Açılım Zehri
22 Ekim 2024 günü MHP lideri Bahçeli’nin mecliste yapmış olduğu konuşma siyasi gündemin merkezine bomba gibi düştü. Daha öncesinden Bahçeli’nin mecliste DEM Partili vekiller ile el sıkışmasının ardılı olan bu konuşmada Bahçeli, terör sorununun siyasi çözüm yollarına, mevcut dünya konjonktüründe milli birliğin daha da önem kazandığına dem vurmuş ve kamuoyuna bomba gibi düşen ‘’Şayet İmralı’daki tecrit kalkarsa Öcalan meclise gelsin, DEM Parti grup toplantısında örgütünün kendini tasfiye ettiğini haykırsın’’ diyerek çözüm sürecinin altyapısını oluşturan bir söylemde bulunmuştur. Peki, ikinci bir çözüm süreci dalgası Kürdistan halkının siyasi iradesini ne ölçüde var edebilir ve ilk sürecin akabinde yaşanılan olaylar ile mevcut konjonktürde ne gibi sonuçlar ve olasılıklar olabilir?
Açılımın megafonu niçin Bahçeli?
İlk açılım sürecine kâti suretle karşı çıkmış olan MHP, bu kez niçin böyle bir sürecin fitilini ateşleyecek söylemlerde bulunmuştur bu tahkik edilmesi gereken önemli bir husustur. Buna mümessil olan birkaç etmen bulunmaktadır, kronolojik değeri çok yüksek olan ve üzerinden çok da bir zaman geçmemiş olan 31 Mart 2024 yerel seçiminin doğurduğu yeni siyaset paradigması bu nedenlerden yalnızca biridir.
Öncelikle seçimlerin akabinde yazdığımız ‘’2024 Yerel Seçimleri | Sonuçlar ve Olasılıklar’’ başlıklı yazımızda bulunduğumuz tahliller ve tahlillerin ardında sıraladığımız ön görüler halen daha güncelliğini korumakla beraber, yazının bu pasajı bahsi geçen yazının devam niteliğini taşımaktadır. Genel itibariyle seçim yazımızın ana ön görüsü faşizmin yükselişte olmasıyla beraber AKP’nin daha bonapartist bir hükümet haline geleceğine yönelikti. Yani buradaki çıkarım şuydu, AKP tek partili bir hükümetin yegane organı olmasına karşın güçten düşmüş ve dolayısıyla yükselen aşırılıkları dengeleme niteliğine daha da bürünmüş bir partiye evrilecektir. Hatta ve hatta AKP ve MHP arasındaki klikler kavgasının daha da yoğunlaşacağına yönelik bir ön görümüz de vardı. Bugünün koşulları bu ön görüleri yanlışlar nitelikte gibi görülebilir, lakin mevcut siyasi gündemin söylemlerinin yapısal boyutu akılların karışmasına mahal vermemeli. Yani ne MHP liderinin söylemlerine siyasi basiretsizlik demek doğru olacaktır ne de AKP halen daha hükümet ortaklarını konsolide edebilecek güce sahiptir demek doğru olacaktır.
Başlıktaki soruya yoğunlaşmadan evvel MHP’nin nasıl bir siyasi parti olduğunu tahlil etmek gerekiyor. Öncelikle MHP tarihi boyunca hiçbir zaman namluyu iktidara doğrultmamıştır ve iktidar yolunda cüretkar ve homojen bir siyaset üretmemiştir. Tarihi boyunca doğrusal bir politik strateji dinamizmini işler kılmış, her zaman kazanan tarafta bulunmuştur. Örneğin, 80 darbesi dönemi atlatıldığında MHP’nin gocunduğu herhangi bir mesele olmamakla beraber aradan çok vakit geçmeden sonra bunun devlet bekası için yararlı bir darbe olduğuna yönelik bir tutum sergilemişlerdir. Hatta dönemin MHP başkanı Türkeş cunta döneminde cezaevine atılmışsa da ‘’Bizim içeride olmamız mühim değil, fikirlerimiz iktidarda’’ söyleminde bulunmuştur. Bu örnek belki de MHP’nin siyasi stratejisini katı bir çıplaklıkla teşhir eden en mühim olaydır.
