1- İç İşleri Bakanlığı aldığı kararla, 31 Mart yerel seçimlerinde %48,92 ezici oy farkıyla göreve gelmiş olan DEM Parti Hakkâri (Colemberg) Belediyesi Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış görevinden uzaklaştırıldı ve yerine Hakkâri Valisi Ali Çelik kayyım olarak atandı.
Hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmayan Akış “terör örgütü” üyeliği suçlamasıyla gözaltına alındı. 10 yıldır bekletilen, herhangi bir gelişme olmayan dava Akış belediye başkanı olunca arşivin tozlu raflarından çıkartılıp harekete geçirildi. 10 yıldır hiçbir gelişme ve sonuç çıkmayan dava Akış gözaltına alındıktan 2 gün sonra sonuçlandı. Akış’a 19 yıl 6 ay hapis cezası kesildi. Davayı açan savcı FETÖ firarisi konumunda, Akış aleyhinde ifade veren gizli tanık polis baskısıyla zorla ifade verdirildiği mahkeme tutanakları arasında mevcuttur. Uygulanan hukuk süreci tepeden tırnağa sömürgeci hukuk kurallarının hayata geçirilmesidir.
Mevcut durum dahilinde son günlerde artan DEM Parti üyelerine ve Kürtlere yönelik saldırılar, bilhassa rejim krizi olduğunu somutlar niteliktedir. 2015’ten bu yana gitgide artan bu saldırılar, DEM Parti’nin Türkiyelileşme politikalarını benimsemesine karşın halen süregelmektedir. AKP’nin çabası yeniden tek parti hükümetini oluşturmak, bu yolda ise zaman kazanmaktır. Kendisine zaman kazanırken burjuva muhalefetini de kendisi inşa ederek DEM Parti’nin kadrolarının ve Kürt halkının özgürlük haklarıyla beraber seçme ve seçilme haklarını da uyduruk, asılsız sebeplerle zorbaca gasp etmektedir.
DEM Parti’nin Aralık ayında açıkladığı rapora göre, 2015 yılından itibaren en az 22.818 parti üyesi gözaltına alındı. Aralarında eş genel başkanları, milletvekilleri, il ve ilçe eş başkanları, parti yöneticileri ve üyelerinin de bulunduğu en az 4.334 kişi tutuklandı.
Raporda 30 Mart 2014’te seçilen 93 belediye eş başkanının tutuklanıp, 95 belediyeye kayyım atandığı; yine 31 Mart 2019’da seçilen 43 belediye eş başkanının tutuklanıp 48 belediyeye kayyım atandığı ve hâlihazırda 17 belediye eş başkanı, 7 milletvekili ve 14 MYK üyesinin hapiste olduğu belirtiliyordu.
Karşımdaki hükümet kayyım hükümetidir. Kürtler başta olmak üzere tüm ezilenlerin ve emekçilerin yeminli düşmanıdır. Karşımdaki hükümetin yumuşaması, normalleşmesi mümkün değildir.
2- Erdoğan rejimi 2015’ten beri güç kaybetmekte, zayıflamakta, toplumsal rıza üretme yetisini hızla kaybetmektedir. Bu güç kaybetmeye paralel olarak hızla otoriterleşmekte, kaba bir devlet şiddetiyle iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır. Ne zaman yönetme krizi içine girse, ne zaman toplumsal meşruiyet kaybı yaşasa içeride ve dışarıda Kürtlere karşı sömürgeci imha savaşı başlatıp, yarattığı şoven dalga üzerinden kendisine siyasal meşruiyet alanı yaratmaya çalışmaktadır.
2015’ten beri Kayyım politikası, Erdoğan’ın Kürtlere karşı uyguladığı vazgeçilmez politikasına dönüşmüş durumdadır.
Kayyım politikasını doğru tanımlayamazsak buna karşı doğru bir mücadele yöntemi ve perspektifi geliştiremeyiz.
