1) Erdoğan diktatörlüğü, uzun bir süredir tüm siyasal varlığını kutuplaștırma ve kendisine muhalif olan tüm kesimleri hedef gösterme üzerinden sağlamaktadır. Bu kutuplașmanın kendisine dönen yan etkisi, emekçi sınıfları sürekli olarak politik bir atmosferin içinde tutmaktadır. Dıș politikada yașadığı açmazlar ve özelikle Suriye politikasının çökmesiyle birlikte, uluslarası politikalarını günü kurtaran populist politikalar ile sağlamaya çalıșmaktadır. Bunun sonucu olarak Erdoğan kalıcı olarak hiçbir emperyalist blogla ilișki kuramamaktadır. Bu durum da Erdoğan’ı içeride ve dışarıda hızla izolasyona sürüklemektedir. Bu durumdan çıkabilmek için her geçen gűn daha fazla totaliterleşmekte ve kendi mezar kazıcısı olan emekçi sınıfların öfkesini büyütmektedir. Siyasi varlığını ancak kör bir devlet şiddetiyle devam etirebilmektedir. Erdoğan için artık OHAL’siz, KHK’sız bir yönetim mümkün değildir.
2) 16 Nisan 2017 referandumunun șaibeli sonuçlarından sonra, protestolar olușmaya bașladı. Bu protestoların büyüyüp kendi kontrolünden çıkmasından korkan CHP, kitleyi ve kendi tabanını pasifize ederek, AHiM’de hukuk süreciyle hak arayacağını belirten bir pozisyon takındı. Bu durum kendi tabanında bile tepkilere yol açsa dahi protestolar sönümlendi. Referandum sonuçlarına tepkili kitleyi, komünist sol ileri tașıyacak olan örgütlülük ve perspektiften uzak kaldı.
CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanma sürecinden hemen sonra, Kemal Kılıçdaroğlu Güvenparktan İstanbul’a yürüyüș bașlattı. CHP dahil olmak üzere tüm muhalefet Erdoğan diktatörlüğünűn hedef tahtasına oturmuștur. CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasi varlığını devam ettirebilmesi için parlemento dıșında, sokak mücadelesine yönelmek zorunda kalmıștır.
3) Kılıçdaroğlu’nun bașlatığı adalet yürüyüșü, daha baștan kendi șahsında cisimleștirmeye ve kitleyi kontrol altında tutmaya yönelikti. Yürüyüș ilerledikçe kitleselliği ve popülitesi artmaya bașladı. Yürüyüș esnasında olușacak sol etmenleri daha baștan bertaraf etmek için TC bayrağı ve Atatűrk posteri dıșında hiçbir farklı eğilimin kendini ifade edecek flama ve dövizine izin vermedi. “Hak, hukuk, adalet” dıșında hiçbir sloganın atılmasına izin verilmedi. HDP kitlesinin bu yürüyüșe dahil olmaması için binbir türlü politik manevralar gerçekleștirdi. Bir yandan sağcı tabana göz kırpan hamleler içinde bulundu, bir yandan herkes için adalet diyerek üstü kapalı bir şekilde kürt seçmene de hitap etti. Kürt siyasetçilerin de yürüyüșe katılması sağlandı. İçi doldurulmayan ve somut bir belirliliğe sahip olmayan adalet talebi üzerinden tüm toplumsal muhalefeti kendi yürüyüșüne katarak, son yılların en kitlesel mitingiyle sonuçlanan adalet yürüyüșünü kendi kontrolünün dıșına çıkmamasını bașardı.
