Stalinist halk cephesi politikasının korkunç sonuçlarından

1965-66 Endonezya Komünist Katliamı

Bu yazıda, Troçki’nin Alman proletaryasının yükselen faşizme karşı nasıl bir mücadele hattı örmesi gerektiği konusundaki Birleşik Cephe stratejisine karşı çıkan Stalinistlerin, Nazilerin zaferinin ardından, Komintern’in 1935’teki 7. Kongresi’nde geliştirdikleri “Halk Cephesi” taktiğinin, işçi sınıfının kaderini liberal burjuvazinin eline bırakmasıyla, Sosyalist mücadele tarihindeki en yıkıcı olaylardan biri olan Endonezya Komünist Katliamı’na nasıl yol açtığı anlatılacaktır.

Endonezyada’ki siyasi kırımı anlatmaya başlamadan önce Troçki’nin savuğunduğu Birleşik Cephe ve Komintern’in Halk cephesinin ne olduğunu ve aradaki farklarını tahlil etmek elzemdir.

Troçki’nin Birleşik Cephe Stratejisi

Troçki, Birleşik Cephe stratejisinin köklerinin 1917 devrimindeki Bolşevik Parti’nin deneyimlerine dayandığını söylemiştir. Bu deneyimler daha sonra 3.Enternasyonal tarafından 1917den sonra kurulan ve önemli ölçüde büyüyen yeni komünist partiler için genelleştirildi. Komünist Enternasyonal’in 3. ve 4. kongrelerinde düzenlenmiş olup birleşik cephe teorisi detaylı bir şekilde ele alınmıştı.

Komünist Enternasyonal’in 1922’deki IV. Dünya Kongresi’nin tezine göre:
“Birleşik cephe stratejisi basitçe, komünistlerin diğer parti ve gruplara mensup işçilerle ve tarafsız tüm işçilerle, burjuvaziye karşı, işçi sınıfının ivedi ve temel çıkarlarını savunmak üzere birlikte mücadele etmeyi önerdikleri bir oluşumdur”

Devrimci proletarya, işçi sınıfı içinde bir azınlık teşkil ettiğinden, ortak sorunlar ve acil tehditler anında egemen ideoloji tarafından daha çok etkilenen işçi kitlelerine karşı hegemonya oluşturmalı, işçilerin birlikte mücadelesini savunmalıdır. Birleşik cephe, harekete yavaş geçen reformist görüşlere sahip kitlelerle eylem içinde tartışmak ve mücadele içinde kitlelerin sınıf bilinçlerini ortaya çıkarmak demektir.

Stalinist Halk Cephesi Stratejisi

Troçki’nin güçlenen Nazizme karşı önerdiği birleşik işçi cephesi taktiği, Stalinizmin hegemonyası altındaki Alman Komünist partisi ve Komintern tarafından sadece düşmanca bir nefretle karşılanarak kalmamış, “sosyal faşist” olmakla suçladığı sosyal demokratları Nazilerden daha öncelikli bir tehdit olarak görmüştür. Bu oportunist yaklaşım Nazizmin Almanyadaki zaferiye sonuçlanmış, yalpalayan ve teorik iflasa giren Komintern; 1935 senesinde gerçekleşen VII. Kongresi’nde Halk cephesi stratejisini geliştirmiştir. Bu strateji, faşizme karşı mücadele ve demokrasinin savunusu adına, “demokratik” burjuva partileriyle siyasi ittifak oluşturulması çağrısı yapıyordu. Komintern’nin dünyadaki tüm komünist oluşumlara önerdiği reçete işte budur peki neden ?

Komintern’in işçi sınıfını siyasi olarak burjuvaziye, özel mülkiyete ve kapitalist devlete tabi kılmasının sebebi açıktır çünkü bu program Sovyet bürokrasisinin çıkarlarına hizmet ediyor, burjuva uluslara yaltaklanarak SSCB’nin diplomatik konumunu iyileştirmeye yarıyordu. Halk Cephesi stratejisinin pratikteki en korkunç sonucu, Endonezya’daki 1965-66 komünist katliamı oldu. Stalinistlerin bu stratejisini uygulayan Endonezya Komünist Partisi (PKI), geniş çaplı bir anti-komünist baskı ve şiddetle karşı karşıya kaldı. 1 ila 3 milyondan fazla PKI üyesi ve azınlık öldürüldü , yüzbinlercesi hapishanelerde ölüme terkedildi. Bu felaket, Halk Cephesi stratejisinin yerel komünist partiler ve işçi sınıfı üzerindeki yıkıcı etkilerini gösterdi.

1965-66 Endonezya Komünist Katliamı: Sebepler ve Sonuçlar.

Bu katliamın arkasındaki politik ve stratejik faktörleri anlamak için tarihe başvurmamız gerekecektir.1950’ler ve 1960’larda (yani soğuk savaşın en yoğun dönemlerinde) ABD ile SSCB arasındaki ideolojik mücadele dünya genelinde etkisini göstermektedir. Endonezyanın siyasi yapısı da bu durumdan etkileniyor. ABD’nin desteklediği anti-komünist güçlerin varlığı Endonezya Komünist Partisi (PKI) için bir tehdit oluşturuyor, ABD güdümündeki askeri ve sağcı gruplar, PKI’nın 1955’teki genel seçimlerinde önemli bir başarı elde edip parlamentoda 3 sıraya yerleşmesinden hoşnutsuzluk duyuyordu. Bu konjonktür 1955’teki genel seçimlerde en büyük oy oranını alan ancak tek başına hükümet kurmak için yeterliği çoğunluğa sahip olamayan bir burjuva demokratik partisi PNI ve köylü ile işçiler arasında geniş bir desteğe sahip, 3 ila 5 milyon civarında üyesi bulunan tarihin en büyük kitle partisi PKI arasında ilişkileri güçlendiriyordu. Hem halk tabanında hem de parlamentodaki nüfuzlu konumuna rağmen PKI “faşizme karşı mücadele ve demokrasinin savunusu” adına ve “siyasi istikrarı sağlamak amacıyla” ortağı olarak gördüğü burjuva demokrat partisi PNI ile halk cephesi stratejisine uygun bir şekilde kendini burjuvanın kucagına bırakıyordu. Böylece işçi ve köylü sınıfının kaderi liberal burjuvaya teslim edilmiş oldu. Geniş kitlesine rağmen PKI,silahlı bir işçi birliği yerine politik ve siyasi refomlarla uğraşması ve parlamenter yollarla güç kazanmaya calışması anti komünist harekete karşı savunmasız kalmasıyla yavaş yavaş kendi sonunu hazırlamasıyla sonuçlandı.

