Dünyamızdaki emperyalist-kapitalist düzen, egemen güç olan burjuvazinin herşeyi kendi ihtiyaçlarına göre düzenlediği bir sistemdir. Bu düzen sömürücü, ırkçı, cinsiyetçi, homofobik olduğu kadar doğa ve ekosistem düşmanıdır.
Bu düzen yalnızca işçiler ile kadınları sömürmemektedir. Aynı zamanda doğaya karşı da dur durak bilmeyen bir savaş içindedir. Savaş, yoksulluk, ırkçılık, kitlesel göç yaratan; insanlığı küresel ekonomik buhranlara boğan kapitalizm aynı zamanda da yarattığı ekolojik yıkımdan dolayı küresel düzeyde iklim, gıda ve su krizi yaşatmaktadır. Kapitalizmin yaşattığı bu ekolojik yıkım gezegenimizin geleceğini büyük tehtid altına almaktadır.
Kıyılara ölü deniz canlıları vurmakta ve her yıl canlı türleri yok olmaktadır. Okyanuslar ile denizlere her yıl petrol, plastik, atık yığınları dökülmektedir ve bu telafisi olmayan tahribatları beraberinde getirmektedir. Ağaç katliamları, orman yangınları, kurulan nükleer santraller, HES’ler yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada olmaktadır. Bu durumun sonucu olarak; canlı türleri yok oluyor, küresel ısınma ve iklim değişimi tavan yapıyor, insanlar kitlesel olarak zehirlenip, ölümcül bulaşıcı hastalıklarla boğuşuyor, milyonlarca insan temiz sudan ve yeterli gıdadan mahrum kalarak ölüme terkediliyor. Kâr hırsı ayak bastığı her yeri yaşanamaz hâle getirerek insanlığı barbarlık içinde yok oluşa sürüklüyor.
21. Yüzyılda dünyayı değiştirme iddiasında olan, insanlığa yeni bir alternatif sunma mücadelesi veren her akımın ekolojik krize dair cevapları, bir perspektifi ve eylem programı olmak zorundadır. 21. Yüzyıldaki her akım ekolojik krize verdiği yanıtlar ve ortaya koyduğu pratikler içerisinde değerlendirilecektir. Bu serimiz ekolojik krize Devrimci Marksist cevaplar ve eylem programı oluşturmak için kaleme alınmaktadır.
Yazımızın bu kısmında yerel ve küresel düzeyde süren orman yangınları mercek altına alınacaktır.
Orman Yangınları Üzerine
Her yıl özellikle yaz aylarında haber ajanslarından orman yangınları hiç eksik olmaz. Bu duruma o kadar alıştırılmışız ki; birkaç dakika veya satırlık haberler olmanın ötesine gidemezler. Gündelik hayatın olağan akışı içinde bir olay süreklilik içinde tekrarlanıyorsa, o olay artık sıradanlaşmıştır. Her sıradan durum gibi ilgi ve tepkiler olabildiğince nötrleşir. Çünkü artık yaşanan olayı kanıksama durumu vardır. Yaz mevsimindeki orman yangınları da tam bu durumdadır. Her yangından sonra görevlilerin araştırıyoruz açıklamaları eşliğinde, yaz aylarının vazgeçilmez ritüeli olan mangal ateşini söndürün, izmarit atmayın uyarıları ile ormanlar korunmaktadır.
Sonuç olarak egemen sınıflar orman yangınlarını bireylerin bilinçsizliğine ve sorumsuzluğuna indirgemektedir. Orman yangınlarına sebebiyet veren ne piknikçilerin sönmemiş mangalları, ne de sigara izmaritleridir. Elbette bunlar da yangınlara sebebiyet vermektedir fakat bu miktar devede kulak dahi değildir. Ormanlar her yıl sistematik olarak kül olmasına neden olan ana faktör sermayenin doymak bilmeyen büyüme hırsıdır.
Kapitalizm için ne kadar orman yangını, o kadar imara açılan alan, o kadar ranttır. Bu rantın sonuçları iklim değişikliği, küresel ısınma, hava kirliliği ve onun tetiklediği kalıtsal hastalıkları peşinden getirmektedir. Tüm yangınların sonucunda yok olan ormanlık alanlar imara açılmaktadır. Anayasaya göre yangın sonucunda yok olan ormanlık alanların yeniden ormanlaştırılması gerekse de, bu yasaya uyulmamaktadır. Özellikle Ege, Akdeniz gibi turizm bölgelerinde tüm yanmış ormanlar kısa bir süre sonra Hotel, tatil köyü gibi işletmelere dönmektedir.
Yangınlarla mücadele ve yeşil alanları korumaktan sorumlu kurum olan Orman Genel Müdürlüğü’nün 2015 ve 2018 yıllarına ait bazı verileri iklim uzmanı Önder Algedik kıyaslamış ve çarpıcı gerçeklere dikkat çekmiştir. 2015’te çıkan orman yangınlarında 3219 hektar alan yanarken, 2018’de 5664 hektar yanmış. Yani orman yangınlarında ciddi bir artış var. Oysa bu artışa karşın, 2015’te orman yangınları ile mücadeleye ayrılan kaynak 891.1 milyon TL iken 2018’de bu bütçe 884.8 milyon TL’ye düşmüş. Üstelik Orman Genel Müdürlüğü’ne ayrılan bu bütçe içinde Orman Yangınlarıyla Mücadele Dairesi’nin payı sadece 148.7 milyon TL olmuş. Orman yangınlarında istikrarlı artış olurken, ormanları korumaya yönelik hazırlıklarda o oranda düşmektedir. Bu durum devletin ormanları ve doğal alanları ranta açma politikasının somut bir göstergesidir. İzmir’de ormanlar yanarken Orman Bakanlığı yangına resmen seyirci kalmıştır.