4) Kılıçdaroğlu bu yürüyüșle bir tașla birden fazla kuș vurmuștur. ilk olarak; Genel başkan olduğundan bugüne kaybetiği tům seçimler ve etkisiz muhalefetiyle birlikte, parti içerisinde ona karșı olușacak muhalefeti bertaraf etmiș oldu. Bu yürüyüșle birlikte kendisine yeni bir vizyon kazandırmıștır. Kendi partisinde ki koltuğunu sağlama alarak, tartıșılmaz bir otorite haline gelmiștir. Bu yürüyüș uluslarası arenada da yankı bularak, Kılıçdaroğlu’nu saygın, popüler bir lider konumuna tașımıștır. Özellikle AB ülkeleri ile diplomatik ilișkileri pamuk ipliğine bağlı Erdoğan’dan rahatsız olan AB ülkeleri ve AB ile ilișkilerin normaleșmesini isteyen burjuva kliklerinde bu yürüyüșle destekleri alınmıștır. Bu yürüyüyüșle ilk kez Erdoğan’ın belirlediği gündemin önüne geçilmiștir. 15 Temmuz’un yıldönümünde Erdoğan’ın siyasi șov alanı daraltılmıștır. Kılıçdaroğlu bu yürüyüșle birlikte toplumsal muhalefeti kendi saflarına toplayarak, muhalefeti kendi kontrolűnde tutarak, sistem dıșı alternatif arayıșlarına yönelmesini engelleyecek politik zemini sağlamıștır. Adalet yürüyüșünden sonra 2019 seçimleri hedef gösterilerek, bu seçimler için çatı adayı tartıșmalarına bașlanmıștır. Kılıçdaroğlu 2019 seçimlerinin startını vererek, adalet yürüyüșünde harekete geçmiș toplumsal muhalefetin tűm enerjisini parlementerist zemine hapsetmistir.
5) 9 Temmuz 2017’de Maltepe’de mitingle biten adalet yürüyüșü, son yılların en kitlesel miting ve yürüyüșü olmuștur. Sokağın gücü ve potansiyeli bir kez daha kendini göstermiștir. Parlementer yollar dıșında çözüm arayan bir toplumsal muhalefet dinamiklerinin olduğunu, güçlü bir seferberlik ile harekete geçip çığ gibi büyüme potansiyeli tașıdığını bir kez daha ispatlamıștır. Sonuç olarak șunu diyebiliriz ki; 9 Temmuz 2017’de Maltepe’de mitingle sonlanan adalet yürüyüșü ile birlikte toplumsal muhalefet dinamiklerinin diri olduğunu göstermiștir. Malesef ki bu tek başına yeterli değildir. Toplumsal muhalefet sistem dıșı alternatifler için seferber edecek, devrimci bir partinin eksikliği sorunu her geçen gün kendisini göstermektedir. Komünist hareket ne örgütsel olarak ne de ideolojik olarak, toplumsal muhalefet dinamiklerine devrimci bir alternatif sunabilme yetisinden yoksundur.
6) 9 Temmuz 2017’deki Maltepe Mitingi solun Kemalizme teslimiyetinin tarihinde yeni bir köșe tașıdır. Türkiye komünist hareketi, politik eğitimini stalinizmin okulundan almıștır. Özellikle solun kitleselleșmeye bașladığı 60’lı yıllardan bugüne Türkiye komünist hareketi Kemalizme hep yakın duran, Kemalizme ilerici, antiemperyalist, devrimci, õgeler atfederek ömrünü geçirmiștir. Bağımsız sınıf perspektifinden yoksun olan Türkiye solu her zaman ișçi sınıfı yerine ikame edecek dinamikler ve burjuva klikler arasında müttefik olacak özneler aramaktan vazgeçememiștir. Kemalizm bu özneler arasında her zaman en cazip ve popüler olanıydı.
