Giriş
Sınıflı toplumların ortaya çıkmasından bu yana savaşlar hiç eksik olmamıştır. Barış arzusu insanlığın ortak özlemi ve hedefi olarak kendisini var etmiştir. Emperyalist paylaşım savaşlarının sürekli olarak kendisine alan açtığı, bölgesel savaşların emperyalist güçlerin dahil olmasıyla uluslarası bir niteliğe evrilmektedir. Türkiye özelinde ele alırsak, Suriye’den, Libya’ya, Kuzey Akdeniz’den Ege Denizi’ne, Dağlık Karabağ’dan Kafkasya coğrafyasına kadar uzanan geniş bir alandaki tüm emperyalist savaşlarda Erdoğan rejimi boy göstermektedir. Savaş siyasetin şiddet aracılığıyla yapılmasıdır. Tüm dış politikada iç politikanın devamıdır. Erdoğan rejimi içeride ve dışarıda siyasetini şiddet aracılığıyla yürütmektedir. Savaş gündemi gerek Türkiye’de gereksede dünyada eksik olmamakla birlikte dahada alevlenmektedir. Savaş sorunu önümüzde büyüyerek durmaktadır. Bu sorunu açığa kavuşturmanın yolu tarihsel deneyimlerin ışığında Enternasyonal Marksist bir perspektif sunarak, bu perspektifin ışığında günceli yorumlayarak somut devrimci görevler çıkartmakta düğümlenmektedir.
Savaş ve Barış Sorununa Enternasyonal Marksist Yaklaşım
Enternasyonal Marksistler halklar arasındaki savaşların daima karşısında yer almışlardır. Bu savaşları burjuva çıkarlar uğruna emekçi halkların birbirine kırdırılması olarak tanımlayarak, savaşın yarattığı şoven, milliyetçi dalgaya cephe almışlardır. Enternasyonal Marksistlerin savaşa karşı tutumu, burjuva pasifistlerden anarşistlerden her zaman farklı olmustur. Enternasyonal Marksistlerin savaşa karşı tutumu tüm savaş karşıtı eğilimler arasından ayırt edici niteliklere sahiptir. Enternasyonal Marksistler savaşları ikiye ayırırlar:” Haklı savaşlar, Haksız Savaşlar”
Enternasyonal Marksistler iki türden savaşı haklı savaş olarak görürler. Birincisi; Emekçilerin burjuvaziye karşı verdiği devrimci sınıf savaşı
Yani emekçi sınıfların ve ezilenlerin devrimci yöntemlerle burjuva devleti imha edip, yerine sovyet organları aracılığıyla kendi iktidarını inşa etme sürecidir. İkincisi sömürgeleştirilmiş ezilen ulusların, sömürge burjuva devletlere karşı vermiş oldukları bağımsızlık veya ulusal statü kazanma savaşı ( Antisömürgeci savaş). Bunlar dışındaki tüm savaşları haksız savaşlar olarak tanımlarlar. Lenin’e dönecek olursak” Sosyalistler halklar arasındaki savaşları daima barbarca ve canavarca bulmuşlar ve kötülemişlerdir. Bizim savaşa karşı tutumumuz burjuva pasifistleri ile anarşitlerden farklıdır. Herşeyden önce, biz bir yandan savaşlar ile öte yandan bir ülke içindeki sınıf savaşları arasındaki ayrılmaz bağlılığı; sınıfların ortadan kaldırmadığı sürece savaşların ortadan kaldırmasının olanaksızlığını; ve iç savaşların haklılığını, ilerici niteliğini ve gerekliliğini tamamen kabul ederiz.”
Lenin birinci cihan harbinin başladığı İkinci Enternasyonal’in sosyal şoven ihanetinin yaşandığı dönemde sosyalizm ve savaş manifestosunun girişinde Bolşeviklerin savaş karşısındaki tutumunun ana perspektifini bu şekilde tanımlamaktaydı. Buradan çıkarılacak tarihsel perspektif şudur: Enternasyonal Marksistler soyut bir barış taraftarı değildir, pasifistlerden ve diğer savaş karşıtı tüm akımlardan temel ayırt edici yönü burada somutlanmaktadır.
