Gerek neo-klasik olsunlar, gerekse Keynes akımından, burjuva ekonomistler için emperyalizm diye bir şey yoktur. Komünistler için ise bu terim 19. asrın sonunda veya 20. asrın başında başlayan kapitalizmin düşüş dönemini tanımlar. Rudolf Hilferding (Finansal Sermaye, 1910), Rosa Lüksemburg (Sermaye Birikimi, 1913; Eleştirilerin Eleştirisi, 1915), Nikolay Buharin (Küresel Ekonomi Ve Emperyalizm, 1915; Emperyalizm Ve Sermaye Birikimi, 1925), Vladimir Lenin (Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, 1916), Henryk Grossmann (Kapitalist Sistemin Birikim Ve Çöküş Kanunu, 1929) eserleri bunu çeşitli ve bazen zıt yollarla açıklamaya çalışırlar.

Kapitalizm yayıldıkça değişir. 19. asrın sonunda, tüm büyük kapitalist ülkelerde (Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya…) sermayenin ve rekabetin genişletilmiş yeniden üretimi aracılığıyla devasa şirketler ortaya çıkmıştır. İmalat ile sermayenin git gide büyüyen bir oranı bir avuç büyük firmaya ait hale gelmiştir (ki o zaman onlara “tekeller” deniyordu). Ayrıca, kapitalist sınıf maaşlı yöneticiler ve tamamen asalak hissedarlar arasında bölünme eğilimindeydi.

Bu grupların ortaya çıkışı, sanayi, ticaret, banka ve sigorta faaliyetlerinin içiçe geçmesiyle eş zamanlıdır. Sanayi sermayesi ile banka sermayesinin birleşme eğilimine Lenin, “finansal sermaye” adını vermiştir. Tüm büyük şirketlerde finansal yönler ortaya çıkmış, tüm bu şirketler finansal faaliyetlerde bulunmaya başlamış, menkul kıymetler piyasalarında faaliyet göstermeye ve spekülasyon yapmaya başlamıştır. Mesela, şirket birleşmeleri ve devralmalar, hisse satın alımından geçer, ki bu bazen borsada yapılır (devralma teklifi, halka arz teklifi) ve sıklıkla borçlanma (finansal kaldıraç etkisi) ile finanse edilir. Bazı sanayi veya ticaret grupları kendi banka veya kredi firmalarını kurarlar.

Rekabet ortadan kalkmaz ancak şekli değişir. Milli ekonomide bir avuç büyük şirket baskın olunca, onların başındaki yöneticiler ile devlet aygıtı arasındaki ilişkiler daha doğrudan bir hal alır ve bu orta ve küçük sermayenin zararına olur. Devletlerine dayanan kapitalist gruplar her yerde eski imalat yöntemlerini yok eder ve dünyayı paylaşırlar. Kapitalist sistem tamamen bir küresel bir hal alır, ancak bu homojen olduğu anlamına gelmez.

Emperyalist aşamada, tüm ülke küresel kapitalizmin bir parçasıdır. Gelişme kombinedir. Fakat eşitsizdir, çünkü birkaç kuvvet (emperyalist güçler) baskındır, halbuki ekseriyet sömürülür ve boyun eğmiştir. Böylece dünya bir uçta büyük emperyalist ülkeler ve diğer uçta bağımlı ve ekonomik açıdan geri kalmış ülkeler ihtiva eder. Bu iki ucun arasında, tek başlarına başka bir devleti tehdit edebilecek imkânı olmayan birçok küçük emperyalist ülke ile büyük emperyalist ülkelerin baskınlığından kurtulmaya çalışan ve kendi çok uluslu firmalarını oluşturmaya çalışan bölgesel kuvvetler bulunur.

Büyük şirketler, bilhassa küçük ülkelerin büyük şirketleri, milli piyasayla yetinemezler. İlk olarak mamul ihraç ederler ve ham maddeler, enerji ve bileşenler ithal ederler. Proletarya, sermayenin konumuna göre hareket eder (ulusal devlette iç göçle veya gurbete gitmeyle). Ayrıca bankalar başka ülkelerdeki müşterilere kredi açar, sanayi veya ticaret grupları ise hudutların dışına yatırım yaparlar, bu iki şekil de sermaye ihracı anlamına gelir (ecnebi ülkelere doğrudan yatırım). Milli devlet, tedarik ve pazarları garanti altına almak için ve kendi gruplarını teşvik etmek ve korumak için çeşitli şekillerde müdahalelerde bulunur.

Buna ilaveten, burjuva devlet, büyük işçi partileriyle kitle sendikalarının aygıtlarını yozlaştırabileceğinin, onları kendi bünyesine katabileceğinin ve onları “sosyal-vatansever bürokrasiler” haline, “burjuvazinin şubeleri” haline getirebileceğinin farkına varır.

Dünyanın bir “İmparatorluk”, “süper emperyalizm” veya ülkeler üzeri teşkilatlar (IMF, DTÖ, Dünya Bankası) himayesi altında barışçıl bir şekilde birleşmesine imkân yoktur. Avrupa’nın kasılmalarının gösterdiği gibi kıtasal birleşme bile mümkün değildir. Emperyalist dönemde, yerel ölçekte tekrar eden askeri çatışmalar ve bazen de kuvvet kullanarak dünyanın paylaşımını yeniden tanımlamak amaçlı genel savaşlar (dünya savaşları) ile harp devamlıdır. Bunun günümüzdeki misalleri, Ukrayna ile Gürcistan’ın Batı ve Rus baskıları ve manipülasyonları sebebiyle parçalanmaları; Kore ve Çin denizinde bir yandan Çin emperyalizmi, diğer yandan ise Amerikan ve Japon emperyalizmleri arasındaki gerilim ve Suriye’deki Rus ile Batı emperyalizmlerinin müdahaleleridir.

Küresel hiyerarşide bir ülkenin yeri daimi değildir. Böylece, Büyük Britanya hegemonyası yerini Amerikan hegemonyasına bırakmıştır. Amerika Birleşik Devletleri hâlâ üstünlüğü elinde tutmakta, ancak zayıflamaktadır. Kapitalizmi geri getirmiş olan Çin bir emperyalist kuvvet haline gelmiştir.

Yükselişteki kapitalizmden, büyük sermayenin dünyayı harpler ve gezegen için tehditler pahasına tekrar tekrar paylaşmasını içeren emperyalist aşamaya geçiş, burjuvazinin ilerici rolünün bittiği anlamına gelir. Kapitalist imalat ilişkileri, üretici güçlerin gelişmesine mani olmaktadır ve tüm insanoğlu için bir tehdit oluşturmaktadır. Bu anlamda, emperyalizm, “her alanda gericilik” manasına gelir.

Sürekli devrim, emperyalist döneme uygun stratejidir. Geri dönülmez küreselleşme ile kapitalizmin çöküşü her yerde sadece işçi sınıfının hegemonyası altında yapılabilecek olan sosyalist ihtilali gündeme koymaktadır. Bu tarihi vazifeyi yerine getirmek için, bürokratların ihanetlerini aşmak için, faşizmi yenmek için, harbe son vermek ve küresel sosyalizm-komünizmi kurmak için, ihtilalci öncülerin her devlette (parti) ve küresel ölçekte (Enternasyonal) birleşmeleri gerekmektedir.

7 Eylül 2019