METAL GREVİ VE SENDİKALAR
Küresel kapitalizm işçi sınıfını bir tür iptal edilmişlik konumuna ve giderek vazgeçmek zorunda kalacağımız bir yokoluşa sürüklemek istiyor……
martıların çığlıklarında besteleyeceğiz öfkemizi……………
serüvenimizi ellerine bırakabileceğimiz işçiler yürüyecek……
toprak koşacak avuçlarımıza……..
buz mavisi bir karanlığı yakacağız grev çadırlarında….
şimdi orada ve burada olmanın umuduyla çoğalıyor şarkımız
kışlık sarayların merdivenlerini çıkacağız daha…….
benim Petrograd’daki karlı gülüşlerim
benim Narva ve Viborg sokaklarındaki yüzyıllık türkülerim
benim Putilov’daki serüvenim
bir mayıs gecesi Renault’da eyleminizdi sizin…
ıslıklarımızdaki sevinç vuracak bütün vardiyaları
ve metal fırtına dinmeyecek
Sermaye devleti ,15 Temmuz başarısız askeri darbe girişiminden sonra ülkede ilan ettiği OHAL ve uyguladığı KHK rejimi ile birlikte, işçi sınıfının tüm kazanılmış haklarına saldırmakta ve emekçileri ağır bir baskı altında tutmaktadır. OHAL sürecinde neredeyse tüm büyük işyerlerinde örgütlenen grevlere yasak getirdiler. Erdoğan patronlarla yaptığı toplantıda bunun nedenlerini açıkça şu şekilde dile getirmiştir: “Biz OHAL’i iş dünyasının daha rahat çalışması için getirdik. İş dünyasında bir sıkıntı var mı? Biz göreve geldiğimizde de OHAL vardı. Şimdi grev tehdidi olan yerde greve izin vermiyoruz. Onun için OHAL’i kullanıyoruz. ” OHAL sürecinde fiili olarak grev hakkı kullanılamaz duruma gelmiştir. İşçi sınıfı OHAL yasaklarına ve sendikal bürokrasinin uzlaşmacı pasifist tutumuna rağmen mücadeleden geri kalmamış, OHAL koşullarında kitlesel fiili mücadele alanları yaratan tek güç konumuna yükselmiştir. Metal işçileri işçi sınıfının lokomotif motorudur : Metal sektöründe MESS ile uzun süredir devam eden toplu iş-sözleşmesi süreci tıkanmış ve sonunda sektördeki üç sendika ( Birleşik Metal, Türk-Metal, Çelik-İş), tabandaki işçilerin baskısıyla grev kararı almıştır.Daha doğrusu, 130.000 metal işçisi sendikalarına 2 Şubat’ta greve çıkma kararı aldırtmıştır.
Önce MESS lokavt kararı aldı, ardından hükümet grev ve lokavtı yasakladı. MESS, OHAL uygulamalarına ve savaş gündeminin baskılarına yaslanarak işçilere kölelik anlamına gelen %3 zam ve 3 yıllık sözleşmeyi dayattı. İşçilerin yoğun tepkisi ve omuz omuza kararlı duruşu, 2015 mayısında gelişen metal fırtınadan korkan Türk-Metal’e adım attırmıştır. 2015 yılında olduğu gibi tekrar işçilerle karşı karşıya gelmekten korkan Türk-Metal, fabrika içinde ve dışında eylemler ve yürüyüşler düzenlemek zorunda kaldı. Çelik-İş ve Birleşik-Metal de örgütlü oldukları fabrikalarda buna benzer girişimlerde bulundu. Afrin işgaliyle birlikte, Türk-Metal ve Çelik-İş hükümetin yanında olduğunu belirtti ve bu operasyona destek için eylemlerini sonlandıracaklarını açıkladılar.İşçi sınıfına milliyetçilik ve militarizm zehiri aşılayarak, grev sorumluluğundan kurtulmayı amaçladıklarını gördük. Birleşik-Metal ise grev yasağını tanımadığını, 2 Şubat’ta greve çıkacağını ilan etmişti.Grev yasağına karşı işçi sınıfının kararlılığı, MESS’i korkutmuştur. 60 günlük erteleme süresi ve ardından başlayacak olan yeni müzakere sürecini beklemeden sendikaları tekrar görüşme masasına çağırmışlardır. Önce Türk-Metal MESS ile sözleşme imzalayarak, bu sözleşmenin büyük bir zafer olduğunu ilan etti. Bir gün sonra Birleşik-Metal, neredeyse Türk-Metal’in fotokopisi olan sözleşmeye imza attı: MESS’in uzun süredir dayattığı , % 3 zamma ve 3 yıllık sözleşmeye karşılık , sendikalar % 24 zam ve 2 yıllık sözleşme maddelerini kabul ettirdiler. Sol hareketler bu süreci kazanım ve zafer olarak tanımlamaktalar. Türk-Metal’i her fırsatta eleştiren ancak bu süreçte onların imzaladığı sözleşmenin neredeyse fotokopisi olan bir sözleşmeyi imzalayan Birleşik-Metal’in büyük zafer kazandığını ve grev yasaklarına direndiğini iddia etmekteler.
