1 – Bunun adı işgaldir, soykırımdır!

Savaş modern hukuk kurallarında cinayet en büyük suçlardan biri olarak nitelendirilmektedir. Fakat devletlerin işlediği cinayetler, yaptığı katliamlar ve işgaller savaş adı altında gerçekleştirilelmektedir. Katliamlar, soykırımlar işgaller ve işlenen tüm insanlık suçları “güvenlik, milli çıkarlar, barış operasyonu” gibi ironik tanımlamalarla meşrulaştırılmaktadır.

ABD’nin Suriye’den çekilme kararı almasıyla birlikte Neo-Osmanlıcılık adı altında emperyalist iştahı olanlar savaş çığırtkanlığına başladı. Açık bir şekilde Suriye’ye yeni bir işgal girişiminde bulunmak gerektiğini, Batı Kürdistan’ın yerle bir edilerek oradaki Kürtlerin katledilmesini, tehcir uygulanmasını savundular. Daha önce Afrin, Cerablus, El-Bab operasyonlarını gerçekleştiren Erdoğan rejimi burada korsan devletini inşa etme sürecine girdi. İşgal ettiği bu kentlere kendi valisini atayarak, kendi üniversitelerini ve devlet kurumlarını inşa etmeye başladı. Bu bölgelerde kendi rejiminin sembollerini yerleştirerek halk üzerinde baskı, katliam ve asimilasyon politikaları izlemektedir.

Bu işgal girişimlerinin devamı olarak sözde “barış pınarı” özde “işgal pınarı” harekatını başlattı. Yıllarca her türlü finansal ve lojistik destek sundukları, açık ittifak halinde oldukları IŞİD ve ÖSO artığı cihatçı terör örgütleriyle kol kola işgal girişimini başlatmış durumdadır. Bu girişim tüm Türkiye camilerinde eş zamanlı okutulan fetih sureleri eşliğinde başlamıştır. Bu süreçte savaş karşıtı beyanda bulunmak, TC’nin aleyhinde haber akışı sağlamak, işgale karşı çıkmak yasaklanmıştır. Yalnızca sosyal medyada savaş karşıtı ifadeler kullanan yüzlerce insan gözaltına alınmıştır. Erdoğan rejimi ısrarla gerçekleştirdikleri operasyonun işgal olmadığını iddia etmekte, işgal olduğunu savunan her bireyi açık hedef göstermektedir. Türkiye’nin birçok ilinde eylem, gösteri ve siyasi faaliyetler valilikler aracılığıyla yasaklanmıştır.

Erdoğan tüm halkı AKP saflarına katılmaya davet etmektedir. İşgal politikasına destek vermeyen herkesi terörle işbirliği içinde olmakla suçlamaktadır. Erdoğan rejimi ne kadar baskı uygularsa uygulasın var olan gerçeği değiştirmeyecektir. IŞİD, ÖSO artıkları cihatçı terör örgütleriyle birlikte gerçekleştirilen ve adı “Barış Harekatı” olan operasyon bir işgaldir ve Kürtleri soykırımdan geçirmeyi hedeflemektedir. Bu girişime işgal demeden savaş karşıtlığı yürütmek, Erdoğan rejiminin suçlarını hafifletme girişimidir.

2 – Erdoğan Ne Zaman Tıkanma Yaşasa Bunu Savaşla Aşmaya Çalışmaktadır!

