20 Temmuz 2015’te SGDF’nin çağrısıyla Kobani’de İŞİD çetelerine karşı diren halklara destek vermek, yıkılan kenti onarmak ve yardım götürmek amacıyla, birçok kentten 300 kişi katılım gerçekleştirdi. Suruç Belediyesi’ne ait Amara Kültür Merkezi’nde yapılan basın açıklaması sırasında bombalı intihar saldırısı gerçekleşti. Saldırı sonucunda 33 genç devrimci hayatını kaybetti. Katliamı AKP’nin “Öfkeli topluluk” olarak tanımladığı, açık destek vermekten geri durmadığı İŞİD üstlendi. Devlet katliam günü, önce yarım ağızla kınama ve terörü lanetleme nutukları eşliğinde yayın yasağı ve soruşturmaya gizlilik getirdi. Hâlâ Suruç katliamı davasında gizlilik kararı devam etmektedir. Katliamı protesto eden tüm gösteri ve yürüyüşlere polis saldırısı ile karşılık verildi. Suruç katliamı ile birlikte, bombalı intihar saldırılarına sürekli yenileri geldi. 28 Şubat’ta gerçekleşen “Dolmabahçe mutabakatı” ve AKP’nin sahip çıktığı çözüm sürecinin sonuna gelinmişti. Rojava ve Kobani’deki zaferlerin sonucunda kürt hareketi önemli zaferler kazanmaktaydı. Bu zaferlere 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin başarısıda eklenmişti. Başkanlık şiarıyla girdiği seçimlerden yenilgiyle çıkan AKP’nin yeni stratejisi kürt halkına karşı sömürgeci savaşı yeniden başlatmak ve bunun üzerinden toplumu kutuplaştırmaktı. Suruç katliamı AKP için önemli bir dönüm noktasıydı. O güne kadar büyük iddialarla sahip çıkılan çözüm sürecinin tamamen kaldırılıp, savaş politikalarını son hızıyla başlama startı oldu. Suruç katliamı Kürt halkına ve onun meşru mücadelesini destekleyen sosyalistlere karşı açık bir gözdağı idi. AKP’nin 1 Kasım seçim kampanyasının merkezinde HDP ve Kürt düşmanlığı vardı. “Ben tek başına iktidar olamazsam terör ve katliamlar sürer, Kürdistan’da beyaz troslar cirit atmaya başlar” tehditleri vardı. 10 Ekim günü Ankara’da sendikaların emek örgütlerinin çağrısıyla yapılan mitingte, yeni bir bombalı intihar saldırısı daha gerçekleşti. Yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Ankara katliamı ile birlikte bombalar ve savaş politikaları sadece Kürdistan’da değil, tüm Türkiye’de gerçekleşeceğinin açık bir ifadesiydi. 1 Kasım seçimlerinden zaferle çıkan Erdoğan rejimi kürt halkına karşı yürütülen savaşa ara vermedi. Kürt kentleri işgal edilmiş Ortadoğu kentlerine dönüştü. 90’lı yıllarda uygulanan köy boşaltmalar, yerini boşaltılmış kentlere bıraktı. Bir yıl içerisinde on bombalı intihar saldırısı gerçekleşti. Her bombalı intihar saldırısından sonra yeni anayasa, başkanlık sistemi gündeme geldi. Gündelik hayatın rutin pratiklerini yerine getirmekten ürken bir toplum yaratılmaya çalışıldı. Terör saldırıları artıkça, demokratik tüm kazanımlar rafa kaldırıldı, işçi sınıfının mücadele ederek kazandığı haklara topyeküm saldırılar gerçekleşti. Bu saldırılar karşısında etkili bir direniş dahi gerçekleşmedi. Erdoğan diktatörlüğünün savaş ve baskı politikaları 15 Temmuz başarısız darbe girişimi, ardından gelen Ohal’de düğümlendi.
Sonuç Yerine
Suruç’la başlayan katliamlar toplumsal muhalefeti tamamen baskı altına almak için kullanıldı. Gerçekleşen terör saldırıları emperyalist kapitalist sistemin bunalımından bağımsız değildir. Terörü bizzat yaratan emperyalist kapitalist sistemin kendisidir. Fransa’da gerçekleşen bombalı saldırı üzerinden OHAL ilan edilip; işçi sınıfının mücadelesini baskı altına alma ve etkisizleştirme hedeflenmiştir. Her terör saldırısından sonra; ırk, mezhep temelli politikalar üzerinden işçi sınıfı bölünmektedir. Türkiye’de kürt düşmanlığı üzerinden kendini vareden rejim, Avrupa’da mülteci düşmanlığı üzerinden kutuplaştırma yapmaktadır.
Suruç katliamından sonra etkili bir muhalefet örülemediği ve Suruç’un hesabı sorulamadığı için, Ankara ve diğer katliamlar gerçekleşmiştir.
Erdoğan diktatörlüğü politik arenada ne zaman zora girse terör saldırıları imdadına yetişmiştir. Bu saldırılar üzerinden korku imparatorluğu yaratarak, kendi rejimini ayakta tutmaya çalışmaktadır.
Erdoğan’ın tek adam olma hedefi, kendine muhalefet potansiyeli taşıyan tüm kesimleri baskı altında tutma girişimi, ordu içerisinde bir kliğin başarısız darbe girişiminde düğümlenmiştir. Bu darbe girişiminden kendini kurtaran Erdoğan, tüm devlet aygıtlarında tasfiyeye başlamıştır. Kendisine karşı en ufak muhalefeti kaldıramayacak durumda olan rejim, bunun önemini baştan almak için OHAL uygulamasına başlamıştır.
Siyasal kriz yaşayan rejim, ekonomik krizle de karşıkarşıyadır. Çürümüş bir cesete dönmüş olan Erdoğan diktatörlüğünü yıkacak tek güç işçi sınıfının devrimci mücadelesidir.
Hızla derinleşen siyasal ve ekonomik krizin işçi sınıfının gündelik hayatına yansımaları üzerinden teşir etmek, buna uygun talepler üreterek, bu talepler etrafında örgütlenecek komiteler inşa etmek içinde bulunduğumuz dönemin acil devrimci görevidir.İşçi sınıfının birleşik cephesini örmek dışında çözüm yoktur. Yeni Suruç’ları engelleyecek ve Suruç’ların hesabını sormanın yolu buradan geçmektedir.
Garbis Reçber
Ağustos – 2016