Giriş
Covid-19 sağlık kriziyle birlikte mevcut küresel kapitalist kriz boyut atlayarak birleşik bir krize evrilmiştir. Bu krizle birlikte 70’li yıllardan beri devam eden neo-liberal politikalar iflas etmekle birlikte küresel düzeyde kapitalizm tel tel dökülme süreci içerisindedir. Küresel kapitalizmin bu birleşik krizi tüm dünya emekçilerini ve ezilenlerininde dayanılmaz yıkımlar yaşatmaktadır. Covid-19 sağlık kriziyle harlanan küresel kapitalist kriz yüzünden on milyonlarca emekçi hayatını kaybetmiştir. İşsizlik, gelir kayıpları, yoksulluk, açlık, enflasyon, hayat pahalılığı virüsten daha hızlı şekilde yayılmaktadır. Küresel sağlık ve ekonomik krize paralel olarak gezegenimiz için alarm zilleri çalan, telafisi mümkün olmayan ekolojik kriz de tüm yakıcılığıyla boy vermektedir. Devletler küresel düzeyde otoriterleşmekte, kendi kolluk güçlerini güçlendirmekte, onlara sınırsız yetkiler tanıyan yasalar çıkartmakta, demokratik hak ve hürriyetleri rafa kaldırmakta, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, ataerkillik, homofobi vb tüm gerici akımları geliştirmeye büyütmeye çalışmaktadır. Düşüşteki kapitalizm devletler arası şiddetlenen rekabeti beraberinde getirmektedir. Bunun sonucu ise küresel düzeyde daha fazla kemer sıkma politikaları, enflasyon, gıda krizi, hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk, doğanın kâr için talan edilmesi, savaşa yatırım, kadın düşmanı politikalar, otoriterleşme, militarizm, ırkçılık olarak vücut bulmaktadır. İşçi sınıfının kapitalist yıkıma karşı küresel düzeydeki itirazı yükselişe geçmektedir. Türkiye’de de durum bundan farklı değildir.
Rekor zamlar, devalüasyon, enflasyon, yoksullaşma, açlık tehlikesine karşı 2022 yılını Türkiye işçi sınıfı işgallerle, grevlerle, direnişlerle açmıştır. Türkiye’nin dört bir yanından her gün yeni bir fiili, meşru grev ve direniş haberleri gelmektedir. Bu mücadelerin en önemli ve ayırt edici yönü hiç kuşkusuz işçilerin taban inisiyatiflerini ve öz örgütlenmelerini oluşturarak klasik işçi kitle örgütleri olan sendikalara, devletin grev kanunu prosedürüne uymadan doğrudan eylemle mücadeleye atılmalarıdır. Bu durum kapitalist yıkım karşısında klasik işçi örgütleri olan sendikaların işlevsiz ve giderek ihtiyaç dışı kaldığını, yeni tipte bir işçi mücadelesinin geliştiğini bu mücadelelerin ihtiyaçlarına cevap verecek yeni tipte mücadele araçlarına olan ihtiyacın zorunluluk olduğu gerçeğini gün yüzüne çıkartmaktadır.
Grev dalgalarına paralel olarak Kürdistan’ın birçok kentinde elektrik, doğalgaz gibi enerji zamlarına ve hayat pahalılığına karşı kitlesel mücadeleler gelişmektedir. Gelişen bu mücadeleler çürümüş cesete dônmüş olan Erdoğan rejiminin ve Türkiye kapitalizminin krizinin derinleşmesine yol açmaktadır. Egemen sınıfların krizinin yanında emekçilerin ve ezilenlerin devrimci önderlik krizi de boy vermektedir. Kapitalistlerin işçi mücadelerini dizayn etmek için kullandığı aparata dönen sendikalar ve onun bir parçası hâline gelmiş sosyalist sol yükselişe geçen proleter mücadeleri kuyrukçu, bürokatik sendikalist perspektifi aşmayan, sendika dışı gelişen fiili grevlere grev dahi demekten çekinerek iş bırakma eylemi olarak tanımlayan, işçi sınıfına sendikalarda birleşmek dışında bir opsiyon sunmayan, gelişen mücadelelere haber ajansı muhabirliği ekseninde yaklaşan, gündeminin merkezinde seçim ittifakları olan, düzen sınırlarını aşma gayreti dahi olmayan bir çizgidedir. Önümüzde duran tabloyu şu şekilde özetleyebiliriz: Teltel dökülen dikiş tutmayan çürümüş cesete dönüşmüş Erdoğan rejimi, içinde bulunduğu krizden çıkma yetisini kaybetmiş Türkiye kapitalizmi, bu krize karşı somut bir çözümü olmayan burjuva muhalefeti …
Henüz siyasallaşmamış ücret artışı temelinde gelişse de düzenin yasalarına sığmayan mantar gibi her yerde türeyen, egemenlerin krizini derinleştiren ayağa kalkmış bir işçi sınıfı…
Ufku kendiliğindenci, ekonomist, sendikalist, asgari bir burjuva demokrasisini aşamayan, bunun içinde burjuva muhalefetiyle ittifak yolları arayan, ideolojik intiharını gerçekleştirmiş sosyalist hareket…
Bu broşür önümüzde duran bu tabloyu devrimci marksizmin merceği altında inceleyip, devrimci komünist bir strateji ve mücadele programı geliştirmek, bu amaca uygun somut devrimci komünist görevler tanımlamak ve muhataplarına ulaştırıp harekete geçirmek amacıyla yayınlanmaktadır.

Hak mücadelesi mi Sınıf Savaşı mı?

