Bandırma ve Erdek kıyılarında yeniden görülen müsilaj, Marmara Denizi’nin ekolojik çöküşünün yeni bir sinyali. Bilim insanları yıllardır uyarıyor: Denizi kirleten sanayi, plansız kentleşme ve kâr uğruna yok sayılan doğa, geri dönülmez bir yıkıma sürüklüyor bizi.

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın son açıklamaları, kapitalist üretim ilişkilerinin ekosistem üzerindeki tahribatını bir kez daha gözler önüne serdi. Sarı, Marmara’nın artık taşıyamayacağı kadar yük altında olduğunu belirterek, “Bir litre atığı bile arıtmadan Marmara Denizi’ne deşarj etmemeliyiz” dedi. Ancak bu çağrı, doğanın değil, sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillenen bir sistemde ne yazık ki karşılıksız kalıyor.

Müsilaj sadece bir çevre sorunu değil; bir sistem krizi. Denizin dibini örten ve oksijen üretimini engelleyen bu tabaka, sadece deniz canlılarını değil, milyonlarca insanın yaşamını, geçimini ve sağlığını da tehdit ediyor. Marmara’daki balıkçılığın çökmesi, denize girme korkusu, turizmin tehdit altına girmesi… Bunlar doğanın intikamı değil, insan merkezli, doğa düşmanı bir kalkınma modelinin sonuçları.

2021’de imzalanan Marmara Denizi Eylem Planı’nın rafa kaldırılması, sorunun siyasi irade eksikliğinden değil, kapitalist düzende çevre politikalarının da piyasa mantığına teslim edilmesinden kaynaklanıyor. Kirlilik yaratan şirketler, arıtma maliyetinden kaçarken; devlet, sermayenin çıkarlarını korumakla meşgul.

Şimdi müsilaj yeniden su yüzüne çıktı. Ama sorun çok daha derinde. Doğayı bir “kaynak deposu” olarak gören anlayış değişmeden, ne Marmara kurtulur, ne de insanlık. Ekolojik felaketin önüne geçmenin yolu, doğayla uyumlu, planlı, demokratik merkeziyetçi bir üretim modelinden geçiyor. Ve bu, kapitalizmin sınırları içinde mümkün değil.

Ekolojik yıkıma karşı mücadele, anti-kapitalist mücadeledir. Marmara’yı kurtarmak için sistemi sorgulamak zorundayız.