Erdoğan rejimi uzun zamandır yönetme krizi yaşamakta, sürekli olarak siyasal meşruiyet krizleriyle boğuşmaktadır. Önlenemez ekonomik kriz derinleştikçe toplumsal rıza üretme mekanizmasında çöküş yaşanmaktadır. 2018 yılında da bu tıkanıklıktan kurtulmak için Afrin işgalinde bulunup hemen ardından erken seçime gitmiştir. Erdoğan rejimi kendisine siyasal meşruiyeti yalnızca Kürt düşmanlığı ve savaş politikaları üzerinden sağlamaktadır. Bu gündem altında tüm burjuva muhalefeti kendi saflarına yedekleyebilmekte; otoriter, baskıcı politikalarını rahatça gerçekleştirebilmektedir. Aşırı milliyetçi bir siyasal atmosfer ile ekonomik ve siyasal krizin üstünü örtmektedir. Rojava işgal girişimi de Erdoğan diktatörlüğünü tam da böyle bir tıkanıklıktan kurtarmaktadır. Erdoğan-Bahçeli ittifakı 31 mart seçimlerini inşasına giriştikleri başkanlık sisteminin referandumu olarak kodladılar. Bu seçimden kayıpla çıkan Erdoğan-Bahçeli ittifakı derin bir siyasal meşruiyet krizi içine girdiler. Burjuva muhalefet dahil olmak üzere tüm kesimlerce başkanlık rejimi tartışılır, sorgulanır oldu. Başkanlık sisteminde revizyon tartışmaları bu yönde Erdoğan üzerinde basınç oluşturmaya başladı: “Bir yanda hızla büyüyen ekonomik kriz, bir yanda tüm burjuva devlet aygıtlarında yaşanan meşruiyet krizinin getirdiği tıkanmışlık…” Erdoğan bu tıkanmışlıktan kurtulmak için bir kez daha Kürt düşmanlığı üzerinden yükselen savaş kartını öne sürdü. Rojava işgalini gündeme getirdiğinde tüm burjuva muhalefet firesiz bir şekilde işgale destek vererek Erdoğan diktatörlüğünün yanında yer aldı. Bu ırkçı, milliyetçi savaş atmosferiyle tüm toplumsal muhalefet baskı altına alınarak “milli birlik” adı altında emekçilerin ve ezilenlerin gerçek gündemi kapatılmış oldu. Burjuva muhalefetin desteğini alan Erdoğan her zamankinden daha fazla otoriter ve baskıcı bir hal almaya başladı. Erdoğan bu işgali gerçekleştirerek kendisini milli kahraman ilan ederek, diktatörlüğünü kalıcı bir hale sokup, iktidarını sağlamlaştırmayı hedeflemektedir.

3 – Burjuva Muhalefeti Erdoğan’da Birleşti.

Tüm burjuva partiler ve burjuva klikler arasında çatışmalar, çekişmeler yaşansa da konu neo-liberal politikalarla emekçileri sefalete, kölelik şartlarına mahkum etmek; mülteci düşmanlığı ve Türk sermaye devletinin tarihsel refleksi olan Kürt düşmanlığı olunca, tüm burjuva klikler ve düzen unsurları “Milli Birlik, ülke çıkarları” adı altında koşulsuz şartsız aynı cephede birleşirler. 2018 yılındaki Afrin işgalinde olduğu gibi bu işgal girişiminde de burjuvazinin tüm kesimleri ve siyasal temsilcileri eksiksiz şekilde Erdoğan rejimine desteğini sunmaktan geri durmadı. Çünkü düzen muhalefeti Kürt düşmanlığı, emekçi düşanlığı, mülteci düşmanlığı konusunda Erdoğan’la yarışır düzeydedir. Sadece rejimin restorasyon dönemlerinde, düzenin yeni oyun kurucu aktörlerinin demokrasi havariliğine soyunduğu dönemlerde tüm kesimlerin toplumsal rızasını almak için, sistemin ötekileştirdiği tüm kesimlere göstermelik mavi boncuk dağıtır. Türkiye burjuvazinin bütün aktörlerinin ve siyasal temsilcilerinin bu işgali desteklemesi, Erdoğan’a açık çek vermesi tesadüfi bir durum değildir. Bu destek onların ait olduğu sınıfın ihtiyaçlarının dışa vurumudur. Kapitalizm ne zaman derin ekonomik buhran yaşasa, önce ekonomik korumacılık önlemlerine başvurur, bunun getirisi olarak otoriter eğilimlerinde hızlı artışlar gözlemlenir. Suriye’deki emperyalist paylaşımda Türkiye’nin sürekli olarak yer alması, ısrarla orada kendisini var etmek için her şeyi yapması, bu ihtiyacın ürünü olarak gerçekleştirdiği işgaller salt Erdoğan rejiminin Kürt düşmanlığıyla açıklanamaz. Her işgalin her savaşın birde ekonomi politiği vardır. Savaş harcamaları, yıkılan yeniden yapılan kentler, ülkeler büyük bir rant alanıdır. Kapitalizm için savaş bir tercih değil bir zorunluluktur. Kapitalizmin sürekli savaş yatırımlarına girmesi, sermayenin sadece üretim ekonomisi üzerinden değil yıkım ekonomisi üzerinden şekillendiğinin bir göstergesidir. Kapitalizm sürekli olarak yerle bir edilecek yeniden inşa edilecek kentlere ülkelere ihtiyaç duyar. Suriye savaşını Türkiye’nin sürekli büyütme hamlelerinde bulunması, yeni işgal girişimleri Türkiye kapitalizminin içinde bulunduğu daralmadan çıkmak için yeni bir alan açmaktadır. O yüzdendir ki; burjuvazinin hiçbir unsurundan barış talebi beklenilemez. Burjuva partileriyle demokrasi cepheleri kurmak, faşizmi geriletme stratejilerine girmek, yalnızca emekçiler ve ezilenler cephesini politik ve örgütsel olarak silahsızlandırma işlevi görür.

