Ekonomik buhran, ekolojik yıkım, pandemi ve küresel sağlık krizi, işsizlik, yoksulluk, savaş, militarizm artıkça düşüşe geçmiş olan küresel burjuvazi bu kötü gidişin günah keçisi olarak göçmenleri ve mültecileri seçmektedir. Küresel düzeyde tüm kötü gidişin faturası göçmenlere kesilmekte, sürekli olarak hükümetler ve sağcı odaklar tarafından nefret objesine dönüştürülmekte, bu durumun sonucu olarak göçmenler ırkçı saldırıların ve pogromların hedefi haline gelmektedir. Türkiye özelinde de göçmen düşmanlığı üzerinden yükselen ırkçılık her geçen gün korkunç boyutlara evrilmektedir. Ülkedeki tüm kötü gidişin faturasının sorumlusu olarak her fırsatta göçmenler gösterilmekte, gerek iktidar gereksede muhalefeteki tüm burjuva partileri muhalefetlerinin merkezine göçmen düşmanlığını koymaktadır. Tüm düzen medyası, göçmenleri her fırsatta düşmanlaştırmakta, yalan ve provakatif haberlerle ırkçılığın büyümesine katkı sağlamaktadır. Göçmenlerin gülmeleri, eylenmeleri, denize girmeleri, yılbaşı kutlamaları, muz yemeleri, nargile içmeleri, kısacası aldıkları nefes dahi kiriminal bir olgu gibi servis edilmektedir. Göçmen düşmanlığı dalgası o kadar büyümüştür ki, sadece kendisini göçmen düşmanlığı üzerinden var eden, Almaya’daki neo-nazilere, Yunanistan’daki Altın Şafak’a rahmet okutacak faşist partiler, organizasyonlar kurulmakta, Türkiye’nin dört bir yanında örgütlenmektedir. Dört koldan göçmen düşmanlığı üzerinden azdırılan ırkçılık Covid-19’dan hızlı yayılmakta, her fırsatta göçmenler ırkçılığın, şiddetin, katliamların, pogromların açık hedefi hâline gelmektedir. Gerçekleşen ırkçı terör eylemleri haber değeri dahi taşımamakta, sosyal medya mecralarında görünür oluncada, ırkçı odaklar tarafından saldırılar meşrulaştırılmakta, yeni saldırılar için motivasyon sağlanmaktadır. Bu ırkçı terör eylemlerine bir yenisi daha İzmir’de eklendi. 16 Kasım’da, Birlik Beton’un İzmir-Güzelbahçe’deki taş fabrikasının barınağına Kemal Korkmaz isimli bir faşist katil sırf Suriyeli oldukları için 23 yaşındaki Maum Al- Nebhan’ı; 21 yaşındaki Ahmed Al- Ali’yi ve 17 yaşındaki Muhammed El Hüseyin Abda’yı benzin dökerek katletti. Herhangi bir araştırma dahi yapılmadan olay resmi kayıtlara elektrik kaçağına bağlı soba yangını diye geçti. Katil olay öncesi ben bugün Suriyelileri öldüreceğim diyiyor, olaydan sonra iş yeri avukatı bu bilgiyi polisle paylaşmasına rağmen katilin ifadesi dahi alınmıyor. Faşist katil Kemal Korkmaz kendisine maddi yardımda bulunan emekli çift Necati ve Kadriye Atasoy’u gasp etme amacıyla yaralayıp gözaltına alınınca, sorguda itirafta bulununca ve katledilen Suriyeli gençlerin avukatları olayın takipçisi olması sonucunda gerçek gün yüzüne çıkmıştır. Katil sorgusunda; 2000’li yıllarda askerlik yaparken bir süre JİTEM’in gizli operasyonunda yer aldığını iddia edip şöyle devam ediyor: Ama şimdi açıklayamam, devlet sırrıdır. Ondan sonra ben İzmir’e memleketime döndüm ve çeşitli işlerde çalıştım. Seferihisar’da bir evim var. Arabanın camına bir gün not buldum. Bu notta “Göreve başla” yazıyordu. Bir zaman sonra bir not daha buldum ” Göreve devam et” yazıyordu. Temizliğe başla lafını Türkiye’yi Suriyelilerden temizle olarak anladım. Katilin sorgudaki itirafından sonra olayın ırkçı cinayet boyutunu perdelemek için, katilin akıl sağlığının yerinde olmadığını, anlattığı şeylerin hayal ürünü olduğunu öne sürenlerde oldu. Bu kesimlerin öne sürdüğü savdaki gibi olay kriminal bir durum değildir. ırkçı bir cinayet aynı zamanda politik ve sosyolojik bir olgudur. Politik bir olgudur: çünkü katil JİTEM’de eğitim alıp faaliyet