Konumuz cinsiyetler olduğunda çoğu insan kastedilen şeyi biyolojik cinsiyet, yani diğer adıyla “eşey” ile karıştırır. Ancak bundan bahsetmiyoruz, eşeylerin lağvedilmesi veya 2’den fazla eşeyin var olduğuna dair (bazı mutasyonlar dışında) bir iddiam bulunmamaktadır. Cinsiyet dediğimde, toplumun üstyapısındaki bir karakteristikler dizisinden bahsederim. Erkek olmak yalnızca cinsel uzuvlar ve kromozomlarla alakalı değildir, bu eşey olan erkeklikle alakalıdır. Cinsiyet olarak erkek olmak ise kişinin toplumdaki erkek karakteristik dizisine sahip olmaktır. Bu karakteristik dizi, çoğu zaman kökenini eşeyi işaret ederek aldığından ötürü eşeyle sık sık karıştırılmaktadır. Oysa ki eşeyi erkek olan bir kişinin erkek karakteristik dizisine sahip olmaması durumu onun eşeyi ile cinsiyetinin farklı olduğunu gösterir. Transfobiklerin ve Homofobiklerin konu üzerindeki yanlışlarından birisi tam da bu olmaktadır.

Cinsiyetlerin kökeninden bahsetmek gerekiyor, çünkü bu karakteristik dizinin nasıl oluştuğu ve şekillendiği açıklama gerektirir. Bu açıklamanın cevaplarından en önemlileri cinsiyetin kökeninde yatar. İnsanlar henüz avcı-toplayıcı bir durumda iken ortada bir mülkiyet ilişkisi yoktu. Mülkiyet ilişkisinin olmamasının yanı sıra avcı-toplayıcılıktan ileri gittiğimizde oluşmakta olan bir aile durumu görürüz. Aile durumlarında ailenin üyelerinin eşeyine bağlı olarak işbölümlerine sahip olması da mevcuttur. Aile geliştikçe bu işbölümleri daha net hale gelir ve cinsiyet dediğimiz üstyapı kendisini daha çok oluşturur. Demek ki zamanda geriye sararsak aile daha çok saydamlaşır, aile saydamlaştıkça cinsiyet de saydamlaşır. Avcı-toplayıcıların barbarlıktan uzak yani ilk mülkiyet ilişkilerine (toplumsal veya özel, fark etmez) uzak oldukları dönemlerde insanların sürüye benzer, ama tam da sürü olmayan bir biçimde yaşadıklarını gözlemleriz. Kendi ortak-bilinci ve dolayısıyla ortak-bilişi olan, görev dağılımı yapan ve kolektif çalışan bir toplum olmalarından ötürü basit bir sürüden ziyade kompleks bir topluluk olduklarını anlayabiliriz. Henüz ortada kölelik ve toplumlarına yönelik bir baskı aygıtı olmadığından dolayı da bu toplumun üyelerinin orada bulunmasının bir yere kadar gönüllü olduğunu söyleyebiliriz. Bu gönüllülük, hayatta kalma şansını arttırmaktan kaynaklı bir gönüllülük; bir nevi koşullu-buyruk durumunda olsa dahi konsensüs içermek zorunda olan bir gönüllülüktür.

Gönüllü bir toplumun sürdürülmesi, kendi içinde baskıya ihtiyaç duymamasından kaynaklanır. Herhangi bir mülk ilişkisi içermediğinden, takas bile var olmadığından ötürü ancak bireysel taşkınlıklardan oluşan bir “suç” sistemi olmalıdır. Elbette bazen dini sebeplerden ötürü kurban kestikleri ve bu kurbanlara karşı bir baskı uyguladıkları doğrudur ama bu baskı toplumun geri kalanının konsensüsünü içermektedir. Toplumun kutuplaşması durumunda ise konsensüsten doğan bir baskı gücü olmadığından ötürü bu toplum bölünebilir. Bunun haricinde gönüllü bir toplumun var olması demek, konsensüs sorunu da eğer yoksa, bireyin topluma sorun yaratmayacak eylemlerinin tamamen bireyin tercihi olması anlamına gelir. Bu durumda feodal veya köleci toplumlarda ve hatta kapitalizmde gördüğümüz türden bir işbölümü olamaz, yapılacak görevler bulunur ve bireyler kendi tercihleri doğrultusunda bu görevleri kabullenirler. Zaten kabullenmemeleri durumunda aç kalacaklarından veya savunmasız kalacaklarından ötürü kendi toplumları için bunu yapmaya yönelik bir seçilim baskısı vardır. Evrimsel açıdan mahcubiyet, utanç ve empati duygularının bu seçilim baskısı sonucunda oluştuğunu bile söyleyebiliriz.