Konu özelinde örnekler verilmesi gerekirse eğer, PKK kurucu lideri Abdullah ÖCALAN’ın uluslararası istihbaratın ortak çalışmasıyla yakalanıp TC’ye teslim edilmesinden sonra o dönemin siyasi gündeminde oluşan idam spekülasyonuna karşın MHP’nin tavrı idamın gelmemesine yönelikti. Çünkü devletin bekası için PKK’nin silahlı mücadelesi kontrol edilebilir nitelikte olmak zorunda olmakla beraber bunun için de yapılması gereken şey, halihazırda devletle diyalog konusunda ısrarcı olan ÖCALAN’ın devletin avucunun içinde olmasıydı. Dolayısıyla MHP’yi fazlaca iptidai bir kafatasçılıkta motivasyonunu bulan basiretsiz bir parti olarak görmek siyaseten yanlış tahlildir ve MHP faşizmine karşın üretilecek stratejik bütünlüğün yanlış zemin üzerinde konumlandırılmasına yol açar.
Uzun lafın kısası, MHP geçmişten bu güne esas almış olduğu siyasi pragmatizmi çok iyi işleten bir parti olmakla beraber siyasi ideali devletin bekasıdır. Tarihi boyunca kamera karşısında iktidar öznelerine yanaklarını okşatmış kameralar ardında kulaklarından çekmiş bir partidir. Oy oranından bağımsız, tarihin her döneminde devletin organlarında baskın bir varlık göstermişlerdir.
Peki, mevcut gündemde MHP devletin bekasını niçin ikinci bir çözüm sürecinde görmektedir? Bunun nedeni açıktır. Ortadoğu’daki alev gitgide yayılmaktadır ve ön görülen bir Dünya Savaşı gerçekliği mevcuttur. Bu alev yangın boyutuna evrilmeden ve Kuzey Kurdistan’a sıçramadan hükümet Kuzey Kurdistan halkını konsolide edebilmek için bir müzakere gerçekliği oluşturmuş ve asgari ölçüde de olsa bir diyalog oluşturarak, Kuzey Kurdistan’ın siyasi temsilcilerinin ve halk tabanının merceğini buraya çevirmiştir. Yıllardır Dünya’dan izole bir şekilde el altında tutulan Öcalan, bu konjonktürde DEM Parti milletvekili aynı zamanda yeğeni olan Ömer Öcalan ile görüşme fırsatına erişmiştir.
Bütün bunlara karşın, çözüm sürecinin fitilini ateşleyen unsur niçin Bahçeli sorusuna gelirsek eğer, Bahçeli’nin böyle bir role bürünmesi siyaseten aşırılıkların uzlaşısı mesajını içermektedir. Yani sözünü ettiğimiz milli birlik hususunun siyaseten izdüşümü bu şekilde sağlanmıştır.
DEM Parti’nin Paradigması
Devletin stratejik olarak uzattığı bu zeytin dalını DEM Parti ilkesel bir güdüyle çok sıkıca tutmuştur. İktidarla Kürt siyaseti arasında ilk çözüm sürecinin hezeyanla sonuçlanması ve Kobane olaylarına giden süreçten mütevellit ipler iyice kopmuştu. Dönemin HDP’si en radikal tutumlarını sergilediği sürece girmiş, bizzat Demirtaş’ın çağrısı ile devlete karşı Kürdistan halkı sokaklara davet edilmişti. Gelgelelim bugün barış güvercinlerinin uçtuğu, Kürdistan’da iktidar yanlısı ve DEM Parti yanlısı aşiretlerin barış seromonileri düzenlediği atmosferin oluşmasına vesile olan tek şey ise iktidarın en faşist kliğince uzatılmış bu zeytin dalıdır. DEM Parti seçmen tabanı Türkiye’nin en militan seçmen kitlesidir ve homojen bir halk tabanını temsil eder. Kürtlerin siyasi varlık gösterdiği ilk tarihten bu yana değişmez bir talep olan özgür ve bağımsız Kürdistan talebinin savunusu ise, bir önceki süreçte kendilerini ihanete uğratan aynı muhatapların en faşist kliklerince kendilerine uzatılan zeytin dalının ve bu atmosferin oluşturmuş olduğu siyasi kabın şeklini almakla mükellef bir partiye teslim edilmiştir. Ve bu partinin karar alma sürecinde işleteceği demokratik mekanizmalar açılım dönemlerinde işleyememektedir. Bunun tek bir nedeni vardır, o da Öcalan.