yürütmüştür. JİTEM’in tarihi katliamlar, işkenceler, tecavüzler, içindeki insanları ve tüm canlılarıyla birlikte yakılan sayısız köyler, yakılan ormanlar, asit kuyularına atılan insanlarla doludur. JİTEM kendi personelini ölüm makinesine dönüşmüş faşist terör birlikleri olarak yetiştirir. Arkasında her zaman devletin desteğini gördüğü için ne yaparsa yapsın kendisinin dokunulmaz olduğunu düşünür. Katilin profilide sıradan bir JİTEM tetikçisinden asla farklı değildir. Irkçı faşist motivasyonla diri diri insan yakıp katletmek JİTEM geleneğidir. Göçmenlere yönelik bu düzeyde artan ırkçılık, onlara yönelen şiddetin normalleşmesini hatta olması gereken bir olgu gibi algılanması, göçmenlerin otomatik olarak itibarsızlaşması ve değersizleşmesi anlamına gelir. Bu durumda geniş yığınlarda göçmenlerin üçüncü sınıf insan olarak görülmesi şeklinde vucut bulur. Buna paraler olarak ırkçı saldırganlıklar, faşizmin kitle tabanının genişlemesinin zeminini hazırlar. Bu faşist tırmanış ve saldırganlık yalnızca göçmenlerle sınırlı kalmaz, kürtlere, alevilere, kadınlara, LGBTİ+lara, sosyalistlere, işçi teşkilatlarına, kısacası özgürlük ve değişim isteyen tüm kesimleri zincirleme şekilde içine alır. İktidarından muhalefetine tüm düzen cephesinin her fırsatta göçmen düşmanlığını körüklemesi bir tesadüf değildir. Çöküşte ve krizde olan Türkiye kapitalizminin buna ihtiyacı vardır. Tüm kötü gidişin, işsizliğin, yoksulluğun faturası için eğer günah keçileri bulamazlarsa, emekçi yığınların sosyal patlamaları, isyan dalgaları kaçınılmaz olur. O yüzdendir ki, biriken öfkenin iktidara, devlete yönelmesine engel olmak için emekçilerin ve ezilenlerin bölünüp kendi içinde birbirlerine düşman olmaları için ırkçılık ve faşizme ekmek kadar su kadar ihtiyaçları vardır. Tamda bu yüzden burjuva muhalefetinin dahi tüm aktörleri, iktidara karşı muhalefetinin temelinde göçmen düşmanlığını ekmektedirler. Buna paraler olarak Tanju Özacan, Ümit Özdağ gibi Nazileri aratmayan faşist figürlerin ve organizasyonların gelişmesine yol açmaktadır. Sosyalist solun önemli bir gövdesi kendisini AKP karşısında millet itifakının zaferine katkı sağlayacak yardımcı rol biçtiği için gündeminde göçmen dayanışması olmamakta, bu sorun görmezden gelinmekte, millet itifakının tabanında vucut bulan göçmen düşmanlığı hassasiyetiyle çatışmamak adına sinsi bir şovenizme bürünmektedir. Göçmenleri işçi sınıfının bir parçası olarak, mutlaka kazanılması gereken bir kesim olarak değil, seküler laik yaşamın önünde bir tehlike, AKP’nin destekçisi olacak kitle olarak görmektedir. ” Göçmenlerde insan tabi ama bu kadar göçmeni bu ülke kaldırmıyor. Gelmesinler demiyoruz ama kontrollü gelsinler. Ekonomi zaten bozuk, göçmenlerede yetmiyor” gibi fikirler öne sürülmektedir. Solda olma iddiasında olan birey, grup ve teşkilatların “ekonomi göçmenlere yetmiyor” diye bir görüşü savunması kabul edilemez. Sermaye devletinin ekonomik verilerini referans alıp, hangi uyruktan işçinin ne kadar pay alacağı üzerine ahkam kesmek sağcıların, ırkçıların işidir, sosyalistlerin değil. İşçi sınıfının içinde göçmen düşmanlığının oluşması işçi sınıfını, patronlardan göçmenlere iş verme bize ver diyen aciz bir konuma sokar. Sosyalistlerin görevi göçmen yerli ayrımı yapmaksızın işçi sınıfının birliği için mücadele etmektir. Sosyalistlerin görevi göçmen düşmanlığı üzerinden ırkçılığı harlayan faşistlerin sesinin çıkmasını engelemek, faşistlere karşı sınıf temelinde göçmenlere ve tüm ezilenlere dayanışmayı büyütmek ve faşizme karşı birleşik mücadele vermektir.
Milliyetçilik köleleştirir Enternasyonalizm Özgürleştirir!