Son 1 ay içerisinde Türkiye’nin ve Kürdistan’ın dört bir yanında işçi sınıfı sendikalardan ve devletten bağımsız olarak doğrudan eyleme geçmekte, fiili meşru grev dalgalarıyla kapitalist yıkım politikalarına karşı ayağa kalmıştır. 2022’de başlayan bu mücadeleler bu güne kadar gerçekleşen, alışılmış olan işçi mücadelelerinden tamamen farklı bir eğilimde kendisini var etmektedir. Sınıf mücadelesinden yalnızca sendikal mücadeleyi anlayan, sendikalar dışında işçi sınıfının mücadele araçları olduğunu unutan, işçi çalışması denilince ekonomimizm temelli faaliyeti anlayan, siyasal mücadele ile ekonomik mücadelenin arasına duvarlar ören, grevlerinde gerçekleşmesinin yegane koşulu olarak sendikaların denetiminde ve devletin resmi grev prosedürüne uyumu arayan sosyalist teşkilatların ve sendikaların ezberlerini ayağa kalkan işçi sınıfı tuzla buz etmiştir. Ayağa kalkan işçi sınıfının mücadelesini kendi kafalarındaki sınıf mücadelesi şablonuna oturtmak için kendi ezberlerine uygun kavramlar türeterek, bu kavramlar üzerinden süreci okuyarak emek cephesinde bilinç bulanıklığının oluşmasına yol açmaktadırlar. Yaşanan süreci sosyalist teşkilatlar ve sendikalar basit haklar mücadelesi olarak kodlamakta, asla siyasal bir yönünün olmadığını, siyasallaşmasını engelleyici bir perspektif öne sürülmekle birlikte fiili grevler dalgasını ise basit iş bırakma eylemi olarak mütalaa etmektedirler. Öne sürdükleri temel iki kavram “hak arama mücadelesi ve iş bırakma eylemleri” dir. Kavramlar toplumsal mücadelerde önem arz etmektedir. Çünkü tüm tanımlamaların temeli kavramlara dayanmaktadır. Kavramlar nesnelerin ve gerçekleşen eylemlerin zihindeki tasarımıdır. Terim ise kavramların dil ile ifadesidir. Kavram bir nesneyi, terim ise kavramı göstermektedir. Mantık bilimi her kavramı “Nelik ve Gerçeklik” olarak ele alır. Nelik bir kavramın zihindeki tüm anlamlarıdır. Gerçeklik ise bir kavramın dünyada taşıdığı somut özelliklerdir. Tüm algı operasyonlarının, ideolojik savaşların ve kitlesel propagandaların temelinde kavramlar vardır. Çünkü kavramlar yoluyla zihinlere girilmektedir. Mevcut ve yeni üretilen tüm kavramlar siyasal olmakla birlikte sınıfsaldır da. Bir sınıfın veya bir zümrenin çıkarlarına hizmet eden olgulardır. Bugün sosyalist teşkilatların ve sendikaların fiili grev dalgaları karşısında öne sürülen kavramlar (işveren, haklar mücadelesi, iş bırakma eylemleri) sınıf hareketini sistem sınırları içinde tutmaya yönelik iç güdüsel reflekslerdir. Bu anlayışın temelinde yatan asli neden Türkiye sosyalist hareketine hakim olan programatik görüşlerden kaynaklanmaktadır. Bu anlayışın kökeninde 2. Enternasyonalci, menşevizmin ve Lenin sonrası Komünist Enternasyonal’e hakim olan Stalinci programatik kavrayış yatmaktadır. Bu kavrayışta sosyalist devrim programı asgari ve azami olmak üzere aralarına duvarlar örülerek ikiye bölünmektedir. Asgari program kapitalist toplum sınırları içinde demokratik, ekonomik kazanımlar elde etmeye endekslenmiştir. Tüm mücadele sistem sınırları içerisinde burjuvaziden reformlar kopartmaya odaklanılmıştır. Azami program ise sosyalist devrim programı olmakla birlikte ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan, çıkmaz ayın son Çarşambasına ertelenen daha çok bayram merasimlerinde atılan nutuklardan öteye geçmemektedir. Bu program anlayışının işçi sınıfının mücadelesini sosyalist devrim mücadelesine bağlama gibi bir derdi olmamakla birlikte aralarına her zaman Çin Seddi büyüklüğünde duvarlar örmüştür. Bu duvarlardan işçi sınıfının ekonomik temelli mücadelesiyle siyasal mücadeleside nasibini almaktadır. Sınıfın siyasal örgütlülüğü ile kitle örgütleri arasında da bu duvarlar sürekli var edilmektedir. Elbetteki sınıfın siyasal örgütlülüğü ile kitle örgütleri arasında kategorik, işlevsellik ve tarihsel olarak ayrımlar söz konusudur. İkisinin de işlevi ve yeri farklıdır. Fakat bunlar birbirinden bağımsız olmamakla birlikte birbirini tamamlayan niteliğe sahiptir. İşçi kitle örgütleri ile sınıfının siyasal örgütleri arasındaki ilişkiyi birbirinden yalıtık, ekonomik mücadele ve siyasal mücadele ayrımından hareketle tanımlamaya kalkışmak pusulayı kapitalist düzen sınırları içinde tutmanın adıdır. Ekonomik ve siyasal mücadele ayrımı, özünde siyasal bir nitelik taşıyan sınıf mücadelesinin burjuva liberalleri tarafından ekonomik alan ve siyasal alan biçiminde birbirinden yalıtılmış alanlara bölünmesinden kaynaklanmaktadır. Ekonomik alanla siyasal alanı birbirinden ayrıştıran bu çarpıtmanın temelinde kapitalizmin asıl eşitsizlik alanı olan üretim ilişkilerini ve sınıf çelişkilerini gizleme arzusu yatmaktadır. Burjuvazi ne yaparsa yapsın her zaman bu sınıf çelişkileri kendisini var etmekte ve eyleme geçmektedir. Zaman zaman işçi sınıfı bir politik hareket olarak burjuvazinin karşısına dikilip iktidarını sarsabilmektedir. İşte bu durumlarda burjuvazinin can simidi işçi sınıfını sistem sınırları içinde tutan reformist siyasal önderlikler ve sendikal bürokasi olmaktadır. Bu akımlar işçi aristokrasisine ve küçük burjuvaziye dayanmaktadır. Sınıflar mücadelesinde üstlenmiş oldukları pozisyon dayandıkları sınıfların karakteristik özelliğini yansıtmaktadır.