Erdoğan’ın despotik rejimi kök saldıkça Türkiye solunda Kemalizme yedeklenme eğilimi daha da artmaya bașladı. Yasama, yürütme ve yargı olmak üzere tüm yetkileri kendi șahsında toplayacağı 16 Nisan 2017 bașkanlık referandumu süreciyle birlikte, komünist hareket CHP çizgisine yakın, kendisini ona eklemleyen bir sürece girmiștir. Referandum süreciyle birlikte, Erdoğan’ın mutlak iktidarına karșı toplumun farklı siyasal özne ve sınıflarından “Hayır!” sesleri gelmeye bașladı. Erdoğan’ın mutlak iktidarına karșı eski ayrıcalıklarını isteyen burjuva kliğin, cumhuriyet, laiklik, hukuk devleti, anayasal düzen gibi argümanlarıyla bir “Hayır!” cephesi örülmeye çalıșıldı. Komünist solun önemli bir kesmi salt kitlesellik uğruna, “Hayır!” cephesini büyütüp referandum ve seçim yoluyla Erdoğan’ı durdurmak için bu eksende kampanya yürüttü. Başkanlığa karşı ulusalcı, sağcı kesimi ürkütmemek adına, Erdoğan’ın Kürdistan’da yürüttüğü sömürgeci savașa karșı bir argüman geliștirilemedi. Kısık sesle salt pasifist, içi boș barış, kardeșlik șöylemi ile durumu geçiștiren bir pozisyon takındı. Referandum öncesi kendisini bu eksende konumlayan sol, adalet yürüyüșünün kitleselliğinin büyüsüne kapılarak, CHP ve Kılıçdaroğlu’na haddinden fazla misyon biçmeye bașladı. Tüm enerjisini bu yürüyüșe veren komünist hareket, bu hamlesini CHP’yi ve tabanını sola çekmek olarak tanımladı. Komünist hareketin CHP tabanını sola çekmekten anladığı, kendi siyasetini ve politik misyonunu CHP tabanına ve onun hasasiyetlerine seslenmek, sosyal sovenizme pirim vererek, CHP’yi AKP’ye karșı daha güçlü bir muhalefet partisi haline getirmek. Bu hedefe uygun olarak içinde ki muhalif kesimlerin daha fazla insiyatif almasını sağlamak olarak kodlamaktadırlar. Adalet yürüyüșü boyunca, kitleye hiçbir fraksiyon ve siyasal yapıya ajitasyon ve propoganda yapma olanağı tanınmamıștır. Sadece Türk bayrağı, Atatürk posterleri ve Adalet dövizleri tașınmıștır. “Hak, hukuk, adalet” dıșında bașka slogana dahi izin verilmemiștir. Bu yürüyüș boyunca CHP tabanına seslenmek, onu sola çekmek gibi çalıșma içine girmenin yollarını bizzat yürüyü organize eden CHP daha baștan engellemiștir. Tűm enerjisini adalet yürüyüșününe aktaran, buraya kitlesel katılım çağrıları yapan komünist gruplar, Erdoğan’ın mutlak iktidarı karșısında, eski ayrıcalıklarını geri isteyen burjuva kliğin CHP önderliğinde tüm toplumsal muhalefetin seferber edilișinin figuranı olmak dıșında bir ișlev görmemiştir. Adalet yürüyüșüyle birlikte, AB ile ilișkileri çıkmaza sokan Erdoğan’a tepkili TUSIAD’çı burjuva kliğinden, MHP’nin Erdoğan’a mutlak biatıyla eski hareket ve ayrıcalıklarını kaybeden Meral Akșener önderliğinde cisimleşen fașist kliğinden, sendikal bürokasinin önemli simalarına, komünist solun ezici bir çoğunluğundan, HDP’ye varıncaya dek, Kılıçdaroğlu tüm toplumsal muhalefeti soyut bir adalet talebi ekseninde kendi peșine takmayı bașarmıștır. Herkes için adalet diyerek, çubuğu her yöne çekebilecek esnekliğe sahip, AKP ve Erdoğan’a muhalif tüm kesimlerin omuzlarına basarak muhalefetin birleștirici gücü vizyonunu kazanmıș oldu. Kazandığı bu vizyonla, Erdoğan ve AKP karșıtlığını kendi șahsında cisimleşen muhalefet lideri konumuna girdiği için, toplumsal muhalefeti düzen sınırlarında tutacak nesnelliği de sağlamıș oldu. Meșruiyetini yitirmiș rejimden ve iktidardan kurtulma yolu olarak 2019 bașkanlık seçimlerini hedef olarak kitleye sunulmuștur. Sokaklara çıkan kitlenin enerjisi alınıp, 2019’u beklemesi için evlerine davet edilmiștir. Komünist sol bu sürecin iyi bir figüranı olmuștur, içinde bulunduğu bu durumun üzerini örtmek için CHP tabanını sola çekmek gibi gevezelikler türetmiștir.
