Taksim’de Patlayan Bombalar Sopalı
Seçimlerin ve İşgalin Başlangıç
Düdüğüdür!

5-) Egemen sınıflar sistematik olarak devlet fetişizmi yapar, devlet olmadan hiçbir şeyin olmayacağını, hayatın devam edemeyeceğini, devletsiz bir dünyanın mümkün olmamakla birlikte, insanlık tarihi boyunca devletsiz bir toplumun olmadığının propagandasını yaparlar. Devletin sınıflar üstü, tarafsız, toplumsal düzeni kuran, toplumu tüm tehdit ve kötülükten koruyan yüce kutsal bir aygıt olarak sunar. Oysa devlet bir sınıfın başka bir sınıf üzerinde dikatörlük kurma aracından başka bir işlevi yoktur. Marks’ın tanımıyla ” Devlet burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komitedir.”
Devlet burjuvazinin iktidarını ebedi ve kalıcı kılmak için tepeden tırnağa silahlı, emekçi sınıflar ise tepeden tırnağa silahsız ve mülksüzdür. Devlet egemen sınıfları, ezilen sınıflardan korumak için vardır.
Devletler bu işlevini yalnızca baskı aygıtlarıyla yerine getirmez, aynı zamanda mevcut düzenin devamı için toplumsal rıza üretmesi gerekmektedir. Toplumsal rıza üretebilmek ve bunu sürekli var edebilmek için devletin ideolojik aygıtları devreye girmektedir. Bu ideolojik aygıtları sürekli geliştirmek ve yenilemek zorundadır. Devletin tüm ideolojik aygıtlarının temeli, ana gıdası yalana dayanmaktadır. Ne kadar etkili yalanlar ve manipülasyonlar gerçekleştirirse, bu yalanları ne kadar geniş kitlelere inandırırsa, iktidarının bekâsı o kadar sağlamlaşır. Devlet yönetiminin ana vizyonu yalandır. Yalan devlet yönetmenin ana koşulu olarak vardır. Devletin yalanlarını teşhir eden, onların maskelerini düşüren veya böyle bir çaba içine giren her birey, grup, kuruluş, siyasal özne devletin misilleme baskısıyla başbaşa kalır. Bozgunculukla, kışkırtıcılıkla, devlet düşmanlığıyla, vatan hainliğiyle suçlanır, yargılanır, cezalandırılır. Her zaman devletin yaptırımlarına maruz kalır. Bu yaptırımlar kimi zaman tehdit, kimi zaman hapis, işkence, dayak kimi zaman da ölümle sonuçlanmaktadır. Devletlerin tutumlarını şu şekilde özetleyebiliriz: Ben güçlüyüm, tüm iktidar erki elimde, istediğim yalanı söyleyebilme hürriyetine sahibim, herkes yalan söylediğimi bilse de kimse cevap veremez, verme cüretini kuşanan olursa onu susturmasını yok etmesini çok iyi bilirim.”
Tüm burjuva devletler aynı zamanda birer yalan üretme fabrikasıdır.
Burjuva devletlerin yalanlarının siyasal teşhirini geniş yığınlara yapmak, sınıf mücadelesinin önemli silahlarından birisidir. Bu noktada, Enternasyonal Komünist Devrimcilerin devletin iddia ve beyanlarına yaklaşım konusundaki programatik kalkış noktasını şu şekilde özetleyebiliriz: Devlet erkanının ağzından çıkan her kelime aksi ispatlanıncaya kadar yalandır. Sıradan sivil insanlar söz konusu olduğunda aksi bağımsız ve açık mahkemelerde suçu ispat edilinceye kadar herkes masumdur. Devletler söz konusu olduğunda tam tersi geçerlidir. Devlet baştan suçlu kabul edilir ve onların tüm sözleri doğruluğu kanıtlanana kadar yalan kabul edilir.
Enternasyonal Komünist Devrimciler devletin tüm yalanlarının Komünist Devrimciler devletlerinin yalanlarını teşhir faaliyeti araştırmacı gazetecilik yöntemleriyle, tek gayesi halka doğruları anlatmaktan ibaret değildir. Devletin yalanlarının siyasal teşhirini yaparak, devletin hangi sınıfın devleti olduğunu, neden siyasal teşhirini yapmak, bunları emekçi yığınlara anlatmak ve propagandasını yapmak asli görevleridir. Enternasyonal Komünist Devrimciler devletin emekçilerin ve ezilenlerin azılı düşmanı olduğunu anlatırlar. Emekçi kitlelerde devlet düşmanlığı histerisini yaygın canlı bir hâle sokmayı amaçlarlar, burjuva devletin devrimci yöntemlerle ilgası için mücadeleye örgütlenmeye çağrısı yaparlar.

