19 Ağustos Sabahına Türkiye ve Kürdistan emekçi halkları Amed, Wan, Mérdin Büyükşehir Belediyelerine atanan kayyumlarla uyandı.
Erdoğan rejiminin atadığı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun emri ile 4 ay önce seçimleri ezici farkla kazanan HDP’nin yönetimindeki belediyelere el koyuldu. Yerlerine yine rejimin atadığı valiler göreve getirildi. Sabahın ilk saatlerinde yüzlerce polis belediye binalarını kuşattı. Belediye kapıları kırılarak baskın yapıldı. Giriş çıkışlar yasaklandı, yüzlerce kişi gözaltına alındı. Polis operasyonu bittikten sonra Erdoğan’ın atadığı il valileri Belediye yönetimine el konulduğunu açıkladılar.
Gerekçe Belediye Başkanları hakkında terör örgütüne üye olmak, terör örgütü propogandası yapmak, suç ve suçluyu övmek suçlarından soruşturma başlatılmasıydı. Bu komik gerekçe Erdoğan rejiminin hazırladığı anayasaya bile aykırıdır.
Erdoğan daha seçimlerden önce eğer HDP Kürdistan’daki belediyelerin yönetimini kazanırsa kayyum uygulamasına gideceğini açıkça belirtmiştir. 19 Ağustos günü Erdoğan’ın Bakanı Soylu’nun talimatıyla gerçekleşen atama Kürt halkının siyasal iradesine vurulmuş bir darbedir. Darbeye damgasını vuran olay Valinin binaya girişiydi. Elinde Erdoğan’ın fotoğrafı ile Belediye binasına giren kayyum ilk iş olarak Mustafa Kemal’in fotoğrafını indirip yerine Erdoğan’ın fotoğrafını astı. Bu olay muhalif medyada Cumhuriyete ve Mustafa Kemal’e bir saldırı olarak yorumlanmıştır. Bizim yorumumuz ise o yönde değildir.
Özellikle Ortadoğu’daki tüm sömürgeci devletler, işgal ettikleri topraklarda kendi liderlerinin dev fotoğraflarını asarak, sömürgeleştirmeye başladıkları coğrafyanın tüm ulusal, kültürel, tarihsel sembollerini yok etmektedir. Kayyumun da tam olarak yapmış olduğu eylem budur. Bu darbe salt bir demokrasi meselesi değildir, aynı zamanda sömürgeci devlet politikalarının en barbar şekilde hayat bulmasıdır. Makalemizin ilerleyen bölümünde kayyumun getirdiği tüm tahribatların üzerinde uzunca duracağız.
Kayyuma Destek Verenler ve Muhalefet Edenler
19 Ağustos kayyum darbesinden sonra AKP-MHP blokuna destek veren HÜDAPAR ve Perinçek çetesi dışında kimse kalmamıştır. HDP yönetimi bu darbeden sonra “Susmayacağız, Durmayacağız!” açıklamasında bulunarak tüm toplumsal muhalefeti mücadeleye çağırdı.
HDP MYK’sı kayyuma karşı kesintisiz eylem kararı aldığını açıkladı. CHP ise kayyum girişimini demokrasiye ve hukuka yönelik bir darbe olarak tanımladı.
31 Mart yerel seçimlerinde milletin oyuyla seçilmiş Diyarbakır, Van, Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlarını görevden alınarak yerlerine kayyum atanması demokrasiyle ve demokrasi terimiyle izah edilemez. Milletin iradesini yok saymaktır, kabul edilemez.
İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu
AKP’den ayrılan yeni bir siyasi parti kurma hazırlığı içinde olan Davutoğlu ve Gül de kayyum atanmasına karşı açıklamada bulundu. 30 Barodan da kayyuma karşı tepki gerçekleşti. “Bu hukuk dışı uygulamayı kabul etmiyoruz” başlıklı bir bildiri yayınladılar.
Sendikalar, sol, sosyalist parti ve gruplarda kayyumlara karşı HDP’nin yanında olma, birleşik bir mücadele hattı örme çağrılarında bulundular. Türkiye’nin batısında ve Kürt kentlerinde kayyumlara karşı sürekli eylemler gerçekleşti. Gerçekleşen bu eylemler sert polis müdahalelerine, yüzlerce insanın gözaltına alınmasına rağmen varlığını sürdürmektedir.