Silahlı mücadelen uzak ve burjuvaya bel bağlamış durumda olan PKI’nın, O dönemin cumhurbaşkanı olan ve burjuva demokrat parti destekçisi Sukarno’nun yönetiminde kendisine geniş bir siyasi alan açılmasına karşıt olarak ordu ve diğer siyasi düşmanlarla çatışmasını derinleştirdi.

Sonun başlangıcı: 30 Eylül olayları

Ne kadar politik ve kitlesel güce sahip olunursa olunsun işçi sınıfıyla ortak bir cephede buluşmayan, kitlesini silahsızlandırarak kendini burjuva partilerine teslim eden her komünist parti tamamen savunmasız kalmaya ve bir saldırı anında çil yavrusu gibi dağılmaya mahkumdur.

30 Eylül 1965’te bazı ordu mensupları tarafından darbe düzenlenmiş olup dört yüksek rütbeli ordu subayı öldürüldü. Darbe girişimi, ABD tarafından desteklenen ve anti komünist bir general olan Suharto tarafından bastırıldı. Suharto bu olaydan sonra askeri ve siyasi gücünü hızla arttırdı ve cumhurbaşkanı Sukarno ne kadar darbeyi kınasa da siyasi olarak zayıflamaktan kaçamadı. Gerçekleştirilen darbe teşebbüsü tamamen bir komplo olmakla birlikte bu darbe teşebbüsü sonrası Suharto ve destekçileri tarafından PKI yani Endonezya Komünist Parti’si sorumlu tutulmuş ve kendilerine karşı ülke genelinde bir nefret ve şiddet politikası yürütülmüştür. Bu politika sonucunda faşist ve Müslüman gruplara alan açılmış, ABD destekli Faşist ve Müslüman gruplar ; Endonezya komünist partisi üyeleri, Feminist kuruluşlar, sendikalar, Çinliler ve diğer etnik gruplar , ateistler ve solcu olduğu iddiaa edilen herkese karşı vahşi bir soykırıma girişmiş ve ülke çapında toplam 1 ila 3 milyon arası insan katledilmiş ve bir o kadarı da hapse atılmıştır.

Ya ittifak ?

Bu soykırım esnasında, komünistlerin kendi kaderini teslim ettiği burjuva demokratik parti ve bu partinin destekçisi Cumhurbaşkanı Sukarno’nun politik hamleleri ,PKI üyelerinin silahsızlandırılması ile birlikte, Stalinist Komintern’in faşizme karşı oluşturduğu reçetenin halklar için ne kadar ölümcül olduğunun başlıca kanıtlarından biridir. PNI hiçbir şey yapmamakla kalmamış ,bazı üyeleri de bu soykırımın destekçisi olmuştur. Sukarno, darbe girişiminde açıkca PKI’yı sorumlu tutmayıp bir denge politikası yürütmeye calışsa da kriz anlarında düzen partilerinin etkisini kaybedip radikal seslerin halk tabanında destek bulup güçlendiğini tarih bize göstermiştir. Yine böyle oluyor, faşist general Suharto 1967de iktidarı ele geçiriyor ve hükümet tamamen feshedilmiş oluyor. Suharto’nun iktidarında da katliamlara devam ediliyor. On binlerce kişi hapsedildi ve işkence gördü; pek çoğu mahkemeye çıkarılmadan infaz edildi. Eski Cumhurbaşkanı Sukarno 1970’teki ev hapsinin ardından 1971de öldü ,faşist rejim ise 1998’e kadar yani 31 yıl boyunca iktidarda kalmaya devam etti.

Halk cephesinin zararları sadece Endonezya’yla kalmayıp İspanya, Çin, Fransa, Yunanistan ve sayısız Latin Amerika ülkelerine de musallat olmuştur. Bunca felaket sonrası Stalinizmin hegemonyası altında kalmış komünist partilerin Troçki’nin savunduğu ve tarihin haklı çıkardığı Birleşik Cephe Stratejisine karşın bürokratizmin çıkarları ugruna teorize edilmiş Halk cephesini inatla benimsemesi kendilerinin ne kadar içler acısı bir durumda olduklarını ve eleştirel düşüncenin Stalnizm altında nasıl bir iflasa uğradıgını göstermektedir

“Tüm ölü nesillerin gelenekleri, yaşayanların zihinlerine kâbus gibi çöker.
-Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i, Marx, 1852

Fransa’da güçlenen faşizme karşı bugün de Fransa solunun hala halk cephesi bataklığına saplanıp kalmış olması bize Marx’ın haklılığını gösteriyor. Biz enternasyonal komünistler olarak akıntıya karşı yüzmekten, oportünizme karşı proletaryanın çıkarlarını gözetmekten vazgeçmeyeceğiz. Yoldaş Troçki’yi ve mirası olan birleşik işçi cephesini savunmak görevimizdir!