Emekçileri ve Ezilenleri Ne Bekliyor?
21- 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında emekçileri ve ezilenleri ne bekliyor sorusuna yanıt vermek için 28 Mayıs akşamı Erdoğan’ın yaptığı balkon konuşmasına ve seçim kutlamalarına bakmak yeterli olacaktır. Erdoğan yaptığı balkon konuşmasında muhalefeti bir kez daha terörist olarak niteleyerek “teröre” karşı uzlaşmaz bir mücadele yürüteceğini deklere etti. Eğer ki devlet erkanı teröre karşı mücadeleden bahsediyorsa, güvenlikçi politikalar geliştireceğini vaat ediyorsa, bunun gündelik hayattaki karşılığı şudur: Kürtler, sosyalistler, işçi, kadın, LGBTİQ+ örgütleri kısacası tüm toplumsal muhalefete karşı, devletin tüm baskı aygıtlarını kullanarak sindirme, yok etme çalışması içinde olacaktır. Devlet erkanı “teröre karşı” mücadeleden bahsediyorsa emekçilere ve ezilenlere karşı yürütülen devlet teröründe vites yükseltme söz konusudur. Erdoğan balkon konuşmasında kendisinin iktidarda kaldığı süre boyunca Demirtaş’ın asla serbest kalamayacağını söyledi. Toplanan kitle Demirtaş’a idam sloganları attı. Seçim kutlamalarıda bu atmosferde gerçekleşti. Havai fişekler, havaya sıkılan silahlar, Erdoğan’a muhalif semtlerde halka karşı saldırılar gerçekleşti. Erdoğan’ın zaferinin ilanından hemen sonra, Kılıçdaroğlu’na en çok oy çıkan Kürdistan kentlerinde polis operasyonları gerçekleşti. Erdoğan’ın balkon konuşması ve 28 Mayıs akşamı yaşananlar şunu birkez daha göstermiştir: Erdoğan rejimi emekçilere ve ezilenlere yönelik saldırıları daha da sertleşecektir. Erdoğan’ın içinde bulunduğu rejim krizi derinleşerek devam edecektir.
22- Proletaryayı Ekonomik Olarak Ne Bekliyor?
Erdoğan’ın zaferiyle girilen yeni dönemin ilk günleri işçi sınıfının yaşamında büyük yıkımlara yol açacağının işaret fişekleri şeklinde geçmiştir. Hızla tepeden tırnağa her şeye zamlar geldi. Döviz kurunda yeni rekorlar kendisini gösterdi.
Kapitalizmin küresel düzeyde içinden geçtiği dönemin yapısal kriz ve ekonomik buhranın etkileri Türkiye’de de şiddetli şekilde hissedilmektedir. Türkiye ekonomisi hiç olmadığı kadar kırılgan bir zemin üzerinde durmaktadır. Bu kırılgan zemini kontrol altına tutabilmek için emekçilerin hayatlarında büyük yıkımlara yol açacak ekonomi politikalarını sürdürecektir. Bu politikaların sonuçları işsizlik, esnek, kuralsız, güvencesiz çalışma, yoksulluk, sefalet, açlık, geleceksizlik olarak kendisini gösterecektir.*1
İşçi sınıfının her itirazı, direnişi, eylemi, grevi, bastırılmaya, sindirilmeye çalışılacaktır. Sermayenin ve devletin ikincil aygıtı hâline gelmiş sendikaların işçi sınıfını kontrol altında tutmak dışında herhangi bir işlevi kalmamıştır. Türkiye’deki sendikaların durumu sermayenin saldırıları karşısında işçi sınıfının kendisini savunacağı bir araç olmaktan çıkalı çoktan gerçekleşmiştir. İşçi sınıfının partisi, sınıfın devrimci siyasetini yaptığı iddiasında bulunan sosyalist teşkilatlar, 2023 seçimlerinde işçi sınıfını Millet İtifakınına payanda yapan bir tutum sergilediler. Erdoğan’ın zaferinden sonra bağımsız sınıf siyasetinden, emek cephesinden bahsetmeye başladılar. 2023 seçimlerinde sınıf uzlaşmacılığı liberal kaynaşma bataklığına saplananlar işçi sınıfının bağımsız cephesini kuramayacağı gibi bunun önünde engel olarak boy vereceklerdir. İşçi sınıfının Erdoğan rejiminin saldırılarını püskürtebilmesi, ayrı bir bağımsız kutup olarak karşısına dikilebilmesi için mevcut sendikal ve siyasal önderliklerden kurtulması gerekmektedir.*2 Bu durum kendiliğinden oluşacak bir olgu değildir. Sınıfın içerisinde partilileşme hedefinde ilerleyen enternasyonal Komünist bir mayalanma ile mümkündür.