CHP başkanı Kılıçdaroğlu kısa bir süre sonra yaptığı açıklamada kayyumların karşısında yer aldıklarını fakat sokak eylemlerini tasnif etmediklerini belirtti. Kılıçdaroğlu CHP tabanı ile HDP tabanının sokakta bir ittifak sürecine girmesini engellemeye çalışmaktadır ve de bunun için sokak eylemlerini kötülemektedir. Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasından sonra Erdoğan rejiminin eylemlere karşı müdahalesi daha da sertleşmeye başlamıştır.
Kayyumlara gösterilen tepkilerin ortaklaştığı nokta mevcut durumdu: Demokrasi ihlali, hukuksuzluk, diktatörlük, faşizm… Çözüm önerileri geniş bir demokrasi cephesi kurma fikrinde yoğunlaşmıştır. Toplumsal muhalefetin ıskaladığı ana nokta meseleyi sömürgecilik olarak ele almaması, onun yerine legalist, parlementerist düzen içi perspektifle karşı duruş sergilemeye çalışmasıdır. Salt hukuk ve demokrasi ihlali perspektifinden bakmak işgali ve sömürgeciliği aklamaktır. Çünkü hukuk herşeyden önce burjuva devletin ideolojik aygıtlarından biridir. Burjuva devleti uyguladığı şiddet ve baskıyı meşrulaştırmak için hukuk fetişizmini kullanır.
Kayyum uygulaması iddia edildiği gibi salt bir hukuk ve demokrasi sorunu değildir. Tam tersine sömürge hukukunun en sert şekilde uygulanmasıdır. TC devletinin kuruluşundan bugüne Kürtlere karşı uygulanan tek geçerli hukuk sömürge hukukudur. Bu hukuk kuralları Kürt halkının imha, inkar ve reddine dayanmaktadır. Bunun anlamı şudur: “Ben Kürtlere yaşam hakkı vermemeye yeminliyim.”
Kürt halkı bugüne kadar kazanmış olduğu tüm ulusal haklarını büyük bedeller ödüyerek, direnerek kazandı. Erdoğan rejimi 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Kürtlerle yürüttüğü çözüm sürecini askıya alıp klasik devlet politikasına geri dönmüştür. O tarihten beri Erdoğan içeride ve dışarıda Kürt halkına karşı durmak bilmeyen bir savaş içindedir. Bu savaşın yeni bir boyutu olarak Kürt siyasi hareketinin iktidarda olduğu yerel yönetimlere kayyum atama uygulamasını kalıcı hale getirmeyi hedeflemektedir.
Erdoğan Ne Yapmak İstiyor ?
Erdoğan 31 Mart seçimlerinden önce de HDP’nin kazanabileceği yerel yönetimlere kayyum atayacağının sinyallerini vermişti. 31 Mart seçimlerinden sonra KHK ile ihraç edilen adayları gerekçe göstererek, seçilmiş HDP’li Belediye Başkanlarına mazbata vermeyerek fiili kayyum atamıştı. Kaybettiği Büyükşehirler için “Çalıştırmayız, iş yaptırmayız, görevden alırız” gibi tehtidleri savurmaktan geri durmadı.
4 Ay gibi kısa bir sürede Erdoğan’ın seçilmiş Belediye Başkanlarını görevden almasıyla, seçimler tamamen boşa düşmüştür. Erdoğan rejimi seçimi, parlementoyu, yerel yönetimleri işlevsiz duruma getirmiştir.
Patronsuz Dünya sayfalarında OHAL döneminden bugüne sayısız kez Erdoğan rejiminin OHAL’siz, kör devlet baskısı uygulamadan yönetebilme yetisinin kalmadığını defalarca kez dile getirdik. Erdoğan rejimi derinleşen ekonomik krizin önüne geçememekte, bu durum da kendi tabanı dahil olmak üzere geniş kitlelerde kabaran tepkilere yol açmaktadır. Erdoğan rejiminin kurduğu “Başkanlık” sistemi her geçen gün meşruiyet krizi içinde boğulmakta, burjuva devlet aygıtları işleyemez noktaya gelmektedir. Erdoğan rejimi toplumsal rıza üretebilme yetisini tamamen kaybetmiştir.