Bireyin topluma sorun yaratmayacak eylemlerinin kendi tercihine ait olması bireyi cinsiyet açısından dahi özgür kılar. Mesela bir erkeğin biseksüel olması toplum için toplumun görebileceği bir sorun teşkil etmemektedir. Bir kadının lezbiyen olması, toplumun görevlerine öyle ya da böyle katıldığı surette (tıpkı biseksüel erkek gibi) toplum için yine bir sorun teşkil etmemektedir. Neslin devamı açısından topluma bir sorun yaratacağına dair argümanı ele almamız gerekirse eğer şunu diyebiliriz: mülkiyet ilişkilerine kadar var olan üreme eylemi büyük oranda zevk ve güdüsel olarak gerçekleşirdi. Avcı-toplayıcıların üreme planları, nüfus planları yoktu. Böyle bir gönüllü toplumda cinselliğin toplum açısından zararsız olmasından ötürü, cinsel partner seçiminin de böyle olmasından ötürü bireyin toplum tarafından belirlenmiş bir karakteristik dizisi bulunmaz. Bireyin “cinsiyet” diye tabir ettiğimiz karakteristik dizisi tamamen kendisinin arzuladığı biçimde ve tanımsız bir halde olmuş olur. Bu nedenle cinsiyet bireyin kafasının içerisinde subjektif bir karakteristik dizisi olur. Biz Komünistler toplumsal cinsiyetleri lağvetmek derken kastettiğimiz şey cinsiyetlerin tamamen bireyin subjektifliğine bırakılmasıdır. Fakat kim çıkar ve bu lafı eşeyin lağvedilmesi olarak ele alır, işte o zaman dediğimizin içini boşaltarak anlamsız ve saçma bir hale sokar.

Mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıkışı özel mülkiyetten çok daha önce gerçekleşmiştir. Örneğin çömlekçiliğin başlamasıyla ve barbar konar-göçer mülkiyetinin ortaya çıkışıyla özel mülkiyetten çok daha önce toplumsal mülkiyet oluşmuştur. Ayrıca toprağa dayalı mülkiyet biçimlerinin var olması beraberinde köle ihtiyacını ve yağma yapmak için bir silahlı kuvvet ihtiyacını da doğurmuştur. Yalnızca toprak değil, hayvanlar için de geçerli olan bu durum her ne kadar Engels tarafından “İlkel Komünizm”e dahil edilmiş olsa da ben avcı-toplayıcılar hariç hiç kimseyi bu tanıma dahil etmem. Sebebi ise bir nevi aile kurumunun ortaya çıkmasının çıkardığı sonuçta yatar. Ortaya çıkan ilk aile kurumu muhtemelen bir noktada enseste izin veren bir aile kurumuydu, Morgan’ın çalışmaları bize bunu gösterir. Fakat bu aile kurumunun ensest nedeniyle uzun sürmemesi onu kısa bir deneme-yanılma süreci kılar. Asıl önemi olan aile kurumu bir kabileleşme sürecini içeren, tıpkı Sezar’ın işaret ettiği barbar Cermenlerinki gibi bir aile kurumudur. Bu aile kurumu günümüzde aşina olduğumuz tek-eşli aile yapısından ziyade enseste izin veren eski aile kurumunun devamı olarak kendisini işaret eder. Bir çocuk, bu aile kurumunda annesinin tüm kız kardeşlerine (yani teyzelerine) “anne” diye hitap eder. Babasının tüm erkek kardeşlerine (yani amcalarına) “baba” diye hitap eder. İlkeller ve barbarlar subjektif cinsiyetler için kelime üretmediklerinden (veya üretemediklerinden) ötürü eşeylerine göre tanımlama yaparlardı.

Barbarlıkta ilk kez “köyleşme”yi görüyoruz. İster konar-göçer olsun, ister yerleşik ama avcı-toplayıcılık ile mülkiyetten elde edilen ürünle beraber olsun. Nitekim bu süreç sonsuz değildir, mülkiyetten elde edilen ürün artık-ürün yaratıp medeniyeti kurmaya yetecek kadar oluncayadır. Fakat bu barbar köylerinde toplum tek bir aile olmaktan ve toplumsal mülkiyete sahip olmaktan günümüzdeki aile veya onun benzeri bir hale geçip o ailelerin elinde mülkiyet oluşturmaya başlamıştır. Örneğin İrokiler (bir tür yerli Amerikan halkı) kendi mitolojilerinde bir hikâyede neden ilkbaharda toprağa ilk yıldırım düşmeden ekim yapmadıklarını anlatırlar. Bu hikâyede buluttan giysi giyen başkarakterin annesi barbar köyünde kendi toprağına sahiptir. Hikâyeyi bir kenara bırakırsak, barbarlıkta bu tür özel mülkiyetin oluşması ister takası doğurmuş olsun ister olmasın toplumun aileler biçimde örgütlendiğini gösterir. Bu toplum yapısında mülkiyet ilişkilerinin devreye girmesiyle beraber bu mülkiyetin korunması söz konusudur, çünkü özel mülkiyettir. Tam da bu noktada bu aile yapısı bir zor aygıtına, savunma ve saldırı aygıtına ihtiyaç duyar; mülkünü savunma ve başka mülkleri ele geçirme aygıtına. Bunu yapacak kişiler savaşmaya daha uygun kişiler olmalıdır. Erkek eşeyinin sağladığı testosteron dolayısıyla bunu büyük oranda erkekler yapmıştır.

