket Partisi( EHP), ” Şehirler krizi yaratanların değil, emek verenlerindir” başlıklı bir bildiri yayınlayarak; yerel seçimlerde emekçilerin taleplerini dile getiren, sosyalist program dahilinde kendi adaylarıyla seçime gireceklerini açıkladılar. Bu tutumu olumlu ve anlamlı bulmakla birlikte, ben merkezci bir eğilim taşıdığını belirtmek isteriz. Kendi dışında kalan Sosyalist fraksiyonlara ortak bir çağrıda bulunulmadan, birleşik sosyalist seçim platformu için herhangi bir gayret sarfetmeden seçim çalışmasını başlatmıştır. Seçime dair açıklama yapan bir diğer grup ise DİP’tir. Yaptığı açıklamada boykot çağrısında bulunmaktadır. Makalemizin “Boykot bir alternatif midir?” kısmında DİP’in bu çağrısını değerlendireceğiz. Sözlerimizi toplarsak; Sosyalist hareket genel olarak seçime dair tutum geliştirmekten çok, süreci geçiştirme ve kotarma eğilimi içerisindedir.
Boykot Bir Alternatif Midir?
Marksizmin ışığında boykotun hangi koşullarda gerçekleşeceğini makalemizin ilk bölümünde açıkladık. Bugünkü mevcut konjektürde; işçi sınıfının öncüsünü kazanmış, işçi sınıfının mücadelesine önderlik edebilecek vasıfta devrimci bir önderlik söz konusu değildir. Herhangi bir devrimci kalkışma durumuda söz konusu değildir. Seçimleri kilitleyecek ve yerine kitlelere alternatif olacak özörgütlenme aracı sunacak, aktif kitlesel boykotu gerçekleştirecek siyasal özne söz konusu değildir. Erdoğan rejiminin her seçim dönemi gerçekleştirmiş olduğu seçim hileleri, seçim konusunda kendi koyduğu yasalara dahi uymayan tutumu, düzen muhalefetinin çürümesi geniş kitlelerde, seçimler ve parlementoya güvensizlik, gayri meşruluk oluşturmaktadır. Erdoğan rejimine muhalif olan kitlelerin önemli bir kesiminde parlemento ve seçimden umudu kesme durumu yaygınlaşmaktadır. Fakat bu eğilim; yılgınlık ve umutsuzluk psikolojisinde cisimleşmektedir. Seçim atmosferi ve seçim döneminin getirmiş olduğu politizasyon daha çok kürt kentlerinde vardır. Batıda bu eğilim pek yaygın olmamakla birlikte kitlelerin seçimlerden pek beklentisi yoktur. Bu nesnellikte boykot bir alternatif midir? Boykotu oluşturacak nesnel zeminin dinamikleri yeşersede, aynı oranda öznel dinamikler gelişim göstermemektedir. Kitlesel boykotu örgütleyecek, buna alternatif öz örgütlenme araçlarını yaratacak devrimci önderlik söz konusu değildir. Bugün boykot tutumunu gerçekleştirmek, yalnızca seçim gündemini geçiştirmek buna dahil olmaktan kaçmaktır. Lenin’den aktaracak olursak:”Burjuva parlamentosunu ve bütün öteki gerici kurumları dağıtmaya gücümüz yetmediği sürece, bu kurumlarda çalışmak zorundasınız, özellikle hâlâ papaz takımının aldattığı ve kır koşullarının aptallaştırdığı işçiler mevcut olduğu için, bu kurumlarda çalışmalısınız. Bunu yapmazsanız gevezeden başka bir şey değilsiniz.” “Parlamentonun tarihsel ömrünü doldurduğu” yolundaki argümana karşı da Lenin, “bizim için zamanını doldurmuş olan bir şeyin, sınıf için, yığınlar için zamanını doldurduğunu sanmamak gerektiğini” hatırlatır. (“Sol” Komünizm”
İşçi sınıfının yaşadığı derin kriz, düzen cephesinin geri dönüşü olmayan bir çürüme içine girdiği, düzen muhalefetinin tüm güven ve itibarını yitirdiği, bu koşullarda seçim gündemini işçi sınıfının ve ezilenlerin kürsüsüne çevirmek dışında çözüm yoktur. Boykot ve seçim gündemini geçiştiren tutumlar bu görevden kaçmak anlamına gelmektedir.