OHAL Süreci ve Sendikal Bürokrasi
OHAL süreciyle birlikte, her ne kadar işçi sınıfının mücadelesine yönelik ağır baskılar gündeme geldiyse de 2017 yılında işçi mücadeleleri giderek yükselen bir grafik izledi. 2017 yılında işçi sınıfı grev yasaklarına karşı, yasağı tanımayan fiili meşru mücadele alanları yaratmıştır. Tüm toplumsal muhalefetin baskı altına alındığı bu koşullarda,ekonomik temellerle başlayan bir işçi mücadelesinin kitleselleşmesiyle birlikte siyasal bir mücadeleye evrilme potansiyeli oldukça yüksektir. İşsizliğin ve yoksulluğun çığ gibi büyümesiyle; İş-Kur, Meclis, belediyeler gibi devlet kurumları önünde, kendini yakma, intihar girişimi benzeri eylemler gündeme geldi.Bu gibi olayların sıklıkla ortaya çıkması, sosyal patlamalara dönüşebilecek dinamiklerin habercisidir.
2017 başlarında ilk olarak yasaklanan EMİS greviyle, işçiler sendikanın eve dönme çağrısına uymayarak grevi tanımayan fiili meşru bir direniş başlattılar. Bu grev dalgasının yayılmasını engellemek için hükümet, sendika, patron üçlüsü bir araya gelip, oldu-bittiye gelen sözleşmelere imza atmışlardı.. Benzer durum cam grevi sürecinde de ortaya çıktı..Artık grev yasaklarının işçi sınıfının gözünde bir meşruiyeti kalmamıştır. Yasağa grev ile cevap verme kararlılığı, sınıf içinde yaygın bir eğilime dönüşmektedir. Bu durum OHAL’e karşı “demokrasi” mücadelesini kimin vereceğini de açık bir biçimde göstermektedir: Devletin gerek OHAL döneminde gerekse de olağan dönemlerde uygulamaya koyduğu yasaların hepsi belli bir sınıfın egemenliğini ve sömürü sistemini sürdürebilmesi için düzenlenmektedir. Demokrasi ise bir sınıf egemenliğidir. Burjuvazinin olağan dönemlerde başvurduğu bir yönetim biçimidir. Bu durumda en temel hakların ve güncel taleplerin mücadelesi bile sınıfa karşı sınıf ekseninde işçi sınıfının ideolojik,politik ve fiili öncülüğünde verilmek zorundadır Bu bağlamda kısaca açıklamaya çalıştığımız nedenler yüzünden verdiğimiz mücadeleyi demokrasi mücadelesi olarak adlandırmayı da doğru bulmadığımızı ayrıca belirtelim. ; Çünkü Lenin’den aktaracak olursak ,demokrasi, burjuva yönetim/hükümet biçimlerinden ve iktidarı kullanma yöntemlerinden biridir. Demokrasi şu anlamda diktatörlükten ayrılmaz, devlet iktidarı olmadan tek başına demokrasi var olamaz. Burjuva devletinin egemenliğinin hüküm sürdüğü koşullarda demokrasi, burjuva demokrasisidir. Yani demokrasi sınıf karakteri olan bir olgudur. Savunduğumuz bu anlamda “demokrasi” değil, işçi sınıfının güncel yakıcı talepleridir, yaşam alanlarımızı sermayenin işgalinden koruma mücadelesidir, hayat hakkıdır, siyaset yapma özgürlüğüdür….bunun örneklerini çoğaltabiliriz.