7) Onların Adaleti, Bizim Adaletimiz
Kılıçtadoğlu’nun adalet yürüyüşüyle birlikte Türkiye’de gündem ve temel talep “Adalet” oldu. Erdoğan ve kurmayları Türkiye’de adalet var dahi diyemeyip, adaleti aramanın yolunun meclisten geçtiğini ifade ederek, yürüyüşü kriminalize etmeye çalıștı. Mevcut iktidarın dahi ülkede adalet olduğunu savunamaz duruma geldi. Ülkede yüksek düzeyde bir adaletsizlik olduğu doğru fakat adalet kavramı öyle soyut bir șekilde kullanılmaktadır ki her yöne çekilmeye açıktır. Kılıçdaroğlu’na adalet yürüyüșünü bașlattıran olay kendi partisinin milletvekili Enis Batur’un tutuklanmasıdır. HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına destek veren, eș bașkanların ve milletvekillerinin esir alınmasına seyirci kalan gene kendileri oldu. Adaletsizlikte sınır tanımayan Erdoğan rejiminin adım adım bu noktaya gelmesinde bizat CHP’nin pasif muhalefeti vardır. Erdoğan diktatörlüğü, CHP’yide açık hedef haline getirince ancak Kılıçdaroğlu’nun aklına adalet aramak gelmiștir.
CHP’nin iktidarda olduğu dönemde de nasıl bir adalet verdiğini çok iyi bilmekteyiz. Patron, ağa devletinin kurucu unsuru olan CHP, aynı zamanda da adaletsizliğin temelini olușturan sermaye düzeninin kurucu unsurudur. Bugün Erdoğan’ı tek adam rejimi kurmakla eleștiren CHP, uzun yıllar Türkiye’yi tek adam diktatörlüğü ile yönetmiștir. Kendine muhalif olan hiçbir topluluğa yașam hakkı tanımamıștır. Komünistlere, Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, kendi çizdiği profilin dıșında kalan her özneye ağır baskı uygulayan bizzat kendileriydi. Dersim, Maraș, Çorum, Sivas katliamlarında iktidarda olan veya koalisyon ortağı olan bizzat kendileriydi. Kürt sorununa karșı her zaman devletin tekçi, sömürgeci anlayıșını terketmeyen gene kendileriydi. Bugün açlık grevinde ki, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnișine sahip çıkan CHP, Ecevit iktidarında hayata dönüș operasyonlarında devrimcileri diri diri yakıp katledip, F Tipi cezaevlerini yürürlüğe sokma icraatında bulunmuștu. Aynı CHP’nin adaletini emeği için direnișe geçen kendi belediyesindeki ișçilere karșı takındığı tutumdan biliyoruz. CHP’nin adaletten anladığı AKP döneminde kaybetiği eski ayrıcalıklarını geri kazanmak için toplumsal muhalefeti peșine takmak için kullandığı dönemsel bir enstürmandan bașka birșey değildir.