DİP’in Boykot Çağrısı Üzerine
2 Aralık 2018 tarihli ” Düzen Partilerinden kop, Ekmek ve Hürtiyet kavgasında birleş! Yerel seçimleri boykot et” başlıklı bir bildiri yayınladı. Bu bildirinin ilk bölümünde, kriz nedeniyle işçi sınıfının yaşamış olduğu sorunlar ele alınmış, seçim gündeminin bu sorunların üstünü örten bir örtü olduğundan bahsedilmiştir. Bildirinin devamı şu şekilde sürmektedir:”
Devrimci İşçi Partisi bu oyunu bozmaya çağırıyor. İşçi ve emekçi milyonların yakıcı gündemlerini ülkenin gündemi haline getirelim! Emekçi milyonların yakıcı sorunları ne yerel seçimlere kadar ertelenebilir ne de yerel seçimler bu sorunlara çözüm getirebilir. Ezenlerin ve sömürenlerin kavgasında parçalara bölünmeyi reddedelim! Düzen partilerinden kopalım! Ekmek ve hürriyet kavgasında birleşelim! Yöntemimiz sınıf mücadelesidir, işgaldir, grevdir, direniştir! Seçim günü geldiğinde boykottur!” DİP seçim oyununu bozmaya çağırıyor, düzen partilerinden kopmaya çağırıyor lakin bunun araçlarını somutlamıyor. Seçimi nasıl işlevsiz hale getireceğinin, aktif kitlesel boykot için eylem programından yoksundur. Sınıf mücadelesi, işgal, grev ve direnişten bahsediyor, lakin emekçiler için boykot etmeye çağırdığı yerel yönetimlere alternatif olacak, yerel öz örgütlenme araçlarından bahsetmiyor. Tamamen havada kalan, devrimci bir stratejide somutlaşmayan, kulağa hoş gelen sol şöylemlerin ötesine geçmemektedir. Bildirinin devam eden kısmında yeni alt başlık olarak; İstibdata karşı ekmek ve hürriyet için sınıf mücadelesi olarak devam ediyor. İlk paragrafta “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak adlandırılan rejim bir istibdad, yani baskı rejimidir” sormak istiyoruz sınıflı ve devletli toplumlarda hangi rejim baskı rejimi değildir. Erdoğan rejimini tanımlayacak bir terim yokmudur ki; bulanıklık yaratan muaalak terimler kullanılıyor. Siyasal kavram tartışması salt bir termiloji tartışması değildir. Koymuş olunulan siyasal kavram ve onun tarifleniliş şekli ona karşı nasıl bir mücadele hattı yürüteceğinizi belirler. Burjuva devletin her baskı aygıtı faşizm olarak tanımlayıp, faşizmi geriletmek için sandıklara davet eden Stalinci solun niyeti bellidir. Faşizmi olağan burjuva demokrasisinden bir sapma olarak görmekte; burjuvazinin muhalefetteki kanadıyla geniş demokrasi cepheleri kurmaya çalışmaktır. DİP’in son yıllarda sürekli olarak Erdoğan rejimine karşı; istibdat tanımını yapması buna karşı; ” Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet” sloganını kullanmasının altında ideolojik savrulmalar yatmaktadır. Öncelikle “Kahrolsun istibdat, Yaşasın Hürriyet” sloganı Abdülhamit’e karşı mücadele yürüten liberal burjuvazinin siyasal örgütü “İttihat ve Teraki” nin tarihsel sloganıdır. Dip’in istibdat sözüyle başlayıp, anti amerikancılık temalı milliyetçi zeminde giden nutuklarının bir tek nedeni vardır.” Kemalizme ve Stalinizme göz kırpmak, onların tabanına seslenmek, bunun üstünü örtmek için bolca sendikalizm temalı işçici nutuk çekmektedir. Bildirinin devamında Halk İradesine Vurulan Zinciri Kırmak için Boykot” bölümüyle devam etmektedir. 