Tüm bunları da “demokrasi mücadelesi” olarak değil, sınıfa karşı sınıf ekseninde yürüttüğümüz antikapitalist bir mücadelenin birer halkası olarak ele almaktayız ve tüm mücadelelerin ancak işçi sınıfının fiili öncülüğünde sermayeyi alt edebileceğini savunuyoruz.
Kısaca temel mücadele perspektifimizin ne olmadığına değindikten sonra metal sürecine kaldığımız yerden devam edelim :
OHAL öncesinde bile dayatılan grev yasağına biat eden ve mücadele seçeneğini ortaya koyan işçi tabanını pasifize ederek sindiren Birleşik-Metal yönetimi, bu kez sektördeki diğer sendikalarla birlikte farklı bir taktik uygulamadı : Bir yandan OHAL yasağına rağmen sürecek olan grevin sorumluluğunu alarak Erdoğan diktatörlüğünün hedefi olmaktan korktular , bir yandan da işçi mücadelesinin kendi kontrollerinden çıkarak bürokratik ayrıcalıklarını kaybetme tehdidi ile karşı karşıya kaldılar.
Çünkü sadece iki yıl önce işçilerin kitlesel olarak kendi iradelerini ortaya koyduğu bir süreç yaşanmıştı.2015 mayısında merkez üstü Renault olan metal fırtınanın öğrettiği en önemli ders, işçi sınıfının taban örgütlenmeleri temelinde inşa ettiği komiteler aracılığıyla sendikalara ihtiyaç duymadan işçi demokrasisi temelinde bir örgütlülüğü yaşama geçirebileceği ve zafer kazanabileceği gerçeğidir. Sendika yönetimleri yeniden benzer süreçlerin yaşanmasını istemiyor.
Sendikalar, işçi sınıfı içinde yeşeren dinamizmi kendi lehine kotarmak için grev yaklaştıkça işçilerin gazını alan eylemler düzenlediler ve yasağı tanımayacaklarını belirten nutuklar atarak işçilerin gözünde mücadeleci sendika imajı oluşturmaya çalıştılar. Hükümet ve patronlar cephesi ise grev yasağına grev ile cevap vermeye hazırlanan ciddi bir irade karşılarına çıkınca hareketin yaygınlaşmasından ve radikalleşmesinden korkmuşlardır. Bu durum patronlar için olduğu kadar savaş halinde ve ekonomik kriz batağında olan hükümet için de büyük tehdit anlamına gelir. Bu korkunun sonucu olarak sendika, hükümet ve patronlar üçlüsü, mücadele radikalleşmeden oldu-bittiye gelen sözleşmelerle kendi iktidarlarına yönelen tehdidi bertaraf etmiştir.
Sınıf mücadelesini salt ekonomizme ve sendikalizme indirgeyen Türkiye sosyalist hareketinin önemli bir bölümü DİSK’e bağlı sendikaların oldu-bittiye gelen sözleşmeleri imzalamasını bir kazanım ve zafer olarak sunmaktadır.. Çünkü bu bürokratik aygıt içinde kendi siyasi anlayışlarının da temsilcileri vardır. Kendileri de işçilere boyun eğdirip, itaatkarlığa iterek , sınıf dinamizmini düzen içinde tutmak için emniyet kemeri gören o dev aygıtın bir parçasıdır.
