Giriş
AKP ile Türk-İş arasında 1 aydır süren 200.000 kamu işçisini ilgilendiren TİS süreci tamamlandı. Skandal Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın Çalışma Bakanına fısıldadığı sözcüklerin mikrofana düşmesiydi:
“Uzasa iş karışacaktı, en azından kapattım ben.”
Bu kayıt ile TÜRK-İŞ’in işçiyi nasıl sattığı tescillenmiş oldu. Sendika bürokrasisinin ve sarı sendikaların işlevi gözler önüne serildi.
Bu durum bütün medyada gündem oldu. Sosyal medya üzerinden işçiler tepki göstererek, Atalay’ın istifasını talep ettiler. Sosyalist muhalefet, TÜRK-İŞ’in bir sarı sendika olduğunu kabul etmekten öteye geçemedi. Sosyalistler sendika bürokrasisine karşı bir eylem ve mücadele programı koymaktan acizdirler.
Bu makalemizde kamu işçilerinin geçirmiş olduğu bir aylık TİS sürecini ve bu sözleşmeyi imzalayan tarafların tutumlarını inceleyeceğiz. Sendika bürokrasisinin ne olduğunu nasıl bir işlevi olduğunu; TÜRK-İŞ’in misyonunu inceleyeceğiz.
Sarı sendika olmak salt TÜRK-İŞ’e mi hastır? Yoksa görece solcu olan DİSK ve KESK de mi böyledir? Sendikal bürokrasiye karşı nasıl mücadele etmeliyiz? Araçlarımız, yöntemlerimiz, taleplerimiz ne olmalıdır? Bütün bu sorulara Devrimci Marksizmin ışığında yanıtlar arayacağız.
Kamu İşçilerinin TİS Süreci ve TÜRK-İŞ
TİS süreci başlayınca ekonomik krizin işçi sınıfında yarattığı yıkımdan dolayı kamu işçilerinin öne sürdüğü talepler ve bu talepler için mücadele isteği yüksekti. TÜRK-İŞ de işçilerin gazını almak için “sizin taleplerinizi TİS masasına getiriyoruz, elimizden geleni yapacağız.” mesajını vermeye çalıştı.
TÜRK-İŞ, TİS masasına getirdiği taslakta, ilk 6 ay için %15 zam istemekteydi, ikinci 6 ay için enflasyon oranının üzerine %3 zam talep etmekteydi. En düşük işçi ücretinin 3500’e yükseltilmesini ve bunun üzerine 300 TL zam talep etmekteydi. TÜRK-İŞ yönetimi taleplerinde ısrarcı olduğunu, işçiyi enflasyona ezdirmeyeceğini ve eğer talepleri karşılanmazsa bayramdan sonra eylem yapacaklarını, greve çıkmaktan çekinmeyeceklerini ifade ettiler.
Gaz almak için dile getirilen bu söylemlerin tabi ki de yalanın daniskası olduğu bayram bittiği gibi ortaya çıktı. Yangından mal kaçırır gibi hükümetin işçilere dayattığı koşullara imza attılar. İmzalanan TİS (Toplu İş Sözleşmesi) sefalet koşullarını aratmayan nitelikteydi.
TÜRK-İŞ ilk 6 ay için %8, ikinci 6 ay için enflasyon oranına bakılmaksızın %3’e imza attı.
Yerli ve uluslararası şirketlerin bir dediklerini iki etmeyen hükümet, sözkonusu işçi olunca satılık sendika bürokratları ile işçiyi sefalete, ekonomik ve sosyal yıkıma sürüklemektedir.
TÜRK-İŞ kurulduğu günden beri Türk sermaye devletinin bir aygıtı olarak iş görmüştür. Tarihi boyunca devlet kontrolünde olmuş ve siyaset üstü sendikacılık adı altında emek mücadelesinin önünü kesmektedir. 12 Eylül Askeri Darbesi gerçekleştiğinde işçi sınıfının tüm teşkilatları ortadan kaldırılıp işçi militanlar işkence tezgahlarından geçirilmiş, zindanlara tıkılmış ve işçi sınıfının tüm kazanımlarına saldırılar başlatılmıştır. 12 Eylül cuntasının asıl amacı yükselen devrimci işçi hareketini bastırarak burjuvaziye dikensiz bir gül bahçesi sunmaktı.