Erkeklerin ellerine bulundurdukları mülkiyetin miras bırakılması için varis gerekmektedir. Erkeğin güdüsel olarak sahip olduğu çocuk yapma eylemi eski aile yapısı ve miras bırakma ile uyuşmamaktadır. Çünkü çok-eşli toplumda yaşayan erkekler çocuklarının kim olduğunu bilmiyordu, yalnızca kadın kendi çocuğunun kim olduğunu biliyordu. Mülk sahibi ve zor aygıtı olan erkeklerin bu konuda kendi çocuklarını bilebilmek için partnerleri olan kadınları yalnızca kendisiyle cinsel ilişkiye girmeye zorlaması, onları mülkün bakımı (ev işleri), çocuğun büyütülmesi gibi işleri yaptırması gerekiyordu. Tam bu noktada aşina olduğumuz aile biçimi ve cinsiyetler çıkar. Erkek, ailenin reisi ve ailenin varlığının sahibidir. Kadın evde oturmalı ve çocuk yapmalıdır. Erkek şöyle giyinir böyle yapar, kadın şunu yapar. İşte tüm bunlar karakteristik dizilerdir ve o toplum içerisinde hemen hemen herkes tarafından kabul edilen karakteristik dizilerdir. Böylece cinsiyet sancılı doğumunu gerçekleştirir, ataerki başlar ve kadın mülk haline getirilir.

Medeniyet ve feodalizm kısımlarını atlayarak kapitalist topluma bakalım. Çünkü bu yazının sonlarına doğru kapitalizm lağvedildiğinde aile ve cinsiyetlere ne olacak onları ele alacağız.

Kapitalist toplum, emekçinin üstüne vampir gibi çöreklenmiş bir sistem olarak toplumun ekonomik egemenliğini burjuvalara bırakarak burjuva çıkarına uygun toplumlar yaratmıştır. Ekonomik olan politiktir, bu nedenle ekonomik egemenliği elde eden er ya da geç politik olanı da elde edecektir. Burjuvalar ne zaman ki feodal toplumda ekonomik bir güç olmayı başardı, işte o zaman burjuva devrimleri başladı. Devletin dolaylı veya dolaysız yöneticisi olan burjuva sınıfın çıkarları sağlanmadığı vakit devlet ekonomisi olumsuz etkilendiğinden burjuva sınıf lağvedilmeden proleterlerin mutlak çıkarını sağlayacak politikalar üretilemez. Üretilirse bunu burjuva sınıfı öyle ya da böyle geri alacaktır. Burjuva sınıf günümüzde devlete egemen olmasından ötürü toplumsal yaşantının tüm parçalarını kendisine uyumlu hale getirmek ve kendi çıkarına hizmet eder hale getirmek zorundadır. Bu noktada aile kurumu miras bırakabilmek adına çıkmış olmasına rağmen miras bırakması önemsiz veya olanaksız olan kitleler açısından bir açıklama gerektirir. Açıklamanın birinci kısmı burjuvaların nüfus planlamasıdır. Nüfusu arttırmak, yaşlanan bir nüfus varsa burjuvaların zorunluluğudur. Burjuvazi çocuk nüfus ile yaşlı nüfusu hep düşük tutmak ister, çünkü bunlar işçi olarak çalışmazlar. Bu sebeple burjuvazi zaman zaman ailelere çocuk yapması için teşvikte bulunur. Sanmayın ki burjuvalar toplumun yaş ortalamasını toplum açısından iyilik olsun diye planlıyorlar. Burjuvaların buradaki motivasyonu savaşacak insan doğurtmak, işyerlerinde ucuza çalışsın diye ihtiyaçtan çok daha fazla işçi yetiştirmektir. Bu nedenle çocuk yapmak kadının seçeneği olmamalıdır, kadını kuluçka makinesi gibi kullanmak gerekir. Bu ise erkek egemen bir aile kurumuyla sağlanır. Açıklamanın ikinci kısmı ise ailenin gayriresmi egemenlik aygıtı olmasıdır. Doğumundan yetişkinliğine kadar ailesiyle yaşamak zorunda kalan çocuk ailesinin egemenliği dışına çıkamaz, ailesinin görüşleri ve tasvip ettiği şeylerin dışında varlık gösteremez. Ancak istisnai aileler buna izin verir. Fakat toplumun çoğunluğu için resmi ideoloji ve tabularla büyüyen ebeveynler çocuklarını tam da devletin işine gelecek şekilde yetiştirir ve beyinlerini zehirler. Lubunluk çoğu burjuva devlet tarafından sevilmez, hatta hiçbiri tarafından. Ancak örgütlü bir lubun hareketi ile birlikte buna tahammül ederler. Bakmayın lubunların olduğu filmlerin çekildiğine, lubunların karakteristik olarak tüketeceği metalar üretmek ve bunlardan kâr sağlama peşindedir burjuvazi. Aynı zamanda lubunları bulduğu fırsatta baskılayıp kendi gayriresmi egemenlik aygıtlarından olan aileye entegre etmektir.