Her seçim dönemi Kayyımlar gider, aradan bir yıl geçmeden, tüm belediyeler tekrardan kayyımların eline geçer. Sürekli sil baştan yapılan ve kuralları net şekilde belli olan sıkıcı bir oyuna döner. Kürtleri sürekli tekrarın içine hapsederek bıktırıp etkisiz hâle getirerek sonuçlanacak bir sürecin önü açılır.
3- Kayyım politikasını tek başına demokrasiye yapılan darbe olarak, Kürtlerin seçme seçilme hakkının gaspı olarak, Anayasanın ayaklar altına alındığı hukuk skandalları süreci olarak kavramak eksik kalmakla birlikte esasa dair yanılsamaların üretilmesine sebep olmaktadır. Bunların hepsi doğru olmamakla birlikte yalnızca kayyım politikasının sonuçları arasında yer alır. Nedenleri arasında yer almaz.
Kayyım politikasının aslı nedeni sömürgeciliktir. Kürdistan dört parçalı uluslararası bir sömürgedir. En büyük parçası Türkiye’nin elindedir. Bir asırdan fazla bir zamandır Kürdistan’da ayrı bir hukuk ayrı bir siyasal rejim ve ayrı bir düzen hüküm sürmektedir.
Bu gerçek kabul edilmese de, anti sömürgeci bir mücadele perspektifi ve hedefleri olmasa da, sorunu Türkiye’nin demokratikleşme sorunu olarak kavransa da, devlet tüm uygulamalarıyla sömürgeci varlığını her adımda hatırlatmaktadır.
Kayyım politikası klâsik sömürgeciliğin tezahürüdür. Batılı emperyalist güçler yıllarca Asya, Ortadoğu ve Afrika’daki sömürgelerini aradıkları Valilerle yönetmişlerdir. Bu uygulama klâsik sömürgeciliğin ana kuralarındandır. Kayyımlara karşı tutarlı bir mücadele doğası gereği anti sömürgeci bir karaktere sahip olmak zorundadır.
4- Türk sermaye devleti Osmanlı’dan bugüne kendisini halklar hapishanesi olarak var etmiştir. Irkçılık ve ezen ulus şovenizmi temel varlık sebebi olmuştur. Irkçı, mezhepçi, cinsiyetçi, despotik eli kanlı bir burjuva diktatörlüğü olarak varlığını sürdürmektedir.
Emekçilerin ezilenlerin çıkarına olan her şey Türk sermaye devletinin beka sorunu hâline gelmektedir. Türk sermaye devletinin demokratikleşmesi otomatik olarak rejim krizini beraberinde getirmektedir. Türk sermaye devleti demokratikleştirilemez, ıslah edilemez, reforme edilemez. Ancak emekçilerin ve ezilenlerin militan mücadelesiyle imha edilir. Türkiye’nin demokratikleşmesi proleter devrim sorunundan ayrı olarak ele alınılamaz. Ya işçi sınıfının politik önderliğinde tüm ezilenlerin devrimci iktidarıyla demokratikleşir ya da hiç demokratikleşmez.
5- Kürt sorununun çözümü de burada düğümlenmektedir. Temel varlık sebebi ezen ulus şovenizmi olan despotik merkezci bürokratik devlet emekçilerin ve ezilenlerin devrimci yöntemleriyle parçalanmadan Kürt ulusunun kendi geleceğini özgürce belirlemenin nesnel koşulları oluşmaz.
6- Erdoğan ne zaman içeride ve dışarıda sıkışsa açmazlar yaşasa, siyasal krizler içinde boğulsa, ekonomik krizin yarattığı tahribatın sonucu olarak erime toplumsal rıza üretme yetisini kaybetse, bu açmazdan çıkmak için Kürtlere karşı sömürgeci imha savaşını yükseltmektedir.
