Gezi Direnişi, Erdoğan, İhbarcılk ve TKP Üzerine Sesli Düşünceler
Gezi direnişinin başladığı Haziran 2013’ten bugüne Erdoğan bir yandan otoriterleşme eğilimlerini artırmakta diğer bir yandan da sürekli olarak toplumsal muhalefeti itibarsızlaştırma ve kriminalize etme çizgisinde ısrar etmektedir. Gezi direnişini dış güçlerin desteğiyle, hükümete karşı yapılan bir darbe girişimi olarak lanse etmeye çalışmaktadır. Gezi direnişine destek veren herkesi açık hedef göstererek polis şiddetini de meşrulaştırmak adına: “Emri ben verdim” demiştir. Erdoğan, kendisine muhalif olan tüm kesimlerin üzerinde baskı kurmayı, tüm muhalefet odaklarını kriminalize etme eğilimini rejimin ana politikası haline getirmiştir.Tüm siyasal hedeflerini yasama, yürütme ve yargının tek adamda cisimleştiği başkanlık rejimini kurmaya odaklamıştır. Erdoğan bu hedefler doğrultusunda 7 Haziran seçimlerine, tüm halkı tehdit ederek girmiştir. Seçim vaatlerinden çok eğer seçimlerde istediği sonucu alamayacağı takdirde neler olacağı damgasını vurmuştur. Açık bir şekilde 400 vekili alamazsa savaş ve kaosun eksik olmayacağını dile getirmiştir. 7 Haziran seçimlerinden beklediği sonucu alamayan Erdoğan, 1 Kasım olarak yeni seçim tarihini belirlemiştir. Bu süreçte Kürdistan’da sömürgeci savaş konseptine dönen Erdoğan rejimi bombalı intihar saldırılarının gündelik hayatın bir parçası haline getirmiştir. 1 Kasım seçim zaferinden sonra başkanlık rejimine fiili olarak uygulama olanakları yaratmaya çalışmıştır. Kendi hükümetine yönelik başarısız 15 Temmuz darbe girişimini ‘Tanrının bir lütfu’ olarak tanımlayıp, OHAL adı altında KHK’lerle yönetilen, meclisi işlevsiz kılan bir rejim inşa etmiştir. Bu rejim altında sistematik bir şekilde demokratik hakların tamamı rafa kaldırılmıştır. 16 Nisan referandumuyla birlikte rejimini yasal bir statüye taşıma girişiminde bulunmuştur. Referandum sürecinde tüm hayır cephesini “Terörist” ilan eden Erdoğan rejimi Cumhuriet tarihine en şaibeli seçimlerinden birini yaşatarak referandumda istediği sonucu elde etmiştir. Referandumdan aldığı güçle rejiminin inşasına faşist MHP’nin desteğiyle devam eden Erdoğan diktatörlüğü 2019 yılı için seçim takvimini belirlemişti fakat derinleşen ekonomik krizin etkileri daha fazla hissedilmeden erken seçime gidilmiştir. 24 haziran 2018 tarihi erken seçim için belirlenmiştir. Bu süreçte dövizdeki artış, ekonomik krizin her geçen gün emekçi kitlelerde daha derin hissedilmeye başladığı döneme denk gelmiştir. Seçim döneminde, döviz artışının nedeninin yabancı faiz lobileri olduğunu, dış mihraklar ve onların iç uzantıları olduğundan dem vurmuştur. Erdoğan seçimlerden istediği sonucu alsa da derinleşen siyasal ve ekonomik krizi çözmüş değildir. Her fırsattta dış mihrakların Türkiye üzerine sinsi planlarının olduğunu ve onların iç uzantılarının olduğundan dem vurarak toplumsal muhalefeti hedef gösterme hamlelerinde buunmuştur. 2013 Haziranından bu yana her “Dış güçlerin sinsi planları…” ile başlayan konuşmada Gezi direnişi kastedilmektedir.
