TC 19 Mayıs’ı Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlamaktadır. 19 Mayıs milli bayram ilan edildiğinden beri, Mustafa Kemal önderliğinde gerçekleşen Türk mili kurtuluşunun miladı olarak da kabul edilmektedir. Her 19 Mayıs’ta tüm düzen cephesi ve düzen muhalefeti kendince ulusal kahramanlık destanları üretme yarışına girerek milli bayramını kutlamaktadır. Bu bayram ilk olarak Beşiktaş spor kulübünün girişimiyle 1935 yılında kutlanıldı. Yine Beşiktaş kulübü 19 Mayıs’ın resmi bayram olması için hükümete talepte bulunur. Beşiktaş’ın bu talebi bir yasa teklifi olarak sunulur, Mustafa Kemal’in onayıyla kanun hâline gelir. 1938 yılı itibarıyla 19 Mayıslar mili bayram olarak günümüze kadar kutlanmaya devam edilir. Birilerinin bayramı başkaları için felaket olduğu gibi, birilerinin ulusal kurtuluşu başka bir ulusun imhası olabilmektedir. Nereden bakıldığına ve kimden yana tutum alındığına bağlı olan bir olgudur. Resmi tarihin 19 Mayıs anlatımına devrimci marksistler kimin 19 Mayıs’ı? Hangi 19 Mayıs gibi sorularla karşılarına dikilirler. Resmi tarihçe üstü karalanmış, örtülmüş ve bahsedilmesi fiilen yasaklanmış; anılması ” Türk ve Türklüğe hakaret” suçu olarak mütâlaa edilmiş olan, Türkiye egemen sınıflarının ve Türkiye kapitalizminin inşa sürecinin kara lekeleri olan soykırımlar, kırımlar, etnik temizlikler, pogromlarla hesaplaşmazsak olmaz. Tarihsel ve siyasal bilincimiz bize şunu öğretmiştir: “Resmi tarih egemen sınıfların üzerinde uzlaşıya vardığı hurafeler sistematiğinin adıdır.”
Sınıflar üstü bir devlet olmayacağı gibi sınıflar üstü bir tarih anlayışı da olamaz. Çünkü tarihte devlet gibi sınıf savaşlarının bir aracıdır. Egemen sınıfların geçmişi ve geleceği kendi sınıfsal çıkarlarına uygun şekilde kontrol altında tutmak için ürettiği kolektif hafızanın toplamıdır. Türkiye’de bir fısıltı dolaşıyor, soykırımlar, kırımlar fısıltısı. Bu fısıltı ki ondan bahseden herkes toplumun anayasanın zorbalığına maruz kalıyor. Soykırımlardan bahsettiği için, resmi ideoloji, resmi tarihle hesaplaşma girişiminde bulunduğu için vatan hainliğiyle, bölücülükle, kökü dışarıda olmakla, komünizmle suçlanmamış tek bir muhalefet öznesi gösterebilir misiniz?
Buradan tek bir sonuç çıkıyor; resmi tarihçiler tarafından inkar edilen soykırımların delilleri o kadar güçlü ki, bir asırdan fazla zaman geçmesine rağmen, Türkiye egemen sınıflarını korkutmayı başarıyor. Bugüne kadar geçen tarih sınıf savaşları tarihidir. Bugün egemen sınıf olan burjuvazi kendisini milli hudutlara dayalı ulus-devletler şeklinde örgütlemektedir. Bu özelliğinden dolayı her ulus devletleşme sürecinde ve ulus devletin devamını sağlama sürecinde soykırımlar, kırımlar, pogromlar, ulusal ve dini baskıları kendi içinde üretir. Çünkü ırkçı terör, şiddet eylemleri kapitalizmin mayasında vardır. Türkiye kapitalizminin mayası da bundan muaf değildir.