Ana işlevleri sınıf savaşlarının barış gücü olmalarıdır. Bu akımlar kapitalizmin sınıflar mücadelesindeki profesyonel uzlaştırma birimleri olmalarıdır. Bu akımlar devrim ve faşizmden benzer yakınlıkta korkmaktadır. Bunun nedeni faşizm onları lağvedecektir, devrim ise tarihsel işlevleri olan sınıflar arası barış gücü rolünü ortadan kaldıracak olmasıdır. Her koşulda azami hedefleri iyi işleyen burjuva demokrasisinden başka bir şey değildir. Kapitalist kriz anlarında ve devlet baskısının arttığı dönemlerde sıkça faşizme karşı birleşik cephe, demokrasi cephesi vb çağrılarda bulunurlar. Emekçi kitleleri burjuva muhalefetin saflarına yedekleyerek demokrasi mücadelesi verdiklerini öne sürerler. Bu akımlarda burjuva liberalleri gibi ekonomik ve siyasal mücadeleyi birbirinden yalıtarak ayırmaktadır. İşçi sınıfının sendikal örgütlülüğünü ekonomik mücadele aracı olarak mütalaa ederek, işçi sınıfını ekonomik alana hapsederek siyasal mücadeleden uzaklaştırır, sınıfı parlamenter siyasetin birer nesnesi haline getirir. O yüzdendir ki işçi sınıfının tüm mücadelesini atomize ederek haklar mücadelesine indirgerler. Oysa ki işçi sınıfının en basit ekonomik talepleri dahi, doğrudan veya dolayı olarak siyasal egemenlik ilişkileri ve burjuva devletin duvarına çarpmaktadır. İşçi sınıfını burjuvaziyle ve onun devletiyle fiili olarak karşı karşıya gelmektedir. Toparlarsak kapitalist çürüme çağında siyasal mücadeleden bağımsız bir ekonomik mücadele olmayacağı gibi siyasal içeriğe sahip olmayan ekonomik mücadelerinde var olması mümkün değildir.
Her siyasal mücadele son tahlilde iktidar için verilen mücadeledir. İşçi sınıfının fiili meşru grev dalgaları büyüdükçe Türkiye Sosyalist hareketi ısrarla bu mücadeleleri haklar mücadelesi olarak okumaktadır. Bunun temel nedeni mücadeleyi yasal sınırlar içinde, sendikaların denetiminde tutma hedefidir. Haklar söylemi sınıflı toplumların söylemidir. İşçi sınıfının hakkını ne burjuvazi ne onun hukuk kuralları belirler. İşyerlerinde en iyi toplu iş sözleşmesi imzalansa da, burjuva parlamentodan en iyi sosyal reform paketleri geçse de işçi sınıfı yine burjuvaziden alacaklıdır. İşçi sınıfı hakkını ne iş yerinde imzalanan toplu iş sözleşmelerle ne de burjuva parlamentodan çıkacak yasalarla kazanacak, işçi sınıfı kapitalizmi ilga edince tüm haklarını kazanmış olacaktır. Çünkü devrimci proletarya burjuvazinin ona vereceği kırıntıları değil dünyayı istemektedir. O yüzdendir ki mücadeleyi haklar türküsünü çığırarak okumak burjuva yasallığın fetişizmini yaparak, sınıfları barıştırma aktivizminden fazlası değildir. Aynı şekilde fiili grevleri iş bırakma olarak mütalaa etmek, ancak grevlerin sendikaların kontrolünde, grev yasaları prosedürüne uyum içinde yapılabileceğini savunmaktır. Yaşanan süreç ne basit hak arama mücadelesi ne de salt ekonomik mücadeledir. Yaşanan süreç düşüşteki kapitalizmin kemer sıkma politikalarına, yıkımlarına karşı işçi sınıfının ayağa kalkışıdır. Yaşanan süreç sınıf savaşıdır.
Grevleri Hazırlayan Nedenler?