23- Kadınları Ne Bekliyor?
Hiç kuşku yok ki; ekonomik buhranların, otoriterleşen burjuva hükümetlerin yarattığı yıkımların en fazla bedelini ödeyenler kadın işçiler olmaktadır. Ekonomik krizler, işten atmalar, güvencesiz, esnek çalışmalar yaygınlaştıkça bundan etkilenen ilk halka kadın işçiler olmaktadır. Bu durumun sonucu olarak kadının erkeğe olan ekonomik bağımlılığı artmakta, patriyarkal zincirlerin güçlenmesine neden olmaktadır. Tüm sağcı, otoriter, dinci fanatizm, faşist gerici ideolojilerin ortak kesişim noktalarının ilk sıralarında kadın düşmanlığı ve ataerki yer almaktadır. Bu durum Erdoğan rejimi için de geçerlidir. Tüm seçim kampanyası boyunca kutsal aile, örf, gelenek fetişizmi yapılarak kadınların mücadeleyle kazanmış olduğu tüm hakları hedef alan seçim kampanyası yürütüldü. Bu kampanyaların propagandası İslamcı, cihatçı argümanlarla sürdürüldü. Yeni dönem Erdoğan iktidarında kadınlara yönelik durdurak bilmeyen islamist motiflerle süslü ataerkil saldırılar gerçekleşecektir. Bu saldırılara karşı da kadınların radikal mücadeleleri boy verecektir.
24- LGBTİQ+ları Ne Bekliyor?
Cumhur İttifakının seçim boyunca öne sürdüğü argümanların başında homofobi ve LGBTİQ+lara yönelik sistematik nefret örgütlemek oldu. LGBTİQ+ların dış mihraklar tarafından Türk aile yapısını ve genç nesillerin altını oymak için geliştirilmiş sapkın bir proje olduğundan dem vuruldu. Seçimi kazanmaları durumunda buna asla müsaade göstermeyeceklerini deklere ederek sistematik nefret örgütlediler. Yeni dönem Erdoğan iktidarıyla LGBTİQ+ dernekleri ve tüm faaliyetleri kapatılma tehlikesi altında olmakla birlikte, LGBTİQ+ların varoluşlarının kriminal bir olgu hâline gelme tehlikesini de barındırmaktadır. Bu tehlikeyi bertaraf etmenin yolu emekçilerin ve ezilenlerin militan seferberliğinden geçmektedir.
25- Yeni Erdoğan Döneminde Kürtleri Ne Bekliyor?
Tayyip rejiminin seçimlerden önce de sonra da korkmadan haykırdığı bir şey varsa o da Kürtlere yönelik asimilasyonist sömürge savaşıdır. Öyledir ki Türk Burjuvazisi hem sınırötesi operasyonlarla hem de Türkiye hudutları içerisinde Kürtlere yönelik saldırılarıyla en az 2 şey elde etmektedir: Birincisi Burjuva Ortak-Bilincini kitlesel olarak kabul ettirerek devletin meşruiyetini arttırmak. İkincisi ise fiili kontrolündeki tüm bölgelerde emperyalist biçimde doğal ve beşeri kaynakları sömürmek.
Sözde Cumhuriyetin ilanından beri varoluş savaşı vermek zorunda kalan Kürt Proletaryası bu seçimde Kürt siyasi önderlerinin teşviği sonucunda Kılıçdaroğlu’na oy verdi. Ancak buna rağmen Tayyip rejimi bu seçimden zaferle ayrıldı. Bu durumda artık Kürt oylarına muhtaç olduğunu hissetmeyen bir Cumhur ittifakının oluşması olanaklıdan fazlasıdır.
Erdoğan rejimine karşı parlamentarist bir mücadele yürütmüş olsa da Kürt Proletaryası seçimden sonra şehirlerinde konvoylara ve diğer faşist kutlamalara izin vermeyen grup olmuştur. Kürt Proletaryası faşist kutlamalara karşı öyle bir direniş göstermiştir ki polis yoğun müdahale etmek zorunda kalmıştır. Türklerin yaşadığı bölgelerde hemen hemen hiç yaşanmayan bu durum bizlere gösteriyor ki Tayyip rejimine en büyük tehdit Kürdistan’ın ta kendisi olmaktadır.
Tüm bunları gören Tayyip rejiminin Kürtlere yönelik devlet terörünü arttırmayacağını düşünmek komik ve acı bir hayalden başka bir şey olamaz. Kürtlerin gözünde devletin meşruiyetinin düşük olması temelde ezilen ulus olmalarından kaynaklanır ve ezilen ulus olmanın getirdiği güvencesiz Proleter olmak bunu harlar. Bu nedenledir ki yalnızca Tayyip rejiminin değil, Türkiye Cumhuriyetinin meşruiyeti için Kürtlerin asimile olması ve resmi devlet ideolojisine tam entegre olması zorunludur. Fakat bunun gerçekleşmesine engel olmak da Kürt Proletaryasının elindedir.