Sendikal bürokrasinin sınıfsal konumunu anlamak için aşağıdaki satırları paylaşmayı görev sayıyoruz :
İşçi hareketi bürokrasisi, küçük-burjuvazinin bir parçasıdır.Emek ile sermaye arasında yer alır ve üstlendiği nesnel rol bu iki sınıf arasında arabuluculuk yapmaktır.İşçi kitlesine kıyasla,gelir,çalışma koşulları ve yaşam tarzı açısından ayrıcalıklı bir yere sahiptir………..İşçi bürokrasisinin üstlenmiş olduğu ‘temsilci’ ( parlamenter ya da sendikal ) rolü onu büyük patronlarla ve patronların devleti ile gündelik olarak bir araya getirir ve bunlardan koparabileceği tavizler, işçiler arasında sahip olduğu desteğe bağlıdır.Kendi örgütlerini yıkacağı için faşizmi,onun arabulucu rolüne bir son vereceği için devrimi aynı ölçüde birer tehdit olarak gören işçi bürokrasisi çok büyük ölçüde muhafazakar bir niteliğe sahiptir.Her şeyden önce, ‘ denetimi elden kaçabilecek ’ örgütlerini dağıtarak ayrıcalıklarını elinden alacak,egemen sınıfı saldırıya geçmeye kışkırtabilecek ve sınıflar arasındaki nazik dengeleyici güç olma konumunun altını oyabilecek kitlesel eylemlerden korkar.Politik açıdan ihtiyaç duyduğu şey,sosyalizmi sözde bırakan,fiiliyatta pasifliği ve uzlaşmayı olanaklı kılan bir ideolojidir.Kendi ücretini ödeyen sendika örgütlerinin ayakta kalması için işçi sınıfına ihtiyacı vardır ; işçi bürokrasisi için işçi sınıfı yeri geldiğinde patronlardan tavizler koparmak ve bunun karşılığında işçilerden kendi örgütlerine yönelik destek kazanmak üzere savaş alanına sürebileceği yedek ordu gibidir.Ancak ihtiyaç duyduğu işçi sınıfı kendisinin istediği yerde duran ve kendi kontrolü altında olan bir işçi sınıfıdır. (1)
Özellikle 80’lerden sonra gelişen neo-liberal dönüşüm süreciyle birlikte, esnek ve güvencesiz, taşeron çalışma ulusal istihdam biçimine dönüşmüştür. Eskinin klasik ücret sendikacılığı bu sürecin ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte değildir. Proleter devrimciler olarak görevimiz sendikacılık yapmak veya sendikalar kurmak değildir. Sınıf siyaseti yürütmek adı altında, mücadeleyi salt ekonomik kazanımlara indirgemek ise devrimci bir anlayış değildir. Proleter devrimciler olarak , işçi sınıfının öz-örgütlenme organlarının (komite, meclis, konsey) inşa edilmesine öncülük yapmak ve işçi sınıfının önüne devrimci bir program doğrultusunda siyasal hedefler koymaktır.Tarihsel sorumluluğumuz, işçi sınıfının güncel yakıcı taleplerini bir işçi devrimi programıyla köprü oluşturacak ve geçiş talepleri etrafında kenetlenecek bir hareket oluşturmayı başarabilmektir :
Kitle eylemleri genel olarak acil ihtiyaçların cevaplandırılmasını hedefler : Ücret artışı talebinin karşılanması, sözleşmelerin iki yıllık imzalanması,kıdem tazminatlarının eksiksiz ödenmesi gibi…
Komünistlerin görevi, bu ihtiyaçları,nesnel olarak kapitalist toplumsal düzen çerçevesi içinde elde edilemeyecek taleplere bağlamaktır : 6 saat iş, 4 vardiya çalışma , serbest haftasonu ve giderek ücretli kölelik düzeninin tümüyle ortadan kaldırılması gibi.
“ Bu ikinci gruptaki talepler ,iki toplumsal sınıf ( burjuvazi ve işçi sınıfı ) arasındaki iktidar sorunu üzerine bir kuvvet denemesine yol açacak olan taleplerdir. Bunlar aynı zamanda nesnel devrimci dinamiği üretecek taleplerdir ki bunları geçiş dönemi talepleri olarak adlandırmaktayız.” (2)
Acil güncel talepleri, geçiş dönemi taleplerine bağlamak devrimci strateji için büyük önem taşımaktadır. Bu strateji, Lenin’in çabalarıyla, Komünist Enternasyonal’in dördüncü kongresinde programa dahil edilen ve daha sonra Troçki tarafından Dördüncü Enternasyonal’in programının ana bölümünde ayrıntılarıyla işlenmiş olan geçiş talepleri stratejisidir.