Enternasyonal Marksistler tutarlı bir barış taraftarı olmanın yolunu savaşı yaratan ve temel gıdalarından birisi savaş olan burjuva hegomonyanın küresel tezahürü olan emperyalist-kapitalist düzenin imhası için savaş vermekten geçtiğini savunmaktadırlar. Bunun kaçınılmaz yolunun devrimci bir iç savaştan geçmekle birlikte bu durumun politik ve örgütsel duruşla bütünleşmesi gerekmektedir.
Barış Sloganı, Sosyal Pasifizm ve Enternasyonal Devrimciler
Fiili savaş atmosferi doğana kadar yığınların ezici çoğunluğu barıştan yanadırlar. Savaş atmosferiyle milliyetçi, şovenist gerici dalga doruğuna ulaşır. Bu koşullarda barış talebinin kitleselleşmesi savaşın gerici niteliğine karşı bir protestonun yeşerdiğini ve milliyetçi atmosfere karşı bir bilincin geliştiğinin göstergesidir. Enternasyonal Marksistler bu oluşan tepkiyi devrimci bir çizgiye çekmek için mücadele yürütürler. Kitle kuyrukçuluğuna düşmek yerine, kitlelere devrimci iç savaş propagandası yaparlar. Emperyalist-kapitalist sistem içerisinde barış yeni savaşlar için hazırlıktan başka bir şey değildir. Barışın hakim olduğu bir dünya emperyalist-kapitalizmin aşıldığı bir dünyadır. Bunun biricik yoluda proleter dünya devrimi için savaşmaktan geçmektedir. Enternasyonal Marksistler pasifist ahlaki barış şöylemlerini mahkum ederler. Çünkü pasifist ahlaki barış şöylemleri, savaşın niteliğini ve karakterini gizlemektedir. Savaşı sadece bir kısım devletlerin kötü dış politikalarına indirgemiş olmakta, böylece savaşsız bir kapitalizmin mümkün olduğu dolaylı yoldan savunulmaktadır.
Lenin’e dönecek olursak” Barış sloganını kabul edip tekrarlamak iktidarsız ( ve genellikle daha kötüsü: ikiyüzlü) laf ebelerinin tantanalı havalarını cesaretlendirmek anlamına gelecektir, bu şimdiki hükümetlerin ve egemen sınıfların seri halde devrimler yoluyla esaslı bir ders almadan ( daha doğrusu bertaraf edilmeden) demokrasi ve işçi sınıfını tatmin edecek bir barış yapabilecekleri hayaliyle halkı kandırmak anlamına gelecektir. Bu çeşit aldatmalardan daha zararlı bir şey olamaz.”
Kalıcı bir barışı gerçekten kazanmanın yolu burjuva devlete karşı verilecek devrimci iç savaşı göze almaktan geçmektedir.
Tekrar Lenin’e dönecek olursak: ” İyi yüzlü laf ebelerinin demokratik bir barış ihtimalinden söz ederek halkı kandırmalarına izin vermek yerine, sosyalistler kitleleri her ülkede kendi hükümetlerine karşı devrimci bir mücadele vermeden ve seri halde devrimler olmadan demokratik barışı andıran herhangi bir şeyin olmasının olanaksız olduğunu anlatmalıdırlar.”
Devrimci Marksistler savaş gündemlerinde liberal pasifistlerle, sosyal şovenlere karşı sert siyasal savaş vermek zorundadır. Çünkü bu iki eğiliminde temel gıdalarından biri savaş olan emperyalist-kapitalist sisteme hayat öpücüğü vermektedir. Muzaffer Ekim devriminin dünya arenasına taşınmasının aracı olarak kurulan Komünist Enternasyonal’e katılmanın 21 koşulundan 6’sı şuydu: Komünist Enternasyonal’e katılmak isteyen her parti, sadece açık yurtseverliğe değil, iki yüzlü ve sahte sosyal pasifizmi( barışçılık) de teşhir etmekle yükümlüdür; kapitalizmin devrimci yoldan yıkılmadıkça ne uluslarası hakem mahkemelerinin, ne silahların sınırlanmasına ilişkin tartışmaların, ne de Milletler Cemiyeti’nin demokratik tarzda düzeltilmesinin hiçbir zaman yeni emperyalist savaşları önlemeyeceğini işçilere sistemli bir şekilde anlatmalıdır.”
