1- Emperyalizmin önemli ve vazgeçilmez faaliyet alanlarından biri olan Ortadoğu’nun ortasında yer alan Kürdistan (4) devletin (Türkiye, Irak, İran, Suriye ) işgali altında yaşayan enternasyonal bir sömürgedir. Kürtler bugüne dek ne zaman ulusal, demokratik hürriyetleri için harekete geçse karşılarında kendilerini ezen ulus şovenizmi üzerinden örgütlenmiş 4 sömürgeci devlet ve onların emperyalist müttefikleri çıkmaktadır. Bu özelliği itibarıyla Kürdistan sorunu her yönüyle uluslararası bir sorundur. Kürt halkının içinde bulunduğu esaret aynı zamanda ezen ulus emekçilerinin ve tüm Ortadoğu emekçi halklarının da esaretidir. Bu yüzden özgür birleşik Kürdistan sorunu tüm Ortadoğu emekçilerinin ve ezilenlerinin de asli sorunudur. Özü itibariyle Kürdistan sorunu karşımıza ulusal bir sorun olarak dikilse de politik sonuçları ve onun etkileri göz önüne alındığında karşımıza uluslararası bir sorun olarak çıkmaktadır. Kürdistan sorununu uluslararası bir sorun olarak tanımlamak sorunun çözümüne dair ihtiyacımız olan şeyleri de net şekilde somutlamamızda yardımcı olmaktadır. Bu noktada ihtiyacımız olan enternasyonalist devrimci bir program ve enternasyonalist devrimci bir partidir.
Enternasyonal komünistler bütün dünyada ulusların Sovyet cumhuriyetleri olarak birleşmesini hedeflerler. Tüm ezme ezilme ilişkilerinin yok edildiği, sınıfsız, sömürüsüz, hudutsuz, patriyarkasız, patronsuz bir dünyaya, Komünist dünyaya ulaşmanın vazgeçilmez adımıdır. Enternasyonal Komünist devrimcilerin ödevi de bu adımın atılması ve bu yoldaki yürüyüşün sonuçlanmasına önderlik etmektir. Bu ödevi yerine getirmenin önemli bir koşulu da, her zaman ve her yerde ezen ulus şovenizmine karşı militanca ideolojik savaş vermektir. Burjuva ideolojisi olan milliyetçiliğin, şovenizmin ana fonksiyonu emekçileri ve ezilenleri burjuva saflara yedeklemek, emekçileri ezilenleri kendi içlerinde bölmek, kölelik zincirlerinin prangalarına yenilerini eklemektir.
Ulusların kendi kaderlerinin tayin hakkını kayıtsız şartsız tutarlı bir şekilde savunmak ezen ulus şovenizmine karşı saplanan hançer işlevi görmektedir. Bu durumun bir diğer ayağı ise hem ezen ulusların hem ezilen ulusların işçi sınıfı içinde kök salmış örgütlerin demokratik merkeziyetçi birliğini ifade eden bayrağında sosyalist dünya devrimi yazan devrimci bir enternasyonal parti inşa etmektir. Kürdistan sorununu da sosyalist dünya devrimi yolculuğunun önemli ve hayati bir bölümü olarak görmekteyiz. Çünkü birleşik özgür Kürdistan’ın yolu 4 sömürgeci devletin ilgasından geçer. Özgür Birleşik Kürdistan’ın kalıcı hâle gelmesinin yolu aynı zamanda Kürdistan’ın kendisine müttefikler bulma sorununu da beraberinde getirmektedir. Tüm Ortadoğu’daki diktatörlüklükler ve gerici rejimler, emperyalist güçler 4 sömürgeci devletin tarihsel müttefikidir. Onların yıkılması emperyalizminin ve Ortadoğu’daki gerici rejimlerin yaşamsal fonksiyonlarına öldürücü darbeler vurmak anlamına gelmektedir. Özgür birleşik Kürdistan’a ulaşma sorunu emperyalizmle savaş sorunudur. Kısacası özgür birleşik Kürdistan sorunu Ortadoğu sosyalist devrimi sorunudur. Özgür birleşik Kürdistan’ın yolu Ortadoğu Sosyalist Federasyonundan geçmektedir. Kürdistan devrimi Ortadoğu devriminin lokomotif motorudur. Kürdistan devriminin yolunu burjuva milliyetçi, küçük burjuva reformist Kürt siyasal önderlikleri açamaz, tam tersine bu yolun önünde aşılması gereken engeller olarak durmaktadır.
2- Kürdistan 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadoğu ve dünya tarihinin en büyük trajedilerinden biriyle karşılaşmıştır. Eşine az rastlanan bir sömürgecilik sistemi içine sokulmuştur. Kürtler 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde dünyanın en büyük emperyalist devletleri ve onların yerli temsilcileri tarafından 4 farklı devlet eliyle parçalanmış, bölünmüş ve sömürgeleştirilmiştir. O tarihten bugüne bu 4 devlet Kürt halkına karşı asimilasyon, imha, inkar, red politikalarını uygulamıştır. 4 devlette Kürt diye bir ulusun olmadığını, onların Türk, Arap, Fars olduğunu iddia etmiş; dilleri, kültürleri ulusal benlikleri namına ne varsa asimile etme yoluna gitmiştir. Sömürgeci devletlerin tüm bu baskı, yok etme faaliyetlerine rağmen Kürtler hiçbir zaman mücadeleden vazgeçmemiştir. Hiçbir ulus köleliğe ve yok olmaya razı olmaz. İşte bu başkaldırılar ve özgürlük arayışına karşı sömürgeci devletler her zaman emperyalist güçlerden medet ummuş, onların yardımını istemiştir. Mevcut durum bu 4 sömürgeci devleti sıkı bağlarla emperyalizme bağlamıştır. Bu 4 devlet arasında ne kadar sorun olursa olsun söz konusu Kürtler olunca birbirleriyle ittifak içinde yer almışlardır. 4 parçada en ufak bir ulusal özgürlük arayışına dahi müsama göstermemişler, devlet terörüyle bastırma yoluna seçmiştirler. 4 parçalı sömürge sistemi Kürtleri birbirinden ve uluslararası sistemden yalıtmıştır. Dünya devletlerinin oluşturduğu hiçbir kurumda Kürtlerin esamesi okunmamıştır. Bu güne kadar Kürtler birçok katliam, pogrom, kırımdan geçmiştir. Fakat ne Milletler Cemiyeti Ne AB ne İslam Konferansı bunlardan bahsetmemiştir. Bunlardan bahsetmeleri, Kürtler lehine göstermelikte olsa tutum almaları bu 4 sömürgeci devletle, aralarının bozulması, siyasi diplomatik ve ticari ilişkilerin sekteye uğraması anlamına gelir. Türkiye’ninde NATO’nun en güçlü ordularının birine sahip olması, ABD ve AB emperyalizmiyle tarihsel mütefikliği göz önüne alındığında, Kürtlerden vazgeçmek her zaman kolay olmuştur. Zaman zaman AB ülkeleri Kürtlerin sorunlarına duyarlıymış gibi bir rol oynasa da, Türkiye’yle yaşanan en ufak diplomatik krizde Türkiye devleti lehine tutum almaktadır. Bugün Avrupa ülkelerinde Kürt örgütleri terör örgütü olarak görülmekte, Avrupa’da illegal sayılmaktadır. Toparlarsak eğer; Özgür Birleşik Kürdistan emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarlarıyla çelişen bir durumdur. Kürt siyasi önderlikleri emperyalist devletlerle ne kadar iyi uyumlu ilişkiler geliştirmeye çalışsa da, Özgür, Bağımsız Kürdistan’a giden yol biraz mevzi kazandığında bu yolu sabote edecek hamleler yapma konusunda hiçbir zaman tereddüt etmemiştir. Emperyalist odaklar Birleşik Özgür Kürdistan yolunda müttefik ve dost değildirler tam tersine düşmandırlar.
O yüzdendir ki Özgür Birleşik Kürdistan’a giden yol anti emperyalist karaktere sahip olmak zorundadır. Müttefiklerini emperyalist devletlerden veya Ortadoğu’daki gerici burjuva diktatörlüklerinden değil, Ortadoğu’daki emekçiler ve ezilenler arasından bulmak zorundadır.
3- İran, Türkiye, Suriye, Irak devletlerinin mayasında ezen ulus şovenizmi vardır. Kürt ulusunun sömürgeleştirilmesi, baskı altında tutulması, tüm emekçiler ve ezilenler üzerinde katı, kanlı bir diktatörlük olarak yaşamsal fonksiyonlarını sürdürmek vardır. Bu devletlerin demokratikleşmesi, Kürtlere siyasal bir statü vermesi, kendi kaderlerinin tayin hakkına saygı duyması hiçbir koşulda beklenilemez. Kürtlerin yoğun mücadeleler sonucunda kazanmış olduğu kısmi kazanımlar da her zaman tehlike altındadır. Bu ülkelerin Kürtlerle gerçekleştirdiği her müzakere süreci, her barış süreci Kürtleri oyalayıp, onları pasifize edip olabildiğince minimum ulusal hürriyetler verip, ilk fırsatta sömürgeci imha savaşına kaldığı yerden devam etmek için girmiş olduğu hazırlık sürecidir. Türkiye, Suriye, Irak, İran burjuva devletleri ıslah edilemez, reforme edilemez, demokratikleştirilemez, eşit koşullarda bir arada yaşamanın nesnel zemini sağlanamaz. Yalnızca bu 4 sömürgeci burjuva devlet devrimci yöntemlerle imha edilirse ulusal özgürlüğün barışın yolu açılır. Bu dört devletin varlığı bir iktidar sorunudur. Sömürgeci burjuva devletler olduğu sürece, ne bu ülkenin emekçileri, ezilenleri ne de sömürgeleştirilmiş kürt ulusu özgürlük ve demokrasinin en ufak bir kırıntısına sahip olamaz. Sömürgeci devletlerle sömürgeleştirilmiş Kürt ulusunun arasındaki uzlaşmaz çelişki her koşulda kendisini var eder. Bu uzlaşmaz çelişkiyi ortadan kaldırma sorunu anti sömürgeci karaktere sahip bir devrim programı sorunudur. Tutarlı bir anti sömürgeci programa sahip olmak için ulusal kurtuluşla toplumsal kurtuluşun arasına duvarlar/aşamalar örmemek gerekir. Toplumsal kurtuluş hedeflenmeden Kürdistan’ın ulusal kurtuluşu gerçekleşemez. Bugün mevcut Kürt siyasi önderliklerinin tutarlı bir anti sömürgeci programa sahip olmamaları hatta artık böyle bir dertlerinin bile kalmamasının nedeni burada yatmaktadır. Tutarlı bir anti sömürgeci programa sahip olmanın yolu toplumsal kurtuluş olmadan ulusal kurtuluşun olamayacağını savunmaktan geçer. Toplumsal kurtuluşun yalnızca Kürdistan’dan geçmediğini tüm Ortadoğu ve dünyadan geçtiğini bu yüzden Kürdistan’ın ulusal kurtuluşunun, Kürdistan ve tüm Ortadoğu’nun toplumsal kurtuluşundan geçtiğini kavramak elzemdir. Böyle bir programın hayata geçmesi ancak proletaryanın öncülüğünde köylülerin ve tüm ezilenlerinin, burjuva, küçük burjuva milliyetçi, liberal siyasi önderliklere politik taviz vermeden devrimci militan mücadelesiyle mümkündür.
