Sermayenin belli başlı gruplarıyla tarihsel ve organik bağları olan CHP‘yi, aynı zamanda burjuva devletin asli kurucu unsuru olan bir parti olarak ele almak zorundayız. Bu yazıda kapsamlı bir CHP değerlendirmesi yapmaktan ziyade “Adalet“ yürüyüşünün gönüllü bileşenleri olarak sahnedeki yerini alan sosyalist siyasetlerin tutumunu ele alacak ve kendi perspektifimizi anlatmaya çalışacağız.

CHP’nin önderlik ettiği adalet yürüyüşünde, CHP’nin yanı sıra çeşitli sosyalist siyasi gelenekler de katılım çağrısı  yaparak yerini aldı.

Bu noktadaki eleştirilerimizi şöyle özetlemek mümkün: Her şeyden önce böyle bir çağrıyı yapmak,  sermayenin saldırılarına karşı yönelebilecek  toplumsal muhalefetin öznelerini CHP’ye hapsetmeye çalışmaktır. Yalnızca Erdoğan ve AKP karşıtlığı üzerinden bir demokrasi ve adalet mücadelesi yürütenler, emekçi kitlelerin bilincini bulandırmakta ve büyük bir yanılsamaya yol açmaktadır. Sınıf mücadeleleri tarihi, egemen sınıflar arasındaki fraksiyon çatışmalarında bir fraksiyonun diğerine üstün gelmek için mülksüzleri de peşine taktığı örneklerle doludur. Ancak egemen sınıfların içindeki bu fraksiyonlardan  herhangi biri diğerine üstün geldiğinde, savaşırken desteğine ihtiyaç duyduğu mülksüzleri her zaman bertaraf etmiştir.

CHP’nin yürüyüşüne tükenmeyen bir aktivizmle iştirak ederek , yalnızca Erdoğan ve AKP  karşıtlığı üzerinden adalet ve demokrasi talebini dile getirenler hangi amaca hizmet etmekte olduklarının farkında mıdır? Sermayenin bizatihi kendisi bir diktatörlüktür. Doğan, Zorlu, Eczacıbaşı, Koç, Sabancı… Bunların hepsi sermaye diktatörlüğünün baş aktörleridir. Kurucu bir merkez partisi olarak CHP’nin de tüm bu egemen sermaye gruplarla tarihsel-organik ilişkileri mevcuttur. İşte Adalet Yürüyüşü’nün taleplerini ve gidişatını böyle bir önderlik belirlemektedir.

Çağrıya açıkça destek veren sol siyasi yapıların önderlerine söyleyeceğimiz var: Adalet istiyorsan, önce burjuvazinin zincirlerinden kurtulmayı öğreneceksin. Çünkü bu yürüyüş bağlamında adalet, egemen sınıfın kendi egemenliğini sürdürme hukukundan başka bir şey değildir. Karşı çıkarak mücadele etmek zorunda olduğumuz burjuva devletten ve burjuva hukukundan “Adalet“ talep etmek, biz komünistlerin işi değildir. Çünkü kapitalist sistemin kendisi  adaletsizdir ve mekanizmanın temeli sömürüye ve eşitsizliğe dayanır.

Hayatın tüm güzellikleri mülk sahibi sınıfların elindeyken, emeğini satarak geçinmek zorunda olan emekçiler,  yoksulluk ve açlık sınırında yaşarlar. Sigortasız ve güvencesiz çalıştırılan milyonlar vardır. Asgari ücret ise patronların lüks otellerde yedikleri bir akşam yemeğinin tutarı kadar bile değildir. Cam işçileri insanı öldüren sıcaklıkta nefeslerini tüketerek kuma can verirler. Bu işçilerin çalıştığı fabrikanın patronları ise, emek sömürüsünden kazandıkları paralarla Dubai’de yedi yıldızlı otellerde tatil yaparlar ve plajda güneşlenirken  ayakları yanmasın diye kumsaldaki kumlar bile soğutulmaktadır. Emekçiler ise insana yakışmayan sefalet şartlarında ayakta kalmaya çalışırlar. Böylesi bir adaletsizliğe karşı meydan okumayan CHP’yle bir olmak ve sınıf mücadelesini göze almadan adalet mücadelesi vermek biz Devrimci Marksistlerin işi değildir.

