Güncel Siyasi Okumalar – Sonuçlar ve Olasılıklar
2-3 aylık periyodda Ortadoğu’da meydana gelen değişim Dünya siyasetinin de farklı yerden okunması ihtiyacını ortaya çıkardı. Siyasi dengeler kısa sürede kati bir değişim geçirdiğinden bölge halklarının lokal siyasetlerinde de iklim kısa sürede bambaşka bir yere evrildi. Bu değişimler Dünyadaki siyasi güç dengelerinin değişimine endeksli okunmak zorundadır. Halihazırda Ortadoğu’daki yeni yapılanma süreci devam ederken ‘’Açılım Zehri’’ yazımızda mevcut siyaseti okurken içeride ve dışarıda, bölgede ve yerelde bu bağdaşımları saptama çabasında bulunmuştuk. Şu an ise bütün bu değişimin tamamlandığı açıktır. Ortadoğu’daki proje ve emperyalist müdahaleler yapısal ve işlevsel olarak okunmaya çok müsaittir. Bölge devletlerinin refleksleri ise stabil düzeye inmiş ve olan biten akabinde meşru bir gerçeklik oluşmuştur.
Ortadoğu ve Rojava
Ortadoğu’da oluşan bu yeni gerçekliğin en belirleyici unsuru ABD emperyalizminin Esad’ı alt etmesidir. Son Ba’as rejiminin de Suriye’de yenik düşmesiyle beraber ABD emperyalizmi bölgedeki varlığının kapsamını faal olarak arttırmıştır. Esad’ın siyasi varlığı TC-ABD-Rusya-İran dörtlüsü arasında bir bütünlük oluşmasına engel oluyordu, ancak güncel tabloda Rusya bölgedeki varlığını sonlandırıyor, İran resmen bu savaşın mağlubu oluyor ve geriye yalnızca TC ve ABD denklemi kalıyor. TC ve ABD’nin bölgede zaman zaman karşı karşıya gelmelerinin nedeni ise yalnızca TC’nin kalıcı semptomu olan Rojava özelinde tetiklendiği Kürdofobisiydi. Peki olan bitenin akabinde Rojava’yı nasıl bir kader bekliyor ve PYD’nin muhtemel siyasi refleksleri ne olabilir?
Bu soruya yanıt vermeden önce şunu unutmamakta fayda var. Bölgedeki güç yarışının galibi ABD emperyalizmi oldu. Esad’dan sonra Suriye rejimini teslim alan HTŞ’nin siyasi varlığı Türkiye ve ABD’nin asgari müşterekte bir üçgen oluşturmasının önünü açmakta. Bu durum halihazırda da gözlemlediğimiz üzere Rojava’nın açık hedef haline gelmesine ve HTŞ ve TSK el birliğiyle keyfi askeri müdahalelerine gebe olduğunu göstererek kendini kanıksıyor.
ABD’nin Rojava’daki siyasi varlığı yıllardır Rojava’nın ulusal kongreyi yapamamasının nedeni olmuştu. ABD ve Rojava arasında emperyalizmi okuma yetisinden çok uzak olan sol akımlar gibi müttefiklik yorumunun aksine bir siyasi güç mücadelesi ve çıkar ilişkisi vardır. Ancak bütün bu tablo sonucunda Rojava’nın varlığının tek koşulu bu güç dengesindeki kapsamından feragat edip daha ABD’ci bir tarafta durmaktır. Bu da emperyalizmin beklentisinin aksine Suriye halklarının tabandan demokratik yönetimini önceleyen Rojava rejiminin ister istemez bu emperyalist denkleme dahil olmasını sağlayacaktır.
Artık HTŞ uluslararası arenada kabul görmüş bir rejimdir. HTŞ-TC-ABD üçlüsü her ne kadar mantıklı bir denklem oluşturuyor olsalar da bu üçlü güven oyu çok düşük bir toplamdır. Dolayısıyla ABD, Rojava’yı HTŞ-TC faşizmine teslim etmeyecektir. Fakat hiçbir sonuç gözetmeksizin İsrail terörizminden yana taraf olduğu gibi de Rojava’dan taraf olmayacaktır. Çünkü Rojava’da rejiminin kumaşı gereği ne ABD’ye kalıcı bir müttefiklik vaat edebilir ne de finans kapitalde Siyonistler kadar bir pastada payı vardır. Peki bu güç mücadelesinin cepheleri neler olacaktır?