6-) Söz konusu Türk sermaye devleti olunca, katliamlar, siyasi cinayetler, provakatif saldırılar, devlet terörü, manipülasyonlar, mağduru oynayıp, yaratığı bu mağduriyet üzerinden savaşlar, işgaller, devlet baskısı, darbeler eksik olmaz. Türk sermaye devleti tarihinin her döneminde buna benzer kesitlere rastlamak mümkündür. Savaş siyasetin başka araçlarla yapılmasıdır. Terör saldırıları, provakatif eylemler yardımıyla iktidarı ve siyaseti dizayn etmek Türkiye’de bir devlet geleneği, egemen sınıfların iktidarlarının bekâsını sürdürme yöntemidir. 13 Kasım’da Taksim’de gerçekleşen, 6 kişinin hayatını kaybettiği, 81 kişinin yaralandığı bombalı saldırı eylemide sopalı seçimlerin ve işgalin başlangıç düdüğünün çalınmasıdır. Taksim’de bombalar patlayınca hükümetin ilk yaptığı şey, yayın yasağı getirmek ve internet ağlarına kısıtlama getirerek halkın haber ve iletişim ağlarını kesmek oldu. Eylemlere ilgili haber yayın yapan, bilgi ve görüş paylaşan birçok gazeteci ve sosyal medya kulanıcısına anlık operasyonlar düzenlenerek gözaltı furyaları başladı. Bu durum aynı zamanda seçim akşamı ve iktidarı elde tutmakta çok zorlandığı zamanlarda da kulanılabilecek bir yöntem için sınanmıştır. İlk tedbir olarak sıcağı sıcağına alınan yayın yasağı tamamen politik bir tutumdur. Yayın yasağının hedefi önce dezenfermasyonun olabildiğince yayılması, herkesin panik ve endişe içerisine girmesi hedeflendi. Bu sayede halk yorulur, olay biraz soğuduktan sonra devletin manipülatif açıklamalarıyla halkın rahatlaması ve devleti yanlarında hissetmesini sağlanır, böylece devletin istediği rotada bir politizasyon gerçekleştirmeyi hedeflediler. Fakat bu hedefleri hiçbir şekilde tutmadı. Devlet erkanının söylediği herşey o kadar çelişkiler içermekteydi ki yığınlara kendi düzmece senaryolarını yutturamadılar. Her açıklamada daha fazla batmakla birlikte güvenilirliklerini kaybettiler. Bu durum şunu göstermektedir; devlet artık eskisi kadar rahat provakatif eylemler gerçekleştirip, istediği manipülasyonu yaratamamaktadır. Bombalı saldırı eylemi gerçekleştiği gibi yığınların zihninde 7 Haziran- 1 Kasım seçim süreci arasında gerçekleşen terör saldırıları ve bu sürecin Erdoğan’ın iktidarda kalmasını sağlayan unsur olduğu gerçeği tekrardan canlandı. Yığınlar 7 Haziran-1 Kasım arası sürecin bir tekrarını mı yaşıyacağız sorusunu sesli ve yüksek sesle sordu.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yaptığı tüm açıklamaları yığınlar sorgusuz sualsiz kabul etmedi. Her açıklamasındaki ve olayla ilgili yaşanan her gelişimde kitleler çelişkileri ve hayatın olağan akışının mantığına uymayan noktalar, ayrıntılar öne çıkarak tartışıldı.
YPG’nin eylemin kendileriyle bir ilgisinin olmadığı, sivillere yönelik eylem biçmini benimsemediklerini, gerçekleşen eylemin savaş için devlet provakasyonu olduğu, eylemi kınadıklarını, ölenlere baş sağlığı yaralılara acil şifa dileyen açıklaması, geniş yığınlarda Soylu’nun açıklamalarından daha inandırıcı ve makul göründü. Bu durum Erdoğan rejiminin ne kadar çürümüşlük ve dökülme içinde olduğunun bir göstergesidir.
7-) Devlet erkanının bombalı saldırıyla ilgili yaptığı açıklamaların yığınlarda inandırıcılık taşımaması, her açıklamanın sorgulanıp tartışılması, Erdoğan rejiminin geçmiş yıllarda siyasal iktidarını bu yöntemlerle ayakta tutmaya çalışması, ve bu yöndeki tüm faaliyetlerinin defalarca kez deşifre olmasından kaynaklanmaktadır.