Erdoğan’ın Gezi Fobisinin Nedenleri
Gezi direnişinin üzerinden beş yıldan fazla bir zaman geçmiştir lakin düzen cephesinin Gezi fobisi hala bitmemiştir. Gezi isyanı 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonraki zaman diliminde gelişen, Türkiye’nin en büyük ve en kitlesel isyanı olmuştur. Gezi direnişinin yarattığı aşağıdan örgütlenen direniş kültürünü belleklerden silmek ve itibarsızlaştırmak için, onu dış mihrakların denetiminde hükümete karşı yapılan bir darbe girişimi olarak lanse etmeye çalışmaktır. Büyüyen kriz ortamında, kitlesel bir sınıf hareketinin yeşermesinden korkmaktadır. Şimdiden gelişebilecek bir direniş hareketini bastırmak için siyasal meşruiyet argümanlarını üretmeye çalışmaktadır. Sözün kısası düzen cephesi için konu Gezi değildir. Taban insiyatifine dayanan, emekçi kitleletin asli özne olduğu gezivari pratiklerin hayat bulması korkusudur. Bu korkusunun dışa vurumu olarak geçmiş tarihlerde toplumsal muhalefetin tüm kesimlerinde fiili meşru direniş pratiklerini sergilemiş kesimlere karşı düzmece mahkemeler kurdurarak hem direnişleri itabarsızlaştırmak hem de toplumsal muhalefetin tabanına gözdağı verme hamlelerini süreklilik içerisinde yapmaktadır. 6-8 ekim benzeri yeni serhildanların gelişmesini engellemek için HDP’nin seçilmiş eş başkanları, milletvekilleri olmak üzere Türkiye çapında Kürt siyasal hareketine karşı cadı avı başlatmıştır. Hdp’nin kazanmış olduğu tüm belediyelere kayyum atayarak belediye başkanları ve meclis üyelerinin önemli bir kısmını zindanlara tıkmıştır. Sosyalist hareketin her kesimini düzmece mahkemelerle zindana tıkmıştır. 2014, 2015 yılarında fiili meşru bir zeminde gelişen işçi direnişleri olan Greif ve Metal direnişlerinin öncü işçilerini yargılama sürecine girmiştir. Üçüncü Havalimanı inşaatında, kölece çalışma koşullarına isyan eden inşaat işçilerini zindana tıkmıştır. Türkiye’nin “Kızıl Soros’u”, Gezi direnişinin finansörü olarak lanse edilmiş Osman Kavala; bir yıldır iddanamesiz, neyle suçlandığı henüz somutlanmadan tutuklu olarak tutulmaktadır. Osman Kavala’nın dosyasıyla bütünleştirilme amaçlı geniş çaplı Gezi operasyonu gerçekleştirildi. Operasyonda gözaltına alınan ve tutuklananların üzerine şu şuçlar atılmıştır:” Açık Toplum Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve Anadolu Kültür A.Ş. isimli şirketin sahibi Mehmet Osman Kavala isimli şahsın 27.05.2013 tarihinde başlayan Gezi Parkı Olaylarını Türkiye geneline yaymak ve yurt genelinde kaos ve kargaşa ortamı meydana getirmek ve bu şekilde Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeyi amaçladığı, Açık Toplum Vakfı ve Anadolu Kültür A.Ş. isimli vakıf ve şirketi kullanarak olayları finanse ve organize ettiği tespit edilmiştir.
* Mehmet Osman Kavala ile hiyerarşik bir düzen içerisinde şüphelilerin;
– Gezi Parkı olaylarını derinleştirmek ve yaygınlaştırmak için Anadolu Kültür AŞ’ye ait DEPO isimli yerde toplantılar düzenledikleri,
– Sivil İtaatsizlik ve Şiddetsiz Eylem başlıkları altında Gezi Parkı olaylarının devamlılığını sağlamak için yurt dışından aktivizm eğiticileri,
kolaylaştırıcılar ve profesyonel eylemciler getirttikleri (Duran Adam, Piyano Çalan Adam, Kırmızılı Kadın vs.),
– Yeni medya oluşturma faaliyetleri içerisine girerek Gezi Parkı sürecinin devamı ve yaşanması muhtemel Gezi benzeri olayların kendi medyaları üzerinden gündem oluşturulmasının amaçladıkları,
– Mehmet Osman Kavala’nın Avrupa’da birçok kurum ve şahısla görüşme yaparak, Gezi Parkı olaylarında gündeme gelen biber gazının Türkiye’ye ithalinin durdurularak, yasaklanması için çalışmalar yaptıkları tespit edilmiştir.”
Her dönem toplumsal muhalefetin tüm kesimlerini krimanelize etmeye çalışan Erdoğan’ın ana argümanı “Gayrı- millilik” ti. Daha bu senenin Nisan ayında Erdoğan şunu şöylemişti: ” Şunu unutmayın, muhalefetin bu ülkede Soros’ları çoktur ve bunlar sadece içeriden değil, aynı zamanda dışarıdan destekli Soroslardır. Bunların kim olduğunu, hangi kaynaktan beslendiğinide gayet iyi biliyoruz. Gün ola harman ola.”