TÜRK-İŞ bu dönemde askeri cuntayı destekleyerek, Çalışma Bakanlığı görevini üstlenmiştir. TÜRK-İŞ Konfederasyonuna bağlı bir kaç sendika dışında (KRİSTAL-İŞ vs.) tüm iş kollarına patronlar yardımıyla yerleştirilmiştirler. Grev ve hak arama tehlikesi karşısında patronların gardiyanlığına soyunmuşturlar.
TÜRK-İŞ’in içinde oluşan sendikal muhalefet platformu üyesi sendikaları bir kenara bırakırsak, TÜRK-İŞ’in tarihinde dişe dokunur grev ve direniş kültürü yoktur.
TÜRK-İŞ’e bağlı birçok sendikanın işletmeleri ve şirketleri vardır. Bu işletmelerdeki işçiler sendikasız ve güvencesiz şekilde çalışmaktadır.
TÜRK-İŞ’in sendika bürokratları kıdemine göre 40.000-100.000 TL arasında maaş almakta, tüm masraflarını da sendika gideri adı altında işçilere ödetmektedirler. İşçinin sırtından hükümdarlık kurmaktadırlar.
Sendika içerisinde herhangi bir demokratik işleyiş sözkonusu değildir, tüm yönetim kademeleri genel merkez tarafından atanmaktadır. Peki sendika bürokratlarına bu saltanatı veren, onların önünü açan kimdir?
(1.) Sendika bürokrasisinin bu düzeyde dev bir bürokratik aygıta dönüşmesine yol açan burjuva devletin ta kendisidir. Çünkü sermaye devleti işçi sınıfının radikalleşince kendisine karşı nasıl bir deve dönüşeceğini çok iyi bilmektedir. O yüzdendir ki, işçi sınıfını başıboş bırakmaması gerekmektedir. Eğer hak arayacaksa da bu düzen sınırları içerisinde, sermaye devletinin düzenine zarar vermeyecek bir çizgide olmalıdır. Burjuva devletin sınıfı kontrol altında tutacak bir aygıta ihtiyacı vardır, bu aygıt da sendikal bürokrasiden başkası değildir.
(2.) Bir diğer aktör ise burjuvazinin kendisidir. Burjuvazi işçi sınıfını dizginsiz bir şekilde sömürmek ister, işçi sınıfının girdiği her kavga, burjuvazi için bir kabustur. İşçi sınıfının burjuvaziye karşı her girdiği kavga, burjuvazinin kârına ve sermaye tahakkümüne vurulmuş bir darbedir.
Sermaye grevden, fabrika işgalinden muazzam derecede korkar çünkü bir günlük grev burjuvazinin milyonlar kaybetmesi demektir. Dizginsiz şekilde sömürdüğü işçi sınıfını eskisi gibi sömüremez duruma gelir. Bu yüzdendir ki, işçileri baskı altında tutmak, birlik olmalarını engellemek, örgütlenmelerinin önüne geçmek ve militan işçileri fişlemek için dev bir bürokratik kasta ihtiyaç duyar. Bu aygıt da burjuvazinin kurdurduğu, fabrikasına soktuğu sarı sendikasından başkası değildir.
(3.) Sendikal bürokrasiyi bu düzeyde güçlendiren bir diğer etmen ise reformist solun bizzat kendisidir:
Onlar kitleleri reform ve kırıntılarla yetinmeye davet ederler. Devlet ve sermayenin kurdurduğu sendikalar karşısında işçilerin kurduğu ama bürokrasinin ele geçirdiği DİSK vb. “Kızıl” sendikaları kahraman ilan ederler. Devrimci fikirlere sahip veya bu fikirlere sempati duyan işçilerin düzene entegrasyonunu sağlarlar. Bunları gerçekleştirirken de sınıf mücadelesi verdikleri iddiasından asla vazgeçmezler!
~
Yukarıda dile getirdiğimiz sendikal bürokrasinin önünü açan etmenlerin tamamı burjuvazi ile doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılıdır. Açık düşmandırlar, bilinç düzeyi en geride olan işçiler dahi bu düşmanlığı gündelik hayatın içinde rahat bir şekilde kavrayabilmektedir.
Lakin reformist sol bu açıdan en tehlikeli etmendir. Çünkü işçi sınıfının içinden çıkmıştır. Sınıf mücadelesi, devrimcilik gibi iddialı etiketleri üzerinde taşımaktadırlar. Bu bakımdan bir Truva Atına benzerler.
