Birçok sol akım yerel seçimler için görünürde aynı ancak beklentide ve ilkesellikte birbirinden ayrı politika üretiyor. Tunahan Dursun’un adaylığı ve “emekçinin tarafındayız” şiarlı çıkışının ilkesel farklılıkları ve bu politikalardan ayıran etmenler nelerdir?

Kendim için cevaplayacaksam, elbette bir komünist olarak diğer sol akımlarla esaslı politik farklılıklara sahibim. Ancak kampanyanın maksadı sol içinde ayrım çizgileri çekmek değil tersine emekçi hareketin hükümete karşı düzen partilerinden bağımsız birleşebileceği bir zemin sunmak.
İstanbul’da Emekçi’nin Tarafındayız kampanyası aslında hükümete karşı düzen partilerinden bağımsız bir zeminde mücadele etme iddiasında bulunan kesimlere bir çağrı. Vurguncu müteahhitlere karşı depremi bekleyen emekçilerle, belediyeleri arpalık olarak görenlere karşı sınırsız grev ve sendikalaşma özgürlüğünü savunanlarla, göçmen düşmanlarına karşı emekçilerin birliğini savunanlarla, Kürdleri yok sayanlara karşı Kürdlerin demokratik haklarını olmazsa olmaz kabul edenlerle, İsrail’in ortaklarına karşı siyonizmin düşmanlarıyla, Kürdlerin başkaldırısını en az Filistinlilerinki kadar meşru görenlerle buluşmak istiyoruz.
Kampanyanın öne çıkan vurguları bunlar olsa da, kampanya esas olarak hükümete karşı düzen güçlerine destek vermeyen bir adayı pusulaya taşıma kaygısını taşıyor.
Biz kampanyamızın sözlerinin elbette arkasındayız ama emekçiler için asıl önemli olan İstanbul’da düzen partilerinden bağımsız tek ve ortak bir adayın olmasıdır. Derinleşen siyasi bir krizin içinde olduğumuz böylesi çalkantılı bir dönemde, emekten ve ezilenden yana olanların buluşabileceği en önemli ve anlamlı eylem birliği zemininin bu olduğunu düşünüyoruz. Böyle bir aday çıksaydı biz de peşinen onu desteklerdik, ancak çıkmadığı için bu sorumluluğu ben üstlendim.

Genel olarak, İstanbul halkının yerel seçimlere yaklaşımı ve beklentisi nedir? Propaganda sürecinde aldığınız görüşmeler neticesinde halkın geri dönüşleri ve kampanyaya yaklaşımını özetleyecek olursanız neler diyebilirsiniz?