“Dördüncü Enternasyonal’in son kongresinde kabul edilen geçiş talepleri programı yalnızca partinin çalışma programı değildir temel nitelikleri bakımından sendikalardaki çalışma biçimimizin de temelini oluşturur.” (3)
OHAL şartlarında ve grev yasağına rağmen görece iyi bir sözleşme imzalanmasını, ancak sendikacı bir sosyal demokrat, reformist bir sosyalist ya da bürokrat bir milliyetçi zafer ve büyük kazanım olarak tanımlayabilir. Biz proleter devrimciler bu süreci zafer olarak değil, sendikal bürokrasi, patronlar ve hükümet üçgeninin kollektif çalışmasıyla büyük bir kasırganın bertaraf edilmesi olarak yorumlarız. Çünkü biz proleter devrimciler, işçi sınıfının tamamının çıkarlarını savunuruz. Ekonomik ve sosyal haklar açısından bu sözleşme görece başarılı sayılabilir, fakat bu durum kısa vadeli olup, sadece sendikanın sözleşme yaptığı üyelerini kapsamaktadır. OHAL koşullarında fiili olarak kaldırılan, işçi sınıfının en önemli silahlarından biri olan grev, yeniden bir hak olarak kazanılabilir ve hükümetin bir daha grev yasağına bu ölçüde rahatlıkla cüret edemeyeceği bir sürece girilebilirdi. Bu sözleşmeye imza atılarak hem siyasal hem de gerçek militan bir sınıf mücadelesi olanağı geri tepilmiş oldu. İşçi hareketinin, ekonomik kriz, savaş ve ağır baskı koşullarının kırbacı olan OHAL’i fiili olarak dağıtacak bir sürece girmesi imkanı şimdilik ortadan kaldırıldı.
Sonuç Yerine
Sermaye diktatörlüğü Afrin işgaliyle birlikte kurulan tüm milli mutabakata ve medya aracılığıyla yayılan ırkçı, militarist dalgaya rağmen işçi sınıfının mücadelesini milliyetçilik ile tam olarak manipüle edememiştir.
Savaş, OHAL,ekonomik kriz ve militarizm koşullarına rağmen düzenin yasalarına sığmayan militan sınıf mücadelesi dinamikleri mayalanmaktadır. Fakat işçi sınıfının devrimci partisinin ve birleşik cephesinin yokluğunda, sınıf hareketi, sendikal bürokrasinin eliyle uzlaşmacı bir süreç işletilerek düzen içine hapsedilmektedir. Bu durum sendikaların genel karakteristik özelliğidir.
Sendikalar en örgütlü olduğu ülkelerde dahi işçi sınıfının maksimum %30’unu temsil etmektedir.
Sendikalar düzene entegre olmuş bürokratik aygıtlara dönüşmüş olsa da, gerek üye tabanı anlamında , gerekse de faaliyet bölgesi olarak işçi kitle örgütleridirler. Emekçilerin büyük çoğunluğu ister sendikaya üye olsun, ister olmasın, sendikal mücadeleye temkinli yaklaşmakta bile olsalar sendikaları kendi örgütleri olarak görürler. Kendi çıkarlarını sendikaların savunmasını isterler. Bu nedenle sendikal örgütlenmeye sırtımızı dönmek kadar işçi mücadelesini sadece sendikal mücadeleye indirgemek de sınıf mücadelesinin dinamiklerini doğru çözümleyememek anlamına gelir.
Biz komünistler açısından sendikal bürokrasiye karşı mücadele yürütmek sınıf savaşının olmazsa olmaz köşe taşlarındandır. Hem devrimci sınıf siyasetini burjuvaziye ve onun devletine karşı savunmak, hem de sendikal bürokrasinin işbirlikçi yöntemlerini teşhir etmek amacıyla sendikalar içinde de çalışma yürütmek gereğini savunuyoruz. Bununla birlikte bu yazımızda özetlemeye çalıştığımız politik perspektife dayanarak sınıf çalışmasını hiçbir zaman sendikal aktivizme indirgememek şartını önümüze koyuyoruz.