Orman Bakanı Pakdemirli’nin ihalesini verdiği yangın söndürme şirketinden yeterli yangın söndürme helikopterinin olmadığı, var olan helikopterlerin de bozuk olduğu açıklaması geldi. Orman Bakanı Pakdemirli, Bakanlık dışında da uluslararası tekellere danışmanlık görevi yapmakta, tarım arazilerini dahi büyük tekellere dağıtmaktadır.
Doğa ve yeşil alanlar kimsenin özel mülkiyeti değildir. Bu kollektif alanlara sermaye sınıfı göz dikerek el koymakta, talan etmekte, ranta açmakta, ve bütün bunları sermayesini büyütmek için yapmaktadır. Bunun önünü açan da bizzat hükümetlerin kendileri olmaktadır. Bu durum salt Türkiye’ye özgü olmamakla birlikte küresel bir sorundur. Tıpkı sonuçları gibi; Küresel düzeydeki iklim krizinin nedeni burada yatmaktadır.
Amazon Ormanları Yangını
Türkiye’de çevre talanları, ekolojik yıkımlar, orman yangınları yaşanırken, bu durumun bir benzeri de Brezilya’da yaşanmaktadır. Dünyanın akciğeri olarak tanımlanan Amozon ormanları son dönemde büyük bir kundaklanma furyasındadır. Amazon bölgesinde 1 yılda 72 bini aşkın orman yangını yaşanmıştır. Yangınların temelinde geçen yıl iktidara gelen aşırı sağcı lider Bolsonaro’nun uluslararası tekellerle birlikte sürdürdüğü çevre düşmanı politikalar yatmaktadır. Her ne kadar Bolsonaro yangınları hükümeti devirmek isteyen çevreci örgütlerin çıkardığını iddia etse de, bu yalanlarına kimseyi inandıramamaktadır.
Bolsonaro hükümeti, iktidara geldiğinden beri ormansızlaştırma politikaları izlemekte, bu politikalara dur durak vermemektedir. Her fırsatta Brezilya için tarım ve hayvancılığın güçlü bir sektör olduğunu savunmakta, çözüm olarak da tarım arazilerinin genişletilmesini savunmaktadır. Bunun yolunu da dünyanın akciğeri olan Amazon Ormanlarını katletmekte bulmuştur.
Brezilya’daki orman yangınları ve kundaklamalar Haziran ayında 2018’e göre %88, Temmuz ayının ilk yarısında ise %64 artış gösterdi. Balsonaro çevreci örgütlere, aktivistlere ve topraksız köylü hareketlerine karşı sert devlet baskısı uygulamaktadır. Gerek Erdoğan gerekse de Bolsonaro’nun ekolojik yıkım politikalarının temelinde küresel kapitalizmin saldırgan yüzü yatmaktadır.
Küresel kapitalizmin neoliberal saldırganlığı gezegenimizi geri dönüşü olmayan bir yıkıma doğru koşar adımlarla sürüklemektedir. Sırf Amozon’daki yangınların bilançosu korkunç düzeydedir. Yangınlar sonucunda bölgede yaşayan birçok kabile ve doğal canlının hayatı tehtid altındadır. Uzmanlara göre her dakikada bir futbol sahası büyüklüğünde alan kül olmaktadır. Yangından sonra 23 milyon ton CO2 (Karbondioksit) havaya salınmıştır. Salınan gazlar asit yağmurları olarak geri dönmekte ve bu da Amozon’un tropikal iklimini mahvetmeye yetecek düzeydedir.
Küresel kapitalizm sistematik bir biçimde bir yandan ekolojik yıkım yaşatırken, diğer yandan da patronları daha da zengin etmekte, emekçi sınıfları ölümcül yoksulluğa sürüklemektedir. Kadınlara, LGBTİ bireylere, milli azınlıklara yönelik baskı ve saldırıda hız kesmemektedir. Ekolojik yıkım, savaş, yoksulluk, ırkçılık, homofobi, ataerkil şiddet insanlığı barbarlık içinde yok oluşa hazırlamaktadır.
Nasıl ki kapitalizm tüm saldırıları her alanda sistematik ve örgütlü bir şekilde yapıyorsa, tüm saldırıları küresel ölçekte gerçekleştiriyorsa, buna karşı mücadelede topyekün ve küresel düzeyde olmak zorundadır. Kapitalizmin her saldırısına enternasyonal düzeyde, kapitalizmin yıkımını merkeze alan perspektifle mücadele yürütülmediği ve kapitalizme yegane alternatif medeniyet olan Komünist Dünya öne sürülmediği sürece kapitalizmin zaferi kaçınılmazdır. Bunun için de dünya devriminin partisini inşa etmek dışında çözüm yoktur. Yoldaş Troçki’den alıntı yaparsak: “İnsanlığın tarihsel krizi devrimci önderliğin krizine indirgenmiştir.”