10 Ekim’den 24 Haziran’a geliş sürecinde tüm demokratik hakların nasıl askıya alındığı incelenmiş. Lakin Erdoğan’ın bu süreçte Kürt halkına karşı yöneltmiş olduğu sömürgeci savaşla hesaplaşmaya girmekten ısrarla kaçınılmıştır. Kayyum uygulamalarından bahsedilmiş, fakat Kürt yoksullarının kayyuma karşı nasıl bir tutum alması gerektiği ısrarla kaçınılmıştır. Boykot her derdin dermanı ilan edilmiştir. Bildiride dikkatimizi çekmiş şöyle bir bölüm vardır:”Sermayenin, istibdadın ve emperyalizmin pençesinde ülke zincire vurulmuşken, tek ilde, ilçede sosyalizm olmaz. Soluna iltihakı dayatan, sağına en geniş ittifak zihniyetiyle kucak açan, kayyımlara karşı güvenceyi halkta değil Batı’nın baskısında arayan bir anlayışla da birliğe ve kardeşliğe doğru yol alınamaz. ”
Öncelikle “tek ilçede sosyalizm” olmazdan başlıyalım. Ovacık’taki sosyalist belediye deneyimi ne zaman “tek ilçede sosyalizmi” kurduğunu idda etti. Yeni seçimde Sosyalist adaylar Dersim’de sosyalizmi kurmayı mı vaad ediyor? Hayır
Piyasacı olmayan, halkla birlikte kollektif üretim yapıp, koperatif kuran, belediye yönetimini halk tarafından denetlenebilir hale getiren, kapitalist belediyelerde para karşılığı verilen hizmetleri ücretsiz kamusal hizmete çeviren bir yerel yönetim pratiği ortaya konuldu. Bu pratiği diğer ilçelerde ve il merkezinde de uygulamak için seçime hazırlanıyor. Ayrıca Ovacık deneyimleri, emekçi kitlelerde ciddi sempati uyandırdı. Kapitalist piyasacı olmayan yöntemlerde bir belediyeciliğin yapılabileceği, bu durumun emekçi kitleler lehine bir durum olduğu geniş kitleler tarafından somutta görülmüş oldu. Tek ilçede sosyalizm kurulamaz ama bu ilçenin deneyimleri üzerinden sosyalist propoganda ve örgütlenme gerçekleştirilebilir. Bu yöntemin DİP’in havanda su döven boykot kampanyasından çok daha etkili olacağı su götürmez bir gerçektir. Gelelim paragrafın ilerleyen bölümüne; Kürt siyasal hareketinin kendi öz gücü dışında burjuva etmenlerle ve Batı emperyalizmiyle ittifak arayışına girmek eleştirilmiş. Bu eleştirinin özüne yönelik bir itirazımız yoktur. Lakin şunuda sormadan edemeyeceğiz: Proleter devrimci programa sahip olmayan tüm hareketler son tahlilde burjuvazinin bir kliğiyle ittifak içinde bulunur. Ulusal bir hareket programı ve doğası gereği burjuva etmenlerle, emperyalist devletlerle ona fayda getirecek ittifaklar arayışında bulunur. Ezilen ulusun, siyasal önderliğinin sınırlarını, ezilen ulusun işçi sınıfına teşhirini yapmak komünist devrimcilerin görevlerinden sadece biridir, tamamı değildir. Asli görevi sömürgeci burjuva devletini merkeze alarak açık bir siyasal savaş vermektir. Ezen ulusun işçi sınıfı içinde; ezilen ulusun verdiği mücadelenin propogandasını yapmak, bu amaç doğrultusunda kendi burjuva devletine karşı fiili bir mücadele içinde olmaktan geçmektedir. Yalnızca ezilen ulusun siyasal önderliğini eleştirip, kendi burjuva devletinin işgalci, sömürgeci politikalarına karşı cephe almamak açık bir sosyal sovenizmdir. Peki DİP bugüne kadar TC’nin Kürdistan’da gerçekleştirdiği sömürgeci rejime karşı somutta ne yaptı? Bu sorunun cevabını, Afrin işgalinin gerçekleştiği dönemde yaptığı açıklamada bulabiliriz.”