Gecikmiş bir burjuva gelişimi yaşayan ülkeler açısından, özellikle de sömürge ve yarı sömürge ülkeler açısından sürekli devrim teorisinin anlamı şudur: Bu ülkelerde ulusal kurtuluşun ve demokratik görevlerin tam ve gerçek çözümü, ancak boyundurluk altındaki ulusun ve en önemlisi de köylü kitlelerin önderi olarak proletaryanın diktatörlüğüyle mümkündür.
4- Bugün 4 parça Kürdistan’da ezici çoğunluğu Kürtler oluştursa da dini ve milli azınlıklar mevcuttur. Anadolu, Mezepotamya, Ortadoğu farklı uluslardan, inançlardan halklara ev sahipliği yapmıştır, tarih boyunca kavimler kapısı olmuştur. Bu kavimler kapısı aynı zamanda yüzyıllardır halklar hapishanesi olarak varlığını sürdürmektedir. Bugün Ortadoğu etnik, dini, mezhepsel çatışmaların kol gezdiği, ırkçı, milliyetçi, ataerkil, dinci fanatizm gibi burjuva gerici akımların güçlü olduğu bir coğrafyadır. 4 parça Kürdistan’da sömürgeci devletlerin resmi ideolojilerinde ezen ulus şovenizmi yatmaktadır. 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Kürdistan’ın ulusalarası sömürgeleşme sürecine dair, Türk-sermaye devletinin inşasına dair bir hikaye anlatacaksak eğer 1915 yılından başlamamız gerekmektedir. Türk sermaye devletinin kuruluşu, Türk burjuva sınıfının oluşumuna Anadolu’nun Hristiyan halklarının soykırımdan geçirilmesinin sonucu olarak doğmuştur. 1915 yılında Anadolu’da, Kürdistan’da Ermeniler, Asuriler (Süryani, Keldani, Aramı) soykırımdan geçmiştir. Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan kopartılmıştır. Bu sürecin bir kısmı da Kürdistan’da yaşanmıştır. Kürt feodalleri, Şeyhleri bu soykırımda Osmanlı’nın tetikçileri olmuşlardır. Soykırımın mobilizasyonu din üzerinden gerçekleşmiştir. O tarihten bugüne Kürt egemen sınıfları, toprak ağaları, şimdinin kapitalistleri, şeyhler, tarikatlar, Kürt halkına karşı sömürgeci Türk-sermaye devletinin paramiliter güçleri, ajanları, en büyük müttefikleri olmuşlardır. Asimilasyon sürecine din üzerinden destek olmuşlardır. Ulusal bilincin gelişmesinin karşısına dini çıkarmışlardır. 90’lı yılların korucuları, Hizbullah’ı buralardan çıkmıştır. Hâlada Kürdistan’da bu kesimlerin önemli bir tabanı olmakla birlikte Türk-sermaye devletinin en önemli mütefikleridirler. Benzer durumlar Suriye ve Irak’ta da yaşanmıştır. Müslümanlık üzerinden Araplaşma, asimilasyon gerçekleşmiştir. Orada da Şeyhler, tarikatlar sömürgeci rejimin Kürtler üzerinde denetim kurduğu aparata dönüşmüştür. Özellikle Irak’ta ve Kürdistan’ın tüm parçalarında Ezidiler sürekli hedef haline getirilerek, sömürgeci devletler tarafından da Müslüman fanatik Kürtler tarafından da baskı altında tutularak, sayısız katliama maruz kalmıştır. Ezidi Kürtlerin en fazla baskıya uğrayan ve en korumasız kırılgan topluluk haline getirilmesinin temel nedeni şudur: Ezidiler tüm dini ritüellerini Kürtçe yapmaktadırlar, kutsal kitapları ve tüm dini kitapları da Kürtçedir. Müslümanlığı kabul etmedikleri için kendilerini güvende hissetmek için olabildiğince dışa kapalı bir yaşam sürmüşlerdir. Bu da Kürt dilinin korunması ve Arap kültürüyle etkileşime girmemiş orjinal Kürt kültürünün yaşaması anlamına gelmekteydi. Onların varlığı sömürgeci rejimlerin asimilasyon politikalarını sabote eden bir durumdu. Bugün Kürdistan’da Ermeni, Süryani, Keldani nüfusu çok az kalmış olsa da, Diasporada yaşayan Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler Kürdistan’ı anavatanı görmekle birlikte, geri dönmeye dair tarihsel özlemleri hâla diridir. Özgür birleşik Kürdistan tasavvurunda Kürdistan’dan kopartılan dini ve milli azınlıkların eşit haklar temelinde bir arada yaşamı savunmakla birlikte, bu kesimler Ortadoğu devriminin birer parçası ve öznesi olarak görülmelidir.

KDP ve KYB’nin Siyasi Çizgisi

5- KDP ve KYB’nin tarihi, burjuva milliyetçi siyasal önderliklerin Kürdistan’ın kurtuluşunun ve ulusal birliğini neden sağlayabilme yetisine sahip olmadığının cevabıdır. KDP ve KYB’nin politikalarında tutarlı bir şey varsa o da bölgede kendisine sürekli olarak emperyalist güçlerden veya bölgesel gerici güçlerden müttefik bulma çabası olmuştur. Bu müttefik arayışlarında Kürdistan’ı sömürgeleştiren, Kürt özgürlük mücadelesini kanlı şekilde bastıran sömürgeci rejimlerle işbirliği yapmakta bir beis görmemek sistematik bir olgu hâline gelmiştir. Kökleri Güney Kürdistan’a dayanan KDP, bir dönem Kürdistan’ın tüm parçalarında hareketin öncü gücü olmakla birlikte, tüm Kürt partilerinin ittifakını desteklemeye de istekliydi. Fakat bu kısmi ulusal birlik kısa sürede sonu gelmeyen, birbirlerine düşman olan bölünmelerin de yolunu açmıştır. Başından beri, KDP aynı zamanda 1940’lar ve 1950’lerde Kürdistan’ın tüm parçalarında kardeş partileriyle birlikte iç toplumsal çelişkiyle dolup taşmaktaydı. Kentli Kürt aydınları ve orta sınıf, kırsal nüfus, her parçadaki kardeş partiler kendilerini hangi toplumsal sınıfa yöneltecekleri konusunda bölünmüşlerdi.
Kürdistan’ın tüm bölgelerinde nüfusun büyük çoğunluğu, toprak sahibi sınıfın yönetimi altında, kırsal bölgelerde yaşamaktaydı. Aşiret liderlerinin ve onların silahlı gruplarının kontrolünü kırmak isteyen yerleşik devletlerle sık sık çatışmalara girmişlerdi. Bu durum genellikle yerel anlaşmazlıklar şeklini aldı, ancak birleşik bir Kürt hareketi ile sonuçlanmadı. Aşiret liderleri ve toprak sahibi gruplar genellikle baskıcı devletlerin müttefiki olarak hareket ettiler. Toprak ağalarının bir kısmı ve dini liderlerin bir kısmı merkezi devletlere karşı muhalif oldular. Bu kesimleri sömürgeci devletlere muhalif olmaya iten ana unsur, sömürgeci devletlerin ordularının tüm Kürt nüfusuna ağır baskılar uygulamasıydı. Sömürgeci devletler kendilerine destek veren Kürt toprak sahiplerini, aşiret liderlerini, Şeyhlere bile her zaman kuşkuyla yaklaştılar, onları güvenilmez olarak gördüler. KDP, 1946’da günümüz İran Kürdistan’ında kısa ömürlü Kürt cumhuriyeti olan Mahabad’da kuruldu. Programında Büyük Kürdistan vardı. Parti Kürt toplumu içindeki tüm siyasi eğilimleri içinde barındırınan milliyetçi bir partiydi. KDP neredeyse tüm tarihi boyunca Güney Kürdistan’ın büyük toprak ağalarından biri olan Barzani ailesi tarafından yönetildi. Mahabad Cumhuriyetinin düşüsünden sonra Büyük Kürdistan hedefi yerini Irak’ta Kürt özekliğine bıraktı. KDP o tarihten bugüne Irak’ta, daha fazla Kürt özekliği çağrıları, Irak rejimiyle müzakere dönemleri ve ona karşı silahlı mücadeleler arasında gidip geldi. Mahabad Cumhuriyetinin düşüsünden sonra Doğu ve Güney Kürtleri liderleri arasında belli bir ilişki olmasına rağmen, Güney ve Doğu Kürdistan’daki KDP’ler aynı partiler değildi. Her biri mücadele alanını emperyalistler tarafından cetvelle çizilen sınırların oluşturduğu devletler çerçevesinde dar bölgesel miliyetçi pragmatist bir perspektifle denemeyi kendisine yol olarak seçmişti. Bu tercih fiili olarak birleşik Kürdistan mücadelesinde de vazgeçişin adıydı. Kürt önderliklerinin yapmış olduğu bu tercih temsil ettikleri sınıfın ihtiyaçlarına uyumlu olan bir siyasetin tezahürüydü. Bu tercih özellikle Mabadah Cumhuriyetinden sonra temel Strateji hâline geldi. Bu önderliklerin toplumsal tabanı toprak ağalarına, Kürt feodal beylerine ve Kürdistan’ın ayrıcalıklı sınıflarına dayanmaktaydı. Söylem düzeyinde zaman zaman Birleşik Kürdistan’dan bahsedilse de, tüm siyasetleri ve pratikleri bu amaçtan vazgeçişin ifadesiydi. Bu önderlikler yalnızca Kürt özerkliğinden yanaydılar, tüm siyasal hedefleri ve mücadele perspektifleri bu amaç doğrultusunda dönmekteydi. Öyle ki pazarlık yaptıkları devletlerden daha iyi pay almak umuduyla Kürtleri ezen bu devletlerin kirli işlerini dahi üstlenmekteydi. KDP modern uslübuna, hatta zaman zaman kendisine Marksist süsü verse de, hiçbir zaman demokratik bir hareket olmadı. Toprak reformu, demokratik reformlar, kadın hakları gibi siyasi taleplere karşı çıktı. KDP her dönem Barzani aşiretinin kişisel siyaset aracı olarak varoldu. Mustafa Barzani, 1947’den itibaren 11 yıl boyunca SSCB’de sürgün olarak kaldı. Irak’a ancak 1958 yılında, General Kasım tarafından, Kral Faysal’ın İngiliz yanlısı rejimi, bir darbe ile devrilmesinden sonra dönebildi. Özellikle nefret edilen bu rejimin yıkılması, Irak halkının coşkusunu ve siyasi kaynaşmasını sağlayan dönemi beraberinde getirdi. General Kasım bütün demokratik muhalefetin desteğini kazandı. Cumhuriyet ilan edildi. KDP dahil, geçmiş rejimin tüm partilerine uygulanan baskılar kaldırıldı. Kürtçe yayın yapan bir basın ortaya çıkabildi. İlk kez bu dönemde Kürtlerin ulusal hakları tanındı. Bu demokratik coşku atmosferi kısa sürdü. Çünkü Kral Faysal dönemindeki tüm sınıfsal çelişkiler olduğu gibi yerinde durmaktaydı. Rejim, General Kasım’ın diktatörlüğü altında hızla sertleşmeye başlamıştı. Baskının ilk kurbanları Irak Komünist Partisi oldu. Çünkü bu parti toprak reformu talebiyle topraksız köylülerin toprak işgalleri hareketinin gelişmesinde önemli rol oynamaktaydı. Toprak işgallerinin gelişmesini tetikleyen ana etmelerden biriside bu hareketlerin Musul’un Kürt bölgesinden başlayıp ülke geneline yayılmaya başlaması olmuştu. Toprak ağalarının partisi olan Burjuva milliyetçi KDP topraksız köylü hareketi karşısında General Kasım’a etkin bir destek sundu.