Açılım Süreci ve Siyasi Savaş
ABD emperyalizminin bölgede oluşturduğu yeni denklem Ortadoğu’da yeni bir kan gölünün oluşmasına vesile olacak, Rojava’nın siyasi mağlubiyetini tasdikleyecek olan şey ise bu kan gölünden ziyade siyasi savaş olacaktır. ABD emperyalizminin demokrasisi bölgeye halihazırda tesir etmiştir. Açılım sürecini Ortadoğu’daki kapsamlı savaşta TC bürokratlarının ve bakanlarının da söylediği gibi ‘’iç cepheyi güçlendirme’’ çabası ile yorumluyorduk. Ancak bu savaş kısa sürüp sonuçları da günümüze sirayet edince bu Açılım Süreci konjonktürü kapanmadı. Bunun nedeni ilk cümlede bahsettiğimiz siyasi savaşın ta kendisidir. Emperyalizm kapsamını bu kadar güçlendiriyor ve ırkçı lokal rejimler meşruiyetini buna endeksli sağlamlaştırıyorken ezilen halkların ‘’solda’’ tasniflenen siyasi figürlerin yumuşama adında yeni bir siyaset alanına dahil olmaları yalnızca kapsamını genişleten bu emperyalizme kurtuluş paradigmalarının yedeklendiğini gösterir.
Dolayısıyla ezilen halkların siyasi partileri bağımsız sınıf siyaseti yapmadıkları müddetçe ne resmi ideolojiyle ne de kurucu ilkelerle taban tabana zıt demokratik bir kazanım elde edip sınıf siyasetiyle dirsek teması kuramayacaklardır. Kürt halkı Ortadoğu halklarından en politik olanıdır ve bu politik yoğunlaşma yıllardır süren bir sömürüye karşı duruşun iradesidir. Ancak mevcut tabloda bu iradenin sömürünün failleriyle oturulacak olan masada teslim edileceği aşikardır. Unutulmamalı ki Kürt halk hareketi ne gerek sahadaki ne de politikadaki baskınlığıyla bu masayı devlete zorunlu kılmıştır. Sınıf siyaseti, sosyal demokrasi ve STK katılımcılığı dünden bugüne güçten düşmüştür. Bu tabloda devlet tarafından uzatılan zeytin dalının zehirli olmama imkanı yoktur.
Tabii bu zehir en başta Türkiye işçi sınıfının daha sonra da ezilen halk yığınlarının dilini yakar. Bu diyaloğun olumlu olarak devam edecek olmasının akabinde oluşacak olan denklem az çok bellidir. AKP-MHP kanadı şu an karşısındaki en ciddi politik irade olan Kürt halkının iradesini konsolide edecek ve pasifize edecektir. Hatta DEM parti ile muhtemel bir diyalog kanalı yeni anayasa için AKP-MHP kanadının kendine muhtemel bir alternatif müttefik yaratma çabasını da açığa çıkarabilir.
Bu başlığın bu kısmına kadar olan kısım Türkiye Kürdistanı’nın siyasi yorumuydu. Ancak bu açılım spekülasyonu yalnızca ana gözlem noktası olan Türkiye Kürdistanı’nı içermemektedir. Bu açılım atılımı Rojava’da da yeşil ışığını yakmıştır. Uzun yıllar ardından Barzani, Rojava siyaseti ile aralarındaki siyasi buzları eritmek adına diplomatik çabalar içerisine girmiş, Rojava’ya delege göndermiştir. Bunun birçok nedeni vardır.
Rojava Ortadoğu’daki son siyasi gelişmeler neticesinde siyasi bir yalnızlık içerisinde kalmıştır. Bu da Rojava’ya yeni müttefikler ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu ihtiyacın halihazırda Türkiye siyasetinde başlamış bir çözüm süreci spekülasyonunun Suriye Kürdistan’ına taşınma çabasının, Kürdistan siyasetinin en teslimiyetçi figürlerince üstlenildiğini göstererek Türkiye Kürdistan siyasetinin teslimiyetçiliğinin ithal edildiğini teşhir etmektedir. Dolayısıyla, emperyalist siyaset ve demokrasi anlayışı emperyalizmin Ortadoğu’daki kuklalarınca bölge siyasetlerine kabul ettirilme çabası söz konusudur.
