2011 yılından bu yana devam eden Suriye İç Savaşı, hiç kuşkusuz 21.yüzyılın en büyük insanlık dramlarından biridir. Suriye İç Savaşı, artık emperyalistlerin Ortadoğu’daki paylaşım savaşına dönüşmüştür. Bu savaş üzerinden gelişen emperyalist devletler arası saflaşmanın çelişkileri, her geçen gün insanlığı yeni bir yeniden paylaşım savaşı felaketine doğru itmektedir.
2011’den beri devam eden savaşta Halep’in Esad güçlerinin denetimine geçmesi, bu savaşın gidişatını etkileyecek en önemli etkenlerden biridir. Halep’te cihatçı örgütler ile Esad güçleri arasında aylardır devam eden çatışmalar, Esad güçlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır. Halep’in tamamı rejimin denetimine geçmiştir.
15 Kasım’dan bu yana yüzlerce sivil katledilmiş, kent adeta harabeye dönmüştür. Halep Suriye için sıradan bir kentten fazlasıdır. Suriye’nin en eski ve en büyük yerleşim yerlerinden birisidir. Aynı zamanda da Suriye’nin finans ve sanayi merkezidir. Coğrafi olarak oldukça önemli bir stratejik konumdadır.
ABD, AB, Türkiye ve Suudi Arabistan devletleri yıllarca cihatçı çeteleri Esad’a karşı desteklediler. Erdoğan ve AKP’si, Suriye’deki paylaşım savaşında pastadan büyük payı almak için oldukça mücadele etti. Cihatçı çetelere açık destek verdi, Şam’da Cuma namazı hedeflerini neo-Osmanlıcılık ile birleştirip seyirci kalmayacağını defalarca dillendirdi. Ancak daha sonra uluslararası dengelerdeki değişimler nedeniyle Suriye’deki maceracı emperyalist politikaları gittikçe iflasın eşiğine savruldu.
Erdoğan’ın emperyalist emelleri çöktükçe Ortadoğu’daki paylaşım masasından gittikçe dışlandı. Erdoğan her ne kadar emperyalistler arası kutuplaşmada çelişkilerden faydalanıp kendine manevra alanı açmaya çalıştıysa da, bu hedeflerine bir türlü ulaşamadı. AKP, AB’ye karşı Suriye’den gelecek mültecilere kapıyı kapayıp, eldekileri de AB’ye göndermekle tehdit ederek, elindeki son kozu oynamış ve savaşın mağdurları mültecileri pazarlık konusu yaparak insalık suçu işlemiştir.
AKP bir süredir Rusya ve Çin bloğuna yaklaşarak AB ile üyelik müzakerelerinin iptaline karşı Şangay İşbirliği Örgütü üyeliğini bir koz olarak kullanma çabası içine girmektedir. Ayrıca Batı ve ABD düşmanlığı üzerinden içeride sahte bir anti-emperyalizm duruşu yutturmaya çalışmaktadır. Yalnız şu bilinmelidir ki Şangay İşbirliği Örgütü’ne üye olup NATO’dan çıkmak ve kuruluş itibariyle Batı rotasında giden resmi devlet paradigmasını değiştirmek hiç de öyle kolay değildir. Türkiye’nin Rusya ile yaşadığı uçak krizinin etkileri her ne kadar normalleşme sürecine girmiş olsa da, Rusya’nın Suriye politikası Esad rejiminin devamı üzerine kuruludur. Erdoğan’ın tüm Suriye siyaseti Esad’ın devrilmesi üzerinden yürümektedir.
Öte yandan ABD’nin Kürt kantonlarını desteklemesi, yeni seçilen başkan Trump’ın PYD-YPG’ye verilen desteğin devam edeceğini açıklaması da Erdoğan rejimini Suriye’de başka bir çıkmaza sokmaktadır. Rusya ve İran’ın desteklediği Baas rejimi önemli kazanımlar elde etmiş olsa da, Suriye’de cihatçı muhalifler hala varlıklarını korumaktadır. Bu cihatçı çetelerin yeni saldırılara girişerek savaşı büyütmek istedikleri ve kolay kolay teslim olmayacakları açıktır. Yeni seçilen ABD Başkanı Trump şu ana kadar her ne kadar Suriye’de rejim politikası ile ilgili bir açıklamada bulunmamış olsa da, seçim döneminde başvurduğu savaş çığırtkanlığı ile iktidara gelmiştir. ABD ve İsrail’in Suriye’den kolayca vazgeçmeyeceği açıktır. Büyük olasılıkla muhalif cihatçıları desteklemeye devam edecekler ve bu durum savaşı tekrar içinden çıkılmaz bir sürece sokacaktır.
Kürtler için Erdoğan’ın Suriye’deki stratejisinin çökmesi, her ne kadar ana düşmanın ekarte edildiği hissini doğursa da IŞİD ve diğer cihatçı çetelerin Rojava’da varlığını sürdürmesi Kürtler için hala bir tehdittir. Bununla birlikte Rusya ve İran’ın Esad rejimini tekrar mutlak iktidar yapma hedefi, savaş öncesi rejimin Kürtlere uyguladığı politikalara geri dönüşü getirebilir. Bugün ABD’nin Kürt kantonlarını desteklemesi yarın savaş dengelerindeki değişmelerle ortadan kalkabilir, hatta ABD bizzat Kürt tarafının karşısında bile yer alabilir. Kürt hareketinin kendi özgücüne güvenip, Suriye’deki diğer halkları da içine katacağı geniş bir direniş cephesini büyütmek dışında bir çözümü yoktur. Suriye Demokratik Güçleri’nin genişlemesi ve programının zenginleşmesi bu açıdan oldukça önemlidir.