General Kasım, Komünistleri ve köylü hareketini bastırmak için, Mustafa Barzani’nin Kürt milislerinin ve KDP’nin desteğini aldı.
Barzani’nin desteğiyle topraksız köylü hareketi ve devrimci güçlerin tehlikesinden kurtulan General Kasım’ın yeni saldırı hedefi Kürtler olmuştu. General Kasım rejimi, özellikle Kürt bölgelerini yeniden ele alarak sağlamlaştırmak istedi. Kürt gazeteleri birbiri ardına yasaklandı. İktidarın ilk yıllarındaki demokrasi atmosferinde Kürtlerin kazandığı tüm demokratik ulusal haklar lağvedilerek sömürgeci asimilasyon politikalarına devam edildi. 1961 yılının sonlarında, Irak ordusu, Barzani’nin sığınmış olduğu bölgeleri bombalamaya başladı. Bu operasyon uzun yıllar sürecek olan sömürgeci imha savaşının başlangıcı oldu. 1963 Şubat’ında Bağdat’ta yeni bir darbe gerçekleşti. General Kasım milliyetçi Arap partisi olan Baas partisi tarafından devrildi. Mustafa Barzani ve yeni rejim arasında birkaç ay boyunca yeni bir anlaşma olanaklı gibi göründü. Ancak Kürtlere karşı savaş 1963 Haziran’ından itibaren yeniden başladı. Bu defa dağlara sığınmış Mustafa Barzani birliklerine, aynı zamanda, özellikle de Kürt halkına karşı kesintisiz bir savaş başladı. KDP yönetiminin bir bölümü parti içinde önemli bir kişi olan “Genç Kurt” olarak anılan Kürt entelektüeli Celal Talabani çevresinde toplanarak KDP’den koptu. Talabani, Barzani’yi aşiret reisi yöntemleri uygulamasından, kararları tek başına veya aile içinde almasına yönelik itirazları vardı. Barzani’yi birgün Bağdat hükümeti, başka birgün farklı bir güçle uzlaşma eğiliminde olmasını, siyasetinde herhangi bir tutarlılık olmadığı yönünde eleştiriler öne sürerek KDP’den kopup KYB’yi(Kürdistan Yurtseverler Birliği) kurdu. KYB söylem olarak sol sosyalist vurguları olsa da izlediği politik hat bakımından KDP’den çok farklı bir çizgide değildi. Barzani Bağdat’a karşı öteki yerel güçler arasında müttefik arıyordu. Bunun için de Irak rejiminin zayıflamasından, ona gerekli silahı sağlamadan çıkarı olan ve bunu tasarlayan Şah rejiminin İran’ında buldu. Bu desteğin bir bedeli vardı. Barzani Şah’ın yanında yer alarak, geçmişte kendisine bir hayli destek sağlamış İran Kürt hareketine karşı destek vermeyi hatta onlara karşı savaşmayı bile kabul etmişti. Sömürgeci Şah rejimine karşı gerilla savaşı veren Kürt örgütlerine karşı savaş vermeye başlamıştı. Barzani bu kirli işlerini gerçekleştirmek için Parastin adı altında, Kürdistan’da varlığına katlanamadığı Kürt militanların, sempatizanların ve Irak Komünist militanlarının avını sürdürmek için, işkenceci ve katil olarak görevlendirilmiş kendi özel istihbarat servisini kurdu. Büyük Kürdistan hedefiyle yola çıkan KDP’nin geldiği nokta sömürgeci devletlerle Kürt gerillarına karşı kirli işbirlikleri yapmak, Güney Kürtlerini Bağdat ve Tahran yönetiminin insafına bırakılmış kurbanlık koyunlara çevirmek oldu. 11 Mart 1970’de Barzani ve Baas Partisi lideri Saddam Hüseyin arasında bir uzlaşma imzalandı. Bu uzlaşma Kürdistan’ın özerkliğinin kabulünü, Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde Arapça’nın yanında Kürtçeninde kullanılmasını, ülkenin yönetici organlarında Kürtlerin de eşit oranda temsil edilmelerini ve genel bütçeden Kürt bölgeleri için adaletli bir bölümün ayrılmasını içeriyordu. Bu uzlaşma Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde özerkliğin uygulanmasını öngörse de bunun ancak bir sayımla belirleneceği belirtiliyordu. Fakat bu sayım hiçbir zaman gerçekleşmedi. Sonuç olarak Irak devleti uzlaşma maddelerini tek yanlı olarak, Irak petrolünün %70’ini sağlayan Kerkük petrol alanlarını Kürt özerk bölgesinin dışında tutma avantajı içeren eski sayım temellerinde uygulama kararı aldılar. 1970 uzlaşmasından 4 yıllık bir ateşkes gerçekleşti. Irak rejimi, Kürt özerk bölgesine en yoksul dağlık bölgelerine bırakmayı gözeterek en önemli bölgelerin Araplaşmasını sürdürmekteydi. Barzani önderliği Şah’a güvenmeye devam etmekte, SSCB ile ilişkileri yakınlaşan Irak’a karşı ABD ile işbirliği geliştirmeye çalıştırmaktaydı. Irak rejimi 1974 baharında Kürt bölgesini denetim altında bulunduran Mustafa Barzani’nin birliklerine karşı yeniden savaş başlattı.
1974 yılı sonunda, Barzani’nin birlikleri Irak birlikleri karşısında tutunamayarak, İran sınırında yer alan vadiye doğru geri püskürtüldüler. Ayakta ancak İran’ın sağladığı ağır silahlarla durabilmekteydiler. 6 Mart 1975’te gerçekleşen beklemedik bir olay Barzani önderliğini siyasi ve askeri olarak iflasını hazırladı. O gün Cezayir’de Saddam ile İran Şahı arasında var olan sınır uyuşmazlıkların varlığına son veriyordu. Ayrıca sınırların ”yıkıcı ve bozguncu nitelikteki sızmaları” önlemek için sıkı bir biçimde kontrolüde öngörüyordu. Tahran ile Bağdat arasındaki durum normale dönüştürülmesinden sonra, Şah Kürt savaşçıları silahsızlandırarak kendi kaderine terk etmişti. Barzani’nin bir başka dayanağı olan ABD ise hiç oralı olmayarak herhangi bir destek sunmamıştır. 1975’te Cezayir’de imzalanan bu uzlaşma Bağdat rejimine karşı mücadele eden Mustafa Barzani’nin askeri ve siyasi olarak tümden iflası olmuştur. Bu siyasetin sonuçları Kürt halkı için ağır olmuştur. Her şeyden önce İran Kürdistan’ının özerkliğinden vazgeçilmiş, sömürgeci Şah rejmiyle birlikte İran’daki Kürt gerilla güçlerinin zayıflatılması sağlanmıştı. Arap ve Kürt yönetici sınıfların, egemen sınıfların çıkarlarını garantilemek için şu ya da bu bölgesel gerici güçlere, emperyalist güçlere iyi niyet göstergesinde bulunmak üzere anti komünist baskıyı içermekteydi. Bu siyaset birleşik Kürdistan mücadelesini bölüp, zayıflayıp felce uğratmıştır. Irak emekçi sınıfları ve devrimci güçleriyle olabilecek ittifakı ve birleşik mücadele dinamiklerini sabote etmiştir. Sonuç olarak İran ve Irak’taki sömürgeci güçlerin zaferinin taşları döşenmiş, Kürt halkının esaret zincirinin büyümesine neden olmuştur.
KDP Barzani siyasetine alternatif olarak çıkan KYB’de KDP’den farksız olmuştur. KDP ve KYB kendi aralarında kanlı çatışmalarla karşı karşıya gelseler de aralarında siyasal olarak hiçbir fark yoktur. Burjuva rekabet ve aşiretler arası uzlaşmazlıktan öte bir farkları yoktur. Talabani ve KYB’nin siyaseti, aynı yöntemleri tekrarlayıp durdu. Kimi zaman Saddam rejimine destek sundu, kimi zaman Suriye, İran, Türkiye sömürgeci devletleriyle uzlaşma arayışlarına giden bir siyasetti. Burjuva milliyetçiliğine dayanan Kürt egemen sınıflarının siyasetini güden bu anlayış bugün hâlâ varlığını sürdürmektedir. Burjuva milliyetçiliğine ve aşiret çıkarlarına dayanan bu siyaset birleşik özgür Kürdistan’ın önünde aşılması ve parçalanması gereken bir engel olarak durmaktadır.