Türkiye kapitalizmin ulus-devletleşme sürecinde zamanın üst sınıfları, başta İsmail Enver, Mustafa Kemal olmak üzere bu amaca ulaşmak için hiçbir eylemden sakınmamışlardır. Bunu yapar iken ezdikleri veya ezecekleri Anadolu halkının kendilerine hitap eden kesimi olan Türk etnik grubunun bir fanatizmini yürütmüş, bunu yürütmedilerse de bir İslam fanatizmiyle İslamcılık düşüncesiyle tüm eylemlerini meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Bunların hepsi işçi sınıfını bölmeye çalışan ideolojilerin ultra otokrat bir yansıması sonucu olan kitlesel kıyımlar olmaktan başka bir şey olmamaktadır.

Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıkış Efsaneleri ve Gerçekler
Resmi tarih anlatımına göre Mustafa Kemal Samsun’a İstanbul hükümetinden bağımsız olarak çıkar. Yedi düvele karşı verilecek bağımsızlık savaşının temelleri Samsun’a çıkarak atılmıştır. Bu resmi tarih anlatımı o kadar geniş kesimler tarafından mutabakata varmıştır ki, Deniz Gezmiş ve arkadaşları bundan feyz alarak kendilerini ikinci kurtuluş savaşçıları olarak tanımlayarak, Samsun’dan “Tam Bağımsız Türkiye için Mustafa Kemal yürüyüşü” başlatırlar. Türkiye sosyalist hareketinin önemli bir kısmı bugün bile bu resmi tarih anlatısında burjuvaziyle görüş birliği içinde olmakla birlikte, 19 Mayıs 1919’u antiemperyalist bir mücadele olarak okumakta ve bunu sahiplenmektedirler. Resmi tarihin Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ile ilgili tüm şöylemleri Mustafa Kemal mitini büyütmek ve Türk ulusçuluğu temelli şovenizmi azami seviyeye çıkartmaya yöneliktir. Mustafa Kemal İstanbul hükümetinden bağımsız olarak değil, İstanbul hükümetinin ona verdiği görevi yerine getirmek için Samsun’a çıkmıştır. İstanbul Boğazından İngiliz emperyalizminin onayıyla geçmiştir. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a gidiş nedeni işgale karşı mücadele etmek değildi, ki o tarihte Karadeniz’de bir işgal ve savaş durumu söz konusu değildi. Ekim devrimiyle birlikte Rusya savaştan çekilmiş, Osmanlı’nın savaştığı cephelerden biri otomatik olarak kapanmıştı. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkış nedeni Osmanlı sömürgeciliğini kırarak bağımsızlık yoluna girmiş Pontos ayaklanmasını bastırmaktı. Bu süreçte kurulmuş olan Erzincan Sovyetleri ve Anadolu’da yayılma potansiyeli taşıyan Bolşevizme karşı cephe oluşturmaktı. Bu amaç doğrultusunda ” Mustafa Kemal Samsun’a gelir gelmez Havza’da, yörenin ünlü çetelerinden Topal Osman ile görüşür. Bu sırada Topal Osman İstanbul Divan-ı Harbi tarafından Ermeni katliamındaki suçları nedeniyle aranmaktaydı. Mustafa Kemal’in kendisiyle görüşmesinden kısa bir süre sonra Temmuz 1919’da Topal Osman hakkındaki tutuklama kararı Padişah VahdedDin tarafından kaldırıldı, Topal Osman, Muhafaza-i Hukuki Milliye Cemiyeti Giresun şube Başkanı olarak Trabzon havalisinde Pontoslu Rumların başına bela oldu.
