Türkiye burjuva devletinin kuruluşundan beri Kemalist rejim kendi resmi ideolojisini çağdaşlık, ilericilik, aydınlanma, laiklik gibi kavramlar üzerinden kurmaktadır. Kendi katliamlarını meşrulaştırırken de kendisine muhalif olan kesimleri bertaraf ederken de hep bu argümanları kendisine kalkan olarak kullanmaktadır. Özellikle AKP iktidarıyla birlikte, Cumhuriyetin kazanımlarının lağvedilmesinden sürekli dem vurulmakta, AKP karşıtı tüm toplumsal muhalefeti Cumhuriyet değerlerine sahip çıkma parolası üzerinden başka bir burjuva fraksiyona yedeklemeye çalışmaktadır. Kendisine Marksist, sosyalist, komünist diyen kesimler bu işin militanlığını yapmakta bir sakınca görmemektedirler. Bu kesimlere göre Cumhuriyet büyük bir aydınlanma hamlesiydi, AKP iktidarı ise bu aydınlanmanın kökünü kazımaya çalışıyor, o yüzden devrimci görev olarak Cumhuriyete sahip çıkmak gerekir. 18. Yüzyılın büyük düşünsel atılımı olan ve Avrupa burjuvazisinin iktidar mücadelesinin sıçrama tahtası olan Aydınlanmacılık akımı, burjuvazinin iktidarıyla birlikte devrimci barutunu kaybederek gericileşmiştir. Marksizm tarafından yaklaşık 200 yıl önce aşılan burjuva aydınlanmacılığı, bugün Türkiye’de kendisine sosyalist, Marksist, komünist diyen teşkilatlar tarafından radikal şekilde savunulmaktadır. Burjuva aydınlanmacılığının en despotik, en otoriter, en anti-demokratik yorumu olan Kemalizme bugün Kemalistlerden çok kendisine Marksist, Komünist diyenlerlerin sahip çıkmasını üst düzey bir Oportünizm olarak tanımlamaktayız. Bu makalemizde bu Oportünizmin tarihsel kökenlerini açığa çıkaracağız.

Aydınlanmacılığın ne olup ne olmadığını,
Laiklik ve din konusunda iki yüzlü burjuva hurafeleri
,
Eşitlik ve adalet kavramının burjuva ve Marksist yorumlarını ve
Burjuva aydınlanmacılığının dar ufkunu ele alacağız.

Aydınlanmacılık Nedir?

Aydınlanmacılık Batı toplumunda 17. ve 18. Yüzyılda gelişen aklı baz alan tüm teolojik ve skolastik düşüncelere savaş açan fikirsel akımlar aydınlanmacılık olarak tanımlanagelmiştir. Aydınlanma akımının gelişmesine yol açan Rönesans ve reform hareketleri olmuştur. Avrupa’da karanlık çağ olarak tanımlanan Feodalizm devrinde, tüm toplumsal hayat, Tanrının yeryüzündeki yansıması olarak tanımlanan kralların hakimiyetinde şekillenmekteydi. Bu çağda bilim, düşünce, felsefe vb. düşünsel faaliyetler dine aykırı olduğu gerekçesiyle yasaklanmıştı. Feodalizm insanlığın gelişiminin önünde bir engel teşkil etmekteydi ve önlenemez bir çürümenin içerisindeydi. Din ve Tanrı merkezli toplumsal düzenin yerini, aklı merkeze alan bir düzen alacaktı ve bunun için tüm toplumsal yapılanma ile radikal bir hesaplaşma süreci başlamıştı. 1789 Fransız devrimi, tüm düşünsel zenginliğini ve Feodaliteyi yıkıp kendi düzenini kuran burjuvazinin ideolojik referanslarını, aydınlanmacılık akımından almıştır. Bu akım 1688 İngiliz devrimiyle başlayarak 1789 Fransız devrimine kadar uzanır. En büyük etkisini de 18. Yüzyılda göstermiş ve tüm Avrupa’daki hakim düzeni kökten sarsmıştır. Bilimde, felsefede, tarihte, sanatta, edebiyatta ve toplumsal yapıda gerçekleşen radikal dönüşümleri sembolize etmektedir. Bu akımın fikir önderleri; Locke, Voltaire, Hume, Didereot, Kant gibi düşünürlerdir. Bu filozoflar arasında görüş ayrılıkları olsa da uzlaştıkları en temel nokta şuydu: “Akıl ve cesaretle her şey değişir”