Mart 2014 seçimlerinden önce açığa çıkan MİT Başkanı Hakan Fidan’ın konuşmasında şu skandal sözler geçmekteydi: ” Gerekirse Suriye’den dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze atarım, savaş gerekçesi üretirim.”
IŞİD’e ve cihatçı terör örgütlerine tırlar dolusu gönderilen silahlar deşifre olmuş herkes tarafından bilinen bir gerçeğe evrilmiştir. Uzun bir süre bu gerçek reddedildi. Bu gerçeği dile getiren, açığa çıkaran gazeteciler devletin hedefi oldu. Ardından hiçbir şey olmamış gibi bu durumu meşrulaştırma hamlesine girildi. Cihatçı terör örgütleri Suriye’nin milli ordusu ilan edilerek, TSK’nın ortak askeri operasyonlar gerçekleştirdiği müttefik güçler olarak mütalaa edildi.
2015 seçimlerine Erdoğan kürtleri ölümle, katliamla tehdit ederek girdi. ” 400 vekil verin Başkanlık sistemine geçelim, bu iş huzur içinde sonlansın” (Erdoğan)
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu Kürt kentlerindeki seçim mitinglerinde ” Eğer biz 400 vekil kazanamazsak beyaz toroslar geri gelir” tehditlerini savurdu. 7 Haziran 2015 seçimlerinden başkanlık sistemini getirecek ve tek başına iktidar olacak çoğunluğa ulaşamayan AKP iktidarı Kürtlerle yürütülen çözüm sürecini bitirip sömürgeci savaş konseptine hızlı bir geri dönüş yaptı. Tam o süreçte Urfa (Riha) Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi olayı patlak verdi. Bu olay çözüm sürecinin sonlandırılması ve Irak, Suriye’deki Kürt bölgelerine karşı askerî operasyonların bahaneleri olarak kullanıldı. Bu cinayetle ilgili soruşturmaya alınan herkes davadan beraat ettiler, gerçekleşen cinayet faili meçhul olarak kaldı. 2015 7 Haziran – 1 Kasım seçimleri arasındaki zaman diliminde bombalı intihar saldırıları, içeride ve dışarıda Kürtlere yönelik imha savaşı gündelik hayatın ritüellerine evrildiler. O zamandan beri Erdoğan rejimi ne zaman içeride ve dışarıda bir sıkışma içine girse, ne zaman bir seçim ve referandumun süreci yaklaşsa mutlaka içeride ve dışarıda kürtlere karşı imha savaşına girmiştir. Erdoğan rejimi uzun zamandır gerek ırak Kürdistan’ına gereksede Suriye Kürdistan’ına yönelik askeri operasyonlar gerçekleştirmekteydi. Rojava’ya yönelik işgal harekatı gerçekleştirmeyi uzun zamandır planlamaktaydı. Taksim patlaması tam da bu amaç için kullanılacak bahane olmuştur. Patlama gerçekleştiği gibi resmi ağızlardan yapılan ilk açıklamalar bu hedefi açıkça belirten nitelikteydi. Olayın üzerinden 12 saat geçmeden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bombaların patladığı yerde, hemen Rojava’ya yönelik işgal hedefine uygun bir açıklamada bulundu. Fail eylemden birkaç saat sonra yakalanmıştı. Fakat failin yakalanışı gündelik hayatın olağan akışına uymayan nitelikler taşımaktaydı. Fail eylemden sonra evinde çay demlemiş hiçbirsey olmamış gibi gündelik hayatına devam eder bir vaziyette yakalanmıştı. Soylu açıklamasında; failin eylemi PKK, YPG, PYD’nin emriyle yaptığını, Kobane’de istihbarat elemanı olarak eğitilen bir kadın olduğunu, Afrin’den geldiğini öne sürdü. Soylu” Verilmek istenen mesajı aldıklarını, bu konuda gerekenin yapılacağını ifade etmekle birlikte ABD’nin olayla ilgili taziyelerini kabul etmediğini ilan etmekteydi.”

Soylu ve devlet erkanı saldırılarla ilgili YPG’yi hedef göstersede, tutuklu sanık Ahmad Has Hasan ifadesinde” Ben asla PKK’yi tutmuyorum. Benim ağabeyim Suriye özgür ordusunda şehit edilmiştir. Benim bu olayla bir ilgim yoktur.”