Önümüzdeki seçimler İstanbul halkının özel bir sorunu olarak değil politik bir sorun olarak karşımızda duruyor. 2019 yerel seçimlerine benzediğini söylemek mümkün, ama yalnızca kelimenin dar anlamıyla. Çünkü 2024 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçimi 2019’un bir tekrarı olmayacak.
2019’da İstanbul’u kaybetmemek için didinen bir Erdoğan vardı. Bugün ise kıl payı kazandığı cumhurbaşkanı seçimine gölge düşürmek istemiyor. Bu yüzden de önümüzdeki İstanbul seçimini mahalli sınırlarda tutmak istiyor, ulusal bir referanduma çevirmekten kaçınıyor. Bu anlamıyla bir yerel seçim olarak İstanbul’u kaybetmekten de özel bir korku duymuyor. Bu elbette İstanbul’u kazanmak istemediği anlamına gelmez, zira tüm burjuva politikacıları gibi o da bu seçimlerden galip olarak çıkmak ister. Ama onun seçimlerden daha çok zaman kazanmaya ihtiyacı var. En başta 7 Haziran 2015’ten sonra teslim olduğu MHP’den kurtulmak istiyor. Üstüne üstlük, dördüncü kez aday olmak için de bir anayasa değişikliğine mecbur. Tüm bunlar meseleyi içinden çıkılmaz hale getirirken, aynı zamanda bu anayasa değişikliği için yeni temaslar ve ittifaklar yaratması şart. Bunun da bir çırpıda gerçekleşmesi mümkün değil.
Hükümet önümüzdeki İstanbul Büyükşehir seçimine böyle yaklaşırken burjuva muhalefeti de bu seçimi bir referandum olarak göstermeye çalışıyor, hayat memat meselesi haline getiriyor. 2023’te hukuk içinde elinde bulunan tek silahı, yani yüzde elli artı biri, kullanıp başarısız oldu. Şimdi de bu bayat stratejiyi tekrardan pazarlamaya mecbur olduğu için bu seçimlerde büyük bir zafer kazanıp göz boyamaya ihtiyacı var. Bu yüzden de 2024 İstanbul Büyükşehir seçimini 2023’ün rövanşı, 2028’in provası olarak sunarak emekçileri arkasına dizmek istiyor. 2019’un ruhunu çağırıyor. “Kazanacak aday” İmamoğlu’nun siyasi kariyerini bu seçimin sonucuna bağlıyor. Stratejisi bugünden belli: Önce 31 Mart’taki İstanbul Büyükşehir seçimini kazanmak, sonra da İmamoğlu’nun herhangi bir yargı darbesi almamasına özen göstererek ve onu siyaset dışı tutarak 2028 seçimlerine hazırlanmak.
2024 İstanbul seçiminde halkın siyasi tercihleri bu stratejiye göre belirleniyor. Muhalefet cephesinde “kazanacak aday” İmamoğlu’nun yolunu açmak gerektiğine dair bir görüş hâkim. Bunun da hükümete karşı bir mevzi olduğu düşünülüyor. Biz de bunun neden bir mevzi olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. 2019’da olduğu gibi “İstanbul ve Ankara’yı kazanıp moral üstünlüğü ele geçireceğiz” ninnilerinin emekçilerin lehine bir sonucu olmayacağını söylüyoruz. Peki neden bir mevzi değil? Bunun cevabını az önce anlattığım tablodan kolaylıkla çıkarmak mümkün.
Düzen muhalefeti, Türkiye böylesine bir anayasal kriz içinde debelenirken emekçilere bu hükümetten kurtulmak için beklemeyi tavsiye ediyor. Emekçilerin ayağına zincir, ağzına kilit vuruyor. Onlara eylemsizliği, siyasetsizliği dayatıyor. “Kazanacak aday” dayatmasıyla kurtuluşun düzen güçlerinde olacağı yanılsamasını yayıyor. Demokrasi savaşının öncü gücü olması gereken işçileri birer seçmen olmaya mahkûm ediyor. Onları evde oturup sabretmeye, 2028’deki büyük hesaplaşmayı beklemeye çağırıyor. Emekçileri bir kez daha Erdoğan’a karşı AKP’nin kötü kopyalarının peşine takıyor.
Kendi siyasi hesapları da yok değil. Cumhur İttifakı içinde büyüyen siyasi krizin o da farkında, rakibi olan ittifakı parçalamak istiyor. İzleyeceği yol haritasının ipuçlarını da Kılıçdaroğlu henüz CHP genel başkanıyken, Erdoğan’ın “normalleşme girişimleri”ni destekleyerek vermişti. Muhalefetin sonrasında da ekonomi bilgesi olarak kabineye konan Mehmet Şimşek’i, peş peşe çete operasyonları düzenleyen Ali Yerlikaya’yı alkışlamayı sürdürmesi de nasıl bir yol izleyeceğini şimdiden gösteriyor. Demokrasi adına “darbeci” Yargıtay karşısında Anayasa Mahkemesi ile birlikte saf tutan burjuva muhalefetin, Erdoğan ile Bahçeli arasındaki kavgada yine demokrasi adına Erdoğan’a destek vermesi şaşırtıcı olmaz. Aksine bu tür bir hamle, 2016’da vekil dokunulmazlığının referandumsuz kaldırılması için AKP’ye gerekli desteği veren CHP’nin meşrebine uygundur. Kısacası, Cumhur İttifakı’nın iç krizini fırsat bilip hükümet ve reisinin üstüne üstüne yürümemiz mümkünken, düzen muhalefetinin çizgisi Cumhur İttifakı’nı parçalamak adına tüm sorumluluğu MHP’nin üstüne yıkarak Erdoğan’ı aklıyor.
Daha da kötüsü düzen muhalefetinin dayattığı yol yenilgiyi baştan kabul ediyor. Yaptığı “Erdoğan’a karşı kazanacak aday” vurgusuyla onun seçim kanununa aykırı bir şekilde dördüncü kez cumhurbaşkanı adayı olacağını varsayıyor. Erdoğan’a teslimiyetin yolunu döşüyor. Erdoğan’a ihtiyacı olduğu can simidini atıyor, ona zaman kazandırıyor.
Tam da bu nedenlerle İstanbul Büyükşehir’de düzen partilerinin adaylarını desteklemek emekçiler ve ezilenler açısından bir mevzi olamaz.