Dr. Rıza Nur hatıratlarında, Doğu Karadeniz’deki etnik temizlikten ve “temizliği” gerçekleştiren Topal Osman’dan şöyle bahseder: [Maliye Bakanı] Ferid [Tek], Osman Ağa’yı halkı soyuyorsun diye azarladı. Osman Ağa şu cevabı verdi: “Beyefendi evet para topluyorum, fakat bir müslüman habbesini almamışımdır. Aldığım hep gavur malıdır. Benim başımda binlerce haşarat var… Bu Rumlar bize neler yapıyorlar. Paralarını canlarını almak helaldir… Türküm, müslümanım. Evet Türküm, dini, gavurlardan kurtarmak için çalışıyorum. ” Mekembel şey. Sonra bilfiil büyük cesaretle harpler ediyor. Yanıma çağırıp oturttum. Ve kendisine: “Ağa! Sen Ferit Bey’e bilmem kime bakma! Yaptığın yanlış değil. Tamamiyle doğrudur. Haklısın vatana büyük hizmetler etmişsin. Bildiğin yolda devam et dedim…
” Ağa Pontosu iyi temizle dedim temizliyorum dedi. “Rum köylerinde taş üstünde taş bırakma” dedim. Öyle yapıyorum ama, kliseleri ve iyi binaları lazım olur diye saklıyorum dedi. “Onları da yık, hatta taşlarını uzaklara yolla, dağıt. Ne olur ne olmaz, bir daha burada kİlise vardı diyemesinler” dedim. Sahi öyle yaparım. Bu kadar akıl edemedim” dedi.[1]

Soykırımın Arka Planı
Pontos soykırımı -diğer adıyla Rum kırımı bir günde planlanmış ve hayata geçirilmiş bir süreç değildi. Bu süreç Türk burjuva devletinin ve milli burjuvazinin oluşum sürecinin temelidir. Pontos Rumlarının tehciri 1914 yılında başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan savaşında yenilmesiyle birlikte Anadolu’daki tüm Hristiyan nüfus tehdit olarak görülmeye başlandı. Bu süreç Pontos Rum nüfusuna yönelik tehcir politikalarının da başlamasına neden oldu. Hükümetin Rum nüfusa karşı yürütüğü etnik kırım kampanyasının nedeni olarak Pontos Rumlarının Rus işbirlikçileri olduğu iddiasını öne çıkartılar. O dönemde tüm Hristiyan azınlıklara hiçbir somut delil olmadan Osmanlı’nın iç düşmanları ilan etiler. Bu işin bahanesiydi, esas gerekçe ise modern kapitalist ulus-devlet yaratmayı Osmanlı tek kurtuluş olarak görmekteydi. Bunun için ihtiyaç duyduğu şey Türk müslümanlık temelinde bir ulus tanımı ve milli burjuva sınıfının oluşmasıydı. Anadolu’daki Hristiyan nüfusun asimilasyonu neredeyse imkansızdı. O yüzden bu kutsal amaca ulaşmak için tek bir yol vardı, oda ülkenin Hristiyan nüfustan komple temizlenmesi. Özellikle 1914’ten sonra İttihat ve Terakki’nin temel politikası tehcir ve soykırımdı. Bundan yalnızca Rumlar değil, Ermeniler ve Süryaniler’de payını aldılar. 1914 yılının yaz mevsiminde hükümet ve ordu yetkilileri tarafından desteklenen Teşkilatı Mahsusa askerlik çağında olan Trakya ve Batı Anadolu Rum erkeklerini amele taburlarına aldı ve bunların yüzbinlercesini öldürdü. Amele taburu politikasını biraz açarsak eğer, Osmanlı 1. Dünya savaşında Osmanlı Ermeni, Rum, Süryani askerleri silahsızlandırıp, cephe gerisinde köprü, yol, inşaat gibi işlerde zorla çalıştırılmasıdır. Amele taburları köleler ve esirler kampından farksızdır. Fazla çaliştırılmaktan, gıdasızlıktan, salgından, askerlerin katliamları gibi nedenlerden yüzbinlerce insan ölmüştü. Amele taburları ölüm kamplarıydı. 