ABD’nin Irak İşgali Sonrası Güney Kürdistan ve KDP
6- KDP yönetimi ABD-Irak savaşında ABD’nin en iyi müttefiki konumundaydılar. ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte bağımsız Kürdistan’ı kurabileceklerini savundular. ABD’nin işgalinin başarılı olması kısmen KDP’nin stratejisi kısmen başarılı olmuş gibi görünmesine neden olmaktadır. Fakat ABD işgali sonrası dizayn edilen Irak’ta Kürtlere bağımsızlıktan çok yeni Irak yönetimine tam entegrasyon vardı. Ezen ulus şovenizmi üzerinden örgütlenmiş Irak burjuva devletinin bu iskeleti olduğu gibi durdu. Sadece ABD’nin Irak’ta kalıcı istikrarlı bir rejim inşasına yardımcı olmak için tamamen ABD uydusu şeklinde dizayn edilen özerk bir Kürdistan bölgesel yönetiminin kurulmasına izin verildi. Kürt liderler, tamamen Irak hükümet mekanizmasına entegre edildi. Talabani Irak Cumhurbaşkanı bile oldu. Kürt bölgesine bu dönemde belli bir özerklik verilerek yarı devlet hâline getirildi. ABD’nin bu özerk Kürdistan’ın oluşmasının önünü açmasının temel nedeni Irak devleti ve Ortadoğu’daki krizin bir sonucuydu. İşgalden sonra Irak’ta istikrarlı bir düzen inşa etmek için özerk bölgeye ihtiyaç vardı. ABD’nin bu ihtiyacı bittiğinde, Güney Kürdistan’dan desteğini çektiğinde KDP için yeni bir askeri ve siyasi iflas kaçınılmazdır.
Ayrıca, bölgesel Kürt hükümeti ile merkezi Irak hükümeti arasında her zaman tartışmalı olmasına rağmen, ülkenin petrol rezervleri düzenli bir petrol rantına izin verdi. Bu, özellikle Kerkük bölgesindeki petrol rezervleri için geçerliydi, ama aynı zamanda ihracat kontrolü için de geçerliydi. Bölgesel Kürt hükümeti, Türkiye üzerinden ihracatı etkin bir şekilde kontrol etti, Rus yatırımcılara tavizler verdi ve yabancı yatırımı kendine çekti. Irak Kürdistanı’nda bile geçici bir spekülatif patlama gelişti, bu da Erbil gibi şehirlerin muazzam büyümesine ve inşaat sektöründe patlamaya neden oldu. Petrol rantı aynı zamanda Kürt nüfusunun bir kısmının devlet sektörüyle ve bir kayırmacılık sistemiyle bütünleşebileceği anlamına geliyordu. Bu aynı zamanda, Kürt bölgesindeki işçi sınıfının büyük bir bölümünün aslında Arap veya diğer Kürt olmayan işçiler olduğu anlamına geliyordu.Örneğin, petrol endüstrisindeki işçilerin sadece küçük bir azınlığı Kürt’tür ve bunlar tarlalardan ziyade idarede çalışmaya eğilimlidirler. Kürt bölgesindeki işçi sınıfının büyük bir bölümünün aslında Arap ya da diğer Kürt olmayan işçilerden oluşmaktadır. Ancak Kürt bölgesinin refahı ancak uygun ekonomik ve siyasi koşullar altında sürebildi. 2017 bir dönüm noktası oldu. Kerkük bölgesinde bağımsız bir devlete doğru hareket edilememesi veya en azından daha fazla özerklik ve petrol sahası üzerinde kontrol sağlanamaması felaketle sonuçlandı. Elbette insanlar çoğu bölgede bağımsızlık istiyordu ve İran’a giderek daha fazla yaklaşan ve aşırı gerici Şii köktendinci güçlerin etkisinin arttığı gerici bir Irak rejimi altında yaşama ihtimalinden anlaşılır bir şekilde endişe duyuyorlar.

Ancak referandumdan sonra, Batılı güçler ve Türkiye tarafından desteklenen Irak hükümeti karşılık verdi. Kürt bölgesine sağlanan fonlar kesildi. Türk ve Irak hükümetleri, Kürt bölgesindeki sınır kontrollerinde işbirliği yaptı. Irak hükümeti, Kerkük’ün ele geçirilmesiyle, daha önce Kürt bölgesel yetkilileri tarafından kontrol edilen petrol sahalarının yaklaşık yarısının kontrolünü de ele geçirdi. Ayrıca ABD, Rus petrol şirketleriyle (yaklaşık 4 milyar dolar değerinde) sözleşmelerin feshedilmesini ve bunların ABD şirketlerine “devir” edilmesini talep ediyor.

Tüm bunlar, KDP’nin mevcut düzen(düzensizlik) içinde giderek daha fazla özerklik elde etme projesinin kum üzerine inşa edildiğini gösteriyor. Batı emperyalizminin burjuva kukla devleti bile ancak emperyalist güçlerden birinin önemli bir jeostratejik varlığı haline gelirse başarılabilir.
Ama şu anda bu da söz konusu değil.

Ancak Irak’taki Kürt liderliğinin politikaları, Kürt işçi ve köylülerini, kendi yönetimi Kürtlerin ve diğer işçi ve köylülerin sömürülmesine, herhangi bir etkili toprağın reddine dayanan asalak Kürt elitinin elindeki siyasi araçlara dönüştürdü. Reform, toplumsal baskı, siyasi muhalefet partilerinin demokratik haklarının reddi. KDP ve KYB’nin burjuva-milliyetçi politikaları, başta Türkiye olmak üzere diğer devletlerdeki Kürt işçi ve köylülerle birlik olmayı da engellemektedir. Bölgesel Kürt hükümeti, Türkiye’nin PKK mevzilerine yönelik saldırılarını desteklemese de defalarca tolere etti. Ayrıca Rojava’ya tedariki de engelledi. Elbette, Kürt yetkililer birçok Arap’a ve İslam Devleti’nden kaçan diğerlerine sığınak sağladı – kesinlikle çok daha zengin Avrupa “demokrasilerinden” daha fazla. Ancak Kürt bölgelerindeki milliyetçi politikaları ve işbölümü yoluyla Arap ve diğer Kürt olmayan işçileri de yabancılaştırıyorlar. Milliyetçi politikaları Kürt halkı ile Kürt bölgelerindeki mülteciler arasında da gerilim yaratabilir. Elbette, bu tür gerilimlerin birincil sorumluluğu, dini mezhepçiliğin ölümcül tehdidi olan Arap milliyetçi rejimine ve onlarca yıldır kendi kaderini tayin hakkını reddeden emperyalistlere aittir.

İran Kürt Hareketinin Durumu
7- İran Kürt hareketi birçok yönden Irak’taki KDP’nin modelini izlemektedir. Başından beri KDP, güçlü Sovyet ve Stalinizmin etkisi altındaydı. Kurucu kongresinde Kürt devleti çağrısını bile geri çekti. Ayrıca parti, bir yanda muhafazakar aşiret liderleri ve toprak sahipleri ile diğer yanda şehirli orta sınıflar ve entelektüeller arasında bir uzlaşmaya dayanıyordu. Bu uzlaşı siyasal programının devrimci bir temelde gelişmesine engel olmakla birlikte, tüm siyasal hedeflerini İran sınırları içindeki Kürdistan’a hapsolmuş durumdaydı. Bunun sonucu da Birleşik Özgür Kürdistan hedefinin daha baştan reddi anlamına gelmekteydi. Başlangıçta Sovyetler Birliği Kürt bağımsızlık hareketlerini engellemek istedi. Ancak Soğuk Savaş’ın gelişi, İran’da Kürt-Azeri (Azerbaycan) özerk bölgelerinin oluşturulmasını teşvik eden daha “saldırgan” bir politikaya yol açtı. Bu, 11 ay süren 26 Haziran 1946’da başkenti Mahabad olan Kürdistan Cumhuriyeti’nin kurulmasını teşvik etti.
KDP bir dizi demokratik reform (kadın hakları, köylü hakları, vergiler, eğitim) uygulamaya çalıştı ve Sovyet desteğiyle kendi yönetim ve silahlı kurumlarını yaratmaya başladı. Ancak, Kürt aşiret liderlerinin ve toprak sahiplerinin başarılı muhalefeti nedeniyle bir toprak reformu başarısız oldu.
İran ordusuna karşı Sovyetler Birliği’nin desteği, Kürt ve Azeri cumhuriyetleri için askeri açıdan çok önemliydi. Ancak Stalin, Kürt mücadelesini yalnızca İran rejimi ve dolayısıyla İngiliz ve Amerikan emperyalizmi üzerinde baskı kurma aracı olduğu ölçüde destekledi. Ancak Şah önemli petrol tavizleri verdikten sonra Sovyet-İran ilişkileri düzelirken, Sovyetler Birliği Kürt müttefiklerini İran ordusunun insafına bıraktı. Mahabad’ın düşmesiyle KDP dağıldı. Savaşçılarının ve gruplarının çoğu, İran’ın Stalinist partisi olan Tudeh Partisi’nin (İran Kitlelerinin/Halkının Partisi) parçası oldu. Ulusal Kürt baskısına karşı mücadeleyi resmen desteklese de, bu büyük ölçüde kağıt üzerinde kaldı. 1953 darbesinden sonra Tudeh partisi kapatıldı ve parti liderlerinin çoğu sürgüne gönderildi. Bütün bunlar ilerleyen yıllarda moral bozukluğunun ve pasifliğin derinleşmesine yol açtı.

1950’lerin sonlarında, Barzani’nin Irak’a dönmesinin ardından ve 1960’ların başında KDP-İran da KDP-I olarak yeniden örgütlendi. 1960’ların başında, İran rejiminin Irak hükümetine karşı mücadelesinde Irak KDP’sini desteklemeye başlamasıyla Irak ve İran KDP’si arasındaki ilişkiler koptu. Buna karşılık KDP, Kürt liderlerin kendi halklarına açık ihanetinin birçok trajik örneğinden biri olan KDP-I’yi desteklemeyi bıraktı.

Tüm bunlar ve Şah’ın tarım reformları, iç karışıklığı derinleştirdi, KDP-I’deki hizipçilik, Stalinizm ile Kürt milliyetçiliği arasında, muhalefet ve Barzani’ye destek arasında bölünmelere ve siyasi salınımlara yol açtı. Öte yandan, Maoizm’den ilham alan, sola eğilimli KDP-I “Devrimci Komite” adlı bir sol bölünme de ortaya çıktı. Askeri gerilla operasyonları, bazı liderlerini infaz eden Barzani milislerinin desteğiyle İran ordusu tarafından bastırıldı. İran Kürt halkı, İran devriminde ve Şah’ın devrilmesinde aktif rol oynadı. Rejimin çöküşünün kutlanmasının ardından, mücadelede türeyen yerel meclisler ve milisler genişledi. Kendi kaderini tayin biçimleri ortaya çıktı. Tüm İran’da olduğu gibi, şuralar (konsey benzeri örgütler) ve milisler, devrimci bir işçi ve köylü hükümetinin temelini oluşturabilir ve devrimi kalıcı hale getirebilirdi. Ancak Humeyni yönetimindeki karşı-devrim, Kürtlerin aleyhine de döndü. 19 Ağustos 1979’da İslami otoriteler (Fetva) tüm Kürt muhalefet ve partilerini yasakladı. Yalnızca Ağustos ayında 60’tan fazla Kürt savaşçı idam edildi – rejim tarafından Kürtlere karşı birkaç yıl süren uzun süreli bir savaşın başlangıcı.