2020 Ocak ayı başından beri hız kesmeyen fiili grevlerin temel nedeni hayat pahalılığı ve enflasyonun yaratmış olduğu yıkımlardır. TL’nin döviz karşısındaki rekor eriyişleri, tüm temel yaşam ihtiyaçlarına gelen rekor zamlar, rekorlar kıran enflasyon oranları emekçi kitleleri açlık tehtidiyle başbaşa bırakmaktadır. Asgari ücrete gelen %50 zam dahi enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında daha işçiler zamlı maaşlarını almadan eriyip gitmiştir. Asgari ücrete gelen zamla birlikte Şubat ayında iş yerlerinde yeni yıl zamları belirlenme ayıydı da aynı zamanda. Birçok işyeri asgari ücrete gelen zam oranını işçilere yansıtmayarak neredeyse tüm ülkede asgari ücretin genel ücrete dönüşmesine yol açmıştır. Bugünkü asgari ücret açlık sınırına tekabül etmektedir. Gerçekleşen fiili grev ve zamlara karşı protesto eylemlerini emekçi sınıfların açlığa mahkum edilmesine karşı sesli itirazı ve kolektif eylemi olarak okunmalıdır. Hayat pahalılığının ve Türkiye tarihinin en derin ekonomik krizinin nedeni TR’nin kötü yönetimi değil kapitalizmin küresel düzeyde içinden geçtiği yapısal krizden kaynaklanmaktadır. Türkiye’de olduğu gibi tüm dünyada da burjuva sınıfı bu krizi aşmak için, hayat pahalılığını, emekçi sınıfların sömürüsünü artırmakta bir yandan da devletin baskı aygıtlarını güçlendirerek savaş yatırımları yapmaktadır. Küresel düzeyde de proletarya bu saldırılara karşı radikalleşen bir mücadele içindedir. Kazakistan, İspanya, Sudan, İran, Lübnan, Kenya, Hindistan, İtalya, Yunanistan, Bosna Hersek….
Kapitalizmin içinde bulunduğu bu yapısal krizin sonucu olarak sınıf savaşlarını keskinleştirmekte, işçi sınıfıyla burjuvaziyi berak bir şekilde karşı karşıya getirmektedir. Kapitalist kriz dönemindeki ekonomik temelli işçi mücadeleleri, ekonomik eğrilerin iyi olduğu döneme göre çok daha sert ve çok daha hızlı politik mücadeleye dönüşebilmektedir. Sınıf farklılıklarının üstünü örten, sınıf bilincinin gelişmesine engel olan tüm yapay unsurlar tuzla buz olmaktadır. Ekonomik kriz dönemlerinde hükümetler şirketleri kurtarmak için seferber olmakta, krizin tüm faturasını işçilere kesmekte, işçilerin itirazı karşısında burjuva sınıfı adına devletin tüm baskı aygıtlarıyla emekçi sınıfların karşısına en sert şekilde dikilmektedir. Böyle dönemlerde devletin sınıf karakteri tüm çıplaklığıyla gün yüzüne çıkmaktadır. Büyük çaplı ekonomik temelli çatışmalar işçileri devrim sorunuyla yüzyüze getirmektedir. Tam da burada Komünist devrimcilerin görevleri başlamaktadır. Kitlelerin gündelik sorunları için verdiği mücadeleyi sosyalist devrim mücadelesiyle arasında köprü oluşturacak geçiş talepleriyle, mücadele programı ve bunun örgütsel ayaklarının inşa edilmesi.
Bugünün grevlerini hazırlayan nesnelliğini yalnızca hükümetin kötü ekonomi politikalarıyla açıklamak, küresel kapitalist çürümeyi aklamak, kapitalizmin suçlarına ortak olmak anlamına gelir. Sendikalist, ekonomist sistem içi çözümler sunmak, işçi sınıfını açlığa, yoksulluğa, köleliğe mahkum etmenin adıdır. Bugün kapitalizm kaşıkla verdiği her şeyi kepçeyle geri toplamaktadır. O yüzdendir ki, kapitalist çürümeyi derinleştirecek, burjuva devletin parçalanmasını hızlandıracak, işçi sınıfını iktidara hazırlayacak ihtilalci bir programı kuşanıp, sınıf mücadelesine müdahalede bulunmak Komünist devrimcilerin asli görevidir. Proleteryanın birliğinin önündeki asli engeller burjuvazi tarafından sektörel, yerel, ulusal ayrımlarla atomize edilmiş olmasıdır. Bu ayrımları güçlendiren sendikalar, onlarla bütünleşmiş reformist sol teşkilatlar, işçi sınıfının mücadelesini sisteme karşı yönelmesini sekteye uğratmak için mücadeleyi parlamenter hedeflere sokmaya çalışmaktadır. Burjuvazinin emniyet kemerine bürünmüş sendikalar ve reformist sol teşkilatların maskesini düşürmek Komünist devrimcilerin tarihsel görevidir.

Fiili Grevlerin Ayırtedici Yönleri

2022 yılının Ocak ayında başlayan maden, metal, tekstil, inşaat, taşımacılık gibi birçok iş kolunda ve ülkenin dört bir yanına yayılan işçi eylemlilikleri tarihi bir ana işaret etmektedir. İşçi sınıfının önümüzdeki dönemdeki ihtiyaçlarına uygun mücadele yöntemleri ve araçlarının inşası için işaret fişeği olacak niteliktedir. Yaklaşık 45 gün içerisinde 60’a yakın grev ve işçi direnişi gerçekleşti. Bu grevlerin en özgün yanı sendikaların ve devletin grev yasaları prosedürünün dışında gelişen fiili doğrudan eylemliliklere dayanmasıdır. Bu grevlerin önemli bir kısmı çok kısa sürede işçilerin asgari düzeydeki taleplerinin karşılanmasıyla, somut kazanımlar elde edilmesiyle sonuçlanmıştır. Türkiye Gazeteciler Sendikası üyesi BBC çalışanları dışında gerçekleşen grevlerin tamamı sendikaların yetkili organlarında karar alınıp uygulamaya konulan grevler değildir. Sendika dışı grevle, sendikal aygıtın kontrolündeki grevler mücadele talepleri birbirine benzese de tamamen farklı dinamikler üzerinden şekillenip eyleme geçer.