Demokrasi ise sınıf karakteri olan ve belli bir sınıfın egemenliğini içeren rejime verilen isimdir. Sınıf olgusundan ayrı olarak bir demokrasiden sözedersek, burjuvazinin kurduğu tuzağa düşeriz. Egemen ideoloji sınıf aidiyetlerini belirsiz hale getirerek, burjuva sınıfının egemenliğini halkın egemenliği olarak sunmaktar. İşte tam da bu nedenlerle CHP’nin yürüyüşte talep ettiği demokrasisi, halkın egemenliği ve adalet anlayışı,yıpranan burjuva iktidarın tamir edilmesine yöneliktir. İsyan, devrim ve çzgürlük retoriklerini dillerinden düşürmeyen sol-reformist siyasetlerin aktivizmi ise bu amaca  hizmet etmekte. Reformist sol, bu eylemin  içinde iradi bir biçimde yer alarak emekçilere figüranlık rolünü biçtiklerini göstermiş oldular. Türkiye’de adaletin  olmaması konusunda kaygılanan küçük-burjuva duyarlı ve kırılgan benliklerine kalkan olmamızı istemekteler.

Adalet yürüyüşüne katılmaya yönelik yapılan  bir çağrı, kendini sınıfının, sömürüsüz,p atronsuz bir dünyayı kurmaya adamış olan biz devrimci Marksistler açısından hiçbir biçimde algılanabilir değildir. Bilincimizin duvarlarından bu çağrıyla ilişkili olarak giren her şey o kadar yontulmuş olur ki, ancak alçak bir yalan olarak kabul edilebilir.

Eylemlerde  “Faşizme karşı omuz omuza“ sloganlarının sıklıkla atıldığını görüyoruz. Faşizm, demokratik mücadeleyle yıkılmaz. Faşizm, burjuvazinin olağanüstü dönemlerde ihtiyaç duyduğu bir yönetim biçimidir. Faşizm de burjuva demokrasisi de sermaye devletinin farklı yönetim biçimleridir ve sermayenin egemenliği yıkılmadıkça faşizm tehlikesi her zaman varolacaktır. Sermaye devleti,  kapitalizmin dönemsel krizleri ile körüklenen emperyalist savaşlar ve bunlara karşılık sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemlerde faşizm kartını ortaya sürmekten  vazgeçmeyecektir.

Öte yandan “demokrasinin olduğu bir yerde baskı ve devlet terörü olmaz, düzmece belgelerle insanlar hapsedilmez, idam edilemez” diye bir tarih de yoktur.

1970’li yıllarındaki Almanya’yı hatırlayalım. Burjuva demokrasisi ve hukuğu tüm kurumlarıyla işlemekteydi: Özel devlet güvenlik mahkemeleri kurulmuştu, “yargısız infazlar” yapılıyordu ve “anti-terör yasası”nın hükümleri yürürlükteydi. ABD’de 1950’li yıllarda “Komünist Avı”nın zulüm politikalarına dönüştüğü yıllarda burjuva demokrasisi yürürlükteydi. Fransa’da sömürgeci savaşın tüm şiddetiyle sürdüğü 1960’larda Kuzey Afrikalılar yargısız infazlarda katlediliyordu ve  bu ülkede burjuva demokrasisi vardı. İngiltere’de kuzey İrlandalı siyasi mahkumlar hapishanelerde tecrit koşullarında tutularak, öldürülürken bu ülkede burjuva demokrasisi hüküm sürmekteydi. F- tipi hapishaneler, Avrupa Birliği metropollerinde projelendirilerek uygulamaya geçilmiştir  ve bu ülkelerin hepsinde burjuva demokrasisi egemendir.

Özetleyecek olursak , demokrasi bir devlet egemenliği demektir. Devlet, bir sınıf egemenliği demektir. Sınıf egemenliğin sürdürülebilmesinin birden fazla yolu mevcuttur; demokrasi denilen şey de, bu yollardan sadece biridir, tıpkı faşizm gibi…

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız nedenler yüzünden egemenlere karşı biz sınıf devrimcilerinin ana sloganı “faşizme karşı sınıf cephesi “  olarak ifadesini bulmaktadır ve faşizme karşı mücadele de politik ve fiili olarak işçi sınıfının önderliğinde yürütülecektir.