Sosyal Şovenizm Nedir?
Sosyal şovenizmin ne olduğunu sağlıklı bir şekilde tanımlamak için şovenizmi tanımlamakla başlamak gerekir. Şovenizm, kendi ulusal üstünlüğü doğrultusunda tarih, edebiyat vs yazını olan ve sürekli olarak bu üstünlüğü tehtid eden iç ve dış düşmanlar yaratan ve bu düşmanlara karşı hedef gösteren savaş çığırtkanlığı yaratan bir dil kullanarak yığınları burjuva saflarda toplamaya çalışan egemen sınıf ideolojisidir. Şovenizm burjuvazinin iktidarının devamı için rıza üretme mekanizmasını oluşturan en etkili silahlardan birisidir. Burjuvazi kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarlarıymış gibi lanse etmeye çalışır. Bunu başarabildiği ölçüde iktidarının bekasını sağlamış olur. Kendisini ulus-devlet şeklinde örgütleyen burjuvazi, emekçi kitlelerin sınıfsal düşünmesini engellemek için milliyetçilik bombardımanına hiçbir zaman ara vermez. Burjuva çıkarlar için emekçi kitlelerin savaşlara sokulması dönemi geldiğinde şovenizm en üst boyutlara ulaşır. Şovenizm zehri yalnızca emekçi kitlelere burjuvazinin fraksiyonları tarafından taşınmaz. İşçi sınıfı ve sosyalist saflarda olan oportonist akımlar aracılığıylada bu işi gerçekleştirmektedirler. Bu akımlar kendilerini sosyal yurtseverlik adı altında var ederler. Oportonizm ile sosyal-şovenizmin ideolojik ve politik özü aynıdır. Sınıf savaşları yerine sınıf işbirliğini, burjuva devletin imhası yerine onun demokratikleştirilmesini savunurlar. Savaş döneminde kendi burjuva devletini desteklerler, işçileri yurtseverlik adı altında burjuva saflarda anavatan savunmacılığına iterler.
Dünya işçi sınıfı sosyal şovenizmin en ağır yıkımını 1914 yılında patlak veren birinci cihan harbinde yaşamıştır. Dünya işçi sınıfının kitlesel örgütü olan İkinci Enternasyonal’in en güçlü seksiyonu Almaya Sosyal Demokrat İşçi Partisiydi. Partinin önderi Karl Kausky ise Marksizmin papası olarak tanımlanmaktaydı. 1914 yılında Kausky önderliğindeki İkinci Enternasyonal partileri savaş kredilerini onaylayarak işçi sınıfını kendi burjuvazisinin arkasında anavatan savunmacılığına davet etmekteydi. Teoride sosyalist olan İkinci Enternasyonal pratikte sosyal şovendi. Bu ihanet enternasyonali dağıtmış, işçi sınıfını şovenizmin batağına sokarak farklı milletlerden emekçi yığınların burjuva çıkarlar uğruna birbirlerini boğazlamasını ve tüm savaşların yıkımının işçi sınıfının omuzlarına yüklenmesini sağlamıştır. Sosyal Şovenizmin işçi hareketine ve sosyalist hareketin saflarına sokulması bu döneme tekabül etmektedir. Bir asırdan fazla bir zamandır işçi sınıfı saflarında sosyal şovenist akımlar varlıklarını sürdürmektedir. Türkiye sosyalist hareketinde sosyal şovenist eğilimler epey güçlüdür. Bugün hâla gerek ulusal gereksede uluslarası düzeyde sosyalist saflarda etkili bir şekilde varlık gösteren İkinci Enternasyonal geleneğiyle hesaplaşmak için onun çöküşünü hazırlayan tarihsel nesnelliği mercek altına almamız gerekmektedir.