Afrin’e yönelik bir askeri operasyonun Türkiye açısından sonuçları son derece kötü olacaktır. Fırat Kalkanı bir kapana dönüşmüşken bir an için bu kapanın batı yönünden kırılacağı düşünülebilir. Halbuki bu bir yanılsamadır. Tam tersine Türkiye kapanın içine daha fazla girecektir. Türkiye’nin bir an için taşeron ÖSO güçleriyle Afrin’i ele geçirdiğini düşünelim. Bu bölgede Fırat Kalkanı bölgesinde olduğu gibi bir istikrar sağlamak imkânsızdır. Sünni Arap çoğunluklu Cerablus, Azez, El Bab üçgeninde kendisini bir kurtarıcı olarak sunan TSK, Afrin halkı tarafından dostane karşılanmayacaktır.” TC’ye akıl hocalığı yapan bir pozisyon takınmaktadır. İşgale karşı TC devletine karşı açık bir tutum almaktan kaçınmıştır. Aynı tutumu kürtlerle ilgili tüm konularda gerçekleştirmektedir. Peki soruyoruz, kürt halkının mücadelesinin meşruluğunu Türk işçi sınıfına anlatmadan, burjuva devletin ideolojik aygıtlarıyla verilen milliyetçi zehire karşı mücadele etmeden, nasıl Türk ve Kürt emekçilerinin kardeşliğini sağlamayı düşünmektedirler. Kendi bürokatik yazı işleri masalarından boykot çağrısı yaparak mı? Yoksa kürt emekçilere boşver sen ulusal kimliğinden dolayı yaşadığın sorunları, bize katıl devrimden sonra bakarız diyerek mi? Dip sendikalizm ve sosyal sovenizm batağına batmış bir siyasal organizasyondur. Troçkizmi kendisine maske olarak kullanmaktadır. 4. Enternasyonal geleneğinden gelen tüm akımların lanetlediği Pablocu oportonizmin Türkiye’de cisimleşmiş halidir DİP. Bu oportonizmin maskesini düşürmek enternasyonal komünistlerin görevidir.
Ne Yapmalı?
Ekonomik kriz tüm yakıcılığıyla varlığını sürdürüyor. Emekçi kitlelerde telafisi olmayan yıkımları beraberinde getiriyor. Emekçi kitlelerde hoşnutsuzluk had safhaya ulaşmış durumda. Burjuva muhalefeti tamamen inandırıcılığını kaybetmiş, kendi tabanını dahi konsolide edecek yetiye sahip değildir. Seçimler sınıf temelinde devrimci çalışma yürütecek olanağı içinde barındırmaktadır. Genel seçime katılmanın şartları çok daha zordur. Tüm kentlerde adaylar çıkartmak ve 60’a yakın kentte teşkilatlanmak gerekmektedir. Yerel seçimlerde ise bu koşul söz konusu değildir. Nereden aday çıkaracağın, nerede çalışma yürüteceğini kendin belirleyebilme durumun söz konusudur. Mahalle düzeyinde muhtarlık seçimine girilebilir, ilçe, il belediye başkanlığı ve belediye meclisleri seçimlerine katılım sağlanabilir. Aday yelpazesi çok daha geniş ve esnektir. Bu seçimlere işçi sınıfının gündemi, talepleri ve programıyla Birleşik seçim platformunu örgütleyebilme olanağı söz konusudur. Çalışma yürütülen mahallerde; semtlerde geniş kesimleri kapsayacak meclisler ve komiteler kurabilmenin olanağı vardır. Bu kurulan komiteler ve meclislerde demokratik bir ortamda nasıl bir seçim çalışması yürütüleceği, kimlerin aday olacağı ön seçimle belirlenmelidir. Çıkacak adayın seçimi kazanması durumunda, kurulmuş olan meclise aday üzerinde denetleme mekanizması oluşturması sağlanabilir. Böylece öz örgütlenme araçlarının inşası konusunda nüveler kazanılmış olur. Bu meclislerin seçim sonundada işlevli çalışır vaziyette tutularak, örgütlenilmiş kitle politikleşebilir. Bu tarz bir faaliyeti örme olanağını kriz ve seçim gündemi fazlasıyla vermektedir. Bu olanaklardan faydalanabilmek için sosyalist grupların ben merkezci bir şekilde davranmaktan ve seçim gündemini geçiştirmekten kaçınıp, birleşik sosyalist seçim platformunu inşa etmenin yolu aranmalıdır. Sürecin vermiş olduğu fırsat değerlendirilmelidir.