Erdoğan rejimi çılgın projeleriyle sürekli olarak gündeme geldi. Yollar, otobanlar, köprüler vb temeli inşaat ve beton ekonomisine dayanan projeler uygulamıştır. Seçim meydanlarında sürekli olarak beton ekonomisine dayalı projelerinin reklamlarını yaptı. Erdoğan’ın en büyük hayalim dediği “Kanal İstanbul” projesi Türkiye’nin gündeminin merkezine yerleşti. Peki nedir bu Kanal İstanbul?

Kanal İstanbul şehrin Avrupa yakasında hayata geçirilmesi planlanmaktadır. Karadeniz ile Akdeniz arasında alternatifsiz bir geçit olan İstanbul Boğazına alternatif yaratarak, Karadeniz ve Marmara Deniz’ini birbirine bağlayan yapay su yolu projesidir. Bu projeye göre kanalın uzunluğu 40-45 km, genişliği 145-150 metre, tabanı 125 metre, su derinliği 25 metre olarak tasarlanmaktadır. 2023’te projenin tamamen bitmesi hedeflenmektedir.

Bu Projeyle Ne Amaçlanmaktadır?

Erdoğan bu projenin dünyada eşi benzeri olmayacağını, 2023 Türkiye’si vizyonuna uygun olduğunu dile getirmektedir. Erdoğan cephesi, Kanal İstanbul’a muhalefet edenlere karşı Gezi direnişinde kullandığı “İstesenizde istemesenizde yapılacak” cinsten otoriter, muhalefeti düşman ilan eden bir dil kullanmaktadır. Erdoğan için bu projenin bu düzeyde önemli olmasının tek nedeni; ülkenin içinde bulunduğu derin ekonomik buhrandır. Erdoğan rejiminin ekonomisinin lokomotif motoru uzun yıllardır inşaat sektörüydü. Krizle birlikte inşaat sektöründe ciddi bir daralma başladı. Bu projeyle birlikte, inşaat sektörünü canlandırmayı, başta Katar sermayesi olmak üzere yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmek yatmaktadır. Bu projeyle birlikte önemli bir rant alanı doğmakta, kendisine yakın sermaye tekelleri için büyük kâr alanı açılmaktadır. Şimdiden Kanal İstanbul projesinin geçtiği bölgede emlak sektöründe olağanüstü bir hareketlilik mevcuttur. Bu bölgede başta Katar ve Arap burjuvazisi olmak üzere yerli ve yabancı burjuvazi için yeni gettolar inşa etme çalışmaları hız kazanmıştır.

Bu Projenin Kime Ne Faydası Vardır?

Bu mega çılgın projenin, aynı oranda mega çılgın maliyeti olacaktır. Bunu öngörmek için kahin olmaya, konunun uzmanı olmaya gerek yoktur. Bu projenin masraflarının nasıl karşılanacağı konusunda henüz resmi ağızlardan hiçbir açıklama gelmemiştir. Ekonomik krizin veba salgını gibi yayıldığı, krizin tüm faturasının emekçi yığınlara kesildiği, kriz koşullarında sürekli olarak savaş ve savaş ekonomisine yatırım yapan Erdoğan rejimi Kanal İstanbul’unda faturasını emekçi yığınlara yükleyecektir. Kısaca Erdoğan’ın çılgın projesi emekçi sınıflardaki karşılığı daha fazla kemer sıkma, daha fazla yoksulluk, daha fazla yıkım olarak dönecektir. Bu projeden tek kazançlı çıkacak olan Erdoğan’la işbirliği içinde olan yerli ve yabancı büyük sermaye kuruluşlarıdır.