Rojava’nın içerisinde bulunduğu siyasi yalnızlığın ortaya çıkarmış olduğu yeni müttefikler sorunu konusunda Rojava’yı aciz bırakabilir. Gözlemlendiği üzere Türkiye Kürdistanı’nda yeşeren bir utangaç Barzanicilik hakimdir. DEM Parti’nin güven oyu her geçen gün azalmaktadır. Bu utangaç Barzanicilik Kürt halk tabanına siyaseten kültürel bir değişim ögesi olarak empoze edilmeye çalışılmaktadır. Kürdistan’da var olan bu yeni politik zümrenin var olan siyasi gerçeklikten en büyük ayrışım noktası ise İsrail uzlaşımcılığıdır. Bu uzlaşımcılık yeni dönemde Rojava Kürdistanı’nın meşru varlığını tasdiklemek için İsrail ile muhtemel bir diplomatik atılımın temel motivasyonunu oluşturmaktadır. Dolayısıyla Rojava bu denklemde var olduğu müddetçe siyaseten çürümeden kaçması imkansızdır.
”Muhalefet Rejimi” Krizi
Bütün bu varsayımların gerçekleşmesine gerek kalmadan incelenmesi ve hazır olunması gerekilen bir konu daha var. Devlet politikası olarak başlayan açılım süreci konjonktürü taraflarını iyi okumak gerekmekte. Bir önceki açılım süreci çabasına baktığımızda buna kati suretle karşı çıkan şimdiki halinden çok daha ulusalcı ve elitist bir CHP mevcuttu. Dolayısıyla muhalefet kanadının kemalizminin dümeninde ana muhalefet partisi, sosyal demokrat ve elitist bir partinin disiplini mevcuttu. Ancak günümüzün tablosunda CHP alenen bir çözüm süreci karşıtlığı yapacak bir parti modelini temsil etmiyor. Günümüzde bu çözüm süreci karşıtlığının bayrak taşıyıcılığı görevi Zafer Partisi ve minvalindeki kemalizm vurgusu hat safhada olan partilere kalmıştır. Bu partilerse 2014 CHP’sinin elitizminden çok uzak, burjuva bürokratik akla çok yabancı ve 2014 CHP’sine göre fazlasıyla sağda kalan parti modellerini temsil etmektedir. Bütün bu tablonun sonunda bir sonuç çıkıyor, o da kemalizmin aşırı sağda yedekleneceğidir.
CHP bu konjonktürde bir parti olarak kesin bir tavır alamayacaktır. Kürt meselesi gibi Türkiye halklarının en belirleyici ve hassas konusunda alenen takınacakları bir tavır basiretsiz ve heterojen bir partiye işaret eden CHP’nin çatırdamasına yol açacaktır. Dolayısıyla çözüm süreci karşıtlık motivasyonunu Türk şovenizminden bulacak olan partilerin siyasi pusulanın en sağda kalan partiler olacak olması sosyal demokrasinin de kavramsal intiharına yol açacaktır.
Kemalizm’in Veraset Davası
Öncelikle Kemalizm salt sağ veya sol bir ideoloji değildir. Kemalizme organik olarak tasfiyeci veya devrimci tandans ekleme uğraşısı burjuva aydınlanmacıların işidir. Kemalizmi süreçler içerisinde okuyabilmek ve taktik tahtada doğru bir şekilde yorumlayabilmek ise tarihsel materyalist düşünceyi içselleştirmiş olan biz komünist devrimcilerin görevidir.
Kemalizm ve Kemalistler homojen bir toplam değildir. Buna parti bazında örnekler de verilebilir. Örneğin CHP’nin sosyal demokrasi iddiası ilk olarak 60’lı yıllarda güçlenen sol siyaseti parlamenter siyasete sıkıştırma çabasının ürünü olarak hasıl olmuştu. Bireyler ve kitleler bazında da durum böyledir. Kemalistin radikalleşmesi; radikalleşmiş, alan siyasetinde kendi siyasi varlığını tasdiklemiş ve ana akım siyasette solun her vatandaşın ulaşabilip alternatif olarak varsaydığı kriz anlarına denk gelir.