4 – 31 Mart’taki Seçim Stratejisini Savunanlar Tezkereye Evet Diyen Burjuva Muhalefetin Suç Ortağıdır!

Tezkereye CHP’nin firesiz bir şekilde “İçi yana yana” evet demesinden sonra HDP ve sosyalist solun bir kısmında hayal kırıklığı yaratarak, CHP’yi ihanet etmekle suçladı. Peki CHP ihanet mi etmiştir? İhanet temsil ettiği sınıfın ve politik ideolojik geleneğin temel referanslarından çıkmak, temsil ettiği sınıfın çıkarlarına aykırı davranmaktır. Peki CHP kimi temsil etmektedir? CHP her şeyden önce Türkiye kapitalizminin kurucu partisi ve güvencesidir. Burjuvazinin geleneksel kanadını temsil etmektedir. Klasik Türk sermaye devletinin resmi ideolojisini kuramsallaştırıp, bugünlere gelmesini sağlayan partidir. Türk sermaye devletinin resmi ideolojisi Kürt düşamanlığı üzerinden kendisini şekillendirmiştir. CHP’nin gerek temsil ettiği sınıf gereksede ideolojik referansları açısından bakıldığında herhangi bir ihanet içerisinde olmamıştır. Erdoğan’ı başka bir milliyetçi odak olan CHP-İYİP ittifakını destekleyerek parlamenter yollarla geriletileceğini savunanlar, kriz, kayyum tehtidi ve savaş gereğini ıskalayarak, bu saldırılara karşı emekçilerin ezilenlerin kitlesel mücadele hattını örmekten kaçarak, temsil ettikleri kesimleri silahsız, savunmasız bırakarak pasifizme hapsetmiştir. Erdoğan rejiminin savaş kartıyla kendisine siyasal meşruiyet alanı açmasının zeminini hazırlamıştır. Bugün ise elleri kolları bağlı şekilde pasifist barış çağrıları ve Suriye toprak bütünlüğü savunuculuğu dışında temsil ettiği kesimler için somut bir mücadele programı, eylem takvimi koyma yetisini kaybetmiştir.

5 – Meseleyi Suriye’nin Toprak Bütünlüğüne İndirgemek Sosyal Şovenizmdir !