Milli Eğitim Bakanlığı tarafınfan bu yıl 12. sınıflar için hazırlanan “Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi” adlı dersin kitabında Gezi direnişi “Hükümeti devirmek için düzenlenen uluslararası bir komplo” olarak tanımlandı. Erdoğan yıllardır Gezi’yi itibarsızlaştırmak üzere yarattığı argümanlardaki dış mihraklar çetesini cezalandırmak için kurban olarak Osman Kavala’yı seçmişti. Osman Kavala dosyası ekseninde yapılan Gezi operasyonlarının ihbarcısı da bu süteçte medyaya düşmüştür. Bu kişi SİP-TKP’li emekli bir asker olan Murat Papuç’tu.
Murat Papuç Kimdir? TKP’deki Rolü Nedir?
Murat Papuç; TKP’nin “Yurtsever cephe” açılımının en kilit ismiydi. TKP, AB ve ABD emperyalizmine karşı vatan savunması temelli Türk yurtseverliği ekseninde antiemperyalist ulusal cephe açılımını yaptı. Tüm siyasal argüman ve pratiklerini bu ideolojik kavrayış üzerinden sergiledi. Yurtsever cephenin ve TKP’nin tüm eylem ve organizasyonlarında öne çıkarılan bir figür olarak vitrinin baş köşesinde durdu. İncirlik’ten Dolmabahçe’ye büyük antiemperyalist yürüyüş başlatmış, bu yürüyüşte baştan sona yürüyen tek kişi Murat Papuç’tu. TKP’li olduktan sonra askeriyedeki yolsuzlukları anlatan “Boyalı Bank Nöbetini Terk Etmek” ve “Dışarıdan Sesler” olmak üzere iki kitap yazmıştır. TKP’nin katıldığı tüm seçimlerde aday olup, düzenli bir şekilde partinin tüm yayınlarında yazarlık yapmış bir figürdür. TKP’nin, emekli bir askeri bu düzeyde parlatıp vitrinin baş köşesine koymasının belli nedenleri vardır. Kemalist orducu statükocu kanada göz kırparak, onun siyasal argümanları üzerinden kendisine siyasal yaşam alanı açmak, ordunun bir kesimine devrimci yurtsever roller biçerek, bizim partimizde de yurtsever paşalara yer vardır, onların yeri TKP’dir imajı çizmek, sol içerisinde Kemalizmin Truva Atı olma misyonunu kendisine biçerek sol içerisinde itibarsızlaşan ve solun tüm kesimleri tarafından tecrit edilen Perinçek’ten boşalan yeri doldurarmak. TKP’nin yurtsever cephe projesi ve onun baş aksesuarı Murat Papuç projesinin anlamı buydu. Bu siyasal tezler ve pratikler Türkiye solunda yeni değildir. 60’lı yıllardan bu güne orduya ilericilik ve devrimcilik atfeden devrimin zinde güçleri olan bu tezler yıllarca savunulmuş ve tartışılmıştır. Orduyu ve polisi burjuva devletin kolluk gücü olarak görmeyen, onların işçi sınıfının devrimci yöntemleriyle ilgasını savunmayan “Sol” tezler; orduyu antiemperyalist mücadelenin zinde gücü olarak görmektedir. Polisi de işçi sınıfının bir parçası olarak gören, polis içerisinde de “Halkın polisi” olacak bir kanadın türeyeceğini savunmaktadır. Bu anlayışın özünde, işçi sınıfına ve emekçi kitlelerin gücüne güvenmeyen, aşağıdan gelişecek bir hareketin mutlaka emperyalist kutupların angajmanına gireceğini savunan ve bu yüzden tepeden inen emekçi kitlelere önderlik eden bir parti ve ona destek veren, ordunun bir kanadı olmalıdır. Polis’in bir kısmında “Halkın polisi” rolüne bürünüp devrime destek vereceğini, emekçi kitlelerin ise zinde güçlerin arkasındaki destekçi güç olacağı; tepeden inmeci devrim anlayışıdır. Kemalizmle, Stalinciliğin sentezleri olan bu anlayışlar Türkiye solunda oldukça yaygın bir hastalıktır. Bu hastalığın en şiddetlisini taşıyan siyasal oluşumlardan biri de TKP’dir.