İkinci Enternasyonal’in Çöküşünü Hazırlayan Tarihsel Nesnellik
İkinci Enternasyonal’in sosyal şovenizme teslim olmasını salt yöneticilerin hainliğiyle açıklamak herşeyden önce Marksizmin inkarı olur. Çünkü tarih bireylerin olumlu olumsuz niyetleri üzerinden ilerlemez. Tarihi ilerleyişini sağlayan sınıflar mücadelesidir. Tüm tarihsel fıgürler bir sınıfın temsilcisi olarak tarih sahnesinde boy göstermiştir. Sağlıklı bir analiz yapmak için, bu çöküşün nesnelliğini hazırlayan tarihsel süreci, bu oportonist eğilimin yaslandığı sınıfsal eğilimi irdelemek elzemdir. Bunun içinde İkinci Enternasyonal’in nasıl bir zemin üzerinde kurulduğunu, nasıl bir örgütsel yapıya sahip olduğunu, bu örgütsel yapı içinde sürekli olarak kendisini var eden oportonist eğilimin tarihsel evrimini mercek altına alarak başlayabiliriz. İşçi sınıfı tarih sahnesine çıktığından beri, burjuvaziye karşı verdiği tüm mücadeleler aynı zamanda nasıl bir teşkilatlanma sorusuna cevap arıyarak, kendisini bu alanda geliştirerek, bir sonraki kuşaklara pratiğin içinde sınanmış tecrübeler bırakarak ilerlemiştir. Komünistlerin Birliğinden Dördüncü Enternasyonal’e bu teşkilatlanma deneyimleri küresel düzeyde hayat bulmuştur. İşçi sınıfının ilk enternasyonal teşkilatı olan Birinci Enternasyonal bugünkü anlamıyla bir partiden çok; işçi birliği, dernek, sendika tarzında örgütlenmelerdi. Birinci Enternasyonal burjuvazi karşısında işçi sınıfından yana olan tüm akımların kitlesel teşkilatıydı. Özellikle Paris Komünü yenilgisinden sonra Birinci Enternasyonal kendi içindeki farklı eğilimlerin kaçınılmaz bir sonucu olarak bölünmeler ve dağılmalar sonucu yaşamıştır. İkinci Enternasyonal’in inşası, Birinci Enternasyonal’den farklı olarak kendisini sosyalist olarak tanımlayan tüm fraksiyon ve eğilimlerin ortak çatı partisi olarak kendisini var etmiştir. Bugün sosyalist solda tartışılan, zaman zaman kurulan çatı partisi, grup partisi modellerinin kökeni İkinci Enternasyonal’e dayanmaktadır. İkinci Enternasyonal tarihi boyunca içinde uzlaşmacı, reformist, sosyalizme barışçıl yoldan ulaşmayı savunan, burjuva devletin imhası yerine, onun demokratikleştirilmesini savunan, işçi sınıfına güvenmeyen eğilimler her zaman var oldudu. 1871-1914 döneminin nesnel koşulları oportonizmin güç kazanmasına olanak sağladı. Legal burjuva olanakların gelişmesiyle, legalizme tapma, parlementerizm eğilimi doğrultusunda burjuva düzene tam entegrasyonun olanaklarını yarattı. İşçi sınıfının içinde gelişen aristokrat katmanlar ve sendikalar içinde sınıfının üstünde yer alan bürokatik katmanların yeşermesine olanak sağladı. İkinci Enternasyonal partileri; küçük burjuvazi, işçi aristokrasisi, sendikal bürokasi içinde bir çekim merkezi hâline geldi. İşte İkinci Enternasyonal’in oportonist, sosyal şoven eğilimlerinin yaslandığı, siyasal sözcülüğünü yaptığı sosyal tabaka bunlardır. Sözü Lenin’e bırakacak olursak” Oportonizm ile sosyal şovenizmin ekonomik temeli aynıdır. Ayrıcalıklı işçilerin önrmsiz bir kesmi ile kendi ayrıcalıklı durumlarını savunan küçük-burjuvazinin ortak çıkarlarını; yani kendi ulusal burjuvazinin, egemen ulus durumundan paylarına düşecek kırıntılar….
Oportonizm ile sosyal şovenizmin ideolojik ve politik özü aynıdır; sınıf savaşımı yerine sınıf işbirliği, savaşın devrimci anlamını yadsıma; güçlüklerden bir devrim için yararlanmak yerine zor duruma düşen kendi hükümetine yardımcı olmak.”