Ancak Kürt hareketi yalnızca İslamcı karşı-devrimle değil, aynı zamanda burjuva KDP-I ile onun önce devrimi kontrol etme ve ardından mollalarla uzlaşma talebi ile solcu Komala/Komala arasında bir iç savaşla da karşı karşıya kaldı. Kürdistan-İran’da emekçilerin devrimci örgütlenmesi; dt: toplum/cemaat). “Marksist-Leninist” bir ideoloji geliştirdi ve devrimdeki popüler iktidar biçimleri ile aşamalar teorisinin bir karışımını inşa etmeye çalıştı. 1980’lerde Humeyni ile müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından rejimle askeri çatışmaların yanı sıra KDP-İ’nin silahlı birliklerine yönelik eylemlere de katıldı. Komala açıkça bir sol bölünmeyi ve gelişmeyi temsil ederken, Maoizm, fococuluk ve küçük burjuva radikalizmine dayanan bir programa sahipti. Proleter devrimci bir kopuşa yol açmadı. İran devrimi sırasında bir süre kitlesel taraftar toplayabilen, Kürt hareketi içindeki en solda yer alan örgütlerden birisidir.
Dünden Bugüne PKK
8- Kürdistan’ın en büyük parçası ve en fazla Kürt nüfusuna sahip olan bölge Türkiye devletinin sömürgesinde bulunan Kuzey Kürdistan’dır. PKK’den önce Kuzey Kürdistan’da birçok ulusal ayaklanmalar, örgütlenmeler, özellikle 60’lı yıllardan sonra gelişen sol; sosyalist örgüt ve partiler mevcuttur. Fakat en etkili, en kitlesel, Türk-sermaye devletini en fazla sarsan hâlâ da etkili şekilde varlığını sürdüren örgütlenme PKK olmuştur. PKK kuruluşunu 1978’de ilan etmişti. Programı Stalinci, ulusalcı, aşamalı devrim teorisine sahipti. Kürtlerin ulusal baskısını temel çelişki olarak görmekteydi. Kürdistan devrimi ulusal demokratik olmak zorundaydı. Diğer tüm meseleler ona bağlı olmalıydı. Amaç sömürgecilik karşıtı ve feodalizm karşıtı devrimin bir sonraki aşaması olarak Kürt halkının kurtuluşu, kendi kaderini tayin etmesi ve bir ulusal demokratik cumhuriyetin kurulmasıydı. PKK programında Birleşik Kürdistan’ı savunsa da, siyaseti ve faaliyeti diğer parçalardaki Kürt önderlikleri gibi yalnızca bir parçaya odaklıydı. PKK, KDP ve KYB’den farklı olarak toprak ağalarının, Kürt egemenlerinin, feodallerinin partisi olmadı. İlk eylemleri ve faaliyetleri toprak ağalarına ve Kürt feodallerine karşı oldu. Parti ismi Kürdistan İşçi Partisiydi. KDP ve KYB’den farklı olarak sınıfsal ve marksist vurgulara ve programatik görüşlere sahip bir hareketti. Adına rağmen PKK, ne programı ne toplumsal yapısı itibarıyla hiçbir zaman bir işçi partisi olmadı. İlk dönemdeki birkaç girişim dışında Kürt işçi sınıfına yaslanmayı amaçlamadı. Kürt bölgelerinde işçi sınıfı sayısal olarak küçüktü fakat nitelik olarak ciddi bir öneme sahipti. PKK, Türkiye’nin büyük şehirlerinde ve Batı Avrupa’da sayısı artan Kürt işçileri arasında, onları yalnızca Kürdistan’daki ulusal kurtuluş mücadelesinin destekçisi ve bağışçısı olarak örgütledi. En önemli sosyal temelleri Kürt aydınları ve yoksul köylülüktü. Başlıca savaş araçları, stratejisi Kürdistan’ın işgaline son verecek gerilla savaşı için silahlı birlikleri örgütlemekti. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki tüm sol, sosyalist teşkilatları ağır şekilde felce uğratmıştı. PKK bu süreçte yalnızca ayakta kalmayı başarmakla yetinmedi. Aynı zamanda, Kürdistan’da sömürgeci Türk-sermaye devletinin tüm kalelerini yerinden sarsan bir güce ulaştı. 1984 yılında PKK Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla ilk silahlı mücadeleyi başlatmıştı. PKK’nin silahlı mücadeleyi başlatması Kürt toplumu üzerindeki korku imparatorluğunun parçalanmasına yol açtı. Devletin tüm baskılarına karşı oluşmuş olan öfkeyi kitlesel hâle geçirebilecek bir alanın açılmasını sağlamıştı. 1990’ların başında artık PKK Kürdistan’daki Kürt nüfusunun baskın gücü hâline gelmişti. Kürdistan dışında da var olmaya başlamıştı. Batı Avrupa’da mücadelelerini desteklemek ve uluslararası kamuoyu oluşturmak için kitle örgütlerini de kurmuştu. PKK militan tabanını yoksul köylülükten, kentsel küçük burjuvaziden ve gençlerden almaktaydı. Kadın özgürleşmesi konusunda mevcut Kürt siyasi önderlikleri arasında en ilerici programa sahip olan örgüttü. Her dönem gerek programında gerekse de örgütlenmesine merkezi olarak önem verdi. Bu alanda kendisini sürekli olarak geliştirdi. Feodal, İslamcı, ataerkil aile baskısına tepki olarak olarak, buna karşı mücadelenin bir alanı olarak genç Kürt kadınları yoğun şekilde PKK saflarına katıldı. PKK gerilla güçlerinin eğitimi ve operasyonları için kamp olarak Suriye devletinin sınırlarındaki Beka Vadisini yıllarca kullandı. Bu durum gerilla savaşında PKK’ye önemli avantajlar sağlasa da, bu durumun bir diyeti vardı. PKK’ye gerilla kampı için destek sağlayan Suriye devleti Kürdistan’ın Batı parçasının sömürgecisiydi. Suriye devleti üzerinde yaşayan Kürtlere en az Türk devleti kadar baskı uygulamaktaydı. PKK’nin Suriye’de kalabilmesinin temel koşulu Suriye Kürdistan’ında olan biteni görmemekti. Bu durumda fiili olarak Birleşik Özgür Kürdistan hedefinden vazgeçmek anlamına gelmekteydi. PKK’nin Suriye’deki varlığı, Suriye devletine Türkiye’yi zayıflatmak aralarındaki sürtüşmelerde elinin güçlü olmasını sağlamasını hedeflemekteydi. 1990’ların başında dünya önemli değişimler boy göstermekteydi. Bu değişimler PKK’yi de etkilemekteydi.
Birincisi SSCB’nin ve onun uyduları olan Stalinci rejimlerin kapitalizme entegre olması.
Bu durum PKK’ye taraftarlarına yaşanan süreci açıklamaya mecbur bırakmaktaydı. PKK bu süreci iktidardaki bürokrasinin çöküşü, halktan yabancılaşma, demokrasinin inkârıyla açıklamaktaydı. Türkiye ve Kürdistan’daki diğer Sosyalist gruplara nazaran PKK’nin bu süreci açıklaması daha rahat oldu. Çünkü Kürt mücadelesine mesafeli duran sosyal şoven Türk sosyalist partilerinin önemli bir kısmı Moskova çizgisindeydi. Eski yıllarda SSCB’nin Kürtlerle kurduğu ilişkilerden dolayı Moskova yönetimine karşı mesafeli bir yaklaşım söz konusuydu. PKK’nin programında Stalinci aşamalar teorisi hâkimdi. Önce ulusal demokratik devrim, Kürdistan’ın kurulması daha sonra ne zaman geleceği belli olmayan, çıkmaz ayın son Çarşambasına ertelenen Sosyalist devrim anlayışı hâkimdi. PKK programının temeli Stalinci küçük burjuva milliyetçiliğine dayanmaktaydı. Tüm tarihi boyunca yaşadığı programatik evrim bu program temelinde şekillenecekti. Tüm tarihi boyunca yaşadığı tüm açmazların temelide bu programa dayanmaktaydı.
İkinci Önemli gelişme; 1990’ların başındaki siyasal durumdu.
1990 ile 93 yılı arasında PKK gerilla savaşında gelebileceği en üst noktaya ulaşmıştı. Kürdistan’da artan oranda Serhildanlar, Türk-sermaye devletinin hakimiyetini kaybettiği, PKK’nin kontrolüne geçen kurtarılmış bölgeler oluşmaya başladı. Buna karşılık Türk-sermaye devleti Suriye hükümetine yoğun baskılar uygulamaya başladı. Bu durumda Suriye devletiyle PKK’nin ilişkilerini sekteye uğratacak hatta sona doğru getirecek bir sürecin yolunu açmaktaydı. ABD’nin Saddam Hüseyin’e karşı giriştiği savaşta Öcalan her iki tarafta da devrimci yenilgicilik tutumu almıştı.ABD ile müttefik olma yoluna girmeyi savunan bir sağ kanat da oluşmuştu. Bu da PKK içinde Öcalan’a karşı muhalefet odaklarının oluşmasını sağlamaktaydı. 93 yılından sonra PKK daha fazla liberal ve uzlaşmacı bir çizgiye doğru evrilmeye başlamıştı. Ulusal demokratik devrim, Bağımsız Kürdistan hedefinden bir daha geri dönmemek üzere vazgeçişin yolunu da açıklamaktaydı. Bağımsızlık sorunu giderek Kürt bölgesinde özerklik, anayasal eşitlik, sosyal reformlar talepleriyle değişmekteydi. Bağımsız Kürdistan hedefi sömürgeci Türk-sermaye devletinden kopmadan, demokratik burjuva cumhuriyet temelinde birarada yaşamaya bırakmaktaydı. Zaman zaman tek taraflı ateşkesler yapılmakta, müzakere ve diyalog yolları aranmaktaydı. Gerilla mücadelesi artık anti sömürgeci siyasal hedefler için değil, sömürgeci devletin düzenine entegre olmak için devleti demokratik reformlar ve müzakereler başlatması yolunda basınç oluşturmak için verilmekteydi. Küçük burjuva radikalizmine dayanan dünyadaki tüm küçük burjuva milliyetçi örgütlerin yaşadığı hazin son artık PKK için de geçerliydi. Bu hazin sonun adı: Silahlı reformizmdi.