Troçki’nin belirttiği gibi: “ Sendikalar bundan böyle reformist olamazlar,çünkü nesnel koşullar hiçbir ciddi ve kalıcı reformun yapılmasına olanak tanımamaktadır. Günümüzde sendikalar ya işçilere boyun eğdirmek,onları disiplin altına almak ve devrimin önünü kesmek için emperyalist burjuvazinin ikincil aygıtları işlevini görecekler ya da tam tersine proleteryanın devrimci hareketinin araçları haline geleceklerdir.” (4)
Ne yazıktır ki, şu an Türkiye’de sendikalar işçilerin mücadelesini denetim altında tutmayı amaç edinmiş, devletle ve sermayeyle bütünleşmiş dev bürokratik aygıtlardır. İşçi sınıfının kazanımlarını savunmaktan acizdirler. Bunu yalnızca işçi sınıfı kendi militan mücadelesiyle gerçekleştirebilir. Şu gerçeği hiçbir zaman unutmayalım ki, işçi sınıfının mücadelesi kitleselleşerek ,militanlaştıkça sendikal bürokrasi işçiler üzerindeki denetimini kaybetmemek için söylemde mücadeleci ama günübirlik kazanımlarla yetinecek ve sınıfı dizginleyip sistem içinde tutma işlevi görecektir. İşte bu nedenle işçi sınıfı mücadeleye geçtiği gün, mücadeleye atılan kitlelerin tarihsel ve politik çıkarlarını savunan bir programa ve sınıfa rehberlik ederek sınıfın içinden çıkmış en militan kesimlerinden oluşan devrimci partiye ihtiyaç duyacaktır. Aksi halde mücadele sermaye düzenini altetmeyi başaramayacaktır.
Biz proleter devrimcilerin görevlerinden birisi de, bugünden başlayarak küçük büyük işyeri ayrımı yapmadan sendikalardan bağımsız, işçiler tarafından denetlenen komiteleri oluşturmaktır. Bu komiteleri, sendika bürokrasisini ve sermayenin patronlarını altetmenin en önemli araçlarından biri olarak kavramaktayız. Tarihsel deneyimlerimizden öğrendiğimiz şu gerçek var ki, işçi sınıfının kapitalist baskı ve sömürüden kurtuluşu aynı zamanda çok uzun zamandan beri burjuvazi ve devletin saflarında yer alarak artık devletin ideolojik aygıtları konumuna yükselmiş sendika bürokrasisine karşı uzlaşmaz bir mücadeleyle gerçekleşecektir.
Son sözü yine Yoldaş Troçki’ye bırakarak bu yazımızı bitirelim : “ Eğer bir sendika bürokrasisi olmasaydı, o zaman polis,ordu,mahkemeler ve hükümet proleter kitlelerin karşısında acınacak durumda ve gülünç oyuncaklardan başka bir şey olmazdı…………………….Sendika bürokrasisi,burjuva devlet tarafından boyunduruk altında tutulmanızın başlıca aracıdır.İktidar burjuvazinin ellerinden sökülüp,alınmalıdır ve bunun için de onun baş ajanı olan sendika bürokrasisi devrilmelidir…….Gerçek bir proleterya partisinin başlıca görevi,iktidarı burjuvaziden zorla almak ve devletçiliğin tehlikelerine öldürücü bir darbe indirmek için,kendisini sendikalarda örgütlü ve örgütsüz emekçi kitlelerin başına geçirmektir. “ (5)
Ali Kemal Taşçı
Zeynep Duman
( 1 ) John Molyneux, Gerçek Marksist gelenek nedir?, s.46 – 47, Z Yayınları
( 2 ) Ernest Mandel, Leninist Örgüt Teorisi , s.67, Yazın Yayıncılık
( 3 ) Lev Troçki, Emperyalist Çürüme Çağında Sendikalar, s. 25, Yazın Yayıncılık
( 4 ) Lev Troçki, Emperyalist Çürüme Çağında Sendikalar, s. 22, Yazın Yayıncılık
( 5 ) Lev Troçki, Emperyalist Çürüme Çağında Sendikalar, s. 150 – 152 , Yazın Yayıncılık