Erdoğan, TUSİAD’ın iktidarın muhalefetteki burjuva partileriyle paylaşılıp, sistemde revizyona gidilmesi talebini şiddetle reddetmektedir. Erdoğan, rejiminin yetkilerini az da olsa kısıtlayacak olan bir revizyonu kendi sonunu hazırlayacak sürecin başı olarak kodlamaktadır. Erdoğan rejiminin kendi bekası için baskı, korku imparatorluğu, devlet terörü uygulamak dışında çaresi kalmamıştır. Bunu yapabilmek için de, Kürt düşmanlığı üzerinden ırkçı bir dalga yaratmaya çalışmakta ve her fırsatta Kürtlere karşı bir savaş vermektedir. İkinci kayyum dalgası da bu savaşın dönemsel stratejilerindendir. Erdoğan’ın ikinci kayyum operasyonu birçok mesaj içermektedir.
– 31 Mart seçimlerinden sonra Erdoğan’ın yenilgisiyle birlikte başkanlık sistemi, sistemde revizyon, kabinede değişiklik, yeni anayasa gibi konular tartışılmaya başlanıp bu tartışmalar üzerinden Erdoğan rejimi üzerinde basınç yaratılmaya çalışıldı. Muhalefet seçim sonuçlarından sonra Erdoğan rejiminin gerilediği iddiasında bulunarak, zafer kutlamaları yaptı. Erdoğan rejimi ise bu yıpranmışlığı aşmak için yeni bir “Beka” açılımı planlıyordu. Rejim, Rojava’nın işgali hedefi doğrultusunda Kürtlerin tüm kazanımlarını bertaraf etmeyi hedefleyen bir operasyon hazırlığı içerisine girdi. Dört ay gibi kısa bir süre içinde ikinci kayyum operasyonunu başlatarak tüm toplumsal muhalefete “Beni seçimler yoluyla indiremezsiniz” mesajını verdi.
– Amed, Wan, Mérdin’e kayyum sonra sıra İstanbul, İzmir, Ankara’ya mı geliyor tartışmaları başladı. Erdoğan’ın propoganda bakanlığına dönmüş havuz medya ve Ak Trolleri bu sürecin yaklaştığının tellallığını yaptılar. Erdoğan’ın Propoganda Bakanlığının bileşenlerinden olan Star gazetesinde cihatçı terör örgütü İBDA-C’nin bombalı eylemlerinde bulunmaktan on yıl hüküm giyen sözde gazeteci özde cihatçı terörist Yakup Köse çok tartışılan bir köşe yazısı yayınladı. Bu yazıda özetle CHP’li belediyelerin DHKP-C’ye yardım ettiğine dair 80 sayfalık itirafçı ifadelerinin olduğunu, bunun sonucu olarak İstanbul başta olmak üzere birçok CHP’li Belediyeye kayyum atanacağının sinyalleri verildi. İkinci kayyum operasyonuyla Erdoğan rejimi CHP ve HDP’ye şu mesajı verdi: “İstanbul’u bana kaybettirirsen ben de senin elinden Diyarbakır, Van ve Mardin’i alırım. HDP ile bana karşı ittifak kurarsan ben de sana HDP gibi bedel ödettiririm” mesajını verdi.
– İkinci kayyum operasyonuyla Erdoğan, Kürtlere karşı siyasal soykırım ve sömürgeci savaştan vazgeçmeyeceği mesajını verdi.
Kayyum Nedir? Neler Getirdi?
Kayyum uygulaması herşeyden önce sömürgeci devlet geleneğidir. İşgal edilen, sömürgeleştirilen topraklara işgalci devlet tarafından sömürge valileri atanır. O bölgenin tüm kaynakları yağmalanır, o toprakların yerli halkı ağır baskı altına alınıp ulusal, kültürel tüm ögeleri yasaklanarak sistematik asimilasyon politikası uygulanır.