Aydınlanma filozofları, bu köklü değişiklikleri, akıl imparatorluğunun doğuşu olarak müjdelemekteydiler. Hurafelerin, baskıların, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin biteceğini ve mutlak bir adaletin, eşitliğin, kardeşliğin ve özgürlüğün geleceği iddia etmekteydiler. Engels, bu durumu şöyle açıklamaktaydı:

“Bugün biz bu akıl imparatorluğunun burjuvazinin idealize edilmiş imparatorluğundan başka bir şey olmadığını, bu sonsuz adaletin gerçekleşmesini burjuva adalette bulduğunu, bu eşitliğin yasalar önünde burjuva eşitliğe indirgendiğini, burjuva mülkiyetin temel insan haklarından biri olarak ilan edildiğini ve akıl devletinin bir burjuva demokratik cumhuriyet olarak doğduğunu ve ancak öyle doğabileceğini biliyoruz”.

İnsanlığın tarihsel gelişiminin önünde engel teşkil eden Feodaliteyi yıkarak muazzam ilerici bir atılım yapan burjuvazi, mutlak iktidarını ele geçirince gericileşerek tüm ilerici barutunu kaybetmiştir. Aydınlanma çağının öne sürdüğü idealler olan; özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve adalet gibi kavramlar bugünkü burjuva devletlerin ve liberalizmin temel siyasal doktrinleridir. Bu kavramların hepsini de kendi sınıfsal hegomanyasına uygun şekilde idealize ederek, kendi sınıfsal çıkarlarını tüm toplumun çıkarları olarak sunmaktadır. Makalemizin ilerleyen bu bölümünde, iktidarı eline geçiren burjuvazinin aydınlanma çağı ideallerinin pratikte bulduğu karşılığı inceleyeceğiz.

Laiklik ve Din Konusunda iki yüzlü Burjuva Yaklaşımları

Aydınlanmacıların en büyük kavgası skolastik düşünceyi üreten ruhban sınıflarına karşı oldu. Bugün dahi aydınlanma, ilericilik gibi kavramlar kullanıldığında ilk olarak akla laiklik gelmektedir. Peki iktidara gelen burjuvazinin din konusundaki tutumu ne olmuştu? Ortaya sürdükleri laiklik kavramı tam olarak neydi? Laiklik kavramını ilk ortaya atan düşünür Locke olmuştur. “Özgür bir devlette özgür bir kilise” sözleriyle kavramı sloganlaştırmıştır. Locke, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını, devletin din işlerine karışmaması gerektiğini savunmaktaydı. Aydınlanma filozofları, ruhban sınıfların elindeki tüm ayrıcalıklarının alınması ve dinin egemen olduğu toplumsal düzenin yıkılması gerektiği konusunda hemfikirdiler. Fakat felsefi düzeyde dine yaklaşımlarında aralarında farklılıklar bulunmaktaydı. Hristiyanlığı ve kiliseyi yeniden yapılanması gerektiğini savunanlar olduğu gibi deizmi, ateizmi savunanlar da vardı. Lakin iş toplumsal düzeni inşa etmeye gelince laiklik konusunda ortaya atılan tüm görüşler havada kalmaktaydı. Ateist düşünür Voltaire’a göre “filozoflar inançlı olmasalar da erdemli davranabilirler, ancak sıradan insanları suç işlemekten alıkoyabilmek ve toplumun varlığını sürdürmek için Tanrı inancı şarttır. Bu nedenle uygar bir ülkede kötü de olsa bir dinin olması, hiçbir dinin olmamasından çok daha yararlıdır”. Voltaire burada burjuvazinin mutlak iktidarını sürdürebilmesi için emekçi kitleleri din afyonuyla uyutması gerektiğinin, aksi takdirde burjuvazinin egemenliğine dayanan toplumsal düzenin yıkılmasının kaçınılmaz olduğunu açık bir şekilde savunmaktadır. O yüzdendir kapitalizmin hüküm sürdüğü her yerde, laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak pratiğe yansımamıştır. Dini devletin güdümüne sokan, burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda dinin kullanılmasından başka bir şey değildir. Sınıf mücadeleleri keskinleştikçe burjuvazi ruhban sınıfları beslemiş ve büyütmüştür. Özetlersek, laiklik, din şırıngasının burjuvazinin elinde olması ve yine burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda emekçi kitlelere enjekte edilmesidir. Burjuva aydınlanmacılığının laiklik anlayışı ise burjuvaziye sekülerlik, din hürriyeti, bilim; emekçilere ise ruhban sınıfların hurafe ve vaazlarıdır. Tarih boyunca da dini otoritelerin ve kurumların her dönem burjuvaziden yana saf tutması tesadüf değildir.