Öcalan artık bu hedeflerine ulaşmak için burjuva devletlerden destek almak için Avrupa gezmelerine dahi başlamıştı. Türk-sermaye devleti ise müzakere istememekte, Öcalan’ın teslim alınıp, PKK’nin bitirilmesini istemekteydi. Suriye devleti ise 90’ların sonuna doğru PKK kamplarını ve Öcalan’ı sınır dışına göndermek için düğmeye basmıştı. Öcalan Suriye’den çıktıktan sonra Avrupa emperyalizminin desteğiyle Türkiye’ye iade edildi.
PKK, KDP, KYB, İran KDP’sinden kıyaslanamayacak düzeyde ilerici ve solda yer alsa da, burjuva milliyetçi önderliklerinin izlediği yolun ve siyasal hattın bir benzerini sergilemişti. Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefiyle yola çıkmış, tüm faaliyetlerini Kürdistan’ın bir parçasına hapsetmiş, mücadele ettiği parçanın sömürgeci devletine karşı, başka bir sömürgeci devletten destek almış, kısa bir süre sonra bağımsızlık hedefi yerini özerklik ve ulusal demokratik hedeflere bırakmış, emperyalist devletlerden müttefik arayışına girilmiş, sonunda da bu emperyalist devletler sömürgeciler lehine tutum almıştır. Sistematik hâle gelmiş bu olgunun sonucunda Kürdistan’ın esaretin devam etmesiyle sonuçlanmıştır. Dünyanın en mücadeleci halklarından biri olan Kürtler, emperyalistlerin, 4 sömürgeci devletin ve kendi burjuva, küçük burjuva milliyetçi önderliklerinin kurbanı olmuştur.
9- İmralı Sonrası Öcalan ve PKK’nin İdeolojik Evrimi

Öcalan’ın emperyalist Avrupa devletlerinin yardımıyla yakalanıp Türkiye’ye iade edilmesi PKK’de yeni bir dönemin başlangıcıydı. Öcalan’ın yakalanması PKK’de ciddi bir demoralizasyon yaratsa da esas hayal kırıklığını ve kafa karışıklığını Öcalan’ın mahkeme savunmaları verdi. Öcalan savunmasında kendisinin sömürgeci Türk sermaye devletine hizmet etmeye hazır olduğunu, ona bir rol verildiği takdirde bu sorunu çözeceğini, PKK’nin silahsızlandırılmasından yana olduğunu, Demokratik Türkiye’yi savunduğu gibi ifadeler vererek taraftarları ve örgüt içerisinde infial yaratmıştı.
” Demokratik çözüm seçeneği genelde olduğu gibi, Kürt sorununda da tek seçenek durumundadır. Ayrılma, ne mümkün ne de gereklidir. Kürtlerin çıkarı, kesinlikle tüm Türkiye ile birliğinden geçmektedir. Demokratik çözüm hakkıyla uygulanırsa otonomi, federasyondan bile daha başarılı ve gerçekçi bir model olma yolundadır. Pratik daha şimdiden bu yolda ilerlemektedir.”
” Silahlı çatışma ortamının ortadan kalkması, yıllardır yasa dışı konumda olan birçok örgütü, demokratik ortamla birleştirmeye itecektir. ” (Öcalan savunmaları)
Mahkeme sürecinde PKK bu savunmayı kendi tabanına anlatabilmek için türlü yollar izledi. Öcalan’a uyuşturucu verildiğini, bilincinin yerinde olmadığını o yüzden böyle bir savunma yaptı gibisinden birçok şehir efsanesi türetildi. Oysa ki bu savunmanın 93’ten beri PKK’nin izlediği siyasi çizgiyle arasında bir çelişki yoktur. Bu savunmadan sonra PKK’de hızlı bir liberal tasviye süreci başladı. Partinin sol kanadı şiddet içeren yöntemlerle tasviye edildi. Birkaç ay sonra sonra Öcalan tekrar parti liderliğine getirildi. Bu sürecin başarılı olmasının nedeni PKK’nin küçük burjuva Stalinist bir parti olması nedeniyle mümkün oldu. Öcalan etrafında yüksek bir kişi kültü oluştu. Mahkeme sürecinden sonra örgüt ve kitlesel taban içinde ağır bir Öcalan miti oluşturma süreci başladı. Öcalan devletin elinde esir olmasına rağmen Parti’nin, halkın, hareketin, uyguladığı yepyeni bir ideoloji ve strateji icat ederek ıslah ettiği partiye, halka, harekete önderlik etmeye devam etmektedir. Öcalan Marksizmi aştığını yeni teoriler ve ideolojiler geliştirdiğini iddia etti. Öcalan kendince Marksizmi aşmış olduğuna inanabilir, fakat aşamadığı birşey varsa o da kapitalizmdir. Öcalan Stalinci ve küçük burjuva milliyetçi özelliklerini korurken, onun yerine liberteryenizm, anarşizm ve post modernizm karmaşasını koydu. Stalinci aşamalı ulusal Kurtuluş ve iktidarın ele geçirilmesi programını “Demokratik Konfederalizm” ideolojisiyle değiştirdi. Stalinci bir programı, anarşizm, küçük burjuva milliyetçiliği, küçük burjuva feminizmi unsurlarını popülist bir programla birleştiren küçük burjuva sosyalizmi programıyla harmanladı.
Görüşleri anarşizme giriş ders kitabından ödünç alınan Öcalan’a göre Marksizm, devrimin devlet iktidarını ele geçirmesini ve önceden ezilen sınıfları yönetici sınıf olarak kurmasını istediği için başarısız oldu. Bu nedenle devlet iktidarını ele geçirmek değil, burjuva devletini içeriden gereksiz kılmak amaçlanmalıdır. Bu, özyönetim biçimleri, demokratik haklar ve hepsinden önemlisi, alternatif olarak özyönetim biçimleri ve “konseyler”, gelecekteki sosyalleşme biçimleri gerektirir. Eğer bunlar kademeli olarak gelişir ve baskıcı olmayan, işbirlikçi bir şekilde halkın (yeniden)eğitilmesi programıyla birleştirilirse, mevcut kapitalist ekonominin yerini işbirlikçi bir ekonomi alır ve devlet giderek daha az önemli hale gelir.
Öcalan sadece Stalinizmi değil, Marksist devlet teorisini ve Marksist kapitalizm ve meta üretimi anlayışını da revize etti. Kadın ve ulusal kurtuluş programını gözden geçirdi.  Program şöyle bir çelişkiyi de beraberinde getiriyor. İktidarı almaya niyetiniz yoksa, halka liderlik edecek bir siyasi partiye neden ihtiyacınız var? Öcalan’ın cevabı basit: Öcalan’ın ideolojisini yayması ve insanların onu takip etmesini sağlaması gerekiyor.
Kısacası, PKK’nın son yıllarda öne çıkardığı “sınıfsız” demokratik ütopyaya rağmen, küçük burjuva programı tek başına demokrasi ile uygulanamaz. Elbette Kürtlere uygulanan zulüm ve onlara yönelik savaşlar zaten “saf demokrasi”yi ütopik kılıyor. Ama bu siyasi ve ekonomik program aynı zamanda bir siyasi gücü, işçi ve köylülerin mücadele yapıları içinde onların yönetimi ve demokratik işleyişi için mücadele eden ama onlarla özdeş olmayan bir partiyi gerektirir. Bunun yerine, işçi sınıfının ve baskının diğer akımlarının yanında veya onlarla birlikte siyasi liderlik için mücadele etmelidir. Bir işçi devriminde, konseyler/sovyetler mücadele organları ve doğrudan demokrasi olarak ortaya çıkar. Potansiyellerini ancak işçi sınıfı, kapitalist sınıfı mülksüzleştirme programını uygulamak için sömürülen ve ezilen kitleleri iktidara getirirse gerçekleştirebilirler. Böyle bir ekonomik ve sosyal temelde, bir işçi hükümeti tüm ekonomiyi demokratik olarak planlayabilir. Devrimci parti, ajitasyon ve propaganda yoluyla, toplumun nesnel ihtiyaçlarını karşılayan ve devrimin işçi sınıfı için belirlediği görevlerin bilinçli ifadesi olan bir program için önderlik kazanabilir. Bunlar, devrimci partinin sorumlu, seçilebilir ve geri çağrılabilir olduğu temellerdir.
Sovyet benzeri organların ancak devrim öncesi veya devrim öncesi durumlarda ortaya çıkabilmesinin ve ancak iktidarı ele geçirdiklerinde kalıcı olabilmesinin nedeni de budur. Bunu yapmazlarsa ve toplumun ekonomik temelini değiştirmezlerse, devrimci partinin liderliği öncü güç olamaz ve sonunda konseyleri silahsızlandıracak veya onları burjuva kurumlarına entegre edecek bir karşı-devrimci güce yol açardı. Devrim bir işçi devleti yaratmayı başarırsa, işçi demokrasisi, yönetici sınıf olarak işçilerin demokrasisi olacak ve devrim yayıldıkça ve ekonomi küresel sosyalizme doğru geliştikçe, bol bol filizlenecektir.
Demokratik konfederalizm ise, kapitalizm altında “kooperatif” üretimi geliştirmeye çalışan farklı bir topluma “dönüşüm” tasavvur eder. Mevcut devlet aracılığıyla belirli bir tür özel mülkiyeti (kooperatifler) ve siyasi bir biçimi (konsey) giderek genişleterek “sosyalizme” doğru ilerlemeye çalışır.
Bununla birlikte, herhangi bir genel meta üretimi, hedeflediği ekonomik yapıları baltalayacaktır. Kooperatifler veya kendi kendini yöneten fabrikalar piyasaya tabidir, tersi değil. “Konseyler”, kendileri de kapitalist bir üretim tarzının ekonomik temelinin zorunlu bir ifadesi olan mevcut devletlere tabidir, bunun tersi geçerli değildir.

