Milyonlarca emekçinin kaderini, yaşamını derinden etkileyecek asgari ücret komisyonu tiyatrosunun sonuna geldik. Bu yıl gerçekleşen asgari ücret görüşmeleri ve sonrası diğer yıllara nazaran daha fazla tartışılarak gündemde daha fazla yer teşkil etti. Bunun temel sebebi son 1 ay içinde dövizdeki rekor artışa paraler olarak gıda ve temel ihtiyaçlardaki zamlardı. Hükümet emekçilerin tepkisini dindirmek için oransal olarak “rekor” denilecek bir zam gerçekleştirdi. Fakat bu zam içi tamamen boş bir balondan ibarettir. 2022 yılı asgari ücreti %50 gibi bir artışla 4 bin 250 lira olarak açıklandı. Hükümetin rekor zam diye pazarladığı asgari ücret 2021 Ocak ayının çok gerisine düşmüş durumdadır. Ocak 2021’de asgari ücret 386 dolara karşılık gelmekteydi. Bugün ise 275 dolara tekabül etmektedir. Rekor zamlı asgari ücret dahi 110 dolar civarında kayba uğramıştır. %50 zamlı haliyle bile Türkiye Avrupa’nın en düşük asgari ücrete sahip ülkesi olmuştur. Enflasyon ve hayat pahalılığının önlenemez yükselişi, emekçi sınıfını açlığa ve yoksulluğa mahkum etmektedir. Sendikaların verilerine göre açlık sınırı 5 bin TL, yoksulluk sınırı 12 bin lirayı bulmaktadır. Ekmek fiyatı son 1 ayda 1.5 liradan 3.5 lira seviyesine yükseldi. Kısa zamanda 5 TL’ye ulaşacağı tahmin edilmektedir. 4 kişilik bir ailenin ekmek masrafı aylık 1000 TL’ye yaklaşmıştır. Geçen yıl 12-13 lira bandında olan 30’lu koli yumurta 50 TL oldu. 165 TL olan 50 kg un 400 liraya ulaştı. 5 lt ayçiçek yağının fiyatı 2 ayda 60 liradan 125 liraya çıktı.
1 LT süt 16 lira, bebek maması 145 lira oldu. Bunlar sadece en temel gıda ürünlerine gelen zamlar. Tepeden tırnağa tüm ürünlere benzer miktarlarda zamlar geldi. Asgari ücrete gelen zam yalnızca istatistiksel bir aldatmacadan başka bir şey değildir.
İşçileri Ne Bekliyor
Erdoğan hükümeti ve onun propoganda bakanlığına dönüşmüş medyası her ne kadar bu asgari ücret zammıyla işçilerin bayram ettiğini idda etsede, işçi sınıfında bayram havasından çok tedirginlik hakimdir. Ne TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamları ne hükümetin çizdiği pembe tabloya işçiler itibar etmemektedir. Çünkü zamlar ve hayat pahalılığı karşısında ücretlerin nasıl eridiğini bizzat işçiler yaşıyarak görmektedir. Buna paraler olarak birçok işyeri asgari ücreti veremeyeceğini asgari ücretin altında işçi çalıştıracağını çalışanlarına açıklamaya başladı bile. Aynı şekilde asgari ücretin üzerinde maaş alan işçilere asgari ücrete gelen oran kadar zam yapılıp yapılmayacağı belirsizliğini korumaktadır. Patronlar asgari ücreti genel bir ücrete çevirmenin ve asgari ücretin altında işçi çalıştırmayı normalleştirmenin derdindedir. Asgari ücret zammıyla birlikte patronlar cephesinden azami bir saldırı söz konusudur. İşçilerin cephesinde örgütlü mücadele dışında seçenek kalmamaktadır.
Kadınları Ne Bekliyor
Patriyakal kapitalist sistem içerisinde emek sömürüsünün, şiddetin, baskının en alt piramidinde yer alan kadınlar, asgari ücret görüşmelerinde, asgari ücretle ilgili yapılan kampanyalarda, sendikaların konuya müdahil oluşlarında yok sayılmışlardır. Herşeyden önce asgari ücret komisyonu tamamen erkeklerden oluşmaktadır. Asgari ücret belirlenirken yapılan temel ihtiyaçlar listesinde çoçuk bakımı, kreş masrafı gibi ev içi görünmeyen emeğin adı dahi okunmamıştır. Çocuk bakımı temel ihtiyaç masrafları arasında görülmemektedir. Çünkü bu durum kadının asli görevi olarak mütala edilmektedir. Komisyon dışında kalan sendikalar ve emek örgütleri tarafındanda benzer tutum sergilenerek, asgari ücret belirleme sürecindeki patriyakal ögeler görmezden gelinmiştir. Asgari ücrete erişebilme, asgari ücretin altında çalışma oranları incelendiğinde de kadınlar en üst seviyede yer almaktadır.