Söylemde sosyalist olan İkinci Enternasyonal 1912’de Basle bildirisini imzalamıştır. Bildiride, büyük devletlerin emperyalist politikalarının bir sonucu olarak kapitalistlerin çıkarları ve hanedanların tutkuları için çıkartılan böyle bir savaşın, halkın çıkarları ýönünden haklı gösterilmesine olanak bulunmadığı açıkça belirtilmişti. Basle bildirisi savaşın patlaması durumunda sosyalistlerin kapitalizmin devrilmesini hızlandırmak için savaşın neden olacağı ekonomik ve politik bunalımdan yararlanılması gerektiği yani sosyalist devrim için kendi burjuva devletine karşı sınıf savaşını öngörmekteydi. 1912 Basle Kongresi kararlarını alanlar, bildiriyi imzalayanlar, 1914’te savaş patlayınca kongre kararlarını çöpe atarak burjuvazinin saflarında anavatan savunmacılığına savruldu. Savaş karşısında ki bu tutum İkinci Enternasyonal’in iflası oldu.
Emperyalist Savaş Karşısında Enternasyonal Marksizmin Temel Ayracı: Devrimci Yenilgicilik
Komünist Enternasyonal’in inşa edilip ilk (4) kongre kararlarının alınmasıyla birlikte Bolşevizmin evrensel ilkeleri somutlanmıştır. Bolşevizm Marksizmin eylem haline bürünmüş halidir. Emperyalizm çağını, Marksizmin öğretilerine sadık kalarak yorumlayıp buna uygun örgütlenme araçları yarattığı için Marksizmi geliştirmiştir. Bolşeviklerin İkinci Enternasyonal’den kopuşu, Ekim devrimine giden sürecin siyasal önderliğinin inşasının, Bolşevizmin evrensel devrimci bir akıma dönüşmesinin yolunu açmıştır. Bu sürecin temeli savaş karşısında alınan tutum üzerinden şekillenmiştir. Savaş karşısında Enternasyonal devrimci tutumun temel ayracı devrimci yenilgicilik teorisinde cisimleşmektedir. Savaş gündeminde devrimci yenilgicilikten bahsetmemek, buna uygun siyasal faaliyet ve örgütsel yapı oluşturmamanın kaçınılmaz sonucu sosyal şovenizme ve sosyal pasifizme saplanmaktır. Devrimci yenilgicilik görüşünün özü, bir ülkedeki komünistler, devrimciler, emperyalist savaşta yada burjuvazinin kendi çıkarları için yürüttüğü uluslarası savaşlarda kendi burjuvazisine karşı uzlaşmaz bir mücadele yürütmeyi sürdürmeli, kendi ülkesinin yenilgiye uğraması ihtimaline aldırmadan, hatta kendi ülkesinin yenilgisini sağlayacak bozguncu faaliyette bulunarak, savaşın yaratmış olduğu yıkımdan faydalanarak, bu savaşı devrimci bir iç savaşa çevirmeyi hedefler. Enternasyonalizmin en somut kıstası; önce başka ülkelerin burjuvazisine karşı çıkıp, kendi ülkesinin burjuvazisinin açık veya üstü örtük desteğini almak yerine, önce kendi ülkenin burjuvazisine ve milliyetçiliğine karşı mücadele edip diğer ülkelerin işçi sınıfına da aynı yolu göstermektir. Tutarlı bir enternasyonal devrimci olmanın yolu kendi ülkendeki sağlı sollu tüm milliyetçiliklerle hesaplaşmak, mücadelenin merkezine kendi burjuva devletini koymaktan geçmektedir. Bir ülke savaşa girdiğinde, sosyalist hareketinin önemli bir kısmı “Hepimiz Yurtseveriz” nidalarıyla, kendi burjuva devletini ama açıktan ama örtük şekilde desteklemektedir. Bunun sonucunda farklı uluslardan işçi emekçilerin burjuva çıkarlar uğruna birbirini boğazlaması, savaşın tüm yıkımının işçi emekçi yığınların omuzlarına yüklenmesini sağlamaktadır. Kendi burjuva devletinin de güçlenmesini, vatan savaşı adı altında tüm toplumun burjuva saflara yedeklenmesine yol açmaktadır. Proleter bakış açısına göre, anavatan savunmasının kabul edilmesi, mevcut savaşın meşrulaştırılması, haklı bir savaş olduğunun kabul edilmesi demektir. Lenin’in tabiriyle” Bir proleter, “vatana ihanet” etmekten, kendi emperyalist büyük gücün yenilgisine hatta parçalanmasına katkıda bulunmadan ne kendi hükümetine darbe vurabilir nede kardeşine bizimle savaş içinde olan yabancı ülkelerin proleterlerine gerçekten el uzatabilir”
