Türk sermaye devleti yalnızca şuan değil kurulduğu günden beridir batı emperyalizminin sınır karakolluğunu yapmaktan başka hiçbir şeye yaramamıştır. Batının bu sınır karakolu gelecekte ücretli köleleri olacak gençlerin beynini yıkamaktan sorumludur.
Her burjuva devleti gibi emperyalist antlaşmalarla çizilmiş sınırları içinde bulunan enternasyonal işçi sınıfının beynini bulandırmak ve bu sınıfı kendi tahakkümü altında tutabilmek için işe çekirdekten yani eğitimden başlamaktadır.
MEB’in her eğitim-öğretim yılında ana özne “eğitim” olagelmiştir ve bu eğitimin açıklamasına bakıldığında en temel yurttaşlık bilincinin aşılanması olduğunu görebiliriz bu yurttaşlık bilinci ise Fransız devrimi ile beraber doğan “Eşitlik, özgürlük, kardeşlik” temelli burjuva felsefesinin bir parçasıdır ve bu felsefe en başından beri dünya proleteryasının devrimci mücadelesinin ve Marksizmin en büyük düşmanlarından birisidir.
Bahsedilen bu eğitimden sonraysa öğretim gelir. Ve eğitimin yandaşlığını yapacak ve eğitimle verilenleri güçlendirecek olansa bu öğretimdir. Türk sermaye devleti bu eğitim anlayışının yanına kattığı öğretimi daha da gericileştirmiştir. En basitinden son müfredat değişikliğiyle beraber Biyoloji dersindeki temel anlayışın Yaradılış teorisine dayandırılması bile işçi sınıfının gençlerinin bilincinin daraltılması ve Türk sermaye devletinin bilincinin tahakkümünde kalmaları için bir ön yatırımdır.
Bu yatırım maalesef ki biyoloji müfredatı ile sınırlı kalmaz. Türk sermaye devleti kendi tarih kitaplarında kendisini daima üste taşır, mücadelelerini en haklı ve ne hikmetse savaştıkları ne kadar güçlü olsa bile olabildiğince kansız biçimde savaşı bitirmiş olarak gösterir. Bu tarih anlayışı sermaye devletinin kendi eli kanlı karakterini gizlemek için kullandığı bir maskeden farksız değildir.
Ama sermaye devleti sadece tarihi olayları çarpıtmakla kalmaz burjuvazinin çıkarına olacak şekilde tarihin kendisini çarpıtır. Nihayetinde “ne yaparsan yap boş, hiçbir şeyi değiştiremezsin” der. Ve tarihi, bir süreç, gidişat veya durumun değişmesi olarak göstermektense eskiden yaşamış büyük komutanlarının hayatına indirgemektedir.
Devletin okullarda sağladığı bu örgün eğitimin amacı hiçbir zaman ufku genişletmek değil daima fabrikalara, atölyelere, tarlalara yeni işçiler yetiştirmektir keza yazının başında da bahsettiğimiz “eğitim-öğretim yılı” anlayışı bu yeni işçi yetiştirme işlevinin de bir süslemesinden ibarettir.
Cumhuriyetin burjuvazinin çıkarları doğrultusunda eğittiği bu gençlik, 12 yıllık bir beyin yıkamadan sonra burjuvazinin emrinde sorgulamadan çalışmak ve burjuva sisteminin çarklarında ezilmek için mükemmel birer köle olacaktır!
Yaptığımız köle benzetmesini ağır bulanlar olabilir, ama burjuvazi yedek sanayi ordusunu eğitirken, yetiştirirken 1600’lerin sömürgecilerini örnek alır.
Kölelik ve ücretli emek sistemi arasında da çok fazla benzerlik mevcuttur. Köleler sınıfı temelde dışarıdan yeni köleler eklenerek yeniden üretilir. Proleterya da buna benzer bir süreçten geçer(güya mükemmel toplumu yaratmanın temeli olan “eğitim-ögretim”) ve bu süreçten bütün burjuva düşünürleri övgüyle bahseder hatta bu onlara yetmez ve “eğitim” adı verdikleri rezerv işçi yetiştirme kurumunun daha verimli işçiler yetiştirmek için reforma gitmesini savunurlar. Bugün, sömürüyü ve sınıflı toplumu kökünden yıkmak isteyenler “eğitim”i dönüştürmek değil yıkmak isteyenlerdir.
Burjuva düşünürlerimize göre mükemmel toplumu yaratmanın yolu olan sağlam bir müfredata bağlı bir eğitim-öğretim, sadece burjuvazi için mükemmel bir toplum yaratmaya yarar, ve burjuva sömürüsünü maskeleyecek dini ve milli değerleri rezerv işçilerin aklına çivi gibi çakar.
Burjuva müfredatının eğitimi, gençleri ücretli köleler yapmaktan öte onlara bir sürü psikolojik sıkıntılar da vermektedir. Hepimiz biliyoruz ki gardiyanlar, öğretmenler demek istemiştim, öğrencilere hiçbir zaman nazik değildir! Rezerv işçi olan bizler en az 8 saatimizi -belki ilgilenmediğimiz bile- kâh burjuva propagandası kâh kötü bir pozitif bilimler eğitimi ile haftanın beş günü harcamak zorunda bırakılırız!
Meslek liselerinde durum daha da kötüdür, kimi zaman 10 saat “ders” işlenir. Üstüne üstlük 12. Sınıfta gitmek zorunda oldukları staj adı verilen ucuz iş gücü kampında iş güvenlikleri bile yoktur! MESEM programı ise düpedüz çocuk emeğinin meşrulaştırmasıdır.
Okullar burjuvazinin yedek sanayi ordusunu yetiştirme ve kitlelerin aklını kirletme yeri olmaktan çıkıp, yaşamak için emeğini satmaktan kurtulmuş özgür insanlar ortak bir paydada buluşup modern bilim ışığında bir eğitim aldıkları zaman bir hapishane olmaktan çıkacaktır.
Bunu gerçekleştirmek isteyen herkes proleteryanın devrimci hareketine katkıda bulunmak için devrimci partide örgütlenmelidir. Kapitalizmi ve kapitalizmin yarattığı tüm sorunları yok edecek tek şey onun yarattığı proleteryadır.
EMG burjuvazinin müfredatına karşı her zaman şu sloganı dillendirecektir:
Paralı parasız kapitalist eğitime hayır!