Barış Pınarı adı altındaki işgal girişimi başlayınca, HDP ve sosyalist solun hatrı sayılır bir kısmının bu “operasyona” karşı çıkış için ürettiği argümanların temelinde, bu operasyonun ülke için felaket olacağı Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar vereceği ve çözümün Esad rejimiyle masaya oturmaktan geçtiği yönündeydi. Bu anlayış iki açıdan örtük şovenizm barındırmaktadır. Sosyal şovenizmin karekteristlik özelliği barış döneminde emekçiler ve ezilenlerden yana saf tutan fakat kendi burjuva devletine dokunmaktan ziyade mevcut hükümetlere dokunan bir hatta politika izler. Savaş dönemlerinde ise kendi burjuva devletinin yanında saf tutarak emekçi kitleleri burjuvazinin arkasında anayurt savunması yapmaya davet eder. Savaş dönemlerinde burjuva devlete akıl hocalığı yapan bir pozisyon içindedir. Tamda bu noktada Rojava işgaline karşı çıkışı Suriye’nin toprak bütünlüğüne indirgemek örtük bir şovenizm barındırmaktadır. Çünkü herşeyden önce işgale karşı aldığı pozisyon kendi burjuva devletinin yanında konumlanmaktadır. Kendi burjuva devletinin geleceğini düşünerek karşı çıkış gerçekleştirmektedir. Bu savaşı devrimci iç savaşa çevirme buradan devrimci olanaklar yaratma arayışı yoktur. Kendi burjuva devletinin bekası ve geleceği için bu işgal operasyonuna karşı çıkmakta, ona Esad rejimiyle uzlaşmanın en iyi yol olduğunu öğütlemektedir. Aynı öğüdü Erdoğan rejimine CHP’de vermektedir. Tek farkları CHP’nin tezkereye “Evet” oyu vermesidir. Konumlandıkları yer itibarıyla burjuvazinin saflarında, onların iyliğini düşünen geleceği için akıl hocalığı yapan dostane uyarılarda bulunan tavır içindedirler. Meseleyi Suriye’nin toprak bütünlüğüne indirgemek sinsi şovenizmdir. Çünkü Suriye’nin toprak bütünlüğü olarak tariflenen bölge ve Suriye’deki BASS rejimi Batı Kürdistan topraklarının işgali üzerinden kurulmuştur. Suriye toprak bütünlüğünü savunmak Batı Kürdistan’ın sömürgeleştirilme hakkının Suriye burjuva devletine ait olduğunun iddasında bulunmaktan başka bir şey değildir.

6 – Mülteci dayanışması içinde olmak zorunluluktur!

Suriye savaşı ile birlikte ikinci cihan harbinden sonraki en büyük mülteci ve göçmen sorunu yaşanmaktadır. Erdoğan dikatatörlüğü mültecileri içeride ucuz iş gücü, dış politikada ise Avrupa’ya karşı şantaj aracı olarak kullanmaktadır. Dış politikada ne zaman Avrupa ile kriz yaşasa mültecileri Avrupa’ya gönderme tehtidinde bulunmaktadır. Erdoğan rejimi mültecileri esir gibi kullanmaktadır. Erdoğan milyonlarca insanın evinden eden, yaşadığı coğrafyı terketmesine neden olan savaşın tetikleyicisidir. Erdoğan rejimi Rojava işgalinden sonra cihatçı teröristlere alan açıp, onların kontrolündeki bölgeye Türkiye’deki Suriyeli mültecileri göndermeyi hedeflemektedir. Sürekli olarak mülteci düşmanlığı üzerinden ırkçılığı körükleyen Erdoğan ve burjuva muhalefeti emekçi kitleler içinde düşmanlığı kalıcı kılmaya çalışmaktadırlar. Ekonomik krizin, yoksulluğun ve işsizliğin sorumlusu olarak mülteciler hedef tahtasına oturtulmaya çalışılmaktadır. İşgal ve savaş gündeminde mültecilere karşı ırkçı saldırılar artacaktır. Bu ırkçı saldırıların karşısında durmak, mültecilerin temel yaşam haklarını, serbest dolaşım, teşkilatlanma, barınma, eğitim, sağlık haklarını savunmak asli enternasyonal görevlerimizdendir. Irkçılığın en fazla nüfus bulduğu alan mülteci düşmanlığıdır. Mülteci dayanışmasını büyütmek ırkçılığa karşı mücadelenin temel taşlarındandır.

7 – Bu Savaş Bizim Savaşımız Değildir !