Burjuva Aydınlanmacılığının Eşitlik Safsatası

Fransız devrimi başta olmak üzere tüm burjuva devrimlerinin bayrağındaki temel ilkelerden birisi eşitliktir. Aydınlanmacıların tamamı eşitlik fikrini savundular, fakat idealize ettikleri eşitlik anlayışı burjuva hukuki eşitlikten başka bir şey değildi. Feodal ayrıcalıklara karşı çıkarak herkesin yasalar önünde eşit olması gerektiğini savundular. Tüm burjuva aydınlanmacıları, toplumsal eşitlik fikrine şiddetle karşı çıkmaktaydılar. Aydınlanmacılara göre sınıfsal eşitlik insan doğasından kaynaklanmaktaydı. Voltaire şöyle demekteydi:

“Hepimiz insan olarak eşitiz, ama toplumun eşit üyeleri değiliz. Bazı sofistlerin moda haline getirdikleri insanın sözde eşitliği çok tehlikeli bir düştür. Bir efendi için 30 tane ırgat olmazsa toprak ekilip biçilemez. İşçi yada ırgat temel ihtiyaçlara muhtaç olsun ki çalışsın, çünkü insanın doğası böyledir. Bu büyük sayıdaki insan yoksul olmalıdır, ama sefalet içinde bulunmamalıdır … Türümüze özgü bu zayıflık, bir insanı bir başkasına muhtaç kılar; gerçek kötülük, eşitsizlik değil bağımlılıktır.”

Burjuvazinin bayrağında yazan eşitlik ve adalet kavramı kocaman bir safsata olmakla birlikte tamamen küf tutmuştur. Burjuva aydınlanmacılığının eşitlik ve adalet anlayışı şudur: “Burjuvazinin koyduğu kanunlara herkesin tabi olması ve burjuva yargı karşısında herkesin eşit olması.”

Aydınlanmacılığın demokrasi anlayışında da tam bir burjuva diktatörlüğü hakimdir. Sadece burjuva sınıfı için bir demokrasi tasavvur edilmektedir. Seçme, seçilme, yönetime katılma hakkı sadece mülk sahipleri için vardır. Tüm burjuva aydınlanmacıların ortaklaştığı bir nokta da şuydu: “Kadınlar yurttaştan sayılmaz. O yüzden onların seçme, seçilme, yönetime katılma gibi haklarının olması teklif dahi edilemez.” Aydınlanmacıların en karakteristik özelliklerinden bir diğeri de şudur: Emekçi sınıfları küçük, hakir görmeleri, onlara tepeden bakmaları, emekçi sınıfları cahil, aptal ve eğitilemez olarak görmeleri.