Sendika aygıtının kontrolündeki grevler her şeyden önce burjuvazinin koyduğu engelleyici yasalar tarafından dizayn edilmiştir. Tüm yasal prosedür işçilerin radikalleşmesini, siyasallaşmasını, bir sınıf olarak burjuvazinin karşısına çıkmasını engelleyici niteliktedir. Sendikal aygıtın kontrolündeki yasal grev prosedürüne göre, uzun TİS (Toplu İş Sözleşmesi) görüşmeleri yapılır, bu görüşmelerden taraflar arası uzlaşma gerçekleşmezse devletin arabulucu, hakem heyeti devreye girer, grev kararı için iş yerinde grev oylamasına gidilir, 60 gün önceden grev kararı iş yerine bildirilir, bu süre zarfında sendika yönetimi kendi inisiyatifiyle patron tarafıyla sözleşme imzalayıp işçileri greve çıkartmayadabilir. Tüm bu aşamalardan geçtikten sonra grev günü gelmeden hükümet grevi çeşitli bahaneler öne sürerek yasaklayadabilir. Böyle durumlarda sendika bürokasisi genelde grev yasağına biat etmekle birlikte, işçilerin fiili greve çıkmasını engellemek için direnç göstermektedir. Sendikalar olabildiğince grev taraftarı değildir, çünkü grev onlar için hem sendika kasasından harcanacak masraftır hemde patronlar ve devletle karşı karşıyla gelmek anlamına geldiği için olabildiğince grevden kaçma eğilimi içine girerler. Ancak tabandan yoğun bir baskı varsa, grevden kaçtığı vakit üye, güven, itibar kaybı yaşayacaksa, en mücadeleci pozlara bürünerek greve çıkar. Sendikaların kontrolündeki grevlerin yönetiminde ve örgütlenmesinde işçiler her zaman bir adım geride, onların üzerinde karar ve yönetim mekanizması oluşturan profesyonel sendikacılar vardır. Sendikalar ne kadar radikal olurlarsa olsunlar, işçilerin arasından çıkmış olsalar da artık fiili olarak işçi değillerdir. İçinde bulundukları koşullar işçilerinkinden farklıdır, o yüzden bilinç ve düşünceleri de içinde bulundukları koşullar itibarıyla değişkenlik göstermektedir. Bir işçi en alt düzeyde dahi profesyonel sendikacı olsa, aldığı ücret işçi ücretinden farklı olmasa dahi içinde bulunduğu koşullar itibarıyla kendisini işçilerin üzerinde görmeye başlar. O kişi artık kirli işçi tulumunu çıkartıp takım elbise giymeye başlar, çalışma alanı değişir, artık tezgah başında değil sendika bürosundadır, işçi servisi yerine sendika aracını kullanır, sosyal çevresinde ona olan bakış değişir. Bu kişi bir nevi sınıf atlamış gibi olur, sahip olduğu bu ayrıcalıkları kaybetmek istemez. Yeniden işçiliğe dönmek onun için attan inip eşeğe binmeye eş değer bir durumdur. Sendika içinde gelişkin bir işçi demokrasisi onun şuanki ayrıcalıklarını kaybetmesini sağlayacak bir tehdit unsuruna dönüşür. Onun için yegane kutsal amaç sendikal bürokatik aygıtın varlığıdır. Bu aygıtın çıkarları işçilerin çıkarlarının üstündedir. Sendikal bürokasisinin çıkarları işçilerin kazanmasını değil, patronlarla işçilerin bir şekilde uzlaştırılmasını, kendi bürokratik aygıtını itibar kaybetmeden yaşamına devam etmesinden geçer.
Pratikte patronlarla gizli kapaklı anlaşmalar da yaparlar, bu gizli anlaşmaları işçi sınıfına zafer olarakta sunmakta profesyoneldirler. İşçilerin mücadelesi dizginleyen yasal prosedürlere itirazları yoktur, işçi direnişlerini bu yasal prosedürlere dayanarak boşa düşürürler. İşçilerin yasalara sığmayan mücadelere girdiğinde sendika bürokatları patronlar ve devletle aynı safta yer alırlar. Sendikal aygıtın dışında gerçekleşen fiili grevler ise bunun tam tersi yönünde işleve sahiptir. Fiili grevlerde her şeyden önce taleplerden bağımsız olarak işçilerin mevcut burjuva devletin yasalarını tanımadıkları doğrudan eylemlerdir. İşçiler kendi aralarında bir karar merci yoktur. İşçiler tüm sürecin öznesi olmakla birlikte eylem içinde kendileri için sınıf olma sürecine girerler. Doğrudan eylemlilikleri diğer iş yerleri ve diğer sektördeki işçileri cesaretlendirerek harekete geçmesine neden olmaktadır. Devletin kolluk güçlerinden gelen şiddet, baskı kitlesel olarak işçilerde devletin sınıf karakterinin sorgulanmasını ve berraklaşmasını beraberinde getirmekle birlikte mücadelenin radikalleşmesine de yol açabilmektedir. İşte bu yüzden fiili grevler patronlar ve devlet için kontrol altında tutulmayan, nereye evrileceği belli olmayan bir durumdur. Bu korkunun ürünü olarak fiili grevler karşısında patronlar grev büyümeden uzlaşma yolunu tercih eder. İşçilerin taleplerini karşılamayı sendika kontrolündeki grevlerdeki yokuşa süremez.
Kısaca toparlarsak eğer sendikaların kontrolündeki grevde burjuvazi kendi koyduğu kurallara göre yürür, işine gelmediği zaman burjuvazi kendi koyduğu kurallara da uymaz. Fiili grevlerde ise oyun kurucuda, kural koyucuda işçi sınıfının kendisidir. Üzerinde herhangi bir denetleyici prosedür yoktur.

