Gün geçmiyor ki iş, kadın, nefret cinayetleri haberlerinin gelmediği bir gün olsun. Sistem bu cinayetleri gündelik hayatın sıradanlaşmış olguları gibi sunmaya çalışarak normalleştirmeyi hedeflemektedir. İşçiler, iş güvenliğinin olmadığı koşullarda çalıştırılmakta, mesailerini kelle koltukta bitirmektedir. İşe gitmek adeta harbe gitmek gibi ölüm riski barındıran bir hale evrilmektedir. Bir yandan ölüm tehlikesi altında sefalet koşulları, bir yandan da işsizlik seçenek olarak dayatılmaktadır. Kadınlar ise her an ataerkil devlet ve toplum düzeninin cinayetlerine, taciz ve tecavüzlerine maruz kalmanın tehditleri altında yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Ekonomik krizin hızla büyüdüğü, emekçi kitlelerde büyük yıkımlar yarattığı, buna paralel olarak devlet baskısının istikrarlı şekilde artışı emekçi kitleleri umutsuzluğa, yıkıma, depresyona ve ruhsal bunalımlara sürüklemektedir. Antidepresan vb. ilaçların kullanımı hızla artmakta ve bu ilaçlara bağımlı şekilde yaşıyan yığınlar çığ gibi büyümektedir. Özellikle 2018 yılında işsizlik ve yoksulluğun getirdiği ruhsal bunalımların sonucu olarak toplu intiharlar hızla yaygınlaşmaya başlamıştır. İktidar kanadı intiharları münferit olaylar olarak yorumlayarak konuyu saptırmak için üstün gayret göstermiştir. İntihar eden kişilerin yoksulluktan intihar etmediğini, psikolojik sorunlarının olduğunu, manevi duygularının zayıf olduğunu, seküler hayata özenmenin insanları depresyona soktuğunu öne sürmüşlerdir. Erdoğan’ın propaganda bakanlığına dönmüş lağım medyası, intihar edenlerin ardından karalama ve itibarsızlaştırma operasyonları gerçekleştirmişlerdir. Erdoğan rejimi intiharlara karşı çözüm olarak siyanür satışlarını yasaklamak ve manevi, dinsel duyguları güçlendirmeyi önermiştir. İntiharları sosyolojik bir sorun olarak ele alan, bunun üzerinden düzeni sorgulayan her tartışmayı kendi lağım medyası aracılığıyla kriminalize etmiştir. Erdoğan rejiminin bu çabaları hiçbir sorunu çözememiştir.
Son süreçte işsizler, işçiler ve üniversite gençliği arasında intiharlar hızla artış göstermeye devam etmiştir. İstanbul üniversitesi Türk Dili Edebiyatı bölümü 3.sınıf öğrencisi Sibel Ünli’nin 4 Aralık günü gerçekleşen intiharı gerek sosyal medyada gerek ana akım medyada önemli bir yer teşkil etti. Sibel’in intihar haberinden çok kısa bir süre sonra sosyal medya hesabında yazdıkları gündem olmakla birlikte geniş kitleler tarafından sorgulanmaya başlandı. Sibel’in Twitter hesabındaki sabitlenmiş Tweetinde ”Gidecek bir yerim yok yaşamaya değer bir hayatım da” yazıyordu. Ne olmuştu da 20 yaşında, henüz hayatının baharında bir genç kadının tüm yaşama sevinci ve direnci elinden alınmıştı? Bu soruların cevabı Sibel’in sosyal medya hesabında saklıydı. Sibel’in yeni yıl dilek çemberinde “İş bulmak” vardı. Yemakhane kartında 1 TL kaldığını, o yüzden yemek yiyemediğini belirtmekteydi. Dış görünüşünden dolayı sürekli aşağılanma ve ötekileştirilme içinde olduğunu belirtmekteydi. Buna dair onur kırıcı siber zorbalıklara maruz kalmıştı. Sibel’in sosyal medya hesabı bu konuların tartışılmaya başlamasından çok kısa bir süre sonra kapatıldı. Sosyal medyada geniş yığınlar, depresyonun sosyolojik boyutunu, paralı eğitimi, siber zorbalığı, yoksulluğu ve mevcut sistemi tartıştı.
Kısa bir süre sonra ailesinden gelen açıklama “Bizim ekonomik sorunumuz yoktu, kızımız intihara meyilliydi, bunun üzerinden kimse devleti kötülemesin” şeklindeydi. AKP’li İbrahim Kalın, ailenin açıklaması üzerine şöyle bir demeçte bulundu: “Aile kızlarının başka sorunları olduğunu açıkladı. Buradan bir malzeme çıkartıp hükümete yükleriz diyenler mahcup oldu” açıklamasında bulundu. Her zamanki gibi hükümet, intiharların ve depresyonların sosyolojik boyutunun üstünü örterek onları bireysel ve münferit bir vakaya indirgedi.