İlk çözüm süreci olduğunda Kürt siyaseti ve devlet arasındaki diyaloğa Öcalan sayesinde bir set çekildi. Görüşmeler en olmayacak yerlerde, en olmayacak yabancı istihbarat ağlarının denetiminde ve iki tarafı da teslim etme hususunda en olmaması gereken kişilerce yapıldığından dolayı haliyle bir sonuç alınamadı ve görüşmelerin kapalı kapılar ardında yapılmasından dolayı devlet bu süreci çok basit bir şekilde manipüle edip kamuoyunun önüne sunabildi. Geçmişi çok eşelemekte fayda görmüyoruz şu noktada, lakin Öcalan’ın bu rolü halen daha güncelliğini korumakta. Mevcut çözüm sürecine has bir güçler ayrılığı mevcuttur. O ayrılığın öznelerinin oluşturduğu üçgen ise şu şekildedir: Öcalan – DEM Parti – PKK. Süreç başladığında, Bahçeli’nin sözlerine istinaden Kürt halkının temsiliyeti ve diyalog aracı Öcalan olarak belirlenmişti. Lakin PKK zannediyoruz ki tarihin tekerrür etmesine yönelik duydukları kaygıdan olsa gerek bu duruma tepki gösterdi. PKK’nin yürütme ekibinde bulunan ve kurucularından biri olan Cemil Bayık ‘’Pratik mücadeleyi biz yürütüyoruz, devlet çözüm istiyorsa bizi muhatap almalı’’ diyerek alışılagelmişin dışında bir söylemde bulundu. Öcalan kültünün dokunulmazlığını yitirdiğini düşüneceğimiz sıralarda ise KCK, diyalogların Öcalan üzerinden yürütüleceğini ve Kürdistan halkının iradesinin Öcalan olduğuna yönelik bir açıklama yaparak son noktayı koydu.
Abdullah Öcalan’ın Alamet-i Farikası olarak Demokratik Konfedarilzm Paradigması
Öncelikle PKK ve Kürdistan arasındaki organik bağı anlamak için şu açımlamayı yapmakta yarar var. Kürdistan partisi olmak ve anti sömürgeci bir parti olmak arasında dağlar kadar fark var. PKK halihazırda bir Kürdistan partisiyse bile özgür ve bağımsız bir Kürdistan ideali olmadığı ve araçları da buna yönelik olmadığından dolayı anti sömürgeci bir parti değildir. PKK her ne kadar radikal araçlara sahip olsa bile programında ve idealinde yatan tek gerçeklik güçlendirilmiş bir burjuva demokrasisidir. Sömürgeci rejimini demikratikleştirip, aynı sömürgeci rejime entgre olmaktır. Bizzat taraflarınca yapmış oldukları açıklamalarda Ortadoğu’da sınırların değişmesine yönelik bir isteklerinin olmadığını ve tek gayelerinin demokratik bir Türkiye olduğunu gocunmadan söylemektedirler. Lakin bu örgütün tarihine mahsus bir durum değildir. Her ne kadar tasvip etmediğimiz bir geleneğin ve mücadele metodolojisinin yansıması olsa da PKK ezilen bir halkın siyasi gerçekliğidir. Zamanında devrimci iddialara sahip, Marksizm, sosyalizm söylemlerine sahipti. Kürdistan özelinde yerelciliğe sıkışmayacak kadar ileri bir mücadele hacimleri vardı. Hakeza dönem notlarına baktığımızda Ortadoğu bağlamında geliştirdikleri bir bölgesel birleşik mücadele hattı tasavvurları dahi mevcuttu. Bütün bu parçalar bütünü ne oldu da anti sömürgeci mücadelenin yerini demokratik konfedaralizm yoğunlaştığı bir parti modeline bıraktı diye soracak olursanız eğer, bunun tek bir cevabı vardır o da PKK’nin programından Marksizmi ve Leninizmi çıkarmasıdır. Yeni paradigmanın programatik yansıması da tam olarak bu tarihe denk düşmektedir.
Dünden Bugüne Sonuçlar ve Olasılıklar
Hayli hazırda sosyalist hareket ardında teorik ve pratik olarak sınıfta kaldığı bir sınava sahip. Yazının şu kısmına kadar açımladığımız üzere AKP, MHP ve DEM’in siyasi motivasyonları ortadadır. Dolayısıyla, yapıları itibariyle bu siyasi denklem iç açıları 180 derece olmayan bir üçgen tasavvuruna denk düşmektedir, tamamıyla irrasyoneldir. Bu açıların 180 dereceye denk düşebilmesi için 2 cenahtan birisinin taviz vermesi şarttır.