Grevlerin Bilançosu

6 Ocak’ta Mersin Tarsus sebze-meyve halinde çalışan kadın işçiler tarafından 2022’nin ilk fiili grev ateşi yakıldı. Halde çalışan yaklaşık 200 kadın işçinin talep ettiği ücretin karşılanmaması üzerine gerçekleştirdikleri fiili grev somut kazanımlarla sonuçlandı. Günlük 150 TL yövmiyeyle çalıştırılmak istenen kadınlar yövmiyelerini grev sonucu 170 TL olarak belirlediler. Bu grevin öne çıkan özelliği yalnızca 2022’nin ilk fiili grevi olması değildir. Kayıtdışı, güvencesiz istihdihamın kanıksandığı bir iş kolu olması ve işçilerin tamamının toplumun en ezilen ve en dezavantajlı kesimleri olan kürt ve göçmen kadın işçilerden oluşmasıdır. Ekonomik krizin, kapitalist yıkımın en ağır darbesini hep bu kesimler almaktadır. Fiili grevlerin ilk işaret fişeğini çakan kadın işçiler aynı zamanda kapitalist yıkıma karşıda sınıf mücadelesinde kadınların öne çıkacağının da işaret fişeğiydi. Gerçekleşen tüm fiili grevlerde kadın işçiler ön saflarda olmakla birlikte, feminist teşkilatlarda kampanyalarının merkezine kapitalist yıkıma karşı sınıfsal bir zemin üzerinden kurmaya başladı. Buradan çıkartmamız gereken sonuç ve odaklanmamız gereken olgu şudur: Kapitalist yıkımın en büyük darbesini alan kadınlar sınıf mücadelesinde ayrı bir özne olarak kendilerini var etmeye, kendilerine alan açmaya çalışmaktadır. Sınıf temelinde gelişen kapitalist yıkıma ve patriyakaya karşı mücadele edecek kitlesel militan bir emekçi kadın mücadelesi mayalanmaktadır. Fiili grevlere damgasını vuran, sendika, patron, devlet üçgeninin işçilere karşı oluşturdukları kutsal ittifakı somut olarak gösteren grev Çimtaş fabrika grevi oldu.
Metal sektörü gerek Türkiye ekonomisinin gerekse de Türkiye işçi sınıfının lokomotif motorudur. İşçilerin kitlesel olarak aynı iş yerinde çalıştığı, gerçekleşen bir grevin tüm sektörleri hatta koca organize sanayi bölgelerindeki üretimi sekteye uğratacak güce sahiptir. Sektördeki bir günlük grev dahi patronların büyük kazanç kayıplarına yol açmaktadır. O yüzdendir ki gerek patronlar için gerekse de devlet için grev kaldıramayacak sektörlerin başında metal sektörü gelmektedir. Buna paralel olarak sendikalaşma oranınında en yüksek olduğu, en çok üyeye sahip olan sendikaların başında metal sendikaları yer almaktadır. Bu durum ilk etapta büyük bir çelişki gibi görünebilir, fakat patronlar ve devlet için grev kaldırmayan bir sektörde işçileri kontrol altında tutabilmenin en önemli araçlarının başında sendikalar gelmektedir. Bu sektörde MESS ile sözleşme imzalama yetkisine sahip olan üç farklı sendika vardır. Bunlardan en çok üyeye sahip olan, bizzat MESS’in kendisinin kurduğu, faşist sendika olan Türk-Metal sendikasıdır. İkincisi ise Erdoğan hükümetine yakınlığıyla bilinen muhafazakar Hak-İş Konfederasyonuna bağlı ÖzÇelik-İş sendikası, üçüncüsü ise mücadeleci bir geçmişe sahip olmakla birlikte bugün sektördeki diğer sendikalardan pratikte pek de farkı kalmayan DİSK’e bağlı Birleşik-Metal İş sendikasıdır. Her 2 yılda bir bu üç sendika MESS ile toplu sözleşme masasına oturur, uzun yıllardır tekrarlanan bir retoriğe dönüşen bu süreç bu yılda gerçekleşti.
Her sözleşme döneminde gerek Türk-Metal gerekse de Birleşik-Metal sanayi kentlerinde kitlesel mitingler gerçekleştirir. Bu mitinglerde çoşkulu bir şekilde mücadele nutukları atılır, greve hazırız mesajı verilir, kimi zaman grev kararı dahi alınır (bu tis görüşmelerinde de alınmıştı) grev zamanı yaklaşınca önce Türk-Metal gizli kapılar ardında MESS ile satış sözleşmesi imzalar ve bunu büyük zafer olarak pazarlar. Birleşik-Metal sürekli Türk-Metal’i sert şekilde eleştirir, onu yerden yere vurur, TİS (Toplu İş Sözleşmesi) imzalama vakti geldiğinde ya aynı sözleşmenin fotokopisine imza atar, ya da işçinin yoğun tepkisinin bir ifadesi olarak greve çıkar, imdadına hükümetin grev yasağı yetişir, bu grev yasağına biat eder, yasağı tanımayan fiili mücadeleye giren işçilerinin mücadelesini kırmak için elinden gelen her şeyi yapar.
Bu yılda bayatlamış hâle gelen ve defalarca kez izlenen bu film repliği yeniden vizyona girdi. Bu yıl Türk-Metal, Öz Çelik-İş, Birleşik-Metal MESS ile aynı sefalet sözleşmesine imza attılar. Bu sefalet sözleşmesiyle, asgari ücrete gelen zam ve enflasyonla birlikte metal işçilerinin ücreti yer yer asgari ücretin dahi altına düştü.