8) Bizim Adaletimiz, Marksizmin-Leninizmin Adaleti, Sınıf Savașından Geçer
Son günlerin popűler șöylemi olan; Adalet, Hak, hukuk, demokrasi gibi kavramlara biz devrimci Marksistler hangi sınıf için sorusuyla karșılık veririz. Bu kavramları sınıfsal bir bakıș açısıyla okunmadan yapılan her kavrayıș pratikte muhalefete olan bir burjuva kliğe yedeklenmek olur. Adaletsizliği, hukuksuzluğu yaratan sermaye düzeninin kendisinden başka bir şey değildir. En büyük adaletsizlik emek-sermaye çelișkisi arasında ki devasa uçurumdur. Sınıf savașını göze almadan, burjuva devletin devrimci yollarla yıkılmasını hedeflemeden dile getirilen hak, hukuk, adalet gibi argümanlar burjuvazinin fraksiyonları arasında tercih yapmaktır. Herkes için adalet ve demokrasi vaat etmek, mevcut düzeninin devamı için, adaletsizliklerin ve diktatörlüklerin üzerini örtmektir. Kılıçdaroğlu’nun “Herkes için adalet” retoriği meșruiyet krizi yașayan sermaye devletini yeniden restore etmek için kitleleri kendi kontrolünde seferberliğe çağırıp, burjuva devlete yeni bir beyaz sayfa açma hedefidir. Daha önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi:
“Biz devrimci Marksistlerin mücadelesi gerçek bir demokrasisinin kurulușuna yöneliktir. Herkes için demokrasi talep edecek, kusursuz bir biçimde ișleyecek burjuva demokrasisinin tahsis edilmesi hayaliyle ișçi sınıfını yanıltmak yerine kapitalizme karșı mücadele etmenin yöntem ve olanaklarını yașama geçirmeyi amaçlamalıyız. Sermaye diktatörlüğü ancak burjuva devletin donanmıș olduğu tüm iktidar aygıtlarını ișçi sınıfının așağıdan yukarıya mücadelesi ile yıkılabilir. Bütün bunlar bir zorunluluktur çünkü sınıflı toplumlarda demokrasi, her ne kadar sözde öyle olmasa da özünde bütün halk için değil, küçük bir azınlık içindir.”
9) Birleșik ișçi Cephesinin Zorunluluğu, Zorluğu Ve Olanakları
Yargı, seçim, hukuk gibi devlet kurumlarının geniș kitlelerin gözünde tüm meșruiyetini kaybettiği, iktidarını yönetebilmek için rıza üretebilme argümanlarında kriz yașadığı, burjuva demokrasisinin tüm aygıtlarının ișlevsiz bir konuma getirildiği, Erdoğan’ın diktatörlüğünü yönetebilmesi için kör bir devlet terörü dıșında alternatifinin kalmadığı bir sürece doğru hızla ilerlemekteyiz. Dıș politikada hızla yalnızlığa mahkum edilen bir sürece evrilme yolunda koșar adımlarla gidilmektedir. Hızla büyüyen ekonomik kriz ile emekçi sınıfların hayatları zindana çevrilmekte; grev hakkı haftasonu tatil hakkı dahil olmak üzere tüm kazanılmıș hakları elinden alınma sürecine doğru gidilmektedir. Kürt halkının tüm ulusal kazanımlarına saldırılar hızla devam ederken, Kürdistan’da ki sömürgeci savaș büyütülüp, kürt siyasi hareketi kușatma altına alınmaya çalıșılmaktadır. Kendisine muhalif olan burjuva partileri dahi açık hedef tahtasındadır. Bu noktada sürece ișçi sınıfının devrimci partisinin eksikliği ve birleșik cephesinin yokluğunda giriyoruz. Erdoğan diktatörlüğünün bu düzeyde arsızlașmasının ana nedeni burada düğümlenmektedir. Kușkusuz komünist hareketin ideolojik ve örgütsel olarak büyük kriz yașadığı, sendikaların bürokatik zihniyetlerinin iflası nedeniyle sınıf mücadelesine havlu attığı bir süreçteyiz. Bir yandan rejiminin yașadığı krizler devrimci bir cepheleşme olanakları verse de, komünist hareketin yașadığı ideolojik ve örgütsel kriz bu olanaklardan faydalanmayı zor bir hale sokmaktadır. İșçi sınıfının devrimci partisinin ve devrimci cephesinin inșaasında ısrar etmek dıșında çözüm yoktur. Kurtulușu Erdoğan’a muhalif olan burjuva kliklerle yapılacak ittifaklarla kurulacak sınıfsallıktan ve devrimci stratejiden yoksun geniș demokrasi cephelerinde görmeyip, birleșik ișçi cephesinde ısrar eden devrimci marksistlerin ortaklașması tarihsel zorunluluğun dayattığı bir devrimci sorumluluktur.
Garbis Reçber