Sibel’i depresyona ve intihara sürükleyen koşullar emekçi gençliğin ezici çoğunluğunun içinde bulunduğu koşullardır. Binbir emekle üniversiteye girebilen gençler, ekonomik sorunlardan dolayı, okul masraflarını çıkartabilmek için okulla birlikte çalışmak zorunda kalmaktadır. Buldukları işler de; yoğun, esnek çalışma saatleri olan ve çok düşük ücretli işler olmaktadır. Genelde bu işlerin saat ücretleri asgari ücretin çok altında olmaktadır. Her yıl binlerce genç ekonomik sebeplerden dolayı eğitimini sonlandırmak zorunda kalmaktadır. Tüm zorlukların üstesinden gelerek okulunu bitirebilenler ise vasıflı işsizler ordusunun neferi olmaktadır. Emekçi sınıfların gençleri, geleceksizlik ve güvencesizlik batağının içinde boğulmaktadır. Bunun sonucu olarak gençlik içinde depresyon, bunalım ve ruhsal sorunlar veba gibi yaygın bir hâl almaktadır.
Sibel, sosyal medya hesabında siber zorbalığa maruz kaldığını ve dış görünüşünden dolayı aşağılandığını belirtmişti. Siber zorbalık ve dış görünüşten dolayı ötekileştirme yaygın sosyolojik bir soruna bürünmüştür. Dijital çağın hızla gelişmesi ve insanların dijital ortamlarda çokça vakit geçirmesiyle birlikte, kapitalizmin ürettiği zorbalık kendisini sanal ağlarda da var etmeye başlamıştır. Siber zorbalık yalnızca var olan zorbalığın dijital platformlarda boy vermiş hâlidir. Kapitalist sistemin kendisi zorbalık üzerine kurulmuş bir düzendir. Bir avuç burjuva tüm üretim araçlarını ve toplumsal zenginliği elinde bulundurarak, kendisini devlet olarak örgütleyerek, toplumun ezici çoğunluğu üzerinde baskı ve sömürü uygulamaktadır. Bu sistem zorbalığı sürekli olarak üretmektedir. Sınıfsal aidiyeti, yaşam biçimi, etnisitesi, inancı, fikri ve cinsel kimliği üzerinden toplumu kutuplaştırmakta ve çizdiği profilin dışında kalan herkese karşı sistematik bir linç uygulamaktadır.
Türkiye özelinde de Erdoğan rejimi kendi iktidarına biat etmeyen her kesimi kriminalize ederek, sistematik zorbalığa ve lince maruz bırakmaktadır. Üst yapıda üretilen bu linç kültürü; toplumun tüm kesimlerine nüfuz ederek, hayatın her alanında dayatılan rekabet, ayak kaydırma ve bunun sonucu olarak kimsenin kimseye tahammül edemediği bir toplumsal yapı ortaya çıkmaktadır. Sosyal ağlar ise en hızlı kitlesel linç, itibarsızlaştırma operasyonlarının yapıldığı platformlara dönüşmektedir. İnsanların dili, dini, etnisitesi, sınıfsal konumu, yaşam biçimi, dış görünüşü kitlesel linç ve itibarsızlaştırma operasyonlarının merkez üssü olabilmekte, bu durumda yeni ortaya atılan bir kavram olan ofansif mizah olarak meşrulaştırılmaktadır.
Ofansif mizahın en fazla yapıldığı alan da son dönemde insanların, özellikle kadınların giyim tarzı ve dış görünüşüdür. Kadınları metalaştırıp onları insanların üzerinde yorum yaptığı estetik objelere çevirmektedir. Her kadına bakımlı olmayı, giyimine özen göstermesi gerektiğini ve üst yapının belirlediği güzellik kriterlerine uymanın zorunluluk olduğu algısı yaratılmaktadır. Bunun sonucu olarak kozmetik ve estetik sektörü hızla gelişmektedir. Dış görünüşünden dolayı kadınları yalnızca erkekler değil, kadınlar da ötekileştirmektedir. Bir nesil “Bugün Ne Giysem” gibi moda programlarıyla büyümüştür. Giyiniş tarzı nedeniyle kadınların ötekileştirildiği, aşağılandığı programlar yıllarca rating rekorları kırmıştır. Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte genç kadınlar arasında yaygın bir şekilde kendi sosyal medya hesaplarını adeta sanal podyuma çevirme yarışı başlamıştır. Kadınlar arasında bitmeyen güzellik ve şıklık yarışları toplumun tüm kesimlerine yayılmıştır. Bunun sonucu olarak insanların moda adı altında tek tipleşmesi süreci yaygın bir hal almıştır. Bu tek tipleşmenin dışında kalanların lince, ötekileştirilmeye, siber zorbalığa maruz kalması kaçınılmaz bir hal almıştır. Tüm bunların toplamı toplumda kitlesel bir bunalım ve ruhsal bozukluk hâli getirmiştir.
Sözün kısası depresyon, ruhsal sorunlar yalnızca tıbbi meseleler değildir. Başlı başına sosyolojik sorunlardır. Depresyonu ve intiharları yaratan, insanların hayatlarına son veren küresel kapitalizmin kendisidir. Hangi sorunun altını kazırsak kazıyalım bunun yolu sınıf savaşına çıkmaktadır.