” Asgari ücrete erişemeyenlerin oranı genelde %18 iken kadınlarda bu oran %25’i aşmaktadır. Asgari ücret düzeyinde ve daha düşük ücret alanların oranları genelde %34 iken, kadınlarda %43’e yükselmektedir. Patronların asgari ücret zammından sonra asgari ücret altında işçi çalıştırmak, ücretleri asgariye sabitlemek, asgari ücrete gelen zamları bahane ederek işçi çıkartmak gibi azami saldırıların ilk hedefi yine kadınlar olacaktır. Kadınların payınada sınıf mücadelesinin en ön saflarında yer almak düşmektedir.
Göçmen İşçileri Ne Bekliyor
Göçmen işçiler işçi sınıfının en güvencesiz, sömürüye en fazla maruz kalan kesimlerini oluşturmaktadır. Kayıt dışı, sigortasız, asgari ücretin çok altında çalıştırılmakta, sürekli ırkçı saldırılara ve ötekilileştirilmelere maruz kalmaktadır. Asgari ücret zammıyla birlikte, asgari ücrete ulaşımı en az kesim olacaklardır. Ne asgari ücret komisyonunda, ne düzenlenen iş yasalarında ne sendikaların mücadele programlarında göçmen işçilerin esameleri dahi okunmamaktadır. Yalnızca ırkçı, faşist kesimlerin politikalarında nefret objesi olarak yer bulabilmektedirler. Derinleşen kriz, hayat pahalılığı ve ucuzlayan iş gücü karşısında sağcı odaklar tarafından tekrar günah keçisi ilan edilmeleri an meselesidir. Göçmen işçilerin kendilerini müdafa edebilmeleri için, zayıf halka olarak kalmamaları için teşkilatlanmak dışında çözümleri yoktur.
Asgari Ücret ve Devrimci Komünist Perspektifler
Her yıl asgari ücret görüşmeleri bayatlamış, küf kokan ritüelden farksız şekilde gerçekleşmektedir. Komisyondaki sendikalar açlık sınırını belirler, açlık sınırının biraz üzerinde bir ücret talep ederler. Patronlar ise açlık sınırının altında ücret talep ederler. Devlet kanadı ise açlık sınırına yakın bir ücrette karar kılar. Belirlenen ücret açlık sınırının üstünde dahi olsa, yeni yıl zamlarıyla enflasyon karşısında işçi sınıfının maaşı eriyerek açlık sınırına demir atar. Kısacası şunu diyebiliriz ki, asgari ücret komisyonu işçi sınıfına ölmeyecek kadar gerekli olan maaşı belirleme komisyonudur. İşçi sınıfına ölmeyecek kadar gerekli olan maaşı belirleme ritüeli, gösterişli bir tiyatro performansı şeklinde yürütülür. Bu tiyatro oyununa yalnızca asgari ücret komisyonunda yer alan taraflar değil, komisyonda yer almayan sendikalar, emek örgütleri ve sosyalist teşkilatlarda iştirak etmektedir. Komisyonda yer almayan sendikalar, yoksulluk sınırını hesaplayarak asgari ücretin yoksulluk sınırındaki rakama veya biraz üstüne çıkması gerektiğini savunur. Bu eksende kampanyalar gerçekleştirerek sürece müdahil olmaya çalışır. Sosyalist solunda sürece müdahil oluşu ve yapmış olduğu kampanyalarda sendikalardan çok farklı olmamakla birlikte zaman zaman ücret talepleri komisyonda yer almayan sendikalarınkinden biraz fazla olabilmektedir. Tüm asgari ücret kampanyaları mülkiyet ilişkilerine dokunmayan, burjuva devletin kurduğu asgari ücret tespit komisyonu sistemine dokunmadan mevcut düzen sınırlarını aşma perspektifinden tamamen yoksun durumdadır. Yapmış oldukları tüm kampanyalar siyasallıktan tamamen arınmış ekonomimizm temelinde yürütüldüğü için kapitalizmin işçi sınıfında yaratmış olduğu tüm yanılgıları tekrar tekrar üretmektedir. Asgari ücret kampanyalarının tamamı adil ücret, insanca yaşanacak asgari ücret, adil vergi gibi sloganlarla