Burjuva aydınlanmacılığının elitist kibri, burjuvazinin sınıf kininin dışa vurumudur. Voltaire’ın şu yaklaşımı burjuvazinin sınıf kinini berrak bir şekilde gün yüzüne çıkarmaktadır: Yalnızca aydınlanmaya değen ve buna layık olanların eğitilmesinin yararlı olacağını, büyük çoğunluğun eğitilmesinin ise gereksiz hatta tehlikeli olduğunu belirtir. Büyük çoğunluk olarak tanımladığı vasıfsız işçilerin çocuklarının yalnızca toprağı ekip biçmeleri yeterlidir.

Burjuvaziye göre emekçi kitlelerin düşünme eyleminde bulunmaları tehlikelidir. Onlar yalnızca burjuvazi için üretimde gerekli mesleki bilgileri bilmeleri yeterlidir. Daha fazlası tehlikelidir. O yüzdendir ki okullar ve eğitim kurumları her zaman emekçi çocuklarına kapalı oldular. Burjuvazinin vasıflı emeğe ihtiyacı olduğu ölçüde eğitim kurumları emekçi kitlelere açılmaya başladı. Yüksek öğretimin emekçi çocuklara açılması, eğitimin kamusal bir hizmete dönüşmesi, Ekim devriminden sonra Avrupa’da yaygınlaşmaya başladı. Sosyalist devrim tehlikesi karşısında zorunlu olarak sosyal devletçilik politikalarını uygulayan burjuvazi, o dönemde emekçi çocuklarına yüksek öğretim kurumlarının kapısını açmak zorunda kaldı. Neoliberal dönüşüm süreciyle birlikte günümüzde o kapılar tekrar kapanıyor.

Burjuva Aydınlanmacılığının Ufkunun Darlığı

Aydınlanma düşünürleri, yorumlarını her ne kadar teolojik, skolastik doktrinleri yıkarak yapsalar da geliştirdikleri düşünce sistematiği idealizmin dar kalıplarını aşamadı. Dünyayı fikirlerin yönettiğine ve bütün insanlığın gelişim tarihinin fikirlerin evrimiyle, aklın kullanılmasıyla açıklanabileceğine inanmaktaydılar. Aydınlanmacılara göre tüm toplumsal ve siyasal bozuklukların nedeni, yöneticilerin, insanların eğitimsiz ve bilgisizliğiyle açıklanmaktaydı. Asla kendi düzenlerini sorgulatmıyor, her zaman bilgisiz ve eğitimsiz bir günah keçisi buluyorlardı. Aydınlanmacılar adalet, eşitlik, kardeşlik, özgürlük gibi evrensel değerler ortaya atmışlardı, fakat bu değerler yalnızca burjuva çıkarlardan ibaretti. Adalet, burjuvazinin mutlak egemenliğinin hukuk kuralları haline gelmesinden başka bir şey değildi. Özgürlük, özel mülkiyet ve piyasa özgürlüğüydü. Eşitlik ise burjuvazinin koyduğu kurallara herkesin uymakla hükümlü olmasıydı. Kardeşlik ise burjuvazinin işçi ile, bir nevi köle sahibinin köle ile barışını idealize etmekteydi.

Burjuvazinin idealize ettiği akıl imparatorluğu burjuva diktatörlüğüne tam sadakat anlamı taşımaktaydı. Feodalizme karşı son derece ilerici bir role sahip olan burjuvazi insanlığın gelişiminin önündeki en büyük engele dönüşmüştür. Açlık, yoksulluk, geleceksizlik, savaş, yıkım dışında insanlığa sunabileceği hiçbir gelecek yoktur.

10.000 yıllık sınıflı toplum yapısını ortadan kaldıracak, insanlığı sınıfsız, sömürüsüz, hudutsuz bir dünyaya taşıyacak yegane güç devrimci proletarya ve onun eylem kılavuzu olan Devrimci Marksizmdir.