Bir tuhaf muz cumhuriyeti. Hani derler ya, neresinden tutsan elinde kalır, öyle bir cumhuriyet. Muz ki yesen bir dert yemesen ayrı. Yesen ve bunu bir sosyal medya aracılığı ile paylaşsan suç, yiyemesen de dillendirsen gene suç. Oysa arka bahçesi muz kabuklarıyla dolu bir siyasal iktidar var karşımızda.

Geçen günlerde Esenler çarşısında ilk ya da ortaokul çağında Suriye’li bir mülteci çocuğa saldıran şuursuz bir güruh, el kadar çocuğu muz yemekle suçlamış, güya kilolarca muz alıyorlarmış da kendileri alamıyormuş. Ekonomik krizin faturasını bir çocuğa kesip yetmeyip üzerine savaşmasını telkin eden bir garip topluluk. Bunun üzerine Suriye’li göçmenler tiktok üzerinden arkadaşlarına destek amacıyla muz yeme videoları paylaşmaya başladı. Haklarında yabancılar ve uluslararası koruma kanununun muz ile alakalı ilgili maddelerine muhalefetten sınır dışı edilmek üzere yasal işlem başlatıldı.

Muzdan provake olan kırılgan ırkçılığın bu ülkedeki diğer ötekilere ettiğini anlatmaya gerek yok zaten.

Evet muz yiyemiyoruz, doyunca meyve sebze alamıyoruz, geçinemiyoruz, insanlar haklı bir serzenişi yanlış adreslerde dile getiriyorlar. Faşist Akp-Mhp iktidarı cihatçı barbar çetelere düzenli aralıklarla ve yüklü miktarlarda paralar verip bu insanları yerinden yurdundan ederken alkış tutanlar şimdi krizin sebebi olarak bu kitleyi görüyor. Oysa bizi soyanlar buralı. Krizin de, açlığın da, yoksulluğun da, savaşın da sebebi buralı, Suriye’liler değil.

Sigortasız, güvencesiz, merdiven altı atölyelerde, piyasanın yarısına çalıştırılan Suriye’liler. Her an toplu bir linç tehdidi ile karşı karşıya olanlar, sıtmaya razı ettirilenler onlar. Ve artık burası onların da yurdu. Mülteci düşmanlığına karşı bütün emekçilere, devrimcilere, bulundukları her ortamda görev düşüyor.

Ben tüm bunları yazarken lavabonun üzerinde kararmış, beyaz poşetin içinde iki muz gördüm, kendimi de ihbar edeyim bu vesileyle.