Sınıf mücadelesinde yaptıklar ihanetler, işçi sınıfını mücadeleden ve sosyalist fikirlerden tamamen soğutmak ile birlikte tepki olarak popülist sağ siyasetin önünü açmıştır (Almanya, Venezuela, Brazilya…). O yüzdendir ki, reformist sol ve sendika bürokrasine karşı verilecek mücadece en az burjuvaziye karşı verilecek mücadele kadar kıymet arz etmektedir.
Sol Görünümlü Sendikalar
Devlet ve patron güdümlü TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ’in durumu ortada. Peki ya işçi sınıfının tabanından gelen DİSK ne durumda?
60’lı yıllarda devlet güdümlü TÜRK-İŞ’in içinden çıkıp fiili meşru mücadeleyle kurulan; 60-70’li yıllarda militan sınıf mücadelesi ile birçok kazanım elde eden DİSK, 70’li yılların sonlarına doğru CHP çizgisine savrulmaya başladı. Bu savrulmanın sonucu olarak 12 Eylül Darbesi gerçekleştiğinde DİSK önderliği herhangi bir direniş göstermemekle birlikte, Selimiye Askeri Kışlasına teslim olmak için sıraya girmiştir. 12 Eylül’den sonra da DİSK cuntacılar tarafından ortadan kaldırılarak, tüm mal varlığına el konulmuştur.
90’lı yıllarla birlikte tekrar kurulan DİSK dünyada hakim olan neoliberal rüzgardan etkilenerek dizayn edildi. O yıllarda SSCB’nin kapitalizme entegrasyonu yaşanmaktaydı. Burjuvazi küresel ölçekte işçi sınıfının yok olduğunun, Marksizmin son kullanma tarihini doldurduğunun propagandasını yapmakta ve sosyalistler ise hızla reformizme, legalizme, sosyal demokrasiye yelken açmaktaydı.
DİSK de bu ideolojik çöküşten etkilenerek hızla bürokratikleşme süreci içine girdi. DİSK uzun yıllardır meşruiyetini geçmişteki mücadeleci tarihi ile devam ettirmeye çalıştı. Bunu yaparken de TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ’in sarı sendika olmasını merkeze alarak kendisini işçi sınıfının haklarını savunan tek sendika ilan etti. Fakat pratikte kendisinin de onlardan bir farkı yoktu, “Kızıl” olması (!) dışında tabi.
DİSK bürokratları da TÜRK-İŞ’in bürokratları kadar olmasa da onları aratmayacak düzeyde maaşlar almakta, reformist solun katkısıyla da CHP’nin çizgisine her geçen gün daha fazla kaymaktadır. Uzun yıllardır DİSK Başkanlığı CHP milletvekilliği için bir basamak olmuştur. Sözün kısası DİSK’in durumu TÜRK-İŞ’ten çok farklı değildir. TÜRK-İŞ sağ sendika bürokrasisini DİSK ise sol sendika bürokrasisini temsil etmektedir.
Ergün Atalay’ın mikrofona düşen bu itirafına henüz DİSK’ten bir açıklama gelmemiştir. Gelmesini de beklemiyoruz çünkü kendileri de Ergün Atalay gibi işlerin uzamasından korkmaktadır. Ya bu ekonomik kriz ortamında işçi sınıfı mücadele sahnesine çıkar da işlerinden olurlarsa!? İşçi sınıfı mücadele sahnesine çıkarsa, işçiler sendika bürokrasisinin elinden kayar, böylece devletle karşı karşıya gelirler. Eğer sendika işçiden yana tavır alırsa devlet karşılarına dikilir, öteki durumda da işçiler.
2015 Metal fırtına derslerini DİSK de, TÜRK-İŞ de çok iyi almıştır. DİSK yönetimi son 5 yıldır tüm grev yasaklarına biat etmiştir. Zaman zaman işçilerin enerjisini almak için sol popülist söylemler kullanarak, mücadelenin diğer iş kollarına ve işyerlerine yayılmasını engelemek için oldu bittiye gelen sözleşmelerle tehlike atlatılmaya çalışılmıştır. DİSK bürokrasisinin tüm günahlarını aklamak reformist solun işidir.
Satış sözleşmelerini zafer diye sunmakta, süreci pasifize edip başarısızlığa uğrattığı mücadelelerde topu TÜRK-İŞ’e ve hükümete atmaktadır.
Burjuva düzenin aygıtı haline gelmiş DİSK bürokrasisini, reformist solun bu düzeyde savunmasının tek nedeni vardır: Kendisi de bu bürokrasinin asli unsurudur!