Olayla ilgili soruşturma geçirenlerin önemli bir kısmının ÖSO’ya, Suriye’deki cihatçı örgütlere sempati besledikleri, onların taraftarı oldukları bir bir ortaya çıkmaya başladı. Patlamayı gerçekleştirdiği iddia edilen kadın Soylu’nun iddiasının aksine 4 ay önce Türkiye’ye geldiğini, 1 yıldan fazla bir zamandır Türkiye’de olduğu, tekstil atölyesinde çalıştığı komşuları tarafından belirtildi. Patlamayı gerçekleştirdiği iddia edilen kadının telefon görüşmeleri listesinden MHP’li bir ilçe yöneticisine ait telefondan gerçekleştiği ortaya çıktı. Devlet erkanının tüm iddialarını çelişkiye düşüren çürüten somut bilgiler sürekli medyaya akmaya başladı. Mecliste Taksim saldırısıyla ilgili araştırma komisyonu kurulması teklifi AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Taksim patlaması sopalı seçimlerin ve Kürtlere yönelik imha savaşının başlangıç düdüğü olduğu gerçeği tüm beraklığıyla ortaya çıkmıştır.

8 Taksim saldırısından 1 hafta geçmeden 19 Kasım 2022 günü TSK uçakları Suriye ve Irak Kürdistan’ı bölgelerine karşı hava saldırıları gerçekleştirildi. Milli Savunma Bakanlığı bu saldırıyı twitter hesabından ” Alçaklardan hain saldırının hesabı soruluyor” açıklamasıyla savaş ilanını duyurdu. Milli savunma Bakanlığı bu işgal ve imha operasyonuna pençe kılıç operasyonu ismini verdi. TSK hava harekatında Rusya’nın kontrolündeki Suriye hava sahasını kullandı. Rusya’nın kontrolündeki hava sahası yıllar sonra Türk uçaklarına tekrar açıldı. ABD’de bu operasyona yeşil ışık yakarak Türkiye’ye desteğini sundu. TSK uçakları SGD bölgelerini bombaardımana tuttu. Kobane kenti başta olmak üzere bölgenin Derik, Şehba ve Zirgan, Kandil ve Şengal bölgelerine yoğun hava bombardımanlarında bulundu.
TSK uçakları özellikle sivil yerleşim bölgelerini, hastane, okul gibi yerleri hedef aldı.
Türkiye bu saldırıları gerçekleştirirken, İran Molla Diktatörlüğü İran Kürdistan’ınındaki halk direnişini bastırmak için zırhlı araçlar ve makineli tüfekler kullanarak katliamlar gerçekleştirdi. Türkiye’nin Rojava’ya saldırısı ecel terleri döken İran molla rejiminede moral ve güç olmaktadır. Türkiye’nin Rojova’ya yönelik işgal girişimi tüm emperyalist güçlerin onayını alarak gerçekleştirmektedir. Söz konusu NATO’nun en güçlü ordularından birisi, ABD emperyalizminin tarihsel mütefiki, bölgesel güç Türkiye olunca Batı emperyalizmi Kürtler karşısında Türkiye devletinden yana taraf olmaktadır. Sadece Batı emperyalizmi değil, Rus emperyalizmide Türkiye’ye destek sunmakta, önünü açmaktadır. Türkiye, Suriye, İran devletleri kendi araları ne kadar bozuk olursa olsun, hatta birbirlerine karşı savaş iklimi içinde dahi olsalar, mevzu kürtler olunca kutsal bir ittifak içerisine girmekten hiçbir zaman kaçınmazlar. Bugün Esad ve Erdoğan rejimleri her ne kadar birbirlerine düşman olsalar da, konu Kürtler ve Rojava olunca aralarındaki buzlar eriyebilmektedir. Rusya’nın arabulucu rolüyle Erdoğan ve Esad’ın arasında yıllardır sert şekilde esen soğuk rüzgarlar ılıma sinyalleri vermektedir. Çünkü Rojava’nın işgali ve Rojava bölgesinin lağvedilmesi Esad rejiminin çıkarlarıyla örtüşmektedir. Bugün Rojava ve Suriye Kürtleri Erdoğan diktatörlüğünün ve onun tetikçileri olan cihatçı terör örgütlerinin imha savaşıyla soykırım tehditiyle karşı karşıyadır. Gün Rojava’yı savunmak için öne çıkma, Erdoğan’ın yenilgisini esas alan enternasyonal mücadele hattını örme günüdür.