Kasım 2016’dan beri devam eden kayyum uygulaması sömürgeci devletlerin politikalarıyla özdeştir. Kasım 2016’da başlayan kayyumlar 95 DBP’li Belediyeye atanmıştır. Belediye Eş Başkanlarının neredeyse tamamı gözaltına alınmış veya tutuklanmıştır.
31 Mart seçimlerinden sonra kayyumlardan halk iradesiyle alınılan belediyelerin yolsuzluk ve borç batakları birbir ortaya çıktı. 2 Yıl gibi kısa bir sürede ortaya dökülen bilanço öyle büyüktü ki, kayyum olarak atanan valiler adeta belediyeleri savaş ganimeti olarak yağmalamışlar. Son verilere göre Van Büyükşehir Belediyesi’nin borcu 1.5 milyar liranın üzerinde çıktı. Kasasında 90 milyon TL varken kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi’nde ise 1 milyar 260 milyon TL’lik borç tespit edildi. Diyarbakır Büyükşehir Belediye’sinin toplam borcu tam olarak hesaplanamamakla birlikte, son güncel tabloda borcun 1 milyar TL’yi aştığı ortaya çıktı.
Bu kadar borcun yapıldığı yerler ise akıllara ziyan cinstendi. Mardin kayyumu kuruyemiş ve kahve düşkünü çıktı. Yeniden kayyum olarak atanan Mustafa Yaman sadece üç ayda kuruyemiş ve kahveye 164 bin 550 lira harcadı. Diyarbakır kayyumunun kendisine yaptırdığı şatafatlı oda ise lüks saray görüntüsündeydi ve üstüne 2.5 milyon TL para harcanmıştı. 1 Ton 600 kilo fıstıklı kadayıf yemiş, 92 bin liralık hediyelik fincan takımı satın almıştı.
Kayyumların tahribatı yalnızca olağanüstü yolsuzluklardan ibaret değildir. Kayyumlar önce kadınların kazanımlarına saldırdı. Tüm kadın derneklerini, kreşlerini, kooperatiflerini, evlerini kapatarak işe başladılar. Bununla birlikte DBP’li belediyeler zamanında yapılan Kürt dilini ve kültürünü yaşatıp geliştirmeye yönelik kurulan tüm kuruluşlar kapatılarak yerlerine Türkçe kursları ve kültür merkezleri açıldı. Kürt sanatçılara konser, sahne yasakları getirildi. Sözün kısası kayyumların yolsuzluk, talan, asimilasyon, kadın düşmanı politikalar dışında hiçbir icraatı olmadı.
Sonuç Yerine
– 31 Mart ve 23 Haziran’da Kürtlerin ve emekçilerin adını dahi anmadan siyaset yapan, burjuva partilerini destekleyerek parlamenter yollarla Erdoğan’ın gidebileceğini savunan liberal paradigmalar iflas etmiştir.
Erdoğan rejimine karşı parlementerist legalist zeminde demokrasi mücadelesini baz almak her şeyden önce Saray rejimine meşruiyet alanı yaratmaktır. Uzun süredir Erdoğan rejimi parlementoyu ve burjuva demokrasi aygıtlarını işlevsiz duruma getirmiştir. Bu durumda Erdoğan’a karşı oluşturulacak muhalefetin fiili mücadeleye dayanan, yasalara sığmayan bir hatta yürümesi zorunluluktur. Her fırsatta toplumsal muhalefeti düzen içine hapsetme girişimlerinin rejimi güçlendirmekten başka bir işlevi yoktur.
– Kürt siyasi hareketi kendisini ulus ve işgal altındaki bir ülke olarak görmeyi bırakmış, sorunu salt demokrasi ve hukuk mücadelesine indirgemiştir. Misak-ı milli sınırları içinde demokratik statü isteyen bir anlayışı savunmaktadır. Uzun yıllardır oluşturmuş olduğu paradigma Türkiyelileşme temelli, sömürgeci egemenlerle çözüm süreci yürüterek anayasal statü isteyen fakat mevcut sömürgeci rejime karşı taraf almayan bir çizgidedir.