Esad ve şu meşhur “Anti-emperyalizm” meselesi
Emperyalizmi ABD ve AB’ye endeksleyen, anti-emperyalist mücadeleyi ABD’ye karşı mücadeleye eşitleyen ulusalcı sol, Esad’ı adeta bir ezilen ulus kahramanı ilan etmektedir. Her şeyden önce bu savaş Ortadoğu’daki bir yeniden paylaşım savaşıdır. Bu savaşta Esad rejimi, kendi ayrıcalıklarını kaybetmemek için Rusya, İran ve Çin emperyalizmi ile aynı cephede yer almaktadır. Esad rejimi savaştan önce de, babadan oğula geçen, hiçbir muhalefete izin vermeyen, Kürtler ve diğer halkların tüm ulusal taleplerini kısıtlayan, işçi sınıfının örgütlenmesinin önünü kapatan, kendine destek vermeyen tüm sosyalist yapıları ezen bir burjuva diktatörlüğüdür.
ABD karşısında Rusya ve Esad’ı açıktan veya gizliden desteklemek 1914 yılında 2. Enternasyonalin tarihi ihanetinden başka bir anlama gelmez. Marksistlerin üzerine düşen görev emperyalistler arası çatışmalarda bir kutbu ilericilik sosuna batırıp diğerine karşı destekleyerek kitlelerin bilincini bulandırmak değil işçileri bizzat kendi öz gücüne güvenmeye ikna etmektir. Devrimci mirasımız savaşa dahil olmuş tüm devletlerin işçi sınıfı içinde enternasyonal bir cephe oluşturup, bu savaşı devrimci savaşa çevirmeyi öngörmektedir. Biz devrimci Marksistler tüm burjuva devletler gibi Esad rejiminin de işçi sınıfı tarafından yıkılıp, yerine bir işçi devletinin kurulmasını savunuyoruz. Esad rejimi Suriye’ye ne özgürlük ne bağımsızlık ne de barış getirebilir. Suriye’de ayaklanan yoksul insanlar ABD ajanları tarafından fonlanmadı, o insanlar eğer ayaklandılarsa ve bu savaş başladıysa bunun sebebi bizzat Baas rejimidir. Rejimin tek derdi, Rusya-İran-Çin emperyalizminin kollarında kendi iktidarılarının ayrıcalıklarını devam ettirmektir. Bu savaş, Suriyeli emekçileri emperyalistlerin çıkar satrancının birer piyonu haline getirmektedir. Fillerin savaşında çimenler eziliyor ama Suriye işçi sınıfının çimen olma lüksü yok.
Ortadoğu’ya Barış Savaşan İşçilerle Gelecek
Lenin, emperyalizm çağını proleter devrimler çağı olarak tanımlar. Suriye’de devam eden savaşta barışı savaşan emperyalist kutuplardan birinin getirmesini beklemek hayal kırıklığı dışında hiçbir şey getirmez. Emperyalistlerin getireceği barış, yeni savaşlar için kısa bir moladan başka bir şey değildir. Yoldaş Troçki Aralık 1918’de ezilmiş,bastırılmış ve tükenmiş halklara şöyle sesleniyordu:
“ Eğer zafer şu ya da bu taraf tarafından kazanılsa bile,bu,zayıfın daha fazla güçlünün baskısı altına gireceği anlamına gelir ve dolayısıyla gelecekteki savaşların tohumları bugünden atılmış olur.”
Tarih bize öğretiyor ki emperyalist savaşlar ancak proleter devrimlerle son bulur. Suriye’deki savaşı nihai bir barışla sonlandıracak tek güç de devrimci işçi sınıfıdır. Suriye’deki savaşta emperyalistler arası kutuplaşmaların keskinleşmesi ve çelişkilerinin büyümesi insanlığı hızla yeni bir dünya savaşına sürüklemektedir. Bu savaşta taraf olan tüm devletlerde yapılması gereken; işçi sınıfı safında yer alan, mülteci düşmanlığı üzerinden yaratılan ırkçılığa zerre prim vermeyen, savaş karşıtı muhalefeti sınıfsal temelde ören ve kendi burjuva devletinin devrimci yıkılışını merkeze alan enternasyonal devrimci bir işçi hareketini tarih sahnesine çıkartmaktır.
Yine aynı konuşmada Troçki devam ediyor: “Bütün ülkelerin proleterleri barışın ve toplumsal devrimin bayrağı altında saflarınızı sıklaştırınız.” Bizlere düşen de bu muhalefete ilmek ilmek inşa etmek olacak. Devrimci geleneğimiz yolumuzu aydınlatıyor. Emperyalistlerin sürekli yıkım politikası kaybedecek sürekli devrim ve sosyalizm kazanacak.
Bu yazı Patronsuz Dünya’nın 6. sayısında yayımlanmıştır.
Garbis Reçber