11 Ocak gecesi satış sözleşmesi imzalandıktan sonra işçiler patronun, polisin, sendikanın baskılarına rağmen 2 saat üretimi durdurdular. Ertesi gün 16:00 vardiyasında işçiler fabrikayı işgal ederek fiili greve başladılar. Daha sonraki vardiyalarında katıldığı grevin ardından Birleşik-Metal yönetimi işçileri grevi bitirip işe başlamak için ikna turlarına girdiler. Sonuç alınamayınca fabrikayı polis ekipleri basarak işçiler zorla fabrikalardan çıkartılarak göz altına alındılar. Şirket kararıyla bir süreliğine üretime ara verildi. Grev gözcülüğü yapan 13 öncü işçi işten atıldı. Sendikaya rağmen başlayan grev sendika, patron ve devletin kutsal itifağıyla bastırıldı. Buradan çıkartacağımız sonuç şudur ki, burjuvazi ve devlet için grev tehlikesinin en yüksek olduğu işçi sınıfının lokomotif motoru olan metal sektörü sendikalar aracılığıyla kontrol altında tutulmaktadır. Sektördeki üç sendikada şöylem düzeyinde farklılıklara sahip olsada işlev olarak birbirinden farkları yoktur. Metal işçilerinin patron, devlet, sendika ablukasını kırmalarının tek yolu vardır: O da 2015 Bursa Renault merkezli metal fırtınada olduğu gibi taban komitelerini kurup ” İşgal, grev, direniş” şiarını kuşanarak fiili mücadeleye geçmektir. Metal işçilerinin bunu gerçekleştirecek güce ve tecrübeye sahiptir. Fiili grev dalgasının yaşandığı bir diğer sektörde maden iş kolu oldu. 17 Ocak’ta Sivas’ın Divriği ilçesindeki demir madeninde çalışan yaklaşık 600 işçi, kendi taban komitelerini oluşturarak ücretlerin ve sosyal hakların düzeltilmesi talebiyle fiili greve başladılar. Aynı şekilde OYAK’ın İstiraki Erdemir’e ait madende üretim yapan Çiftay fabrikasına bağlı işçiler fiili grev gerçekleştirerek üç gün boyunca üretimi durdurdular. Belediye başkanı ve şehrin yerel burjuva politikacılarından oluşan bir heyetin arabuluculuk adı altında işçilerin grevini kırmaya çalışsa da işçiler önemli somut kazanımlar elde etti. %51 oranında ücret zammı, banka maaş promosyonu, gıda ve yemek farkı ücretleri ile yakacak yardımları alarak her ay 750 TL kazanım elde edilmiş oldu. Sonuç itibarıyla madendeki en düşük ücret 5 bin 250 TL, yer altında çalışanların ücreti ise 7 bin 300 TL’ye yükseldi. Gebze TOSB’ta bulunan Farplas fabrikasında işçiler kendi komitelerini kurarak greve çıktı. İşçilerin grevinin ardından Birleşik-Metal ve Türk-Metal işçileri üye yapma yarışına girdi. İşçilerin tercihi Birleşik-Metal oldu. Henüz Birleşik-Metal yetki dahi almadan işçilerin güçlü öz örgütlülüğü sayesinde patronlarla işçiler adına görüşme masasına oturdu. Farplas yönetimi ile sendika arasındaki görüşmede işçilere dört ikramiye sözü vererek bir haftalık süre talep etmesi sonucu greve ara verildi. Bu süre zarfında işçilerin BMİS’e üyelik süreci tamamlandı. Patronlardan buna karşı gelen hamlede 150’ye yakın işçiyi işten atmak oldu. İşçilerin de buna cevabı fabrika işgali oldu. Sabaha kadar süren fabrika işgalinde polis fabrikaya baskın yaparak 200 işçiyi gözaltına aldı. Buna rağmen hâla direniş tüm kararlılığıyla devam etmektedir. Takvimler 24 Ocak’ı gösterdiğinde pandemi döneminin en yoğun çalışan, en fazla iş kazası geçiren, en fazla büyüme gösteren sektör olan online alışveriş şirketlerinde çalışan kurye grev dalgası sektöre yayıldı. İlk dalga Trendyol Express’te esnaf kurye sisteminde çalışan işçilerin İstanbul, İzmir, Eskişehir, Tekirdağ, Kırıklareli, Bodrum, Samsun gibi bir çok kentte gercekleştirdikleri, 3 gün devam eden fiili grevle tüm sektöre öncü olan güç veren bir boyut kazandı. Yasal olarak işçi statüsünde olmayan Trendyol işçilerine dayatılan zam miktarı %11’di, fiili grevin sonunda bu oran %38,8’e yükseldi. Böylece işçilerin sabit ücretleri 9 bin TL’den 12.500 TL’ye yükselmiş oldu. Bu kazanım sonrasında Hepsi jet, Sürat Kargo, Scotty, Yemek Sepeti Banabi, Yurtiçi Kargo gibi birçok firmada çalışan işçiler fiili grevler gerçekleştirdi. 2 Şubat’ta Mersin’de yapımı süren Nükleer Santral inşaatında 250 taşeron firma işçisi 4 aydır ücretlerini alamadığı için 4 gün süreyle fiili grev gerçekleştirdiler. Şubat ayı başından itibaren fiili grevler İstanbul’un Çorap fabrikalarına ve Antep Organize sanayi bölgesine sıçradı. Bu grevlerin bir çoğu somut kazanımlarla sonuçlanmakla birlikte hâla kararlılıkla devam eden grevler ve yeni gelişen grevler, işçi mücadeleri hızla yayılmaya devam etmektedir.