Günümüzde ailenin ve onun tamamlayıcısı cinsiyetin var olmasının sebebi bunlar olmaktadır. Ancak unutmayın ki bir şeyin var olma sebebini kaldırırsanız o şey var olmayı bırakır. Bu ise burjuva sınıfının lağvedilmesinin aileyi ve cinsiyeti lağvedeceği anlamına gelir. Fakat eğer burjuva sınıfını kaldırıp SSCB’deki gibi yerine bir Bürokatik kast koyarsanız, devlet mülkiyetine dönüşüm sağlarsanız bu sermayenin kapitalist doğasını ortadan kaldırmayacaktır. Er ya da geç bu bürokratik dejenere olmuş işçi devletleri tıpkı Gorbaçov döneminde olduğu gibi kapitalizme entegre olması kaçınılmaz sondur. Fakat eğer maddi iktidarı doğrudan proleterlerin eline geçerse emekçi sınıfların üzerinde bürokatik bir kastın oluşmasına engel olur. Burjuvaziyi lağvederseniz… Bir anda değil, fakat zaman geçtikçe eski toplumun üstyapısı silinmeye başlayacaktır. Nitekim toplumsal mülkiyete geçilmesi ve dünya devriminin tamamlanması ile geleceğini temin altına almış yeni toplum yıllar sonra eskinin geleneklerini silmiş ve kendi kültürünü üretmiş olacaktır. Bu yeni kültürün üretimi, kapitalist kültürel dejenerasyonun yaptığının tersi biçimde bir kültürel rejenerasyon ile gerçekleşecektir.

Bu kültürel rejenerasyon süreci de tüm kültürler gibi bulunduğu toplumun altyapısına göre şekillenecektir. Devrimin mutlak başarısıyla beraber aile ve toplumsal cinsiyetin lağvedilmesi önce Proletarya Diktatörlüğü’nün, sonrasında Komün’ün kesintisiz görevi olmalıdır. Nitekim kendi altyapısı kendisine bunu yapmayı zorunlu kılacaktır, farkında olarak veya olmayarak. Bireysel konutlardan çıkmak ve tüm halka konforlu ve sevecekleri tarzda otel istihdamı sağlamak bu kültürel rejenerasyonu hızlandıran bir sistem olacaktır. Bireylerin yaşamlarına uygun biçimde konutlarda yaşaması, işlerini bu konutlarda yapmaları, çocuklarını teslim edecekleri yerlerin olması aile yaşantısına vurulan darbelerden birisi olacaktır. Bu konutların işçilerin arzuları gözetilerek yapılması da bunun en önemli kısımlarından birisidir. Çocukların bakımı ve gelişiminin yalnızca ebeveynlerinin değil toplumun kendisinin görevi olmasıyla beraber çocuklar ne annelerine hasret kalacaktır ne de annelerinin mülkü olacaklardır. Ve zamanı geldiğinde çocuk annesine hiç bağımlı yaşamadığı için nesilden nesile aktarılan dogmalardan minimum düzeyde etkilenecektir. İnsan tıpkı kendi biyolojisinin ve bilişinin onu yönlendirdiği gibi bir cinsel yaşama sahip olacaktır. Nitekim böylece aile kurumu lağvedilmiş olacak ve aile yapısının bireylere yüklediği işbölümü yani toplumsal cinsiyet rolleride onunla beraber lağvedilecek ve cinsiyet tamamen subjektif hale gelmiş olacaktır.