Bu sorun yalnızca Türkiye hudutlarındaki Kürtlerle kısıtlı değildir, çünkü diasporadaki Kürtlerin varlığı dahi Türkiye Cumhuriyeti için bir meşruiyet sorunudur. Diasporadaki Kürtleri asimile edemeyeceğini bilen Türkiye çözümü onları apolitize etmekte buluyor. Bunu ise diasporadaki faşist çetelerle diasporadaki Kürtlerin siyasal eylemlerinde terör estirerek gerçekleştiriyor.
Mezopotamyanın Türkiye hudutları dışında kalan Kürdistan coğrafyaları için de durum benzerdir. Türkiye yalnızca kendi hudutları içerisindeki Kürtlerden değil, kendi hudutları dışarısındaki Kürtlerden de korkmaktadır. Ve bir organik yaşam formunun gerektirdiği gibi, korktuğu şeye “kaç ya da savaş” içgüdüsüyle yaklaşmaktadır. Bu durum derin rejim krizinde olan Tayyip rejiminin kendi hudutları dışarısında kalan Kürdistan coğrafyası için de amansız terörüne devam edeceğini gösteriyor.
26- Göçmenleri Ne Bekliyor?
Suriye’de 2010’lu yılların başında patlak veren siyasi ve askeri karmaşadan dolayı Türkiye’ye göçmen akımları artış gösterdi. Bunun herhangi bir batı Burjuva Demokrasisinde muhalefet tarafından göçmen dostluğu yaratması olasıyken Türkiye’de hiçbir muhalif akımda göçmen dostluğu yoktur. Aksine, muhalefet iktidarı göçmen dostluğuyla suçlamaktadır.
Fakat Tayyip rejiminin göçmen dostu olduğu düşüncesi de koca bir yanılsamadan ibarettir. Tayyip rejimi için göçmenler ucuz işgücü ve kendi rejiminin meşruiyetine kolay entegrasyon demektir. Durum böyleyken Tayyip rejiminin göçmen sevgisine değil, göçmenler üzerinden pragmatik bir dürtüye sahip olduğu aşikârdır.
Ancak göçmenlerin sahip olmadıkları haklara sahip olduğunu sanan muhalefet, faşist radikalleşmesine başlamıştır bile. Şimdilik Slav göçmenler hakkında hiç konuşmasalar dahi Avrupalı olmayan göçmenlere yönelik ırkçı ve faşist saldırılarını gitgide arttırmışlardır. Zafer Partisi kendi programında göçmenlerin zorla gönderileceğini deklere etmiştir bile. Bu parti ve bunun gibi partilerin yeni süreçte militanlaşma ihtimali göçmenlerin hayatını riske atmaktadır.
Kürt Proletaryası göçmenler konusunda faşist bir davranış göstermese de Türk Proletaryası için durum böyle değildir. Türk Proletaryasının gözünde devletin meşruiyetinin yüksek olması faşist düşüncelere daha meyilli olmasını sağlıyor. Bu nedenle Türk Proletaryası içerisinden göçmenlere karşı tutum Kürt Proletaryasının içerisinden çıkan karşı tutumdan hem oransal hem sayısal olarak daha fazladır.
Fakat göçmenlere yönelik tüm tehdit muhalefetten de gelmeyecektir. Tayyip rejimi gözünde göçmenlerin ucuz işgücü olması durumu da göçmenlerin her ekonomik krizden daha da etkileneceği anlamına gelecektir.
Editörün Notları:
*1: Kapitalizmin her büyük krizlerinde yaşanan durum Proletaryanın gitgide Prekarlaşması olmaktadır. Tıpkı Marx’ın dediği gibi: “Burjuva kazandıkça Proleter kazanmak zorunda değildir ama Burjuva kaybettikçe Proleter de kaybetmek zorundadır.”
*2: Günümüz kapitalizminin yıkılması için üretici-güçlerin gelişmesinden veya derin bir siyasal/ekonomik krizden medet ummamız yeterli değildir. Geçmiş yüzyıllarda bu krizler Burjuva devletin meşruiyetine derin bir darbe indirmiş olsalar da günümüzde Burjuva devletin meşruiyetini düşürmek için bu krizler yeterli değildir. Kendiliğinden bilincin meşruiyet konusunda bu derece yetersiz kalmasından ötürü Burjuva devletin meşruiyetinin düşürülmesi için her türlü Burjuva muhalefetten de bağımsız olmak eskisinden de daha büyük bir önem taşımaktadır.