Bunun üzerinden yarattığı şovenizm iklimiyle kendisine siyasal meşruiyet alanı açmaktadır. Tüm burjuva muhalefetini kendi arkasına yedekleyerek, kendi şahsında cisimleşen ulusal birlik havası hakim olmakta, tüm toplumsal muhalefeti açık bir devlet terörüyle bastırmaya, sindirmeye çalışmaktadır.
Eriyen güç kaybeden, yönetme krizi yaşayan Erdoğan, bu durumdan kurtulmak için Kürtlere karşı yeni bir sömürgeci imha savaşına hazırlanmaktadır. Kayyım darbeleri bu savaşının birer parçalarıdır.
Erdoğan hükümeti, Rojava’yı ezmek için, 3 kere işgal operasyonu gerçekleştirdi. Bu operasyonların sonunda hâlen Suriye’nin Kuzeybatısında cihatçı terör örgütleriyle birlikte işgalci varlığını sürdürmektedir.
Bu operasyonların ilki, Ağustos 2016’daki Fırat Kalkanı Harekatı
İkincisi Ocak 2018’deki Zeytin Dalı Harekatı
Üçüncüsü Ekim 2019’daki Barış Pınarı Harekatıdır. 2019’daki işgal operasyonundan önce Diyarbakır, Mardin ve Wan Büyükşehir belediyelerine kayyım atanmıştı.
7- Rojava’da 11 Haziran’da yerel seçimler hazırlığı sürmektedir. Bu seçimler Rojava yönetimi için önemi şudur: Seçimlerle birlikte Rojava özerk yönetiminin kurumsallığı sağlanmış olmakla birlikte uluslararası arenada tanınırlığı ve meşruiyeti artmış olacaktır. Suriye’de yaşayan Kürtlerin ulusal bir statüyü önemli ölçüde kazanmış olacaktır. Erdoğan bunu savaş sebebi olarak görmektedir. 4 parça Kürdistan’da Kürtlerin kazanmış oldukları en küçük bir ulusal statü, kazanım Erdoğan rejimi için beka sorunu olarak vücut bulmaktadır.
Erdoğan, düzenlenmek istenen seçimlere karşı askeri operasyon tehdidinde bulunarak şunları söylemişti: “Terör örgütünün halk oylaması bahanesiyle ülkemizin ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelik mütecaviz eylemlerini yakından takip ediyoruz. Daha önce de bu konudaki politikamızı çok net ortaya koyduk.”
Erdoğan şunları ekliyordu: “Türkiye, güney sınırlarının hemen ötesinde Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde bölücü örgütün bir ‘teröristan’ kurmasına asla izin vermeyecektir. Oldubittiler karşısında daha evvel yapılması gerekiyorsa, ne yapılması gerekiyorsa onu yaptık, aynı durumla karşılaşmamız halinde harekete geçmekten yine çekinmeyiz.”
Kayyım sorunu tek başına Türkiye’nin iç politikasına indirgenemez. İç politikadaki Kürtlere yönelik her baskı, sınır ötesinde Kürtlere yönelik bir işgalin parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kayyım sorunu tek başına demokratik hak gaspına indirgenemez. Kayyım sorunu sömürgeci imha savaşının bir aracıdır.
Kayyımlara karşı mücadeleyi bu eksende kavrayamazsak, olası bir Rojava işgalinde kitlesel savaş karşıtı bir mücadelenin örülmesi bugünden sabote edilmiş olur.
8- Erdoğan’ın savaş yönelimi, demokratik haklara saldırıları, yükselen despotizmi kapitalizmin küresel krizinin Türkiye özelindeki sonucudur. Buna karşı mücadele yalnızca hükümet karşıtlığıyla veya burjuvazinin muhalefetteki hiziplerine seslenerek veya onları ileriye itmeye çalışarak verilemez. Emekçileri ezilenleri enternasyonal komünist bir program etrafında seferber etmekten geçmektedir. Bunun yolu da enternasyonal devrimci bir önderliğin inşasından geçmektedir.