1914 yılının Kasım ayından itibaren Osmanlı yönetiminin Rum nüfusa yönelik politikası değişti. Zorunlu göçler yalnızca Rus sınırına yakın Karadeniz bölgesinde yaşayan Rum nüfusu hedef almaya başladı. Toplu tehcir kararı hayata geçirilmeden önce, Pontos Rumlarının yerleşim alanlarına Topal Osman ve İpsiz Reçep’in saldırıları gerçekleşti. Erkeklerin amele taburlarında olması nedeniyle katliamlar, talanlar, yağmalar kolay gerçekleşti. Yusuf Hikmet Bayır tarafından hazırlanıp Türk Tarih kurumu tarafından yayınlanmış olan Türk inkilabı adlı kitapta 800.000 Ermeni, 200.000 Rum katliam tehcir, amele taburları yüzden öldüğü kabul edilmekteydi. Paris Barış Konferansında Yunanistan Başbakanı Elefterios Verizelos 300.000 Rum’un yok edildiğini ve 450.000 Rum’un Yunanistan’a sığındığını ileri sürdü. İki tarafında öne sürdüğü rakamlarda belli farklılıklar olsa da , mutabık olunulan konu etnik kırımların yaşandığı yüzbinlerce insanın hayatını kaybettiği gerçeğidir. Pontos Rumları bu etnik kırım karşısında öz savunma gerçekleştirdiler. Kalıcı bir kurtuluşun hayat güvencesinin yolunun bağımsızlıktan geçtiği fikrine inandılar. 1920 yılının Aralık ayında bağımsız Pontos için partizan savaşlarına başladılar. Ayaklanmalar Topal Osman, İpsiz Reçep komutasındaki çeteler tarafından bastırıldı. Son Pontos direnişi Şubat 1923’te bastırılarak yenilgiye uğradı. Genelkurmay verilerine göre Sakallı Nurettin kumandasındaki merkez ordu tarafından öldürülen Rumların sayısı 11.181 kişi, 10 bine yakın esir alınan kişi olduğu belirtilir. 1923 Lozan Antlaşması yapıldıktan sonra 1.200.000 Rum Yunanistan’a sürülür. Yanlarına hiçbir şey almalarına izin verilmez. Geride bıraktıkları tüm mülkleri ipsiz Reçep, Topal Osman çeteleri tarafından yağmalanır. Pontos Rumları Yunanistan’a yerleştirildikten sonra da güvenli bir yaşama kavuşamadılar. Binlerce yıllık yurtlarından kopartılan Pontos Rumları Yunanistan’ı kendi yurtları olarak görmediler. Yunanistan devleti ve Yunanistan sağı tarafından hep ötekileştirilen, ayrımcılığa maruz kalan kesim oldu. Pontos göçmenleri Yunanistan’ın en yoksul, en güvencesiz sistematik ötekileştirmeye maruz kalan kesimi oldular. İç savaşta faşist işgalle karşı karşıya kaldılar. Faşizme karşı direniş cephesinde yer aldılar. Pontos göçmenleri Yunanistan devrimci hareketinin, Yunanistan solunun en güçlü tabanını oluşturan kesimi oldular. Yunanistan devletinin hiçbir zaman Pontos davası olmadı, yıllarca Yunanistan hükümetleri soykırımın olmadığını iddia ettiler. Yunanistan devleti için Pontos göçmenleri istenmeyen kesimdi. 1990’lı yıllarda Yunanistan Sosyal Demokratları PASOK, Pontos göçmenleri arasındaki tabanını kaybetmemek için tabandan gelen basıncın etkisiyle parlamentoda soykırımı kabul etti. Soykırım anıtı dikti.

Sonuç Yerine
*) Herkes için aynı anlama gelen 19 Mayıs yoktur. Kimisi için bayram olarak kutlanılan bir gün kimisi açısından tarihsel acıların hüznünü anma günüdür.
*) Bağımsızlık savaşının miladı olarak tanımlanan gün Karadeniz’in en kadim halkının etnik kırımdan geçirilerek yurdundan ve tarih sahnesinden kazınmasıdır.
*) Kendisini milli hudutlar temelinde ulus-devletler şeklinde örgütleyen kapitalizm halkların barış içinde bir arada yaşamasının önündeki en büyük engeldir.
*) Türkiye burjuvazisinin oluşumu ve Türk sermaye devletinin kuruluşu ve varlığını sürdürebilmesi soykırımlar, kırımlar, tehcirler, mübadeleler, yağmalar, istilalar, ırkçı katliamlar üzerinden hayat bulmuştur. Soykırımlarla, resmi ideoloji ve tarihle hesaplaşmadan Türkiye kapitalizmiyle hesaplaşmak mümkün değildir.

Dip Notlar
*1( Ayşe Hür Gayri Müslimlerin Öteki Tarihi syf: 52 vurgular bize aittir)