yürütülmektedir. Bu sloganlar burjuva ideolojisinin örtmeye çalıştığı sınıf çelişkilerine yardımcı mahiyettedir. Çünkü tüm bu sloganlar kapitalizm altında adil bir ücretin imkansız olduğu gerçeğini yadsımaktadır. Kapitalizmin temel gıdası eşitsizlikler ve adaletsizliklerdir. Ücretli iş düzeninin kendisi artı değer sömürüsüne dayanır. Artı değer sömürüsü olmadan sermaye varolamaz. Sermayenin varlığını sürdürebilmesi işçi sınıfı için sürekli olarak kölelik zincirinin daha sıkı hâle gelmesi, geleceksizlik ve belirsizlik anlamına gelir. Yaşanabilir asgari ücret, adil vergi, insanca bir ücret gibi talepler işçi sınıfının ücretli kölelik düzeni olan kapitalizmle hesaplaşmasını engelleyen mahiyettedir. Çünkü sistem içerisinde bir takım sosyal reformlarla, ücret artışlarıyla sorunun çözülebileceği algısı yaratılmaktadır. Bunun sonucu olarak işçi sınıfında şöyle bir bilincin uyanmasına yol açmaktadır: “İş yasalarına harfiyen uyan, maaşı zamanında eksiksiz veren, mesai vs tam yatıran, işçinin sendika hakkına saygı gösteren, yıllık olarak işçiyi memnun eden zamlar yapan patronlar ve şirketler işçinin hakkı olanı vermekte, o yüzden emek sömürüsü gerçekleştirmemektedir. Aynı şekilde işçilerin sosyal hakları gelişkin olan Avrupa ülkelerinde işçilere değer verilmekte, orada emek sömürüsü gerçekleşmemektedir. Emek sömürüsü bizim gibi daha geride olan ülkelere has bir sorundur. İşçiler lehine sosyal reformlar yapacak bir hükümetle bu sorun çözülebilir.”
Siyasallıktan arındırılmış ekonomik temelli yürütülen tüm mücadelerin işçi sınıfında uyandırdığı bilinç bundan farklı olmamaktadır. Bu sorunun temeli siyasal program sorununa dayanmaktadır. Sosyalist devrimin önüne türlü aşamalar koyan, siyasal programını birbirinden bağımsız ve aralarına duvarlar diken asgari, azami program ayrımına dayanmaktadır. Asgari program olarak burjuva toplum içerisinde gündelik mücadelerde sosyal reformlar ve kısmi kazanımlar elde etmeyi amaçlamaktadır. Azami program ise kapitalizmin yerini sosyalizmin alacağını vaad eden programdır. Fakat sosyalist devrim her zaman çıkmaz ayın son çarşambasına ertelenmekte, bayramlarda ve özel günlerde hatırlanan bir olgu olarak kalmaktadır. O yüzdendir ki gündelik mücadeleri nihai hedefe bağlama gibi bir dert olmamaktadır. Ekonomik mücadelerle siyasal mücadeler birbirinden ayrılmakta, böylece işçi sınıfının politikleşmesine, sosyalist bilincin gelişmesine daha baştan engel koyulmaktadır. Devrimci Komünistlerin stratejik görevi, kapitalizmi ıslah etmek değil, onu imha etmektir. Politik hedefi, burjuvazinin mülksüzleşmesi, işçi sınıfının konseyler ve şuralar aracılığıyla iktidarı ele geçirmesidir. En basit ekonomik temelli, gündelik mücadelerde bu hedefe yönelik olmalıdır. Gündelik mücadelerde de burjuva mülkiyet ilişkilerinde, burjuva devlet aygıtlarında yapısal çatlaklara yol açacak nitelikte olmalıdır. Gündelik mücadelerle sosyalist devrim programı arasında köprü kuracak, kitlerlerde sosyalist bilincin gelişmesine yol açacak geçiş talepleri sistematiği oluşturmalıdır. İşçi sınıfına ölmeyecek kadar verilecek ücretin belirlenmesi tiyatrosu olan asgari ücret gündemine yalnızca ücret talebiyle müdahil olmak sendikaları, emek örgütlerini, sosyalist teşkilatları bu tiyatronun bir parçası haline getirmektedir. Bize gerekli olan şey