Erdoğan diktatörlüğü ekonomik kriz derinleştikçe, açlık, yoksulluk, hayat pahalılığı, sefalet, işsizlik artıkça tel tel dökülmekte işleyemez duruma gelmektedir. Toplumsal rıza üretme yetisini kaybettikçe iktidarını sürdürebilmek için sistematik olarak iki şeye başvurmaktadır. Olabildiğince milliyetçi, şovenist bir hava estirerek tüm toplumsal muhalefeti kriminalize ederek korku imparatorluğu inşa etmek ve bunun üzerinden eriyen tabanını konsolide etme diri tutma çabası içerisine girmek. Kendisine karşı oluşan en küçük muhalefet hareketini dahi devlet terörüyle bastırmak. Bu Erdoğan rejimi için bir tercih değil zorunluluk hâline gelmiştir. Zorunluluk hâline gelmiştir; çünkü içinde bulunduğu krizden, çürüme ve düşüşten çıkabilme yetisine sahip değildir. İçinde bulunduğu krizden çıkabilmek için ne somut bir programı vardır nede bu krizden çıkma gibi bir derdi vardır. Bu krizden çıkmak için uygulayacağı her reform kendi temsil ettiği sınıfın çıkarlarına cepheden karşı durmak anlamına gelmektedir. Erdoğan rejimi devlet terörüyle iktidarını sürdürmeye mahkumdur; çünkü en ufak bir muhalefeti kaldıracak güce sahip olmamakla birlikte olası bir toplumsal seferberliğin kendi sonunu hazırlayacağını iyi bilmekte o yüzden tedbiri asla elden bırakmamaktadır. Temsil ettiği sınıfın çıkarlarını korumak ve onların ihtiyaçlarına uygun politikalar uygulayabilmek için yaralı bir vahşi hayvan gibi kontrolsüz şekilde devlet terörü uygulamaktadır. Erdoğan rejiminin sürdürülebilirliği buna bağlıdır. Unutulmaması gereken gerçeklik şudur; Erdoğan rejimi aynı zamanda kurumsallaşmış devlet terörü rejimidir.
Bu durum Erdoğan rejiminin şahsına münasır bir özelliği değildir. Tam aksine burjuva devletlerinin varoluşsal özelliğidir. Devlet sınıf savaşlarının aracıdır. Burjuvazinin baskı, şiddet ve kendi sınıf diktatörlüğünü kalıcı hale getirmek için hava kadar su kadar ihtiyaç duyduğu olmazsa olmaz silahıdır. Burjuvazi tüm ideolojik aygıtları ve propaganda araçlarıyla devleti sınıflar üstü, herkesin güvenliğini sağlayan tarafsız bir hakem olarak lanse eder. Kapitalizm krizlere girdikçe, sınıf mücadeleleri keskinleştikçe, devletin sınıfsallığını gizleyen örtü tümüyle ortadan kalkmaya başlar. Böyle durumlarda da reformistler, tasviyeciler, burjuvazinin muhalefetteki kanadı, kutsal bir ittifak içerisine girerek, devletin sınıfsal karakterinin üstünü örtmeye çalışırlar. Sorunu yalnızca mevcut iktidara ve uygulanan kötü, beceriksiz politikalara indirgeyerek düzen içerisinde bir iktidar değişikliğiyle sorunun hallolabileceğinin propagandasını yaparlar. Burjuvaziyi sınıf savaşıyla ve zor kullanarak ilga edilmesi gereken bir düşman olarak değil, herkesin güvenliğini sağlayan tarafsız bir hakem olarak görülmesi için çaba sarf etmektedirler. Burjuvazi hiçbir zaman, hiçbir dönem, hiçbir yerde yalnızca resmi polis ve ordusuyla yetinmemiştir. Barış döneminde de savaş döneminde de, en demokrasi havariliği yaptığı dönemde de, olağanüstü rejimlere( Bonopartizm, askeri diktatörlük, faşizm) büründüğü dönemlerde de; grev kırıcılarını, silahlı faşist çetelerini, yeraltı şuç teşkilatlarını beslemekten, hazırda tutmaktan asla geri kalmamıştır. Özellikle düşüşteki kapitalizmin küresel birleşik kriziyle birlikte, tüm burjuva devletler, kazanılmış demokratik hak ve hürriyetleri rafa kaldırmakta, savaş yatırımlarını artırmakta, iç savaş tatbikatları yapmakta, faşist çeteleri palazlandırmakta, ırkçılığı büyütmekte, sandıklardaki nazi bayraklarını çıkartıp kullanılır hâle getirmektedir. Erdoğan rejiminin bugün geldiği nokta dünyadaki bu konjektürün ürünüdür. Son 1 hafta içinde devlet terörü tüm boyutuyla kendisini göstermekte, emekçilerin ve ezilenlerin can güvenliğinin olmadığını, bizlerin hayatını zindana çevirmeye, köleleştirmeye yemin etmiş bir burjuva diktatörlüğüyle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Sendikalaştıkları için işten atılan, Sabancı Holding’e bağlı enerji işçileri direnişe geçince, direkt karşılarına devletin kolluk güçlerinin saldırıları ve gözaltılarını yaşadılar. Bu durum yalnızca enerji işçilerinin direnişine has istisnai bir durum değildir. Son zamanlarda en ufak işçi direnişinden, kitlesel işçi grevlerine kadar hiç ayrım