Kadın cinayetleri yalnız başına bireysel trajediler olarak değil, kapitalist-patriyarkal sistemin derin yaralarının birer aynası olarak karşımıza çıkıyor. Kadınların halihazırda verdikleri amansız koşullardaki yaşam mücadelesini bu aynanın ışığında incelemek gerekiyor. Örneğin, bu sene içerisinde Anıt Sayaç verilerine göre 292, örtbas edilerek toplumsal hafızaya dahil bile edilemeyen kadın cinayeti işlendi; bu sınıf ve cinsiyet temelli sömürünün ne denli korkunç bir tablo çizdiğini gösteriyor. Sınıflı toplumların en belirgin özelliği bu korkunç tablonun meşrulaştırılmasıdır. Sistem içerisinde hak aramak, erkek egemen kapitalist devletlerden yargı beklemek gibi reformist tavırlar kadının kurtuluşunu isteyen bir enternasyonal devrimcinin perspektifi değildir. Enternasyonal devrimciler; proleteryanın bir öncü olarak, erkek-kadın ve burjuvazi-proleterya dahilindeki sınıflı toplumların varlığındaki ezen-ezilen ilişkilerinin ortadan kaldırılacağını savunurlar. Kadının kurtuluşu, yalnızca bireysel hakların tanınmasıyla değil, aynı zamanda tüm ezilenlerin örgütlü mücadelesinin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Bu mücadele yalnız kadınların değil, tüm emekçi sınıfların özgürlüğü için kritik bir öneme sahiptir.
Paris Komünü bize sınıfsız bir topluma yürüyecek tek sınıfın proleterya olduğunu göstermişti. Peki bundan çıkarılacak dersler nelerdir? Paris Komünü genel itibariyle, o dönem pek çok benzer tarzda komün girişimi olmuştu, o dönemin kadın emekçileri ve göçmen işçiler etrafında şekillenmiştir. Cezayir’deki tarihsel durum, Fransa’nın birçok yerinden erkeklerin Prusya savaş hattında esir düşmeleri, şehirlerde kadınların nüfus yoğunluğunu artırmıştır. Yine de komünarların bu hareketinde, kadının yönetimde olduğu bir belgeye rastlanmaz. Buradan çıkarılacak iki temel ders vardır: Birincisi, işçi sınıfı kendisinden önce gelen sınıflar gibi mevcut devleti kendi ayrıcalıklarına göre şekillendirmekten ziyade bu yapıları yıkma refleksini gösterebilen tek sınıf, dolayısıyla tek devrimci sınıftır. İkincisi ise o dönemin mevcut koşulları dahilinde kadınlar hala ezilen bir sınıf olarak karşımızdaydı. Kadın mücadelesinin önemi ve sınıf mücadelesinden bağımsız bir kadın mücadelesinin devrime giden bir yol olmayacağı bu iki temel prensip etrafında şekillenir.
İkbal Uzuner, Ayşenur Halil, Narin Güran ve sosyal medyada bu kadar ses getirememiş canice katledilen bir çok kadının hafızalardan silinmemesi için bu cinayetleri yalnızca anmakla kalmayıp, sahiplenerek mücadele ruhunu yaşatmak zorunludur. Sınıf ve kadın mücadelesi içerisine sızmış, kendilerine pay çıkartmaya çalışan bütün patriyarkal unsurları teşhir ederek sınıfsız bir topluma enternasyonal dayanışma içerisinde yürümek gerekmektedir. İnternet üzerinden kendi barbarlıklarını tasdikleyecek şekilde toplumsal nefreti etnik ayrımcılığa indirgeyen faşistler de buna dahildir. Son günlerde kadın mücadelesini sahiplenmeye çalışan burjuva ve küçük burjuva ideolojilerin, tartışmayı kadın mücadelesi ekseninden faşist eksene çekmeye çalışmaktadırlar. Öncelikle devlet, erkek egemen, kapitalist yapısı gereği, erkeğe bakar. Katil bir Türk olduğunda “uyuşturucu bağımlısı”, “cinnet” gibi ibarelerle erkek şiddetini yalnızca o şahsın kendi kusuru olduğu söylenir. Bir Suriyeli, bir Ermeni veya bir Kürt olduğunda bu kimliklerin öne çıkarılmasında hiçbir sakınca görmeyerek, kadın cinayetlerinin politikliğini, azınlıklara indirgeyerek kadın üzerinden azınlık karşıtı propaganda yapılır. Kendi erkek egemenliğini bu şekilde tasdikleyen devlet; bir kadından bahsettiğinde, onun düşman olup olmadığını gözeterek bunu yapar. Azınlık veya devrimciyse, onun kurban gittiği cinayet üzerinden, o kadının ölümü onun gözünde azınlık karşıtı kara propaganda unsurudur artık. Bir kamuoyu oluşturmaya çalışıldığında gerek sinsice gerekse zor kullanılan yöntemlerle konunun kadın cinayeti olduğu örtbas edilmeye çalışılır. Bu ve bunun gibi birçok unsur, ana odağı kadın olan eylemlerde gözlemlenebilir. “Jin Jiyan Azadi” kadın mücadelesinin simgeleşmiş sloganının taşıdığı evrensel birleşitirici talep, bu mücadeleyi ayrıştırmak isteyenlerin kendilerini teşhir ettiği önemli bir konumda yer alıyor. Kadın cinayetleri politiktir ve dünyanın tüm kadınlarının meselesidir. Kadın mücadelesi bu yönüyle devletlere karşı enternasyonal bir mücadeledir. Devletleri, sınırları, sınıfları ve sömürüyü kaldırmanın yolu da Bolşevik programdan geçer. Burjuvazinin devleti, onun kutsal aile kurumu, erkeklik kültürünü ve ideolojisini yaratan tüm kurumları lav edilmeden kimse özgür değildir.
Kahrolsun Patriyarkal Kapitalizm!
Ulusal Cinsel Sınıfsal Sömürüye Son!
Erkek Egemen Burjuva Devleti Yıkılsın!
Vardık, Varız, Varolacağız!
Yaşasın Sosyalist Dünya Devrimi!