TKP’nin Geziye Yaklaşımı
Gezi isyanı patlak verdiğinde; ilk süreçte TKP isyanı destekleyen bir pozisyondaydı. Ne zaman ki Gezi direnişi radikalleşerek ülke geneline yayılmaya başladı, TKP direnişin karşısında bir pozisyona geçti. Barikatlarda polise karşı direnen devrimcileri “Vandallar, provakatörler” olarak nitelendirdi. Gezi direnişinin emperyalist odakların yörüngesine girdiğini, Türkiye’de dış güçler eliyle yapılamk istenen bir “Renkli devrim” olarak tanımlandı. Gezi isyanını emperyalist güçlerin Türkiye’de yapmak istedikleri restorasyon projesi olarak niteleyip, kendi üyelerine Beşiktaş, Taksim’e gitmeyi ve direnişe katılmayı yasakladı. O süreçte TKP şeflerinin Gezi’ye yönelttiği suçlamaların benzerlerini Erdoğan da dile getirmekteydi. Erdoğan ve tüm burjuva diktatörleri kendi iktidarlarını sarsan kitle eylemleri olduğunda, ayaklanan kitleleri dış unsurların kullandığı piyonlar olarak tanımlayan ve onları terörist olarak gören bir refleksr sahiptir. Bu durum burjuva diktatörlüklerin karakteristik özelliğidir. Ayaklanmaların mutlaka iç veya dış güçler eliyle yapılabileceğini, emekçi kitlelerin bunu yapacak kudrete sahip olmadığını düşünür o yüzden hemen bir iç ve dış el arama girişiminde bulunur. TKP benzeri siyasal kavrayışa sahip olan milliyetçi sol ise kendi angajmanına girmeyen her kitle hareketinin yanlış yola sapacağını savunur. Çünkü emekçi kitleller için en doğru olanı onlar bilirler. Kendileri dışındaki tüm sola liberal, sorosçu, reformist, vandal, goşist gibi yaftalar yapıştırırlar. Çünkü tek devrimci kendileridir. Burjuva devletin ilgasını savunmazlar, burjuvazinin bir kliğini arkasına alarak burjuva devletin emekçi halk lehine restorasyonunu savunurlar. O yüzdendir ki burjuva ordu içinde ilerici, yurtsever, devrimci paşalar bulmaya çalışırlar. Polis içinde de halkın yararına görev yapacak “halkın polislerini” ararlar. Bu perspektife sahip TKP, Gezi direnişini kendi angajmanına sokamayınca, önce direnişin yanlış yerlere gideceği uyarısında bulunur sonra da yurtseverlik görevi olarak, halkın polislerine gerekli uyarılarda bulunmayı bir borç bilir. Gezi sürecinde kendisinden ayrılan hizibi de parti içinde yapılan liberal bir operasyon olarak tanımlar. Ayrışma sürecinde TKP şeflerinin sağ kolu yurtsever, devrimci binbaşı Murat Papuç’tan başkası değildir. Ne olmuşsa son yıllarda partinin parlayan yıldızı binbaşı Papuç’un akıl sağlığının yerinde olmadığı tespiti yapılmış ve 2015 yılımda partiden ihraç edilmişti. Fakat ihraç edildiği 2015 yılından sonra da parti etkinliklerinde boy göstermeye devam etmiştir. Bu açıklamadan çok kısa bir süre sonra binbaşı Papuç, savcılığa verdiği dilekçe ve yaptığı açıklamada; benim ruh sağlığım yerinde değil, benim şöylediklerimi ciddiye almayın teması ağır basmaktaydı. Binbaşı Papuç ve TKP şeflerinin ruhsal sağlığı hakkında bir yorumda bulunamayız, fakat TKP’nin siyasal şizofreni içinde olduğunu şöyleyebiliriz. Bir yandan Komünist parti iddasında bulunup; bir yandan Kemalizmin militanlığını yapmak yüksek düzeyde siyasal şizofrenidir.