yapılmaksızın devlet terörü uygulanmaktadır. Burjuva devlet işçilere karşı keskin bir şekilde patronların koruması gibi hareket etmekte bir beis görmemekte, işçi direnişleri başladığı gibi büyümeden baskı altına alıp söndürmeye çalışmaktadır. Onur ayına girdiğimiz bu günlerde Türkiye’nin dört bir yanında LGBTİQ+lara karşı polis terörü yaşatılmakta, gözaltılar, işkenceler, islamcı faşişt çetelerin saldırıları eksik olmamakla birlikte bizzat devlet eliyle organize edilmektedir. İstanbul’un Beyoğlu ilçesine bağlı Fetihtepe mahallesinde yaşanan süreç devletin sınıf diktatörlüğünü en net şekilde ortaya koymaktadır. Kentsel dönüşüm adı altında mahallenin yoksul emekçi sakinleri, kendi evlerinden, mahallerinden yaşam alanlarından devlet terörüyle zorla atılmaya çalışılmaktadır. Kentsel dönüşümün yapılmasına dair mahkeme kararı dahi olmamasına rağmen, burjuva devlet kendi hukukuna dahi uymamakta, uygulamamaktadır. Önce AKP’ye yakın silahlı çeteler mahalleliyi evlerinden çıkması için tehtit etmekte, Belediye mahallenin elektrik ve sularını kesmekte, polis mahalleye saldırarak insanları zorla sokağa atmaya çalışmaktadır. Kentsel dönüşüm denen olgu tam olarak budur: Zor, baskı, tehtit ve dolaylı yoldan el koyma ve yıkım saldırısıdır. Yaşanan süreç kentsel değil, devlet terörü yardımıyla burjuvaziye rant alanı açma, emekçi mahallelerin sakinlerini sokağa atma girişiminden başka bir şey değildir. Son olarak da Ataşehir’in Yenisahra mahallesinde, Afgan, göçmen, Kürt işçilere faşist, lümpen çeteler saldırmakta, onları gasp etmeye çalışmakta, Nazi artığı Ümit Özdağ’ın provakasyonuyla birlikte katı atık depoları ve orada çalışan işçilerin çalışma ve barınma alanları ateşe verilmekte, faşist çeteler tarafından basılmakta, pogrom girişiminde bulunulmaktadır. Son bir haftada fabrikalardan, iş yerlerine, mahallelerden, sokaklara, kampüslere kısacası emekçilerin ve ezilenlerin tüm yaşam alanlarında devlet terörü kol gezmektedir. Erdoğan iki şeyin altını sistematik olarak çizmektedir. Bunlardan birincisi Gezi İsyanı, ikincisi ise 15 Temmuz gecesi yaşananlar. Buradan verilmek istenen mesaj çok açıktır, eğer Gezi benzeri bir toplumsal kabarış ve isyan çıkarsa 15 Temmuz akşamı sahaya inen cihatçı faşist çeteler ve devletin tüm kolluk güçleri seferber edeceğini, isyanı bastırmak için her şeyi yapacağını açık bir şekilde deklere etmektedir. 15 Temmuz’dan sonra çıkartılan KHK’lerle hükümete karşı girişilecek bir kitlesel ayaklanmada, sivil faşist çetelerin katliamlar gerçekleştirmesinin yasal düzenlemeleri yapılmıştır. Erdoğan rejiminin son bulması, iktidardan gitme sorunu, seçim stratejileri, ittifaklar sorunu değildir. Erdoğan iktidarının tarihin çöplüğüne gitme sorunu her şeyden önce devrim sorunudur. Reformistler ve burjuvazinin evcilleştirdiği sosyalistler, emekçi kitlelere ve toplumsal muhalefetin tüm kesimlerine, demokrasinin kutsallığından, emek ve demokrasi mücadelesinin parlementerist legal yollarla yapılması gerektiğinin borozanlığını yapmaktadırlar. Son tahlilde burjuvazi tepeden tırnağa silahlı, işçilerin ise silahlandırılmış olmaması gerektiğinin, aksinin gayrı meşru olduğu görüşünü aşılamaktadır. Bugün devlet terörünü kendi iktidarının biricik savunması olarak kodlayan Erdoğan diktatörlüğüne, ekonomik krizin getirdiği yıkımlara karşı yapılacak her mücadele çağrısında, propaganda ve ajitasyonda, işçi sınıfının burjuva devletin kolluk güçlerine , sivil faşist ve cihatçı çetelere karşı kendi özsavunma komitelerinin oluşturulmasının propogandası yapılmalıdır. Devlet terörüne kafa tutmanın ilk koşulu özsavunma komitelerinin oluşturulmasından geçmektedir. Sözü yoldaş Troçki’ye bırakacak olursak:
” Faşizme karşı mücadele liberal yazı işleri müdürlerinin bürolarında değil, fabrikalarda başlar ve sokaklarda son bulur. Fabrikadaki grev kırıcıları ve özel silahlı muhafızlar faşist ordunun temel çekirdeğidir. Grev gözcüleri ise proleter ordusunun temel çekirdekleridir. Kalkış noktamız bu olmalıdır. Her grev ve yürüyüşle ilgili olarak işçi özsavunma grupları yaratmanın gereğini yaymak zorunludur. Olanaklı her durumda, gençlik gruplarıyla başlayarak özsavunma grupları örgütlemek, onlara silah kullanmasını öğretmek zorunludur.”