SURİYE’DE TARAFLAR: MARKSİSTLER NASIL YAKLAŞMALI?
Dünya’daki son beş yılın en önemli olayı şüphesiz Suriye İç Savaşı’dır. İnsana dair olan herşey hakkında mutlaka söyleyecek birşeyleri olan sol, bu önemli olayda da çeşitli siyasal pozisyonlarda yer almıştır. Tarafların tarihte eşi benzeri görülmemiş kutuplaşmaları ve çeşitliliği de sol açısından doğru konum almayı zorlaştırmaktadır. Zira karşıda mutlak kötünün bulunduğu durumlarda; örneğin Ekim Devrimi sonrası iç savaşta Beyaz Ordu’ya, İspanya İç Savaşı’nda Franco’ya, Vietnam Savaşı’nda ABD’ye soldan neredeyse sıfıra yakın destek çıkmıştır. Fakat gelin görün ki Suriye’de durum hiç de öyle değildir. Aynı eylemlerde, aynı barikatlarda, hatta aynı cephelerde mücadele veren fraksiyonlar söz konusu 2010’dan bu yana devam eden Suriye olunca birbirlerine tamamen zıt kutuplarda yer alabilmektedirler. Bu yazı dizisinde de biz Suriye’deki tarafları, kimlerin tarafları hangi sebeplerle savunduğunu, bu tarafların neden savunulup, neden savunulamayacaklarını inceleyeceğiz.
1- Esad, Rejim, Baas ya da “Suriye Devleti”
Suriye’yi uzun yıllardır isimde sosyalist özünde kapitalist “Baas Sosyalist Partisi” ve onun lideri Hafız Esad yönetmiştir. 2000’den sonra baba Esad’ın ölümünden ardından 20 Haziran’da oğlu Beşşar Esad’ın apar topar iktidara gelmesiyle beraber Suriye’de babadan oğula mirasla yönetilen bazı Latin Amerika ülkeleri veya Kuzey Kore gibi bir çeşit saltanat oluşmuştur. Seçimlere Baas Partisi ve onun diğer partilere verdiği muhalefet kredisi çerçevesindeki Arap milliyetçisi ve Stalinist partiler tarafından oluşturulan Ulusal İlerici Cephe’de katılmayanlar parlamentoya seçilemez. 2012’de dış güçlerin baskısı sonucu referandumla değiştirilen anayasada da yıllarca “Baas Partisi ülkenin ve toplumun lideridir.” ibaresi yer almış ve pratikte de diğer şeriatçı ve islamcı-kapitalist partilerle stalinist olmayan sol ve ulusal hareketlere adeta kök söktürülmüştür. Parti-devlet, kendisini Arap milliyetçisi olarak tanımlamıştır. Ülkedeki ezilen ulus mensuplarının (başta Kürtler olmak üzere) yıllarca bırakın parti kurma veya seçme seçilme hakkı, vatandaşlığı bile olmamıştır. Rejimin Suriyeli ezilen uluslara reva gördüğü tek şey ucuz işçilik ve katliamlardır. (2004, Kamışlı gibi)
Peki Suriye devletinin bunca kötü özelliğine rağmen savunulacak yanları yok mu? Sovyetler Birliği de Stalin döneminden itibaren çeşitli ezilen uluslara soykırımlar ve katliamlar yapmış, baskıcı anayasalar çıkartmış ama savunacak yönleri yine bulunmamış mıydı? Doğrudur, fakat SSCB’nin savunulacak olan yanları üstyapısal değil altyapısal ilişkileridir. Ülkede demokratik mekanizmalar, eşitliğin ve özgürlüğün doğru uygulanması gibi konular SSCB’de çeşitli nedenlerden ötürü (başta Stalinizm) batılı kapitalist devletlerdekinden bile aşağı düzeydi. Fakat Marksistler bir devleti değerlendirirken özünde oradaki üretim ve mülkiyet ilişkilerine bakarlar. Bir devletin her türlü çarpıklığına rağmen dışarı bir kapitalist-emperyalist devlete karşı savunusu için olmazsa olmazlar üretim araçlarındaki devlet mülkiyeti, dış ticaret tekeli ve planlı ekonomidir. Bunlardan birisi dahi olmaz ise o devletten bir işçi devleti olarak söz edilemez. Suriye Devleti’nde bunların üçü de yoktu/yoktur. Yaklaşık 50 milyar dolarlık serveti olduğu bilinen Beşşar Esad ve ailesinin mutlak hakimi olduğu rejimde kapitalist olmayan bir ekonomik düzenin esamesi okunmaz. Liberallerin “sosyalizm eşittir bu” diyerek karaladığı rejimi “liberallere karşı sosyalizmi savunmalıyız” formülüyle sahiplenmek de sosyalistler için abes bir tutumdur. Suriye devleti kapitalisttir (burjuva devlettir) ve Markistler, diğer tüm burjuva devletler gibi Suriye Devleti’nin de Suriye işçi sınıfından yıkılması yerine bir proletarya diktatörlüğü kurulması gerektiğini savunmalı ve bunun için mücadele etmelidirler.