İhparcılığın Tarihsel Kökeni
İşçi sınıfının mücadele tarihinde; burjuvazinin saflarına geçen, burjuva düzene entegre olan azımsanamayacak kadar örnek vardır. Tüm örneklerin temel dayanağında; işçi aristokrasisi ve küçük burjuvaziye yaslanan solun bir süre sonra; milliyetçi, sosyal soven bir çizgiye evrilerek, burjuva devleti savunan, onun çıkarlarına kendini eklemlendiren evrimsel bir süreci yaşamalarıydı. Bunların tarihsel kesitteki en belirgin örnekleri, Kayskycilik, Stalincilik ve onların türevleridir. Kausky önderliğindeki İkinci Enternasyonal, birinci cihan harbinin başlama sürecinde; sosyal yurtseverlik tezi altında; savaş kredilerini onaylayıp, işçi sınıfını burjuvazinin saflarında anavatan savunmacılığına itmişti. Bunun karşısında yer alan enternasyonal devrimcileri hedef göstermiştir. Burjuvaziyle işbirliği yapıp, enternasyonal devrimcilere karşı cadı avı başlatmıştır. Milliyetçi, sosyal soven bir çizgiye gelen ikinci enternasyonal için, tüm enternasyonal devrimciler artık düşmandı. Onlara karşı her cephede mücadele etmek, burjuvaziyle ittifak yapmak kaçınılmaz bir durumdu. Tarihsel kesitteki bir diğer miliyetçi sol merkez Stalinci Komitern’di. Üretmiş olduğu miliyetçi; ” Tek ülkede Sosyalizm” anlayışının karşısında duran tüm enternasyonal devrimcilere karşı savaş başlatmıştı. Soğuk savaş boyunca 4. Enternasyonal militanlarına karşı, yabancı istitbarat birimleriyle işbirliği içinde olup, Komitern’e bağlı komünist partiler aracılığıyla ihparcılık faaliyetlerinde bulundular. Türkiye’de de sol içi ihparcılık eskilere dayanmaktadır. Şefik Hüsnü TKP’si döneminde bu eğilimleri görmek mümkündür. Mustafa Suphi’lerin katliamı sonrası yeniden toparlanan TKP, Komitern’de de Stalinci bürokasinin mutlak hakimiyeti söz konusuydu. 1928 Komitern programıyla, tüm ulusal seksiyonlar milliyetçi bir çizgiye göre yeniden şekillendirilmekteydi. Komitern programını ve siyasal çizgisini eleştiren tüm komünistlere; Troçkist, hain, karşıdevrimci yaftaları yapıştırılmaktaydı. Şefik Hüsnü TKP’sinde de aynı eğilimler söz konusuydu. Kemalist burjuva diktatörlüğüne, devrimci roller biçip, onu destekleyen bir pozisyon aldı. Şeh Şaid, Dersim gibi Kürt isyanlarında devletten yana pozisyon aldı. Parti içinde gelişen muhalfete de “hain, karşı devrimci, troçkist” yaftaları vuruldu. Dönemin TKP’sinin yayın organı orak-çekiç de parti içindeki muhalefete karşı; polisin ajanlarına, provakatörlere amele safları içinde nefes aldırmayın şeklinde manşet atıp, 45 kişilik partiden ihraç edilenler listesi yayınlamıştı. Bunlar arasında Nazım Hikmet de vardı. Yayınladığı listedeki kişileri “bunlara aranızda yer vermeyin, onlar burjuvaziye satılmış hainlerdir, onlarla şiddetle mücadele edin!” şeklinde manşet atıp, açık hedef göstermiştir. Bu kara listenin yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra, 45 kişilik listenin ezici çoğunluğuna polis operasyonları çekilmiştir. Benzer tutumlarda 70’li yıllarda Perinçek’de bulunmuştur. Sözün kısası ihbarcılık ulusalcı solun geleneğinde vardır. Özü itibarı ile devletçidir ve her zaman devlet klikleri arasında ittifak yapacak unsurlar arar. Enternasyonal proleter devrimci bir programı kuşanmayan solun; yurtseverlik, aydınlanmacılık, ilericilik gibi Kemalist ulusalcı çizgiye savrulması kaçınılmaz bir sondur.
Sonuç Yerine
Düzen cephesi açısından problem Gezi değildir, yeni Geziler fobisidir. Önüne geçilemez siyasi ve ekonomik kriz ortamında işçi sınıfının tabanından gelecek kitlesel direnişleri bastıracak ve itibarsızlaştıracak siyasi argümanları diri tutacak, toplumun her kesiminde -en azından kendi tabanında- rıza üretmeyi hedeflemektedir. Ulusalcı sol doğası gereği devletçi bir çizgidedir ve burjuva devletle bütünleşmesi kaçınılmaz bir sondur. Sosyal şovenizme ve ulusalcı sola karşı ideolojik mücadele yürütmek proleter devrimcilerin asli görevlerinden birisidir. Ulusalcı, milliyetçi solun köklerinde Stalincilik vardır. Stalincilikle ideolojik bir hesaplaşmaya girmeden ulusalcı solla hesaplaşmak mümkün değildir. Kimileri Gezi’de darbeyi görmüş, kimileri de renkli Sarosçu emperyaliat restoraayonu görmüş olabilirler. Bizlerin Gezi’de gördüğü ise devrimci partinin yokluğunda mücadelenin yaşadığı açmazlar ve devrimci partinin inşasının olmazsa olmaz bir durum olduğudur.