Her geçen gün, oportünist, epigon yerelci sol çuvallamaya devam ettikçe UKKTH’ı savunmak daha da anlam kazanıyor. Devletin çizdiği sınırlar içerisinde, devlet retoriğiyle, burjuva devlet dinamiklerinin açıklarını içselleştirerek ve bu açıkların oluşturduğu tragedyanın da mümessili olarak anlamı yitirilmeye çalışılan UKKTH, tarafımızca, enternasyonal komünist ilkelerin sıkı sıkıya savunulmasına karşın bu zümrenin ağzına sakız edilmeyecektir.

Bu bağlamda burjuva devletin hiçbir kurumunun uğradığı niteliksel, niceliksel; stratejik veya manevi kayıplara EKİB olarak ortak değiliz. İşçi sınıfını temsil eden ve toplumun devindirici unsuru olarak gördüğümüz siyasi akımımız ancak bir trajedi konusu olarak, yerelcilikten uzak olarak işçi sınıfının dertlerine ortak olacak, burjuvazinin yegane materyali olan ulus devletçilik anlayışının temel dayanağı olan üst kimlikçilik bağlamında gelişen ulusal problemlerde ezilenlerin dertlerine ortak olacak ve bunlara çözüm arayacaktır.

Türkiye özelinde su geçirmez bir gerçekliğe sahip olan bir Kürt sorunu vardır ve bunun tartışılacak bir yönü yoktur. Cumhuriyetin ilk gününden beri Türk üst kimlikçiliği ve Sunni-Türk ideoloji tarafından her alanda sönümlenmeye, asimile olmaya, sistematik soykırıma terkedilmiş bir halk vardır. Bu çelişki, modern ulus devletçiliğin kaçınılmaz açmazlarından sadece biridir. Bu saptama yapıldığı ölçüde zaten bu sorunu çözmeye yönelik gelişecek olan metodolojide, ulus devletçilik dinamiklerinden bağımsız kalmak ve bu devlet modelini karşımıza almamız gerekir. Aksi takdirde revizyonizme, oportunizme bulaşmamak; sağa sapmamak kaçınılmazdır.

1923 paradigmasından bu yana süregelen Türk-Kürt çatışımı sol popülizme bir oyun alanı açmıştır. Kimi akım bu çatışımda “neden sadece fakirler ölüyor” diyerek sorunun aslını görmezden gelerek tatlı tatlı politika üretirken kimi akım devletin izin verdiği ölçüde solda konumlanarak, Kürt hareketini ABD emperyalizmiyle endeksleyerek; temelinde faşizm, ırkçılık, burjuva politikasında doğruculuk olan çürük bir devletin her alanda sol tabakada meşrulaşmasını sağlayan sözler sarf etmektedirler. Bu akımlar işbirlikçidirler, yaptıkları her politika ezilen bir halkın özgürlük mücadelesini kriminalize etmektedir. Bu konuda cüretkar kelamlarda bulunanlar ise söylediklerini politik sahnede pratik ölçüde hiçbir zaman gerçeklestirme gereği duymazlar.

Bu bağlamda, enternasyonal komünist stratejinin referans alınarak, Kürt sorununu çözmeye yönelik bir metodoloji düşünüldüğünde 4 parçalı Kürdistan için, içeride ve dışarıda, somut ve soyut, yerelde ve bölgede bir mücadele yürütmenin şart olduğu gerçeği ile karşılaşmamak kaçınılmazdır. Ortadoğu coğrafyasının emperyalist unsurları yok edilmedikçe ayrıyeten bu bağlamda verilecek mücadele yerel ile sınırlı kaldıkça Kürt sorunu özelinde somut bir kazanım elde etmemiz imkansızdır. Türkiye, İran, İsrail ve defakto bir şekilde Amerika’nın da yer aldığı bir coğrafyada, aşiretlerin ve bölgesel örgütlerin de maşa olarak kullanıldığı bir coğrafyada, saptadığımız bu düşmanları ve düşmanın bütün enstrümanlarını bir bütün olarak karşımıza almamız şarttır.

İçeriği bir kenara dursun, ulusların kendi kaderini tayin hakkı derken bile söyleme yansıyan “kendi” kelimesi genel anlamıyla solun ürettiği politikalara baktığımızda yadsınmaktadır. Ezilen her halkın devrimci müttefik olma potansiyeli vardır. Ancak burjuva aydınlanmacı bir kafa ile Kürt siyasetine -tabiri caizse- seküler ve cumhuriyetçi maval okumak, Kürt siyasi figürleri düşmanlaştırmak, batıdan doğuya akil adam rolüne bürünüp akıl vermek komünist particiliğe terstir. Ve bu şekilde bir politik pusula edinmek Kürdistan halkında sola karşı bir önyargı oluşturur. Dolayısıyla devrimci müttefiklik potansiyeli olan bir halkı komünizme yabancılaştırmaktan, Lenin’in de saptamış olduğu üzere burjuvazinin yegane unsuru olan ulus devletin bekâsını savunmaktan ve herhangi bir görece sol eğilimi olan merkez bir partinin ilkeselliğinden sıyrılamamaktan öteye gidilemez.
Bu bağlamda, Kürt sorunu özelinde yapılması gereken devrimci görevler aşikardır. Sınır dışı operasyonların ardındaki emperyalist gayeleri teşhir etmek, Kuzey Kürdistan’da ki sistematik soykırım ve asimilasyon politikalarını teşhir etmek ve bu bağlamda burjuva devlete karşı direnen bir halkın bütün metodlarını meşru görmek.