Bu savaşın karşısında durmalıyız. Çünkü bu savaş işçilerin, ezilenlerin savaşı değildir! Erdoğan rejiminin kendisine siyasal meşruiyet alanı açma savaşıdır.
Bu savaşa karşı çıkmalıyız. Çünkü sermaye hükümetinin iddia ettiği gibi bir güvenlik sorunu yoktur. Lakin Erdoğan’ın Suriye’deki emperyal faaliyetleri devam ederse tüm ülke adım adım savaş bataklığının içine saplanacak ve bunun bedeli işçi sınıfına ödetilecektir. Bu savaşa karşı çıkmalıyız. Çünkü krizin yükünü sırtlayan işçilerin sırtına bir de savaş yükü konulacaktır. Erdoğan rejimi statükosunu korusun, 2-3 sermayedar daha fazla para kazansın diye ölmeye, öldürmeye, kardeş kanı dökmeye gitmeyeceğiz!

Bu savaşa karşı çıkmalıyız çünkü kürt halkına karşı açık bir soykırım hedefi vardır. Cihatçı terör örgütlerine güvenli koridor hazırlama hedefi vardır. Zayıflayan İŞİD gibi cihatçı örgütleri yeniden yeşertme hedefi vardır. Gerçek düşman Suriye’nin kuzeyinde yaşıyan, Kürtler, Araplar, Ezidiler ve diğer halklar değil. Gerçek düşman hudutların ötesinde değildir. Gerçek düşman içeridedir. Gerçek düşman Suriye iç savaşının provakatörlüğünü yapıp cihatçı terör örgütleri ile kol kola yürüyen katil Erdoğan rejiminin kendisidir. O yüzdendir ki öfkemizi sermaye devletine çevirmemiz şarttır. Bu savaşa, işgal ve soykırım hazırlığına ortak olmamalıyız. Tüm Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu emekçi halklarının geleceği için Erdoğan rejiminin yenilgisi esas alınmalıdır.

8 – Rojava’yı Savunmalıyız!

Rojava’yı savunmalıyız çünkü kadınlar ve çocukları köle pazarında satan Ortaçağ gericiliğinin 21. Yüzyıldaki temsilcisi olan İŞİD ve cihatçı terör örgütlerinin Suriye’deki ilerleyişini durduran bir direnişin ürünü olarak doğmuştur.

Rojava’yı savunmalıyız çünkü cihatçı terör örgütleri, islami faşist rejimlerin, Baas Diktatörlüklerinin hüküm sürdüğü Ortadoğu’da tüm inançların, tüm halkların, kadınların, ezilenlerin demokratik hak ve hürriyetlerini tanıyan tek coğrafyadır.

Rojava’yı savunmalıyız çünkü 4 parçaya bölünüp sömürgeleştirilmiş Kürdistan’ın ve tüm kürtlerin en büyük kazanımıdır.

Rojava’yı savunmalıyız çünkü Rojava’nın işgali demek, Erdoğan rejiminin grantörlüğünde korsan cihatçı ÖSO devletinin kurulması demektir.

Rojava’yı savunmalıyız çünkü; işgal edilmiş Rojava demek, İŞİD’in daha fazla güçlenerek Ortadoğu ve Türkiye’de faaliyet yürütmesi demektir

9 – Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Tayin Hakkı Vardır!

Dört parçaya bölünmüş, işgal edilmiş sömürgeleştirilmiş Coğrafya olan Kürdistan, Batı bölgesinde kendi defacto özerk yönetimini kurmuştur. Bunu hazmedemeyen Erdoğan diktatörlüğü kendi ülkesinde kürt halkının tüm kazanılmış haklarına karşı uzun bir süredir savaş yürütmektedir. Kürtlerin kendi ulusal kimlikleriyle yaşam hakkını gasp etmeye çalışmaktadır. Bu girişimini Suriye’de yaşayan Kürtler (Batı Kürdistan) üzerinde de gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Türkiyeli, Suriyeli ve tüm dünyadan işçi teşkilatları kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını yüksek sesle savunmalıdır. Kürt ulusu kendi geleceğine ancak kendisi karar verir.

Hakların savaşına sınıfların barışına hayır!
İşgalci TC Rojava’dan Defol !
Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Tayin Hakkı Tanınsın !
Yaşasın Ortadoğu Sosyalist Devrimi !