21 Ocak Cumartesi günü AKP ve MHP’nin desteğiyle 339 oyla kabul edilen, başkanlık sistemini içeren yeni anayasa paketi meclisten geçti. Meclis iç tüzüğüne dahi uymayan göstererek oy kullanma, muhalif vekillere fiili saldırılarda bulunma, Meclis TV’ye uygulanan sansür ile başkanlık için son viraj olan referandum süreci başlamış oldu. Meclis oylaması referandumun hangi şartlarda gerçekleşeceğinin bir göstergesi niteliğindedir. Yeni Anayasa yani Başkanlık rejimi ile birlikte yasama, yürütme, yargı tek elde toplanacaktır. Başkanlık sisteminde, Başbakan ve Bakanlar Kurulu olmayacak, cumhurbaşkanının kanun çıkartma, meclisi fesetme, OHAL ilan etme, HSYK üyelerinin 13’te 6’sını belirleme Bakanları ve kamu yetkililerini atama yetkisi olacaktır. Bunun anlamı açıktır: “Tek adam diktatörlüğü” yasama, yürütme, yargının tek kişinin şahsında toplanmasıdır. Bu anayasa paketi Nisan ayında referanduma gidecek. OHAL altında yapılacak referandumun sürecin nasıl bir baskı ve sansürle karşılaşacağını bilmek için kahin olmaya gerek yok. Erdoğan iktidara geldiği dönem boyunca, sürekli olarak toplumun bir kısmını hedef göstererek, sürekli kendini mağdur ilan ederek ilerledi.
Türkiye’nin emperyalist hedefleri arttıkça, otoriterleşme ve başkanlık hedefi de büyüdü. Erdoğan, cumhurbaşkanı olduğu günden bu yana “Başkanlık” hedefini sürekli olarak büyüttü. Erdoğan rejiminin temel hedefi başkanlık oldu ve tüm siyasi stratejisini bu hedefe yönelik olarak gerçekleştirdi. Bu hedefle 7 Haziran seçimlerine girdi. 7 Haziran seçim yenilgisinden sonra “Başkanlık” hedefi başka bahara kaldı. Lakin 7 Haziran’dan sonra uyguladığı politika adım adım fiili başkanlık rejimine doğru evrildi. 7 Haziran seçim yenilgisinden sonra; seçim sonuçlarını beğenmeyerek Kürt halkına karşı sömürgeci kirli savaşın tekrar startını verdi. Kürdistan’da sömürgeci savaş, son hızıyla kaldığı yerden başladı. Kürt kentlerini işgal edilmiş Ortadoğu kentlerine çevirerek, Kürt düşmanlığı üzerinden milliyetçiliği-ırkçılığı artırmaya çalıştı. Kendine muhalif olan tüm kesimleri terör örgütü üyeliğiyle suçlayıp, baskı altına aldı. Kürdistan’daki savaş ortamı, bombalı intihar saldırıları ile tüm Türkiye’ye yayıldı. Her bombalı saldırıdan sonra, daha fazla güvenlik ve huzur için tek çıkış yolun başkanlık olduğunun propagandası yapılarak sistematik olarak toplumda rıza üretmeye çalışıldı. Bombalı intihar saldırıları ile fiili başkanlığa giden yolun taşlarını döşedi. Toplumsal muhalefet üzerinde baskı arttıkça, Kürt halkının ve emekçilerin hayatları zindana döndü. Kürdistan’da artan oranda sömürgeci savaş, göç, kayyumlar ve seçilmiş temsilcilerin rehin alınmasında düğümlendi. Baskı ortamı artıkça, neo-liberal politikalar ile emekçilerin tüm kazanılmış hakları birbir ellerinden alınıp, örgütlenme, grev, sendika hakları üzerindeki baskılar çığ gibi büyüdü. 15 Temmuz başarısız askeri darbe girişimiyle birlikte, Erdoğan’ın defacto başkanlığını ilan etme ve uygulama süreci başladı. 15 Temmuz sonrası, Türkiye OHAL ve KHL’larla yönetilen bir rejime evrildi. Kayyumlar, ihraçlar, basının üzerindeki baskı, gözaltılar, seçilmiş vekillerin rehin olağan yönetim biçimine döndü. Referandum süreci ile fiili başkanlığı anayasal güvence altına almanın son virajına doğru gidiş başlamıştır. Dış politikası komple çöken, Ortadoğu’daki emperyalist boşa çıkmış, önlenemez düzeyde çığ gibi büyüyen ekonomik kriz ortamında, Erdoğan rejimi hiçbir muhalefeti kaldıramaz ve yönetemez duruma gelmiştir. Başkanlık için toplumda rıza üretecek bir vaatte ve talepte dahi bulunamaz düzeydedir.