Emperyalist Savaş, Devrimci Durum, Devrimci İç Savaş
Makalemiz boyunca savaş karşısında enternasyonal marksist bir tutum almanın yolunun anavatan savunmacılığına ve pasifist bir barış şöylemine cephe almaktan geçtiğini, savaşa karşı devrimci tutumun sınıf savaşında ve savaşı devrimci bir iç savaşa çevirmekte düğümlendiğinden bahsettik. Makalemizin bu bölümünde savaşların neden devrimci durum olanakları yarattığını, neden devrimci iç savaş perspektifinin en gerçekçi tutum olduğunu irdeleyeceğiz. Savaş siyasetin şiddet yöntemiyle sürdürülmesidir. Bu yöntemin barış döneminden farkı şudur: Savaş dönemleri, sınıf savaşlarının en keskin halidir. Burjuvazi emekçilere ve ezilenlere normal zamanlardaki saldırının en sertini gerçekleştirir. Burjuvazi savaş harcamalarını karşılamak için yığınlara ekonomik yıkımın en sert halini yaşatır. Emekçi yığınların yaşam koşullarında üst düzey yıkımlar yaratmakla kalmaz, kendi burjuva çıkarları için emekçi yığınların canlarınıda ipotek altına alır. Emekçi yığınları cepheye sürerek fiziksel yıkımlarıda gündeme getirir. Bunu gerçekleştirirken, aykırı seslerin eyleme dönüşmesini engellemek için tüm demokratik hak ve hürriyetleri askıya alır. Savaş dönemlerinde ilk olarak medyada sansür uygulanır. Savaşın yarattığı milliyetçi şoven dalgaya alkış tutmayan tüm medya tasviye edilmeye çalışılır. Savaş dönemlerinde; grev, eylem, tüm hak arama girişimleri, normal zamanda demokratik olan herşey yasaklanır. Kısacası savaş dönemlerinde en demokratik burjuva devletler dahi, ultra otoriter eğilimlere bürünürler. Herşeyden önce savaş dönemlerinde olağanüstü bir işleyiş söz konusudur. Savaşın gidişatı doğrultusunda toplumsal altüst oluşlar, iç savaşlar, devrimci durumlara gebe olan bir sürece girilir. Savaş, sınıf savaşlarının en keskin hali olsada, aynı zamanda şovenizmin, ırkçılığın, yığınlardaki tüm geri bilincin tavan yapmasını sağlar. Ne varki, bu durum savaşın ilk zamanlarında hakim olan eğilimdir. Süreç ilerledikçe, cephelerden bozgun haberleri geldiğinde, cephe gerisinde ekonomik yıkım, işsizlik, yoksulluk tüm soğuk yüzünü hissetirdiğinde tüm özgürlüklerin kısıtlanmasında kitlleri boğma süreci yaşatır. Bu çelişkiler kitlelerde savaşın sermayenin çıkarları için olduğu, savaşın emekçilerin savaşı olmadığı bilinci gelişebilir. Bu bilincin ürünü olarak burjuva devlete karşı kabaran öfke eyleme dönüşebilir. Bu eylemler kitlesel bir boyut kazandığı ölçüde egemen güçlerde yönetememe sorunu ve bu sorunun önlenemez sonucu olarak devrimci durumlar güncelleşir. Tamda bu noktada savaşa karşı devrimci iç savaş perspektifi somut bir gerçekliğe dönüşür. Devrimci durum oluştuğunda, iki yol ortaya çıkmaktadır: Egemen sınıflardaki yönetememe krizini derinleştirip devrimci bir iç savaşa dönüştürerek proletaryanın iktidarın fethini sağlamak yada oluşan krizin yarattığı devrimci olanakları ulusalcılık zehriyle anavatan savunmacılığına veya sosyal pasifizme hapsederek burjuva devleti imhadan kurtarmak. Bu sürecin üçüncü bir ara yolu yoktur. Milliyetçi dalgayı bertaraf etmek için, kitlelerde oluşan öfkeyi sınıf savaşına çevirmek ve devrimci duruma sürüklemek için devrimci partiye hava kadar su kadar ihtiyaç vardır. Devrimci önderliğin yokluğunda savaşın yarattığı tüm devrimci olanakların heba olması kaçınılmazdır.