Projenin Ekolojik Boyutu

Projenin yaratacağı en büyük yıkımlardan biriside ekolojik yıkımdır. Kanal İstanbul’un Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna göre, proje alanının %52,16’sı tarım arazisidir. Bu proje aynı zamanda İstanbul’un en önemli tarım alanlarının lavedilmesi anlamına gelmektedir. Herşeyden önce bu proje iki denizi birleştiren yapay boğaz yapma projesidir. İstanbul boğazı Karadeniz’den nehirlerle gelen sular arasında bir denge oluşturmaktadır. Karadeniz’in iklimsel dengesi tamamen bu sisteme bağlıdır. İstanbul boğazı Karadeniz’den nehirlerle gelen sularla Akdeniz’den gelen sular arasında bir denge oluşturmaktadır. Karadeniz’in iklimsel dengesi tamamen bu sisteme bağlıdır. Bu proje İstanbul’un tüm karasal ve denizsel yaşamını yeraltı su sisteminin tamamen değiştirmesi söz konusudur. Bu projeyle 8 milyon nufuslu, 97 bin 600 hektarlık yapay ada yapımı söz konusudır. Oluşturulmak istenen bu yapay ada deprem fay hattının üzerindedir. Deprem bölgesi olan İstanbul’da olası bir depremde telafisi mümkün olmayan yıkımların zeminini hazırlamaktadır. Proje kapsamında talan edilecek yeşil alanlar, bu alanlarda yaşıyan canlılara ve ekosisteme getireceği tahribat geri dönüşü olmayan iklim krizlerine gebedir.

Kanal İstanbul’a Nasıl Karşı Çıkmalıyız?

Kanal İstanbul projesine karşı muhalefette İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve CHP’nin ağırlığı hakimdir. İmamoğlu ve CHP’nin bu projeye karşı çıkış gerekçeleri iki temel üzerinde şekillenmektedir: Birincisi bu projenin “Montrö Boğazlar Sözleşmesi” ni ihlal edeceğini ve bunun sonucu olarak ulusal güvenlik problemi yaşanılacağı yönünde. İkincisi ise bu projeyle İstanbul’un bir bölgesinin komple Katarlılara satılacağı gerekçesinde düğümlenmektedir. Bu karşı çıkışın zemini burjuva milliyetçi bir eksendedir. Sağlam bir temel üzerinde durmamaktadır. Toplumsal muhalefet ise henüz İmamoğlu çizgisine alternatif karşı çıkış argümanlarını sunamamakla birlikte, İmamoğlu’nu açıktan destekleyen ona yedeklenen bir hat üzerinde durmaktadır. İmamoğlu’nun bu hattı sağlam bir temelde durmamaktadır, çünkü bu argümanlar Erdoğan tarafından çabuk ekarte edilebilir. Karşı çıkışta merkeze konulan gerekçelerinden olan Montrö Sözleşmesinin ihlali vardır. Erdoğan bu projenin sözleşmeyi ihlal etmeyeceğini geniş kitleleri ikna edebilir, Rusya başta olmak üzere diğer ülkelerle yeni bir antlaşma yapabilir. İkinci gerekçe olan Katarlılar konusunuda hızlı şekilde çürütebilir. Kanal İstanbul çevresinde yalnızca Katarlıların olmayacağını, yerli sermayeninde olacağını öne sürebilir. Türk sermayesinin geleneksel temsilcisi Koçlarıda bu projeye dahil edebilir. Bu hamlesiyle İmaoğlu ve CHP’nin ana argümanını etkisiz hâle getirebilir. O yüzdendir ki, toplumsal muhalefet kendi anti kapitalist argümanlarıyla bu projeye karşı muhalefet ağını oluşturabilir. Bu muhalefet ağının temelinde, ekolojik yıkıma, ranta, talana ve projenin emekçilere ödetilmesine karşı sesli itirazlar zemininde gerçekleşmelidir. İmamoğlu’nun projeye karşı öne sürdüğü kitlesel muhalefetin temelleri tamamen daha baştan yeni Gezilerin oluşmasının emniyet kemeri rolünü görmektedir. İmamoğlu’nun öne sürdüğü kitlesel muhalefetin temeli: Çevre Şehircilik Müdürlüklerine dilekçe vermek ve referandum önermekten ibarettir. Toplumsal muhalefetin kendi talepleriyle Gezi direnişini referans alan bir pratiğin çağrısıyla sürece dahil olmalıdır.