hem burjuva devletin asgari ücret komisyonu masasına tekme atmak, hem işçi sınıfının örgütlülüğünü ve siyasal bilincini geliştirecek aynı zamanda da enflasyon karşısında ücretlerin erimesini köklü şekilde engelleyecek geçiş talepleri ve bu talepler etrafında işçi sınıfının seferberliğini sağlamaya yönelik organizasyonlar içinde olmaktır. İşçi sınıfı için asli sorun asgari ücretin sefalet ücretinde olması değil, asgari ücretin kimin tarafından belirlendiğidir. Asgari ücretin sefalet düzeyinde olması sorunun nedeni değil sonucudur. Bir sorunun nedeniyle mücadele etmeden sonucu değiştirilemez. Asgari ücret komisyonunda devleti temsilen Çalışma Bakanlığından 5 bürokat, patronları temsilen en çok üyeye sahip olan 5 işveren sendikası temsilcisi, işçileri temsilen en çok üyeye sahip işçi konfederasyonundan 5 temsilci yer almaktadır. Görünüş itibarıyla tarafsız hakem görevi gören devlet temsilcileri ve her iki taraftada eşit temsilci bulunmaktadır. Fakat bu görüntüde devletin sınıfsal karakterini bir kenara bıraksak dahi yinede olaganüstü bir eşitsizlik söz konusudur. Herşeyden önce Türkiye’de ister fabrika, holding sahibi olsun, ister küçük esnaf olsun; eğer iş yeri sahibiyseniz, ticari faaliyetler içerisinde bulunabilmenin zorunlu koşullarından birisi örgütlü olmaktır. Tüm sanayiciler, fabrikatörler ya bir odaya yada işveren sendikaların birisine mutlaka üyedirler. Aynı şekilde küçük esnafta, esnaflar ve sanatkarlar odasına, faaliyet yürütüğü iş kolunun örgütüne( fırıncılar, berberler, kasaplar, kırathaneciler odası vb) üye olması bir zorunluluktur. Kendisiyle ilgili kararların alınmasında belirleyici bir öznedir. TÜSİAD, MÜSİAD gibi patron örgütlerinin ülkenin yönetimindeki etkisinden bahsetmeye gerek dahi yoktur. Küçük mülk sahipleri olan esnaf örgütleri dahi kendisiyle ilgili kararların alınmasında belirleyici bir özne rolündedir. Una zam geldiğinde ekmek ve unlu mamüllerin fiyatlarındaki artışta fırıncılar odası belirleyici bir öznedir, aynı şekilde berberler odası, taksiciler odası kendi fiyat tarifelerinin belirlenmesinde asli bir öznedir. Söz konusu toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfına gelince kendisini ilgilendiren tüm kararların alınma sürecinin dışına hapsedilmektedir. Örgütlenmesinin, sendikalaşmasının, grev hakkını kullanmasının önünde patronlar ve devlet eliyle türlü türlü engeller çıkartılmaktadır. Asgari ücret konusundaki patron örgütleri temsilcileri, patronların ezici çoğunluğunun temsiline sahiptir. Komisyondaki işçi sendikalarının temsil oranına gelirsek eğer işçi sınıfının minik bir azınlığına tekabül etmektedir. Resmi Gazetenin 31 Ocak 2021 tarihli sayısına göre Türkiye’de toplam işçi sayısı 14 milyon 371 bin 96 işçidir. Bu oran yalnızca sınıfın sigortası ve kayıtlı oranıdır. Bu orana sigortasız, göçmen, işsiz işçiler eklenince sayı bir o kadar daha artmaktadır. Türkiye’de işçilerin yalnızca 2 milyon 69 bin 476’sı bir sendikaya üyedir. Bu oran bûtün işçi sınıfının % 14.4’üne denk gelmektedir. Türk-İş ise 1 milyon 131 bin 749 üyesi ile en büyük sendika konfederasyonunu temsil etmektedir. Bu oran kayıtlı tüm işçi sınıfının % 7.9’unu oluşturmaktadır. İşçi sınıfının %92 gibi ezici çoğunluğunun komisyonda temsiliyeti yoktur. Türk-İş’inde patronlar ve devlet güdümünde bir sendika