Suriye devletiyle ilgili bir diğer can alıcı nokta da ABD’ye Avrupa Birliği’ne ve İsrail’e karşı aldığı tutumdur. Rejim ABD-AB-İsrail emperyalist bloğuyla karşı saftadır fakat Rusya-İran-Çin emperyalistleriyle aynı blokta yer almaktadır. Bu topraklardaki solun büyük kısmı emperyalizm teorisini üretim ve sermaye dolaşım ilişkilerinin gelişmişliğinde aramadığındandır ki solun büyük bölümüne göre yalnızca ABD-AB-İsrail troykası emperyalisttir. Emperyalizmin ne olduğunu tam olarak kavrayamayan ve ona bir çeşit batılı dünyayı karıştıran adamlar topluluğu olarak bakan milliyetçi anlayışa sahip olmadığımızdan dolayı Suriye’de bir emperyalist işgal olduğunu değil emperyalist kutuplar arası savaş olduğunu söylüyoruz. Zira emperyalist işgal olarak adlandırmanın pratikteki hali işgal edilen tarafın emperyalistleri yenmesini savunmak olmalıyken emperyalist savaş olarak adlandırmanın siyasal sonucu bu savaşın hemen bitmesi ve sınıf savaşımına dönüşmesi şeklinde olmaktadır. Biz de burada amasız bir şekilde ikincisini savunuyoruz.
Bir diğer mesele olarak da Suriye devleti ve önderliğinin laik oluşudur. Marksistlerin devrim yolundaki en önemli ödevi bütün ülkelerin işçilerini birleştirmeye çalışmak, buna yönelik siyaset üretmektir. İşçi sınıfını laik olan ya da olmayanlar şeklinde ayırmak, zaten güçlü olan düşman sınıfların eline koz vermekten başka işe yaramayacaktır. Ayrıca geleneksel olarak laiklik, tepeden burjuva aydınlanmacı Fransız jakobenlerin ve onun günümüzdeki temsilcilerinin bayrağıdır. Bu sebeplerden ötürüdür ki ne Suriye ne de başka bir orta doğu ülkesinde “İslamcı burjuvazi yerine laik burjuvazi ister miydiniz?” sorusuna verecek evet ya da hayır cevabımız bulunmamaktadır. İşçi sınıfı için her ikisi de bir ve birbirinden beterdir.
Özetle
Suriye devleti burjuva devlettir, kapitalisttir. Onun lideri Baas-Esad burjuva önderliklerdir. Hangi koşulda olursa olsun savunulacak bir yanı bulunmamaktadır ve Suriye işçi sınıfı tarafından lağvedilmesi gerekmetedir. Suriyeli devrimcilere düşen görev bu uğurda savaşmak ve sınıfı örgütlemek olmalıdır.
Bu yazı Patronsuz Dünya’nın 4. sayısında yayımlanmıştır.
Candemir Zeytin