Sendikaların Durumu

Kapitalist yıkımın en üst düzeylere ulaştığı, işsizliğin hergün kendi rekorunu kırdığı, açlık sınırında ücretin işçi sınıfının genel ücreti olduğu bu koşullarda en kitlesel işçi örgütleri olan yüzbinlerce üyesi olan sendika konfederasyonları ölüm sesizliğine bürünmüş vaziyettedir. Tek yaptıkları bürokatik koltuklarından günü kurtaran basın açıklamaları yapmak, işçi mücadelesini pasifize edip kontrol altında tutmak, tabanda kendisine muhalefet eden işçileri etkisiz hâle getirip sendikadan tasviye etmek. Özellikle DİSK’in en büyük sendikası Genel-İş’te bu durum çok sık yaşanmaktadır. Sendikalar bugün devletle ve sermayeyle bütünleşmiş işçilerin sırtında kambur olan dev bürokratik aygıtlardır. İşçilerin fiili grev dalgası sendikaları biraz olsun harekete geçirmiştir. Bunun nedeni daha çok baraj problemi olan sendikaların bu süreçten faydalanmaya çalışmasıdır. İşçilerin kendi öz örgütlülükleriyle elde ettikleri kazanımların bir kısmını sendikalar Toplu Sözleşme sürecinde dahi elde edememektedir. Sendikalar bu grev dalgasına işçilere üst perdeden akıl veren, kendi deyimleriyle “öncülük eden” işçi direnişlerinde boy gösterip kendi bürokatik aygıtlarının reklamını yapmaya çalışan, tek gayesi üye sayısını yükseltmek olan mücadelenin birleşmesine ve politikleşmesine mani olan bir tutum içindedir. En son ne zaman greve çıktığını kendisi dahi hatırlamayan sendikalar işçilerin fiili grevlerinin üzerine basarak insiyatif kazanmaya, işçileri kendi sendikasında birleşmeye çağırarak üye sayısını bir diğer ifadeyle aidat gelirlerini artırmaya çalışmaktadır. İşçilerin asli özne olarak kendilerini var etmeye çalıştıkları direniş ve grevlerde inisiyatif çalmaya çalışarak işçilerin mücadelesini geri plana itip onun yerine kendi bürokatik aygıtlarını ikame etme peşindedirler. İşçilerin öz örgütlülüğüyle oluşan doğrudan mücadelesi yerine milletvekillerini, Belediye Başkanlarını, pop yıldızlarını, sosyal medya kampanyalarını devreye sokarak mücadeleyi pasifize etmeye çalışmaktadırlar. Bugünkü klasik sendikal yapılar ve anlayışlar ayağa kalkan işçi sınıfının mücadelesini ne birleşik bir potaya sokabilecek ne de kapitalist saldırganlığa karşı işçilerin öz savunma ağını oluşturabilecek ufka ve yetiye sahip değildir.
İşçi sınıfını burjuvazi sürekli atomize etmektedir. 70’li yıllardan beri küresel düzeyde uygulanan neo-liberal dönüşüm politikaları işçi sınıfının üretim içindeki merkezi konumunun atomizasyonuna yöneliktir. Bu atomizasyon iş yerinde kadrolu, taşeron, yerli, yabancı şeklinde başlayıp, sektörel, yerel, ulusal ayrımlar şeklinde devam etmektedir.
Burjuvazinin yasalarına mutlak şekilde tabi olan, bunun dışına çıkmayı şeytanlaştıran sendikal bürokasi, burjuvazinin yarattığı bu atomizasyon üzerinden faaliyetini sürdürmektedir. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak çoğu zaman iş yerinde dahi işçilerin birliğini sağlayamamaktadır. İş yerinde kadrolu, taşeron, yerli, yabancı gibi ayrımlar vardır. Aynı şirket çatısı altında çalışan işçiler farklı sektörlerde, farklı iş yerlerinde görünmektedir. Sendikaların faaliyet alanları ve örgütsel şemasını oluşturmada baz aldıkları ana referans burjuva devletin Çalışma Bakanlığı’nın belirlediği sektörler olmaktadır. Bu durumda sendikaların işçi sınıfının tek bir iş yerinde dahi birliğini sağlamaktan aciz kaldığını göstermektedir. Biraz daha açarsak eğer; taşeronlaştırma dalgasının yaygınlaşmaya başladığı dönemde sendikaların ana gündeminde taşerona karşı mücadele vardı. Çünkü taşeron sistemiyle birlikte sendikalaşma hiç olmadığı kadar zorlaşacaktı. Sendikalar bu saldırıyı geri püskürtecek savunma ağı kuramadıkça taşeron genel istihdam biçimi hâline dönüştü. Taşeron işçiler arasında sendikal faaliyette yaygınlaşmaya başladı. Bu sendikalar kitleselleştiği, TİS imzalayacak seviyelere geldiği ölçüde “taşeron kaldırılsın” talebi unutulmaya başladı. Eğer taşeron kalkarsa, işçinin iş kolu değişecek, taşeron örgütleyen sendikanın varlık nedeni ortadan kalkacak. Bugünkü sendikal anlayış ve hakim sendikal yapılar için hiçbir şey ama hiçbir şey kendi sendikal aygıtının varlığından önemli değildir. İşçi sınıfının bugün sendikalara ihtiyaç duymadan doğrudan fiili grevler örgütlemesi, bunun birkaç istisnai örnekten çıkıp sınıfın genel eğilimine dönüşmesi, sınıfın kapitalist saldırganlığa karşı kendi öz müdafa araçlarını inşa etme arayışına girdiğinin en açık ifadesidir. Komünist devrimcilerin odaklanması gereken nokta tam da burasıdır.