Bu çizgi ekseninde Erdoğan rejimiyle uzun bir çözüm süreci yürütmüştür fakat bu zaman boyunca sadece Kürt halkı oyalanmıştır. 2015 Yılından sonra Erdoğan çözüm sürecini iptal ederek savaş kartını oynamıştır. Sömürgeci savaş konseptine geri dönüş salt Erdoğan’ın politik basiretsizliğiyle açıklanamaz. Türkiye devletinin resmi devlet ideolojisi Kürt düşmanlığı olmuştur. Hangi burjuva iktidar gelirse gelsin Kürt sorununa dair ortaya koyabilecekleri bir çözüm programları yoktur ve olamaz.
Türkiye burjuvazisi için çözüm süreçleri yalnızca sistemde revizyon yapıldığı dönemlerde vitrine konulan demokrasi süsünden başka bir şey değildir. Kürt sorunu ne demokrasi ne hukuk ne de barış sorunudur. Kürt sorunu sömürgecilik sorunudur. Sömürgeciliğe karşı mücadele ise bir devrim sorunudur. Düzen içi tüm çözüm perspektifleri mevcut sömürgeci rejimi güçlendirerek, Kürt halkını esarete mahkum etmektedir.
– Kayyumlara karşı mücadele kınama merasimlerinde bulunarak, mağdur edebiyatına soyunarak, demokrasi havariliği ile CHP’den ve tüm düzen güçlerinden medet bekleyerek yürütülemez.
Kayyumlara karşı mücadele onu tanımayarak, sömürgeci Türk sermaye devletine karşı topyekün seferberlik başlatılırak yürütülür. Bunun yolu TBMM’yi boykot edip Sine-İ Millete gitmekten geçer, bunun yolu kayyumlara karşı sivil itaatsizlik eylemleri örgütlemekten geçer, bunun yolu kayyum belediyelerinde süresiz grev yapmaktan geçer, bunun yolu kayyum belediyelerine su faturası, ulaşım ücreti vs. ödememekten geçer, bunun yolu direniş komiteleri, halk meclisleri örgütlemekten geçer….
– CHP’nin kayyumlara karşı itirazı demokratik iradeye saldırı olduğu yönünde, kendi tabanına da seslenişi yarın aynı kayyum İstanbul başta olmak üzere bizim belediyelere de gelebilir, o yüzden karşı çıkmalıyız temelinde yürümektedir. HDP’nin de sosyalist solun da kayyuma karşı mücadele çağrısı bu eksende ilerlemektedir.
Bu perspektifte üstü örtük şovenizm ve Erdoğan’ın elini güçlendirecek pasifizm yatmaktadır. Örtük bir şovenizm yatmaktadır: Kayyumlara itiraz aynı uygulama Batıda hayat bulabilir, o yüzden itiraz etmeliyiz ekseninde ilerlemektedir. Yarın Erdoğan Batı illerinde kayyum atamayacağının garantisini verdiğinde, bugün kayyumlara karşı olan muhalefetin bir kısmı tarafsız kalabilir.
Mesele salt demokratik irade gaspına ve hukuksuzluğa indirgenmektedir. Kayyumların yolsuzlukları ön plana alınmakta, onların Kürt halkına yönelik uyguladığı asimilasyon politikalarınından bahsedilmemektedir. Kayyum uygulamasının Kürt halkına yönelik sömürgeci bir saldırı olduğu gerçeğininin üstü olabildiğince örtülmektedir.
Bu perspektifler Erdoğan’ın elini güçlendirecek pasifizmi taşımaktadır: Öne sürülen itiraz hukuksuzluk temelinde şekillenmektedir. Yani Erdoğan’ın hukuk kurallarına uymadığı ve mahkeme kararı olmadan kayyum atadığı yönünde itiraz vardır. Toplumsal muhalefetin bu dili tehlikeli bir pasifizmi içinde barındırmaktadır. Hukuksuzluk olduğunu iddia edip itiraz etmek, herşeyden önce kayyumlara meşruiyet zemini yaratmaktadır. Erdoğan’a önce mahkeme kararını çıkar, Eş Başkanları yargıla, hüküm ver ve de sonra kayyum ata demeye denktir. Burjuva düzenin temsilcilerinin bozuk plak gibi tekrarladığı hukuk ve yargı kurumlarının iktidarın üzerinde tarafsız bir mekanizma olduğu yalanına ortak olmaktır.