ESİBA sürecinde yerel halktaki alternatifsizlik kaygısını kırmaya çalıştık. Ezilenlerin ve emekçilerin iradesini tek çıkar yol olarak Millet İttifakına teslim eden anlayışın arkası boş olduğunu söyledik. Yaptığımız saptamaların doğruluğu neticesinde Tunahan’ın adaylığına eski konjonktüre göre daha çok kulak kabartıldığını gözlemlemek mümkün mü?

Elbette mümkün. İki sebebi var. Birincisi 2023 Cumhurbaşkanı seçimindeki yenilgiden sonra aynı bayat stratejiyi ve taktiği bir kez daha pazarlamak eskisi kadar kolay değil. Dahası Millet İttifakı’nın bileşenleri kendileri bir arada zor durduğu için Millet İttifakı’nın kendini dayatmasının nesnel imkanları da daha az. İkincisi Cumhurbaşkanı seçiminde aday olmak bile koşula bağlıyken burada halkın önüne bir adayla çıkıyoruz. İstanbul Büyükşehir seçimi pusulasında düzen partilerinden bağımsız, somut bir aday var. Bu da emekçilerin ilgisini arttıran önemli bir fark.

ESİBA kampanyasından çıkarılan dersler ve kazanılan deneyimler ışığında Tunahan’ın adaylığı sürecinde, propaganda döneminde izlenilen yol ve taktiklerde ne tür değişimlerden bahsedebilirsiniz?

Çıkaracağımız ders kampanyamıza aktif olanların kampanyamıza dahil olma kanallarını arttırmak ve onların örgütlendirilmesinin önünü açmak olur. Emekçileri ve ezilenleri, hükümete karşı sermayeden bağımsız bir çizgide daha fazla örgütlendirmek olur. Bu doğrultuda cumhurbaşkanı seçiminde yürüttüğümüz kampanyayla beraber önemli deneyimler de kazandık.
Fakat asıl önemli olan cumhurbaşkanı seçimiyle önümüzdeki yerel seçimler arasındaki fark olsa gerek. Cumhurbaşkanı seçiminde bilinçli bir sessizlik, eylemsizlik ve siyasetsizlik hali ağır basarken, 2024 yerel seçimlerinde daha çok rekabetçi bir tutum hâkim. Dar grupçu rekabetçilik yerel sorunlar için birbirine girme sonucunu doğuruyor.
Biz ise siyasi sorunlardan kaçmadan, hükümeti cepheden karşısına alan bağımsız bir aday etrafında ortaklaşmayı savunuyoruz. Bunu yaparken de kimsenin siyasi farklılıklarını silmesini, sergilememesini şart koşmuyoruz.

Son olarak, bir komünistin sosyal belediyecilikten bağımsız üreteceği yerel seçim politikaları halka yabancı olabiliyor. Yöneten yönetilen diyalektiğinin oluşturduğu algıda, anti parlamentarist bir yerel seçim siyasetini halk kitlelerine nasıl açıklarsınız?