Troçki, faşizm ve sosyal demokrasi arasındaki bağı açımlarken sosyal demokrasinin dümenini yerelde siyasetin nereden aktığıyla endeksli olarak açıklamıştır. Bu anekdotu geçmemizin nedeni Türkiye’de sosyal demokrasi denilince akla gelen kesmin Kemalistler ve onlara öncülük eden Kemalist aydınlar olduğudur. Yani, şu an kemalizmin sağda yedekleniyor olmasının tek nedeni hükümet politikalarının tıkır tıkır işliyor oluşu ve sol siyasetin de güçten düşmüş ayrıca basiretten çok uzak olduğudur. Bundan dolayı da kemalizmin siyasi varlığı organik olarak sağda olmaktadır.
Bu meseleye ‘’veraset davası’’ dememizin nedeni solun ve sağın ayrı uğraşlar ile kemalizmi yanlarına çekmeye çalışma gayretidir. Hariçten yakın zamanların gündemi olmuş olan Doğan Avcıoğlu meselesini hatırlayalım. Doğan Avcıoğlu tartışmaları daha çok kemalizmin sol oluşuna ikna gayretinin ürünüydü. Bu tür bir çabaya girmek komünistlerin görevi değildir. Kemalizmi eğer sağdan kurtarma isteği hasıl olduysa yapılacak olan yegane şey sınıf siyasetinin haddiyle daha yoğun yapılmasıdır. Ekstra politik açımlamalar ve afaki çabalar yalnızca revizyonist ataklar olarak kalacaktır. Bu çabayı sistematik olarak sırtlayan komünist partilerin niyeti samimi ama yanlış bir kemalizmi sağdan kurtarma çabası da değildir. TKP başta olmak üzere SİP geleneğinin devamı olan ve Türkiye solunun kalitesiz stalinist kumaşını inşa eden bütün bu partilerin tek derdi, konjonktür farketmeksizin cumhuriyetçilik bayrağını sırtlanarak sol siyaseti buraya sıkıştırmaktır. Şu an ise istenilen şey aydınlanmacı/cumhuriyetçi kesime önderlik edebilecek bir kapsam oluşturmaktır.
Özdağ’ın Tutuklanması Nasıl Okunmalı?
Öncelikle Özdağ’ın tutuklanmasının ardında iktidarın katı bir siyasi aklı olduğu aşikardır. Evvela unutmamak gerekir ki Ümit Özdağ genel seçim döneminde AKP ile diyalog kurabilmek için hayli çaba göstermiş ancak AKP tarafından ciddiye alınmamıştır. Yerel seçimlerde de hiçbir belediyeyi kazanamamıştır. Dolayısıyla siyaseten varlık gösterme konusunda Cumhuriyet’in en başarısız siyasi figürlerinden biridir. Peki bu kimse tarafından ciddiye alınmayan arkadaş ne oldu da birden tutuklandı?
AKP iktidarının algı kontrolü konusunda en iyi olduğu kesim kendi kitlesinden çok muhalefettir. Öyle ki AKP iktidarında herkesin yakındığı yozlaşmanın ilk tesir ettiği kesim muhalif gençlerdir. Farkındaysanız kendilerinden bir önceki nesilden her anlamda daha gerici bir nesil türüyor. Bunun nedeni AKP’dir. Ve bu toplama da siyasi motivasyonunu siyasi akılsızlıktan, yavan bir Türk şovenizminden, ırkçılıktan, göçmen karşıtlığından alan çağ dışı ulusalcı bir çoban gerekmektedir. Bu kıstaslara da yeryüzünde en uygun kişi Ümit Özdağdır.