Referandum ve Nasıl Bir Hayır
Erdoğan diktaörlüğünün selameti bu referanduma bağlıdır. Başkanlık rejimi ile birlikte diktaörlüğünün kök salması ve hiçbir muhalefete takılmadan bir yönetime ihtiyacı vardır. Aksi durumda yönetme olanağı kalmamıştır. Erdoğan diktaörlüğü, savaş, ölüm, ekonomik yıkım, baskı, sömürü dışında topluma verebileceği hiçbir şey yoktur. Çünkü Erdoğan diktatörlüğü çürümüş bir cesettir artık. Fizik kuralları, politik arenada malesef ki geçerli değildir. Bu çürümüş ceset yıkılmadan yok olmaz, tıpkı onu yaratan emperyalist kapitalist sistem gibi. Erdoğan diktaörlüğünün toplumda rıza üretmek için kullandığı vaat ve argümanlar demode olmuştur. Eskisinin yerine hiçbir şey koyamamaktır. İstikrar, güvenlik, huzur, güçlü Türkiye, terörü bitirme tüm bu argümanlarını tükenmiştir. Ortadoğu’daki tüm emperyalist emelleri çökmüştür. Dış politikada nerde yer alacağı belirsizliğini korumaktadır. TL dünyada ençok değer kaybeden para birimine dönüşmüş, Türkiye’nin kredi notu her geçen gün düşmektedir. Bu durumda önüne geçilemeyen ve üstü örtülemeyen bir krize gitmektedir.
Irkçı, milliyetçi şöylemler üzerinden hedef gösterme dahi bu krizin üstünü örtememektedir. Güvenlik ve huzur teröre karşı tek yumruk gibi ucuz demogojiler, gündelik hayatın rutine dönüşmüş olan bombalı intihar saldırıları ile toplumun geniş kesiminde tüm inandırıcılığını kaybetmiştir. Artık geniş kesimlerinde şu kanı kök salmıştır:” 15 yıldır iktidardasın, tüm yetkiler elinde çözemediğin tüm sorunları başkan olunca mı çözeceksin ” Başkanlığın sihirli bir değnek olmadığını her zamankinden daha berrak bir şekilde ortadadır. Siyasal ve ekonomik krizden kurtulamayan Erdoğan rejimi için referandum hiçte kolay geçmeyecektir. Kendi anket şirketleri de dahil durumun iç açıcı olmadığını ifade etmektedir. Hayırın imkan ve olanakları, toplumsal muhalefetin güç kazanma fırsatı yüksektir. Toplumun farklı siyasal özne ve sınıflarından hayır sesleri tüm baskılara rağmen görünür şekilde artmaktadır. Herkesin hayır gerekçeleri farklıdır. Biz komünistler hayır diyen birbirinden farklı siyasal özneler ve sınıflardan farklı olarak, kendi programımız dahilinde sınıfsal bir perspektif dahilinde Hayır’ın pratik ayaklarını örmek zorundayız. Hayırcı kanatın ezici bir çoğunluğu, Cumhuriyet, laiklik, anayasal düzen, hukuk üstünlüğü, yaşam biçimine müdahaleye olan tepki üzerinden muhalefetini örmektedir. Son tahlilde bu taleplerin özü şudur:” AKP, Erdoğan gitsin, onu yaratan düzen kalsın”. Ortaya konulan talepler asgari düzeyde bir burjuva demokrasisi taleplerinin dahi gerisindedir. Toplumda bulundukları konumdaki ayrıcalıkları korumaktan öteye giden bir perspektife sahip değildir. Laiklik, seküler yaşam gibi Kemalist paradigmadan beslenen hayırcılık Erdoğan rejimine hayat öpücüğü verecek taleplerdir. Yıllardır kendi varlığını toplumu kutuplaştırma üzerinden kuran Erdoğan rejimine laiklik, Cumhuriyet, ilericilik, gericilik kavgası şeklinde bir referandum çalışması, AKP’ye oy vermiş kararsız emekçi kitleleri AKP’ye teslim etmektir.
Komünistler işçi sınıfının tamamının tarihsel ve politik çıkarlarını savunurlar. Referanduma sınıfsal perspektiften uzak salt bir Erdoğan karşıtlı üzerinden yaklaşmazlar. Sadece Erdoğan ile değil onun temsil ettiği sınıf ve düzenelede dertleri vardır. Bu düzenin işçi sınıfı tarafından devrimci yöntemlerle yıkımını savunurlar. Referandum sürecini emekçilerin ve ezilenlerin geniş kesiminin siyaset konuştuğu bir durum olarak değerlendirir, bu süreci işçi sınıfının politik önderliğinin örgütlenmesine olanak sağlayan süreç olarak tanımlarlar. Referandum herşey değildir. Erdoğan rejimini çökertecek tek şey de değildir. Fakat Erdoğan rejimin geriletilmesini ve çözülmesinin startını verecek olanağa sahiptir. Bu olanağı kazanmak için, işçi sınıfının güncel sorunları üzerinden Erdoğan rejiminin siyasal teşhirini yapıp, buna uygun talepleri geniş emekçi kitlelerin gündemine sokup örgütlenme çalışmasına tüm gücümüzle girmek dönemsel devrimci görevimizdir.