Kapitalizm tarihsel sürecinde dördüncü büyük krizini  2008 yılında yaşadı. Ancak ne piyasalardaki dalgalanmaları kontrol edebildiler ne de hedeflenen büyüme oranlarını bir daha yakalayamadılar. 2008 krizini aşmak bir yana daha büyük bir küresel kriz her geçen gün mayalanmaktadır.

2008 Krizinden sonra kapitalizm neo-liberal dönüşüm programına ara vermeden devam etti. Bu programla birlikte işçi sınıfının muhalefeti de ivme kazandı. Avrupa’da devrimci bir önderliğin var olmadığı koşullarda reformist, sosyal demokrat, düzen içi sol özneler işçi sınıfının güncel taleplerini karşılamak için  reform paketlerini gündeme getirdi ve iktidara taşındı. İktidara gelen veya iktidara yakınlaşan düzen içi sol partiler vaat ettiği reformları yerine getiremedi. Bu partiler sermayenin neo-liberal programını uygulamaktan da geri durmadı. Bunun sonucunda işçi sınıfında büyük hayal kırıklığı yaşandı.

Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da yaşanan emperyalist savaşlar ile AB’nin içinden çıkamadığı bir mülteci krizi patlak verdi. Neo-libereral politikaların yıkımını yaşayan öfkeli kitlelere, aşırı sağcı partiler yoksulluğun nedeni olarak mültecileri gösterdi. Bu amaca uygun aktif politika ve kampanyalar örgütlendikçe hızla kitleselleştiler. Bu aşırı sağcı partiler. Solun uzlaşmacı ve pasifist tutumu aşırı sağa alan açmaktadır. Britanya’da yapılan referandumdan HAYIR‘ın çıkması, AB içinde bir siyasal krize neden oldu. Britanya’da yürütülen AB karşıtı kampanyanın sağın hakimiyetinde geçmesi, solun emekçi kitlelere alternatif olamaması, aşırı sağa ciddi bir siyasal alan açtı. Yaklaşan AB parlamento seçimlerinde ve birçok AB ülkesinde seçimlerin favorileri ırkçı temelde politika yapan aşırı sağ partiler oldu. Avusturya’da yaklaşan başkanlık seçimlerinde anketlere göre yabancı düşmanlığı ve İslamofobiyi politikalarının merkezine koymuş bulunan Faşist parti FPÖ (Özgürlük Partisi) önde gitmektedir.

Fransa’da yaklaşan seçimlerde, Sosyalist Parti’nin emek düşmanı politikalarının yarattığı hayal kırıklığını yaşayan kitleler, aşırı sağ parti olan Le Pen’e yönelmiş durumda. Almanya’da AFD artan oranda bir yükselişte, Hollanda’da yaklaşan genel seçimlerde aşırı sağın zafer kazanması beklenmektedir. Yunanistan’da da Syriza’nın yaratığı hayal kırıklığının sonucu olarak faşist Altın Şafak partisi istikrarlı bir büyüme göstermektedir. ABD seçimlerinde ise ırkçı, kadın düşmanı, savaş çığırtkanlığı gibi popülist söylemlerle zafer kazanan Trump, AB sağı için önemli bir moral olmuştur. Derinleşen küresel ekonomik kriz ve hızla mayalanan emperyalist paylaşım savaşı her ne kadar devrimci durum dinamikleri yaratsa da, güçlü devrimci partilerin, işçi cephelerinin yokluğunda aşırı sağı güçlendirmektedir.

AB burjuva siyasetinin klasik merkezi partileri çöküş sürecine girmiştir. Bu durum kitlelerin klasik düzen siyasetine tepki duymaları sonucu  radikal arayışlar içine girdiğini göstermektedir. Aşırı sağ partiler işçi ve emekçi kitlelere seslenerek buradan taban bulmak için emekçilerin yaşadığı sosyal yıkımlara çözüm önerileri sunmaktadır. Bu önerilerinin çözümünü ise göçmen ve mültecilerin gitmesine bağlamaktalar. Bu durum emekçi kitleler arasında bölünmeler yaratmaktadır. Sosyal yıkımlar, öfkeli kitleleri ırkçı temeller üzerinden savaşa hazır militarist kitlelere dönüştürmektedir. Solun pasifist, uzlaşmacı, reformist tutumu aşırı sağa güç vermektedir. Reformizmden kopmuş, anti-emperyalist, enternasyonalist, sosyalist Avrupa perspektifini işçi sınıfına taşıyan güçlü devrimci önderliklere her zamankinden fazla ihtiyaç vardır. Aksi hâlde AB’de faşizmin yükselen oranlarla büyümesi kaçınılmaz bir son olacaktır.