Bu noktada Özdağ için istihbaratın bir kuklası, MİT’in projesi gibi yorumlamalarda bulunup komplocu hezeyanlara düşmeye gerek yok. İktidarla bu tür bir ilişki içerisinde olmasa bile AKP-MHP iktidarı bunu tasnifleyebilecek kapasiteye pek tabii sahip. Özdağ’dan kahraman yaratma projesi ne kadar sağlıklı işlerse bir önceki iki başlıkta altını çizdiğimiz kemalizmin sağda yedeklenme meselesi o kadar kalıcı olacaktır. Burjuva aydınlanmacılığının ve cumhuriyet ilericiliğinin zümresi olan kemalizm salt bir lümpenliğin zümresi haline getirilip iktidara karşı yapay ve basiretsiz bir muhalefet olarak yaratılacaktır.
Ne Yapmalı?
Siyasetin bu yeni denklemleri komünist mücadelenin de havuzunu daraltmış, eskisinden bağımsız bir mücadele metodu ihtiyacı hasıl olmuştur. Öncelikle, finans kapitaldeki hegemonya yarışında her iki kapitalist kliğin varlık gösterebiliyor olması –yani balansın ortada olması- devrimci siyasetin manevra alanını genişletir ve kapsamını çoğaltır. Ancak yeni dönem siyasetinde ABD emperyalizmi Dünya siyasetinin kalbi olan Ortadoğu’da net bir galibiyet elde etmiştir. Dolayısıyla, Asya’ya uzanana kadar bütün diğer devletler işlevsel olarak ABD emperyalizmine eklemlenmiş durumdadır. Bu noktada güçlü bir birleşik hat oluşturulmalıdır. Gerek demokrasi güçleriyle gerek STK’ler ile gerekse de komünist partilerin ortak alan çalışmalarıyla güçlü bir anti emperyalist cephe oluşturulmalıdır. Aksi takdirde dar grupçuluk ve sendika kuyrukçuluğundan ibaret işçici sosyalist siyaset üretimi mantığı bugün olduğundan daha fazla sosyalizmin halk tabanında yabancılaşmasına vesile olacaktır.
Niteliksiz demokrasi güçleri birliği mantığının ve bu verimsizliğe vesile olan Stalinist halk cephesi motivasyonunun çare olmadığı tecrübeyle sabit durumdadır. Tasavvur ettiğimiz anti emperyalist cephe temel motivasyonu koşulsuz şartsız devrimi önceleyen bir bilinç tarafından oluşturulmalıdır. Kapsamı da bu pusulanın yönünün şaşmayacağı ölçüde genişleyip daraltılmalıdır. Amaç, olabildiğince kalabalık bir toplam olmak ve olabildiğince kalabalık bir toplamı devrimci politikaların ardında yedeklemektir
Bundan dolayıdır ki yazının analitik kısmında kemalizm spekülasyonuna yer açtık. Sentez kısmında ve strateji tahtasında yeni dönemde kemalizm meselesi hayati önem taşıyor. Öyle ki oluşturulmaya çalışılan yeni sağ muhalefet kanadı asgari müşterekte demokrasi mücadelelerinde ortaklaşabildiğimiz sol Kemalist/cumhuriyetçi Kemalist kanada da gebe durumdadır.
Bu durumda yapılması muhtemel bir sürü strateji mevcuttur. Şu ana kadar bu durumun farkında olan yanlış bir siyasi aklın temsilcisi olan komünist partiler bu alternatiflerden en yanlışını uygulamaya çalışmaktadır. Aydınlanmacı, cumhuriyetçi Kemalist cenahı temsil eden bir siyasi kurumun yokluğundan oluşan boşluğu kendilerini teorik olarak buraya hapsederek elde etme uğraşısı mevcuttur. Kemalistler komünistlerin pusulasına dahil olmalıdır. Bunun yolu komünistlerin kemalistleşmesinden geçmez.
Yapılması gereken şey şudur. Kapsamını günden güne genişleten bir emperyalizm ve bu yeni yapıyı tasdikleyecek basiretsiz bir faşizm inşa edilmektedir. İşçi sınıfının birleşik mücadele hattı oluşturulmalıdır, bu günümüzün en hayati meselesidir. Pusulanın komünistlerin elinde olduğu unutulmadan halk tabanına yer edinilmelidir. Demokratik ve toplumsal muhalefetin basiretsizliği burjuva siyasetçilerinin iktidar perspektifinin kıtlığından kaynaklanmaktadır. Talepleriyle, mücadele stratejileriyle, iktidar perspektifiyle ayakları yere basan komünistlerin, halk tabanındaki bu ideolojik arayışta zorunlu rotasyon haline gelmemesi içten bile değildir.