Sonuç olarak: Devlet baskısının ve hak ihlallerinin arttığı, yazılı hukukun da ihlal edildiği, ekonomik ve siyasi alanın ezilenler ve muhalifler aleyhine yeniden düzenlendiği koşullarda bütün bunlara karşı verilecek mücadelenin adının “demokrasi mücadelesi” olarak adlandırılması yanlıştır. Çünkü bütün bunlar yukarıda çok kısaca değindiğimiz gibi burjuva demokrasilerinde de var olan baskı biçimleridir.

Savunmamız gereken temel argüman  “demokrasi” değil, hayat hakkıdır, ifade özgürlüğüdür, siyaset yapma özgürlüğüdür, daha geniş yaşam alanlarına sahip olma mücadelesidir, daha fazla söz hakkına sahip olma hakkıdır vb. vb… Tüm bu talepleri dile getirdiğimiz eylemleri ise “demokrasi mücadelesi” olarak değil, sermaye diktatörlüğüne karşı sınıf mücadelesinin birer halkası olarak ele almaktayız.

Biz devrimci  Marksistlerin mücadelesi gerçek bir işçi demokrasisinin kurulmasına yöneliktir. Herkes için  demokrasi talep ederek, kusursuz(!) bir biçimde işleyecek bir burjuva demokrasisinin tahsis edilmesi hayaliyle işçi sınıfını yanıltmak yerine kapitalizme karşı mücadele etmenin yöntem ve olanaklarını yaşama geçirmeyi amaçlıyoruz.

Sermayenin diktatörlüğü ancak burjuva devletin donanmış olduğu tüm iktidar aygıtlarının işçi sınıfının aşağıdan yukarıya mücadelesi ile parçalanmasıyla yıkılabilir. Sınıf mücadeleleri tarihinde işçi sınıfına burjuva demokrasisinin yollarıyla ulaşmayı başaran tek bir devrimci hareket yoktur. Adalet yürüyüşüne verilen yerel destek eylemlerinde sık sık isyan ve            devrim sloganlarının atıldığını izliyoruz. Burjuva ideolojisini parçalamadan devrimi hayal etmek devrimci Marksistlerin işi değildir.

Yazımızı yazdığımız günlerde CHP’nin başlattığı yürüyüşe HDP de katılma kararını açıkladı. Aynı gün CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu , yürüyüş esnasında bozkurt işaretleri yaparak sağdan da destek arayışındaydı, açıkça faşist bir partiden destek bekleniyordu. Kaldi ki, sömürgeci devlet geleneğinin cisimleşmiş hali olan CHP’nin cumhuriyet tarihi boyunca ulusal sorun ve kürtlerin özgürlük mücadelesi konusunda AKP’den çok da farklı bir tutum aldığı görülmemiştir. Sadece milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması konusundaki tavrı bile  CHP’nin bu özelliğini  açıklamaya yeterli.

Sermaye çevreleriyle tarihsel ve organik bağları olan laikçi-cumhuriyetçi burjuva bir devlet partisi olan CHP’ ye yedeklenmek ve tüm muhalefetin destekleyeceği kurtarıcı kahramanlar aramak emekçi sınıflar nezdinde sahte umutlar üretmeye yarar. Bu önderlikler altında yürütülecek bir mücadele burjuva düzen dışında bir yaşam iradesi sunamaz.

Devrim ancak işçi sınıfının fiili ve politik önderliği altında tüm mülksüzleştirilmiş kitlelerin iktidara yürüyüşü ile başlayabilir

Bizim devrimci kalkışmamız burjuva etkinliğinin tüm yeryüzünde ortadan kaldırılması imkanını zorlayan şiirsel bir ADALET arayışı olarak başlayacak, eşitlikçi ve militan bir ÖZGÜRLÜK  yürüyüşü olarak gelişecek, sömürünün, yoksulluğun, ezilmişliğin , baskı ve ötekileştirmenin yaşandığı tüm coğrafyalara taşınacak, coşkulu bir ırmak gibi bütün ülkelerin sınırlarını aşacak ve güçlü bir kasırga gibi burjuvazinin tüm kalelerini  yıkacaktır. Ve bu yürüyüş patronsuz bir dünya kurana dek sonlanmayacaktır .

Zeynep Duman