Peki bu tavizi kim verecek?
Bir önceki çözüm sürecinde tablo şuydu. Dişlerini sivriltmemiş demokrat AKP hükümet ortağı olarak ilk Kürtleri gözüne kestirmişti. Aynı zamanda dönemin PKK’si hayli güçlüyken. Dolayısıyla, hem AKP’nin burjuva pragmatizmi işletmesine yönelik hem de var olan ‘’terör’’ sorununu daha kontrol edilebilir kılmak için AKP’nin taviz vermesine yol açabilecek irili ufaklı bir sürü etmen mevcuttu. Dolayısıyla o zamanın anayasa spekülasyonun vadettiği ümit, sol liberallerimizi kıskacına alabilmiş, kimi sosyalist maskeli sol liberallerin ise maskesini düşürmeye yetmişti. Velhasıl, sürecin niçin bir yere varmadığını tahkik etmekten ziyade dikkatin yoğunlaşması gereken husus şudur. HDP siyasi tarihi boyunca elindeki kart destelerinin en iyi olduğu zaman diliminde oturmuştu masaya lakin hiçbir sonuç alamadı. Dolayısıyla, günümüz konjonktürüne baktığımızda Kuzey Kurdistan’da varlık gösteremeyen bir PKK ve iyiden iyiye kriminalize edilmiş, güçten düşmüş, eşbaşkanları içeride olan bir DEM Parti gerçekliği ile karşılaşıyoruz. Hükümeti bir önceki dönemdeki gibi masaya oturtabilecek bir kozu olmayan DEM Parti, su götürmez bir gerçekliğe istinaden bu sürecin başlamasına vesile olan taraf değildir. Yani çözümün muhatabı değil, taviz vermesine yönelik Erdoğan ve Bahçeli’nin strateji tahtasındaki sembollerden biridir.
Güncel taleplere ve var olan bu spekülasyonlara istinaden yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenler aşikardır. Burjuva siyaset dinamizminin merkezini oluşturan anayasa meselelerinden demokratik pay çıkarma gayesiyle kafayı bozmak komünistlerin kendilerini yoracağı meseleler olmamakla beraber mevcut konjonktürde böyle bir ihtimali varsayacak siyasi kıt zekalılığın izdüşümü olacak önermeler politik bir alternatif olarak bile ele alınmayacak kadar gerçeklikten uzaktır. Dolayısıyla bu sürecin olumlanır hiçbir tarafı yoktur.
Lakin, çözüm süreci karşıtlığı aktivizmi gibi ulusal şovenizmden motivasyonunu alan, Kürt sorununa yaklaşmaktan korkan düzenle barışık sol partilerin takındığı tavırdan da ayrılmak gereklidir. Enternasyonal komünistler Kürt sorununu tanır, Kürt sorununu varsaymak ise organik olarak çözümü koşullar kendine. Dolayısıyla, çözüm komünistlerce zaten hedeflenendir. Lakin bu çözüm mevcut siyasi tahakküm özneleriyle uzlaşıyla olacaksa bu ancak var olan ateşi daha da harlar, bizatihi bir önceki süreçte gözlemlediğimiz gibi. Çözümün yolu hesaplaşmadan geçer. Ezilen bir halk motivasyonunu hesaplaşmada buluyorsa da anti sömürgeci bir tutum almak zorundadır. Aynı çatı altında tanınmayan bir halkın basit bir uzlaşı ile büyük kardeş küçük kardeş diyalektiğinin öznesi olmamalıdır ki bunun siyaseten izdüşümü özerkliğe tekabül etmektedir. Sovyet devrimiyle beraber ulusların özgürce, öz yönetimleriyle bir şura bileşeni olmasına karşın, özerklik kapitalizmin bu stratejinin karşısına koyabileceği bir strateji olarak formülize edilmiştir. Dolayısıyla kapitalizmin burjuva demokrasi ile taçlandırılıp işlerliğine meşruiyet kazanmasına yönelik komünistlerin hiçbir gayesi olamaz. Komünistler bu düzeni yamamakla değil yıkmakla mesul öznelerdir.