İllegal Örgütün Önemi
Sınıf savaşlarının en keskinleşmiş hali olan savaş dönemlerinde burjuva devletler gündelik hayatın her alanında en sert hallerini gösterirler. Burjuvaziye karşı aynı sertlikte bir sınıf savaşı örebilmek için, burjuvazinin düzeninin denetiminin dışında bir teşkilatlanmaya ihtiyaç vardır. Savaş döneminde en demokratik burjuva cumhutiyetler dahi, ultra oltoriterleşme süreçlerine girerler. Bu koşullarda burjuvazi kendi yasalarını dahi ayaklar altına aldığı bir süreç yaşanır. Bu koşullarda devrimci savaş yöntemlerini tartışmak ve bunları pratiğe geçirmek, ajitasyon, propoganda ve örgütlenme faaliyetlerinde bulunmak için illegal bir örgüte olan ihtiyaç yaşamsaldır. Bu koşullarda legalizmin kölesi olmak, legalite dışındaki tüm mücadele yöntemlerini küçümsemek sosyalizme ihanettir.
Savaş ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı
Savaş karşısında enternasyonal marksist perspektifın şekillenmesindeki temel ayraçlardan biriside ezen ve ezilen ulus sorununa yaklaşımdır. Ezilen sömürge bir ulusun kendi ulus devletini kurmak için veya ulusal statü kazanmak için vermiş oldukları anti sömürgeci savaşları enternasyonal marksistler haklı ve meşru savaşlar olarak tanımlarlar. Ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını savunurlar. Eğer bir ezilen ulusun, kendi başına, ezen ulus devletinden kurtuluş olanağı yadsınıyorsa, bu kendi burjuvazisinin ayrıcalıkları için sürdürülen kavga anlamına gelmektedir. Kendi burjuva devletinin ilhaklarına, sömürgelerine karşı tutum almadan başka ülkelerin ilhaklarına karşı çıkmak, başka sömürge ulusların özgürlük mücadelesini desteklemek iki yüzlü sosyal şovenizmdir.
Halkların Savaşına Sınıfların Barışına Hayır!
Savaşın Nedeni Sermaye Düzeni!
Dünyaya Barış İşçilerle Gelecek!
Savaşa Karşı Sınıf Savaşı!
Esas Düşman Kendi Burjuva Devletindir!
Silahı Kendi Burjuva Devletine Çevir!
Burjuva ordular lav edilsin!
İşçi Milisleri Kurulsun!
Devrim için Devrimci Parti!
Devrimci Parti İçin Devrimci Hazırlık!
Ya Sürekli Yıkım Ya Sürekli Devrim!
Savaş ve Enternasyonal Marksist Perspektifler
50 Mg'lık Viagra
sağlık bakanlığı onaylı viagra satış sitesi
cialis 20 mg eczane satış fiyatı
Eczanede Satılan Cinsel Gücü Artıran İlaçlar
En İyi Cinsel Performans Arttırıcı İlaç
eczanede satılan cinsel güç arttıran ilaçlar
viagra fiyatı
cialis eczane fiyatı
Viagra Eczane Satış Fiyat
En İyi Cinsel Performans Arttırıcı İlaç Hangisi
cinsel gücü artıran ilaçlar
4 lü viagra kaç para