İstanbul seçiminin herhangi bir yerel seçim olmadığı açık. Eğer öyle olsaydı, belediyelerin hükümete karşı mücadelede emekçilerin bağımsız bir hatta örgütlendirilmesinde, tüm imkanlarının bu uğurda seferber edilmesinde bir mevzi olması gerektiği anlatılabilirdi. Bunu yine de genel olarak anlatabiliriz ama önümüzdeki İstanbul Büyükşehir seçimi esasen ayrı bir anlam taşıyor.
Çünkü 2028’de tekrar seçilmeyi kafasına koyan Erdoğan ve onun iplerini elinden bırakmayan MHP, önümüzdeki dört sene boyunca zaten işlemeyen bir rejimin bütün payandalarına dayanarak daha da şiddetlenecek bir anayasa krizinin fitilini ateşliyor. Bu seçime de anayasal kriz damgasını vuracak. Bu kriz ise esas olarak Erdoğan’ın bekasıyla doğrudan ilişkili. Çünkü hükümetin başı hem MHP’den kurtulmak hem de üçüncü değil dördüncü kez aday olmak için bir anayasa değişikliğine muhtaç. Bahçeli’den kurtulmaya çalıştıkça da bir savaş ittifakı olarak kurulan Cumhur İttifakı’nın içerisindeki çatışma büyüyerek kendini anayasal kriz olarak dışavuruyor. Yerel seçimler de bu yeni kriz sürecinin ilk perdesi olacak. 2024 yerel seçimlerinin öngününde yaşananlar ise seçimler bittikten sonra da durulmayı geçelim daha da şiddetlenecek bu anayasal fırtınanın habercisi. Bu gerçeği es geçmek önümüzdeki seçimlerin hem 2019’un basit bir tekrarı olmadığını hem de onun siyasi özünü anlamayı engeller.
Düzen muhalefetinin bu krize çözümünü, daha doğrusu çözümsüzlüğünü, önceki sorularda anlatmaya çalışmıştım. Emekçi ve ezilenlere pazarlamaya çalıştığı başarısızlık stratejisi 2019’dakiyle aynı: “Dört yıl daha bekleyin!” Türkiye böyle bir anayasal kriz içinde sürüklenirken burjuva muhalefet 12 Eylül Anayasası’na sarılarak onun bekçiliğini üstleniyor. Bize de yırtıp atmamız gereken bu anayasayı korumayı, savunmayı dayatıyor. Oysa en çok Erdoğan’ın emekçilerin böyle bir muhalefete güdümlü olmasına ihtiyacı var.
Sözün özü, 2024 yerel seçimleri esasen bu anayasal krizde herkesin kendi çözümünü tarif ettiği bir referandum olacak. Bu yüzden İstanbul seçimine bir belediyeyi kazanmak olarak bakmak darlık olur.
Düzen güçlerinin hesaplarının düğümlendiği İstanbul Büyükşehir seçiminin sorusu yalın: Var olan anayasal krizi 2028’i bekleyerek mi çözeceğiz yoksa Erdoğan’ın karşısına bağımsız bir kutup olarak dikilerek mi?
İmamoğlu’na oy vermek ilkini tercih etmektir. 12 Eylülcülerle saf tutup olmayan hukukun savaşını yürütmektir. Düzen muhalefetinin adayına verilecek oy Erdoğan’ın dördüncü kez aday oluşunu baştan kabul etmektir. Bu sorunun seçimle çözüleceğini sanmaktır.
Bizim bu soruya yanıtımız belli. Bu anayasal krizin çözümünü emekçilerin ve ezilenlerin Erdoğan’a karşı bağımsız seferberliğinde görüyoruz. Bu hükümetten kurtulmak için dört yıl daha beklemeye hiç niyetimiz yok. Bunları savunduğumuz için zaten parlamentarist olmayan bir seçim çalışması yürütüyoruz. İstanbul’da sermayenin karşısında, emekçilerin tarafında olanları bu kampanyayı birlikte büyütmeye çağırıyoruz.