Devrimci Talepler ve Somut Görevler
Kürdistan halkının tek kurtuluşu özgür ve bağımsız Kürdistan’dan geçmektedir. Bu ideale ulaşmak içinse bölge dahilinde bir enternasyonal mücadele hattı oluşturulmalıdır. Kürdistan işçi sınıfıyla beraber bölge halklarının aynı konumda mevzilenmeleri ve mücadeleyi içeride dışarıda ortak yürütmelidir. Bu mücadele hattı kapsamına yalnızca 4 parçalı Kürdistanı değil Ortadoğu’nun bütün bölgelerini kapsamalıdır. Çünkü, Kürdistan idealine engel olan unsurlar yalnızca 4 parçalı Kürdistan üzerinde hakimiyet kurmuş olan devletler değil, bölgedeki emperyalizmin ileri karakolu olan İsrail ve sınırları İngiliz emperyalizmi ile çizilmiş, meşruiyet zeminini emperyalist çıkar ilişkilerinde bulmuş tarihsel geçerliliği olmayan devletlerdir de aynı zamanda. Bunun yanında, siyaseten alenen Kürdistan idealine ihanetçilikle bezenmiş, mevcut bütün kazanımlarını ABD’ye borçlu olan bürokratlar ve aşiretler de mevcuttur. Bu işbirlikçi, revizyonist çizgilerden sıyrılıp devrimci homojenliği korumak içinse yalnızca Bolşevik Leninist ilkelere bağlı kalınmalıdır. Tekrar etmekte fayda var, unutulmamalı ki PKK’nin bile programından marksizmi çıkarmasıyla özgür ve bağımsız Kürdistan idealini bırakması yakın zamanlı olaylardır. PKK’nin Marksizmden caymasının nedeni ise mücadele hattının yerelle sınırlı kalmasından doğan, SSCB’nin yıkılmasından sonra iki kutuplu dünya stratejilerinin geçerliliğinin olmamasından mütevellit, irili ufaklı komünist grupların SSCB tarafından destek bulamamasından doğan yalnızlıktır. Bu tarihsel akış bu tür örgütleri burjuva pragmatizmi işletebilmesi için ilkelerinden caydırmak durumunda kalmıştır. Bu dönüşümün olmaması ve partilerin ilkesel istikrarını koruyabilmesi için Bolşevik Leninizmin alamet-i farikası olan enternasyonalizm kavramında ısrarcı olmak gerekmektedir.
Daha güncele gelirsek ve demokratik eksende neler talep edilebilir diye düşünürsek eğer, yukarıdaki pasajdan ilham almakta fayda olacaktır. Öncelikle Kürt siyasetinin temsilcileri ilkesel bir iskelet oluşturmalıdırlar. Masaya anti sömürgeci ulusal talepler ile oturulmalıdır, var olduğu süredir bedel ödeyen Kürt halkının iradesine ve politik bilincine ihanet edilmemelidir. Uzlaşının motivasyonu optimizm veya hümanizm olmamalıdır, hesaplaşma olmalıdır. JİTEM vb. örgütlerin hüküm sürdüğü zaman aralığında gerçekleşen faili meçhul bütün dosyalar tekrardan açılmalı failler cezalandırılmalıdır. Kürdistan sınırlarının çizilip öz yönetim haklarının alınması hedeflenmelidir. Türkiye sınırları içerisinde eşit yurttaşlık ilkeleri yürürlüğe girmelidir. Kuzey Kürdistan sınırları içerisinde ana dilde eğitim, Türkiye kapsamında seçmeli Kürtçe dersi opsiyonları oluşturulmalıdır. Ala rengîn, federasyon bayrağı vb. Kürt halkının temsiliyetini işaret eden bütün bayraklar tanınmalıdır. Sınır dışı operasyonların kati suretle yapılmamasına vesile olacak yasalar tasarlanıp güçlü bir şekilde teminat altına alınmalıdır. Kürt siyasetinin iç işlerine karışılmamalıdır. Mevcut Kürt siyasetini kriminalize eden bütün odaklar lağvedilmelidir. Abdullah ÖCALAN’ın tecriti sonlandırılmalıdır. Kürt siyasetinin bütün siyasi tutsakları salınmalıdır.
Hükümet kendi tezatlıklarından sonra en son çalacağı kapı olan Kürt siyasetinin kapısını çalmıştır. Kürt siyaseti bu kapıyı güler yüz ile açmamalıdır. Geçmişin öfkesini diri tutmalı, masaya bu bilinçle oturmalıdır. Hükümet odaklarının sözüne itimat etmeyerek odağını yalnızca kendi taleplerine vermelidirler.