Rojava Deneyimi

10- Demokratik Konfederalizm doktirininin pratikte sınanmasını sağlayan en kritik deneyim Batı Kürdistan yani Suriye devleti sınırlarında bulunan Rojava deneyimdir. Bu koşulları oluşturan ana unsur 2010’larda başlayan Ortadoğu’daki diktatörlüklüklerin kitlelerin militan mücadelesiyle yıkıldığı devrimci durumlar oluştuğu sürecin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Mısır’dan Tunus’a, Libya’ya, Suriye’ye kadar geniş bir bölgeye yayılan ayaklanmalar devrimci bir önderliğin eksikliğinde mevcut düzeni asamayarak boğulma sürecine girmiştir. Benzer bir durum Suriye’de de yaşandı. Kitlelerin ayaklanması devrimci bir önderlikle buluşamayınca, bu boşluğu cihatçı örgütler doldurdu. Bunun sonucu olarak iki gerici güç arasında (Esad rejimi ve Cihatçı örgütler) yaşanan bir iç savaşa evrildi. PKK’nin Batı Kürdistan seksiyonu PYD bu koşullardan yararlanmayı başardı. Rojava adı verilen kantonun kontrolünü sağlamayı başardı. Burada defacto devlet yapılarını oluşturup, kendi savunma birlikleri YPG, YPJ ve konseyleri kurdu. Bunu üçüncü yol politikasıyla, kendisini Suriye’de kabaran devrimci durumun dışında tutarak gerçekleştirdi. Kürt nüfusu ve özellikle gençler, Suriye’deki ayaklanmanın aktif katılımcılarıydılar. Fakat Kürt partileri KDP, PKK, PYD Esad’a karşı ayaklanmaya tereddütle yaklaşmaktaydılar. PYD, YPG Rojava kantonunu kurarak Suriye iç savaşının baskın bir gücü hâline geldi. Rojava kantonunun oluşması Erdoğan rejimi için büyük bir tehlikeydi ve büyümeden, kalıcı bir statüye dönüşmeden bertaraf edilmesi gerekiyordu. Erdoğan cihatçı grupları destekleyerek Esad rejimini devirmek kendi emperyalist hedeflerini Suriye’de gerçekleştirmeyi, Suriye üzerinden Ortadoğu’daki emperyalist paylaşımın bir tarafı olmayı hedefledi. Rojava’da Kürtlerin kendi topraklarında kendi kendilerini yönetmelerine karşı her zaman cephe aldı. Rojava’yı devirmek için IŞİD vb cihatçı örgütleri güçlendirmek, onlara her türlü desteği vererek Rojava kantonunun tamamını işgal etmeyi hedefledi. Bu hedefinden hâla vazgeçmiş değildir. Bunun ilk ayağı Erdoğan’ın desteklediği cihatçı terör örgütü IŞİD’in Ezidi kürtlerine yönelik gerçekleştirdiği soykırımdı. İkinci ayağı ise Kobane’ye gerçekleştirdiği işgal girişimiydi. Kürt öz savunma birliklerinin kahramanca direnişi, dünyanın dört bir yanında Kobane için gerçekleşen dayanışma eylemleri, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da 6-8 Ekim 2014’teki büyük serhildan IŞİD ve onun patronu Erdoğan’ın Kobane’de büyük bir yenilgi almasına neden oldu. Bu zafer Rojava’nın tüm dünyada tanınmasına YPG, PYD’nin uluslararası arenadaki saygınlığının artmasına, Erdoğan’ın cihatçı terör örgütlerine destek veren bir ülke olarak itibar kaybı yaşamasına neden oldu. Tüm emperyalist ve bölgesel güçlerin Suriye’ye yönelik müdahalesi, cihatçı gerici güçlerin inisiyatifi ele geçirmesi, Esad rejiminin artan oranda katliamları ve Rusya emperyalizminin yerel temsilcisi hâline gelmesi Suriye’yi iyiden iyiye bataklığa, tüm gerici güçlerin savaş cephesine çevirdi. Bu bataklık ortamında Rojava kantonunda inşa edilen yeni yönetim ve izlenen siyaset Ortadoğu coğrafyasındaki siyasi rejimlere nazaran muazzam düzeyde demokratik ve özgürlükçüydü. Gerçekleşen tüm reformlar ve izlenen siyaset kapitalizmi aşmayan, gelişkin bir burjuva demokrasisinden öteye geçmemekteydi. Rojava yönetimi hiçbir zaman kapitalist mülkiyet ilişkilerini ilga edememekle birlikte böyle bir niyetinin olduğunu da hiçbir zaman iddia etmedi. Karma ekonomi yani sosyal demokrat bir ekonomi programını uygulamaktaydı. Ayrıca savaş ekonomisinin koşulları reform programına sınırlamalar getirmekteydi. Ekonomiyi demokratik merkeziyetçi şekilde örgütlemek ve toprakta kolektif mülkiyete geçilmedi. Sadece Esad rejiminin denetiminde olan ve o bölgeden ayrılan Arap nüfusunun toprakları kamulaştırıldı. Yerel toprak sahiplerinin topraklarına ve mülkiyet ilişkilerine dokunulmadı. Bu özelliğiyle sol popülist burjuva hükümete benzer defacto burjuva devlet yapıları yarattı. PYD’nin Suriye iç savaşında üçüncü bir yol perspektifi, Stalinci geleneğinin bir tezahürüdür. Kendisini kontrol ettiği kantonlarla sınırladı, gerek Suriye’de gerekse de Ortadoğu’daki devrimci ilerici laik güçlerle enternasyonalist bir mücadele hattı, Ortadoğu devrimi gibi bir perspektifi hiçbir zaman olmadı. Bununla birlikte bağımsızlık gibi bir perspektifi de olmadı, kendisini Suriye devletinin bir parçası olarak tanımladı, Suriye devleti içinde özerklik ve federatif bir yönetim talebi oldu. PYD için enternasyonalizm azınlık ulusların eşit hakları farklı ülkelerden devrimcilerin Rojava için savaşmaya gelmesinden öte bir şey değildi. Bu anlayış Suriye ve Ortadoğu’daki devrimci, demokrat, laik güçlerle enternasyonal mücadele perspektifinin, enternasyonal örgütlenme perspektifinin gelişmesini engellemekte, kendine müttefik arayışlarında ABD, AB emperyalizmi içinden yapmaya itmektedir. ABD’den destek alması onunla, müttefiklik içerisine girmesi kısa vadede Rojava’nın ihtiyaçlarına fayda sağlasa da uzun vadede siyasi askeri yıkımların zeminini de hazırlamaktadır. Geçmişte diğer Kürt önderliklerine ABD ve diğer emperyalist güçlerin, bölgesel güçlerin ihanet etmesi gibi sürecin tekrardan yaşanması kaçınılmazdır. Esad rejiminin olası bir zaferi, kontrolü tamamen ele geçirmesi, Rusya, İran ve Türkiye’nin aracılık ettiği bir anlaşma, Suriye devletinin genetik kodlarına geri döneceğini, Rojava’ya saldırıp, Batı Kürdistan’ı yeniden işgal edeceği öngörüsünde bulunmak için kahin olmaya gerek yoktur.
Afrin’in Türk ordusu tarafından işgal edilmesi, cihatçı örgütler için yurt haline getirilmesi, bu işgalin ABD ve Rusya’nın onayıyla yapılması, Batı Kürdistan’ın geride kalan kısımlarını işgal etmek için fırsat kollandığı somut bir gerçektir. Ne Türkiye rejimi (Erdoğanlı veya Erdoğansız) ne Esad rejimi özerk Kürt bölgesine daha fazla tahammül edebilir. Kürt bölgesinin özerkliğini tanıyan federatif bir Suriye, Türkiye, İran mevcut sömürgeci devletler devrimci yöntemlerle parçalanıp yıkılmadan mümkün değildir. ABD veya AB emperyalizmi Rojava’nın ne kalıcı müttefikidir ne de dostudur. Afrin işgali bunu net bir şekilde ortaya koymuştur. Türkiye ABD’nin ikinci dünya savaşı sonrasında oluşan düzendeki tarihsel müttefikidir. Türkiye devletinin kuruluşu emperyalizminin bölgesel bir şubesi olarak gerçekleşmiştir. Türkiye NATO’nun en güçlü ordularından birisidir. ABD tarihsel ortağıyla Rojava için çatışmayı, ilişkilerini bozmayı, hatta koparma noktasına getirmeyi asla istemez. ABD’nin Türkiye’yle kurmuş olduğu müttefiklik ve ona sağladığı tarihsel, ekonomik, diplomatik fayda, Rojava’yla kurduğu ilişkilerin getirdiklerinin yanında devede kulak kalır. Toparlarsak eğer Demokratik Konfederalizm doktirini ve PYD’nin izlediği politika Batı Kürdistan’ın geleceğini büyük bir tehlike altında sokmaktadır. Bir yandan anarşist öğretilerle devlete karşı çıkıp, sömürge ulus için devlet istememekte ama diğer yandan sömürgeci devletin parçalanmasını kendisine hedef olarak koymaktadır. Sömürgeci devletin toprak bütünlüğüne saygı duyup, sömürgeci devletin demokratikleşmesini kendisine ana hedef olarak seçmektedir. Bu reformist ütopya sadece Kürdistan’ın değil Ortadoğu halklarının da geleceğine ipotek koymaktadır.
Kürdistan’da Sürekli Devrimin Yolu

11- Kürt halkı yaşadığı sömürgeci devletlerde meydana gelen birçok tarihi olayın içinde yer almıştır. Gerçekleşen tüm tarihsel kırılmalar, krizler Kürt halkını birincil düzeyde etkilemiştir. İran, Irak, Türkiye, Suriye’de yaşanan her siyasi alt üst oluşta ve tüm kitle hareketlerinde, Kürt halkı aktif bir özne olarak yerini almıştır. Kürdistan işçi sınıfı Ortadoğu’nun en politik en mücadeleci işçi sınıfı konumundadır. Bugün farklı ülkelere dağılmış olsa da, Kürt halkının toplumsal yapısı değişmiştir. Kürdistan artık eski Kürdistan değildir.
Bundan 70-80 yıl önce olduğu gibi, özellikle kırsal alanda yaşayan, sınırları yalnızca aşiretlerin kapladığı alanlarla belirlenen ve doğal önderleri aşiret reisleri olan feodal yapı, artık Kürt halkının temellerini oluşturmuyor.
Bugün Kürt halkının çoğunluğu kentlerde yaşamakla birlikte belirleyici toplumsal sınıfı da proletarya oluşturmaktadır. Kırdan kente gerçekleşen doğal göçe ek olarak, sömürgeci imha savaşının sonucu olarak köy boşaltmalar, zorunlu göçler sonucunda köylü kitleler artık büyük sanayi metropollerinin varoşlarını oluşturmaktadır.