-Zafer Partisi ve minvalindeki partilere mercek tutup Türkiye’de organik bir faşizm tahlili yapmak yanlış olur. Faşizmin tahlilleri basiretsiz hükümetlerin açıklarına sinsice yerleşen toplumsal bir pesimizmin kurumsal varlığına müteakip yapılır. Oysa ki görüyoruz ki bu denklemde hükümetten daha basiretsiz bir kesim varsa o da Türkiye’de batıdan ithal edilmiş suni faşizmin omurgasız partileridir. Faşizm devlet politikalarına emrivaki olarak yön veren bir olgu iken bizim kalitesiz faşistlerimiz devlet meşruiyetini tasdiklemektedir. Bütün bunlar gözetildiğinde her ne kadar Öcalan’ın mecliste konuşma spekülasyonunu MHP oluşturmuşsa da buradaki sinsi özne MHP’dir. Gladyo’nun projesi olarak profesyonel bir faşist parti olan MHP’nin Öcalan’ı meclise çağırması mantıksız gözüküyor olabilir, işte bu mantıksızlıklar tam faşizme ait bir motivasyondur.
Dolayısıyla basiretsizlik faşizme ait bir şey değildir. Ancak basiretsiz faşizm tanımı tam da bu nedenlerden dolayı Zafer Partisi’nin siyasi akılsızlığına fazlasıyla uymaktadır.-
İktidarın ağzından çıkan hiçbir kelime muhakeme edilmeden reddedilmelidir. Demokratik odaklara uzattığı her dal kırılıp atılmalı, oluşturmaya çalıştıkları havuz betonla doldurulmalıdır. Bu yüzden dolayıdır ki çözüm süreci gibi bir saçmalığa bütün sosyalist kurumlar sırtını çevirmelidir. Gerekçe olarak da kurdun kuzuyla masaya oturma teslimiyetçiliği sunularak Kürdistan halkının gerçek talepleri vurgulanmalıdır.
Sendikal bürokrasi gün geçtikçe daha çok yozlaşmaktadır. Ancak dünden bugüne sendikalardaki komünist işçi varlığı da çoğalmaktadır. Komünist partiler sendikal bürokrasinin sözcülüğünü yapmayı bir an önce bırakarak sendika bürokratlarını devrimci taleplerle köşeye sıkıştırmalıdır.
Ortadoğu’da stratejik olarak devrimcilerin dirsek temasında bulunabileceği ilerici, laik ve demokrat herhangi bir rejim kalmamıştır. Ki EKİB bu işbirliğini ve siyasi stratejiyi hiçbir zaman sağlıklı bulmamıştı. Bundan dolayıdır ki dün üstüne basa basa savunduğumuz enternasyonalizm şiarını bugün tekrarlıyoruz. İlkesel olarak doğru olan bu mücadele hattı bugün yegane alternatiftir, doğru veya yanlış herhangi bir alternatif kalmamıştır. Emperyalizm Ortadoğu’nun her noktasında konuşlanmış durumdadır. Bu yapılarla ortak bir mücadele hattının yaratılmaması varsaydığımız yerelci mücadele hattının kaçınılmaz olarak yozlaşacağının habercisi olur, tıpkı Rojava’nın başına geldiği gibi
Sosyal demokrasi intiharını gerçekleştirmiştir. Kimisi retoriğini tam anlamıyla sağdan kurma eğilimlerini göstermekte kimisi de iktidarın oluşturduğu denklemlere kalıcı bir dahiliyet sürecini başlatmıştır. Hem sosyal demokratlar manevra konusunda ne yapacağini bilemez konumdadır hem de bu partilerin tabanı yoğun bir ideolojik arayış içerisindedir. Son yerel seçimlerden beri yerine oturmamış olan siyaset anlayışında devrimci bir gerçekliğin oluşturulması için müsait bir alan söz konusudur. Burjuva siyasetinin taşları yerine oturmadan devrimciler meşru ve mümkün varlığını siyasette tasdiklemelidirler.