olduğu, konfederasyonun en çok üyeye sahip olan sendikalarının ilk sıralarında yer alan Türk-Metal’in MESS tarafından kurulduğu, kendi içinde asgari düzeyde dahi demokrasinin olmadığı gerçeği göz önüne alınırsa eğer komisyonda işçi sınıfının temsiliyeti yoktur sonucu çıkar. Türk-İş gerçek anlamıyla bir işçi sendikası konfederasyonu olsa dahi yinede işçi sınıfının %92 gibi ezici çoğunluğu komisyonda temsil edilmemektedir. İşçi sınıfı için hayati önem teşkil eden asgari ücretin belirlenmesi konusunda temsil hakkı için mücadele etmeden, mücadelenin ve tüm kampanyanın merkezine bunu koymadan yapılan tüm faaliyetler sefalet ücretini belirleme tiyatrosunun oyuncusu olma rolünden öteye geçmeyecektir. Bugün asgari ücret üzerine verilecek mücadele onun miktarını belirleme eksenli değil, işçi sınıfının komisyondaki kendi temsilcisini seçme hakkı için verilecek mücadele olmalıdır. Bu talepte mücadelenin kitleselleşmesi otomatik olarak burjuvazinin ve sarı sendikaların asgari ücret komisyonunun emekçi yığınların gözünde meşruiyet kaybına sebep olacaktır. İşçi sınıfının örgütlenmesinin önündeki engellerin zayıflamasına neden olacaktır. Bu talebin hayata geçmesi demek; işçi sınıfının kendisini ilgilendiren konuların karar mekanizmasında güçlü bir özne haline gelmesi, politikleşmesi, kendisi için sınıf olma yetisini yeniden kazanmasının önünü açacaktır. Asgari ücret açıklandıktan hemen sonra komisyonun 6 ay sonra tekrardan oluşması yönünde basınç oluşmaya başlamıştır. İşçi sınıfının temsil hakkı için mücadeleden ısrarla bahsetmenin tam zamanıdır. Bir diğer sorun ise ücretlere ne oranda zam gelirse gelsin, buna paraler olarak temel yaşamsal ihtiyaçlara gelen zamlarla işçi ücretlerinin buz gibi erimesi sorunudur. Son yılların oransal olarak asgari ücrete en yüksek zam gelmiştir. Fakat hayat pahalılığındaki rekor artışlar yine işçi sınıfını açlık sınırının altında yaşamaya mahkum etmiştir. Bu durum geniş emekçi yığınlar tarafından tartışılmakta, ana gündem hâline gelmekte, hükümete karşı öfkenin birikmesine yol açmaktadır. Hayat pahalılığına karşı mücadele gündemi devrimci komünistlerin dönemsel görevlerindendir. Bu noktada, krizin, kapitalist yıkımın tüm faturasını emekçilere kesilmesinin önüne geçmek için işçi sınıfının ana sloganı ücretlerin oynak merdiven sistemiyle ayarlanması olmalıdır. Tüm ücretler, toplu sözleşme zamanı, asgari ücret belitleme zamanı beklenmeden, tüketim mallarına gelen zam oranında artırılmalıdır. Ancak işçi sınıfının enflasyon karşısında ezilmesi bu şekilde engellenebilir. Ne enflasyon ne stabilizasyon işçi sınıfının sloganları olamaz, bunlar aynı kazığın farklı uçlarıdır. Ücretlerde oynak merdiven sistemi talebi etrafında yapılacak kitlesel bir kampanya işçi sınıfı içinde karşılık bulacaktır. Kapitalistler ve onların temsilcileri ise bu talebin asla gerçekleşmeyeceğini, mümkün olmayacağını öne süreceklerdir.
Sözü yoldaş Troçki’ye bırakacak olursak:” Eğer kapitalizm kendi yarattığı felaketler sonucunda kaçınılmaz olarak doğan talepleri karşılıyamıyorsa, yıkılsın. Bu taleplerin gerçekleşmesinin mümkün olup olmaması; bu durumda ancak mücadele ile çözülebilecek bir güç ilişkisi sorunudur. Bu mücadele zemininde, anlık pratik başarılar ne olursa olsun, işçiler kapitalist esaretin yok etmenin gereğini en iyi şekilde kavrayacaktır.”