Bu durum yalnızca 4 sömürgeci devlet için geçerli değildir. Özellikle Batı Avrupa’ya da Kürdistan’dan yaygın bir göç gerçekleşmiştir. Batı Avrupa varoşları, işçi sınıfının en güvencesiz kesimlerini Kürdistan göçmenleri oluşturmaktadır. Kürt halkı tüm baskılara, sömürgeci imha savaşlarına rağmen mücadeleden hiçbir yerde vazgeçmemiştir. Gerek Kürdistan’ın 4 parçasında, gerekse de sömürgeci devletlerin metropol kentlerinde, gerekse de Batı Avrupa’da….
Enternasyonal Komünist devrimciler için Kürdistan sorunu sömürgecilik sorunudur, özgür birleşik Kürdistan sorunudur.
Özgür Birleşik Kürdistan sorunu (4) sömürgeci burjuva devletin devrimci yöntemlerle yıkılma sorunudur. Özgür Birleşik Kürdistan’ın ayakta kalma sorunu, emperyalizmin önemli faaliyet alanlarından olan Ortadoğu’dan sökülüp atılma sorunudur. Bunun da geçtiği yol dünya sosyalist Cumhuriyeti yolculuğunun önemli duraklarından biri olan, Ortadoğu Sosyalist Federasyonundan geçmektedir.
Bugün uluslararası bir sorun olan Kürdistan sorununa dair devrimci program, somut devrimci bir alternatif sunabilme sorunu, aynı zamanda enternasyonal devrimci bir önderlik inşa etme sorunuyla iç içe geçmiş bir sorun olarak kendisini var etmektedir. Kürdistan sorununa dair devrimci program ve devrimci görevler somutlamanın 4 ayağı vardır.
1. Ayağı 4 parçadaki ezen ulus devletlerinde devrimci siyasal programın öne çıkartılacak yönleri ve ezen ulus komünistlerinin somut devrimci görevleri…
2. Ayağı ise Kürdistan’ın 4 parçasında devrimci siyasal programın öne çıkartılacak tarafları ve ezilen ulus komünistlerinin somut devrimci görevleri…
3. Ayağı ise sürgünde yaşayan Kürtlerin, özellikle Batı Avrupa Komünistlerinin somut devrimci görevleri
4. Ayağı ise dünya Komünistlerinin Kürdistan sorununa dair alması gereken somut devrimci görevler…
12- Kürdistan’ı devletler arası sömürge konumuna getiren, üzerinde hakimiyet kuran sömürgeci devletlerin tamamı (Türkiye, Irak, İran, Suriye) tüm benliğiyle kendisini ezen ulus şovenizmi temelinde inşa etmiştir. Bu devletlerin resmi ideolojileri, resmi tarihleri, resmi tezleri ve eğitim kurumlarının tamamında baskın bir ezen ulus şovenizmi vardır. Bu devletlerin tarihi imha, inkâr ve ret politikası üzerinden şekillenmiştir. Kürtlerin bu asimilasyon, sömürgeci politikalara her itirazı devlet terörüyle bastırılmıştır. Kürtlerin ulusal demokratik haklarını savunan her kesim devlet tarafından cezalandırılmıştır. Bu devletler işçi sınıfının, ezilenlerin her mücadelesini, her demokratikleştirme talebini kriminal bir vaka olarak görmüş, milli güvenliğe tehdit olarak tanımlamıştır. Üst düzey ezen ulus şovenizmi, işçi sınıfını burjuvazinin saflarına yedeklenmesine, işçi sınıfının kölelik zincirlerinin artmasına yol açmaktadır. Bu sömürgeci devletlerde sınıf savaşı, asgarî bir demokrasi mücadelesi yürütebilmenin dahi biricik koşulu ezen ulus şovenizmine karşı mücadele etmekten geçmektedir. Ezen ulus şovenizminin etki alanının zayıflaması, emekçilerin ve ezilenlerin üzerindeki baskının da zayıflaması anlamına gelmektedir. Ezen ulus şovenizmin zayıflaması, etki gücünü kaybetmesi ne kendiliğinden oluşacak bir durumdur ne de tarihin evriminin bir hediyesi olacaktır. Tam da burada enternasyonal komünistlerin somut devrimci görevleri devreye girmektedir. Bu görev Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını eğmeden bükmeden her platformda tutarlı bir şekilde savunmaktır. Ezen ulusun işçi sınıfı içinde Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını savunmak, sömürgeci devletlerin imha, inkar, ret politikalarına güçlü bir enternasyonal devrimci karşı duruş örgütlemekten geçmektedir. Bu yapılabildiği ölçüde ezen ulus şovenizmi parçalanma sürecine girecek, işçi sınıfı devrimcileşecektir. Ezen ve ezilen ulus işçi sınıfı arasındaki ön yargılar ve güvensizlikler kalkacak, işçi sınıfı ve ezilenlerin birliğini sağlamanın nesnel koşulları oluşacaktır. O yüzdendir ki ezen ulusun komünistlerinin siyasetinin ve faaliyetinin öne çıkartılacak olgunun başında, ezen ulus şovenizmine karşı tutarlı bir mücadele ve ulusların kendi kaderini tayin hakkını tutarlı şekilde her platformda savunmak zorunlu somut devrimci görevdir.
13-) Kürt halkının yaşamak zorunda olduğu mevcut devletlerin dayatılmış yapay doğasını ve mevcut sömürgeci devletlerin sınırlarını dokunulmaz görmek Kürdistan sorununa dair en ufak demokratik bir çözüm getirmeyeceği anlamına gelmektedir.
Kürt özgürlük mücadelesinin tarihi, kendi kaderini tayin hakkının ulusal demokratik reformlarla, mevcut sömürgeci devletlerle anayasal eşitlik temelinde bir arada yaşamanın mümkün olmadığını, mevcut sömürgeci rejimlerinin buna engel olduğunu milyon kez hayatın pratiği kanıtlamıştır. İran’daki kapitalist molla rejimi, Kürt halkına karşı dur durak bilmeyen sömürgeci imha savaşı yürütmektedir. Türk sermaye devleti ise yasal partiler aracılığıyla Kürtlerin parlementoda temsil edilmesine bile tahammül edemiyor. Rojava’nın demokratik başarıları, oluşturmuş olduğu yönetim, Türkiye’nin hedefinde, her fırsatta işgal operasyonları gerçekleştirmek için pusuda beklemektedir. Esad rejiminin ülkede eski gücünü tekrardan kazanması durumunda saldırıya açık hedef olacaktır.
Güney Kürdistan’daki Bölgesel yönetim ise Bağdat’taki rejim ve ABD emperyalizminin koyduğu sınırlar kadar hayatına devam edebilmektedir. 2017’deki bağımsızlık referandumuyla Bağdat rejimi, TC, ABD kutsal bir ittifak içine girerek buna izin vermeyeceklerini acı bir şekilde tecrübe edilmesiyle sonuçlandı. Kürdistan’ın 4 parçasında mücadele mevcut Kürt liderlikleri tarafından, sömürgeci devletin sınırlarına hapsedilmekte, müttefik arayışları emperyalist güçlerden veya bölgesel gerici güçlerden seçilmekte, bu durumda Kürdistan’ın 4 parçadaki esaretinin kalıcılaşmasına neden olmaktadır.
Kürdistan’da tam da burada Komünist devrimcilerin görevleri başlamaktadır. Bu görevin ilk ayağı Birleşik Özgür Kürdistan hedefine nasıl varılabileceği sorusuna verilecek yanıtlar üzerinden şekilenecektir. Bu sorulara verilen yanıtlar nasıl bir siyasal program nasıl bir parti sorusunun cevabınıda kendi içinde barındırmaktadır. Burjuva milliyetçi, küçük burjuva milliyetçi siyasal önderlikler ve siyasal programlarla bu hedefe varılamayacağını son bir asırda tarihin pratiği kanıtlamıştır. Özgür Birleşik Kürdistan’a giden yolda her zaman Kürdistan’ın müttefiklere ihtiyaç duyduğu yadsınamaz somut bir gerçektir. Bir diğer yadsınamaz somut gerçeklik şudur: Emperyalist güçlerden, bölgesel güçlerden Kürdistan davasına dost ve müttefik olamayacağıdır. Bunuda son bir asırlık mücadele pratiği defalarca kez kanıtlamıştır. Son bir asırda kanıtlanan diğer somut gerçeklik şudur: Kürdistan’ın ulusal birliği ulusalcı milliyetçi paradigmalarla sağlanamaz.
Bir asırlık mücadele pratiğinin ortaya koyduğu somut gelişmeler bizim şu siyasal dersleri çıkarmamıza yol açmıştır. Birleşik Özgür Kürdistan’a ulaşmanın yolu 4 sömürgeci devletin imha edilmesiyle mümkündür. Bu durum emperyalist müdahalelerle sağlanamayacağı gibi yalnızca Kürt ulusunun kendi mücadelesiyle de sağlanamaz.
Bu 4 sömürgeci devletin ilgası ancak emekçilerin ve ezilenlerin militan devrimci yöntemleriyle gerçekleşebilir. Bu 4 sömürgeci devletin devrimci yöntemlerle imhası ve yeni kurulan devrimci iktidarların hayatta kalma sorunu, kendi iç çelişkileriyle hesaplaşma ve onları çözme sorunuyla başbaşa kalacaktır. Tüm bu çelişkilerin çözülebileceği alanda Ortadoğu devriminden geçmektedir. O yüzdendir ki ihtiyacımız olan siyasal program Kürdistan’da ve Ortadoğu’da sürekli devrim programıdır. İhtiyacımız olan siyasal hedef özgür birleşik Kürdistan’ın parçası olduğu Ortadoğu Sosyalist Federasyonu hedefidir.
İhtiyacımız olan parti ise, gerek Kürdistan’ın tüm parçalarında, gerekse de tüm sömürgeci devletlerde, gerekse de tüm Ortadoğu’da güçlü seksiyonları olan birleşik özgür Kürdistan’ın parçası olduğu Ortadoğu Sosyalist Federasyonu’nun, dünya Sosyalist devriminin örgütleyicisi olacak, uluslararası işçi sınıfının kızıl peşmergesi olan Komünist dünya partisinin inşasından geçmektedir. Bu nedenle gerek Birleşik Özgür Kürdistan’ın parçası olduğu Ortadoğu Sosyalist Federasyonu gerekse de Sosyalist dünya devrimi yarının hülyalı bir ütopyası değil bugünün somut acil ihtiyacıdır. Bu somut acil ihtiyacın yegane aracıda devrimci dünya partisidir.

Bji Serhildan Azadiya Ala Kürdistan!
İşgalci TC, Irak, İran, Suriye Kürdistan’dan Defol!
Yaşasın Ortadoğu Sovyetleri!
Yaşasın Sosyalist Dünya Devrimi!
Ya Sürekli Yıkım Ya Sürekli Devrim!