Son dönemde Türkiye’de artan ırkçı şiddet olayları, kapitalist sistemin yalnızca ekonomik değil, toplumsal alandaki derin yaralarını da gözler önüne seriyor. İydo El Ömer’in, iş görüşmesi için gittiği Antalya Kepez’deki inşaatın önünde ölü bulunması, bu gerçeği acı bir şekilde ortaya koyuyor. 37 yaşındaki Suriyeli işçi, yalnızca düşük ücretli ve güvencesiz çalışmanın değil, aynı zamanda ırkçılığın ve ayrımcılığın da kurbanı oldu. Bu cinayet, Suriyeli işçilerin Türkiye’deki işgücü piyasasında karşılaştığı sistematik sömürünün, güvencesizliğin ve dışlanmanın bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, bu yalnızca bir bireyin kaybı değil, aynı zamanda kapitalizmin ve ırkçılığın ölümcül bir birleşiminin trajik bir örneğidir.
Suriyeli, Afgan ve diğer göçmen işçilerin yaşadığı koşullar, her geçen gün daha da kötüleşiyor. Bu işçiler, kapitalizmin en kırılgan halkası olarak, çoğu zaman ölümcül iş kazalarına ve ırkçı şiddete maruz kalıyorlar. Özellikle inşaat sektöründe, işçi sağlığı ve güvenliği gibi temel haklar hiçe sayılıyor. Göçmen işçilerin çalışma koşullarının kötüleşmesi, onları sadece sömüren bir kapitalist sistemin değil, aynı zamanda örgütlü ırkçılığın ve ayrımcılığın da hedefi haline getiriyor. İydo El Ömer’in ölümü, bu karanlık tablonun sadece bir parçasıdır.
Afgan maden işçisinin yakılarak öldürülmesi, ırkçı şiddetin ne denli vahşi boyutlara ulaştığını gösteriyor. Bu olay, devletin ve patronların cezasızlık politikalarının sonucudur. Faillerin ödüllendirilmesi ve suçluların cezalandırılmaması, ırkçı şiddet eylemlerine cesaret veriyor. Aynı şekilde, Ümit Özdağ ve Neo-Nazi gruplarının yıllardır yaydığı nefret söylemleri, yalnızca bireysel şiddet değil, toplumsal düzeyde bir ayrımcılık ve nefret kültürünün inşasına yol açmıştır. Bu söylemler, ırkçı cinayetleri ve pogromları besleyen bir ortam yaratıyor. Göçmenlere, özellikle Suriyeli ve Afgan işçilere yönelik şiddet, bu nefret kültürünün somut bir yansımasıdır.
Kapitalizm, zaten kırılgan olan emekçileri sömürerek ayakta kalır. Ancak bu yalnızca ekonomik bir sömürü değildir; aynı zamanda bu sistem, toplumsal yapıyı da zehirler. Irkçılık, kapitalizmin işçi sınıfını birbirine karşı bölme ve zayıflatma stratejisinin bir parçasıdır. Göçmen işçiler, bu sistemin en kırılgan halkalarından biridir. İydo El Ömer’in, Afgan maden işçisinin ve diğer ırkçı cinayetlerin arkasındaki temel gerçeği görmek gerekir: Bu, yalnızca bireysel bir şiddet eylemi değil, kapitalizmin ve faşizmin birleşerek yarattığı bir sömürü, ayrımcılık ve ırkçılık düzeninin ürünü bir toplumsal çürümüşlüktür.
Buna karşılık, işçi sınıfının birleşmesi, sınıf temelli bir mücadeleye yönelmesi, bu ırkçı şiddet ve sömürü düzenine karşı tek çözüm yoludur. Emekçiler, etnik kökenlerine, kimliklerine bakılmaksızın, ortak sınıf mücadelesi için birleşmeli ve ırkçılığa karşı tavır almalıdır. Kapitalizmin bu düzenine karşı en etkili çözüm, işçi sınıfının, tüm ezilen halkların ortak mücadelesinde yatmaktadır. Bu, sadece ekonomik haklar için değil, aynı zamanda ırkçılığa, ayrımcılığa, faşizme karşı ortak bir dayanışma mücadelesidir