Suriye İç Savaşı başladığı günden bugüne, Erdoğan rejiminin Suriye politikasının temelinde neo-osmanlıcı emperyalist hedefler vardı. Bu emperyalist hedeflerin temelinde cihatçı çeteleri kullanarak Esad rejimini devirmek ve Ortadoğu’daki emperyalist paylaşımdan pay almak vardı. Bu hedef “Şam Emevi Camii’nde cuma namazı kılmak” söyleminde somutlandı. Bu hedef doğrultusunda yıllarca Suriye ve Ortadoğu’daki tüm savaşların provokatörlüğünü üstlenen Erdoğan rejimi, cihatçı çetelerin hamiliğine soyunarak onlara lojistik ve finansal destek sunmaktan çekinmedi.

Cihatçı çetelerle birlikte Afrin, Cerabrus, El-Bab başta olmak üzere bir sürü işgal gerçekleştirdi. İşgal ettiği bölgelere kendi sömürgeci valilerini atayarak Suriye’de korsan devletini inşa etme sürecine girdi. Erdoğan bu emperyalist hedeflerini Suriye ile sınırlı tutmayarak Libya’daki emperyalist müdahalelere de ortak oldu.

Rus emperyalizmi Esad rejimine verdiği destekle onu yıkılmaktan kurtararak, eski hakimiyetini tekrar kazanma sürecinin nesnelliğini oluşturdu. Bu da Erdoğan’ın Suriye’deki ilerleyişini sekteye uğratmaktadır. Daha önce Erdoğan rejiminin emperyal hırsı ile düşürdüğü Rus uçağı sonucu bir gerilim vardı. Rusya’nın uyguladığı ekonomik ambargoya dayanamayan Erdoğan geri adım atarak Rusya ile arasını düzeltme durumunda kaldı. ABD ve Rus emperyalizminin iç çelişkilerinden sürekli kendisine hareket alanları yaratan Erdoğan rejimi, tüm imkanlarını kullanarak bir şekilde Suriye’deki varlığını korumaya devam etmeyi bugüne kadar başardı. An itibariyle de İdlib’deki varlığını sürdürmedeki ısrarı onu Suriye rejimiyle fiili bir savaşın içine sokmuş bulunmaktadır.

Erdoğan’ın Suriye’deki varlığı piyon olarak kullandığı cihatçı teröristlere bağlıdır. Esad rejiminin güç kazanmasıyla ülke genelinde sürdürdüğü ilerleyiş cihatçıların hareket alanını daraltmaktadır. Cihatçıların hareket alanının daralması Erdoğan’ın Suriye’de hegemonya kurma planını doğrudan sekteye uğratmaktadır. Bu çelişkinin ürünü olarak, Türkiye’ye sınır bölgesi olan Suriye’nin İdlib kentinde Esad rejimi ile cihatçılar arasında yaşanan çatışmalar, TSK ile Suriye ordusu arasında fiili savaşa evrilmiştir.

Erdoğan her zamanki gibi cihatçıların hamiliğine soyunmuş durumdadır. Erdoğan Suriye ordusunun ilerleyişi karşısında “gözlem” noktalarına sürekli malzeme ve mühimmat doldurmaktadır. Erdoğan, Suriye ordusunun ilerleyişini savaş nedeni olarak tanımıştır. Suriye ordusu karşısında hiçbir şanşı olmayan cihatçılar Erdoğan sayesinde ayakta kalmaktadır. Erdoğan’ın konuyla ilgili yaptığı açıklama açık savaş ilanıdır: “Bu süreçte gözlem noktalarındaki veya diğer yerlerdeki askerlerimize en küçük bir zarar gelmesi halinde bugünden itibaren İdlib ile Soçi muhtırası sınırlarına bağlı kalmadan rejim güçlerini her yerde vuracağımızı buradan ilan ediyorum“. TC kanunlarına göre savaş ilan etme yetkisi meclise aittir fakat Erdoğan’ın kendi inisiyatifiyle bunu yapıp anayasayı ayaklar altına alması başkanlık sistemiyle birlikte meclisin nasıl işlevsiz bir (Lenin’in deyimiyle) ‘gevezelik’ aygıtına dönüştüğünün en belirgin göstergesi olmuştur.

Esad rejimi Erdoğan’ın bu meydan okumasına kulak asmayarak ilerleyişini sürdürmüştür. Resmi açıklamalara göre en az 34 asker hayatını kaybetmiştir. Erdoğan rejimi de gözlem noktalarına silah ve mühimmat yığmaya devam ederek fiili savaşı ateşlemektedir. Bahçeli’nin 11 Şubat’ta yaptığı açıklama bu ateşe benzinle koşan niteliktedir: “Esad tahtından indirilmeden ne Suriye’ye ne Türkiye’ye huzur gelecektir. Türk milleti başka seçenek görmezse Şam’a girmeyi planlamalı, zalimleri yerle yeksan etmelidir. Yansın Suriye, yıkılsın İdlib, kahrolsun Esad!

Bahçeli böylece milliyetçi tabanı konsolide etmeye çalışmakta, Erdoğan’ın yapmak isteyip de diplomatik krize sebebiyet vermemek için yapamadığı açıklamaları yaparak, AKP-MHP ittifakının nihai arzusunu yüksek sesle dışa vurmaktadır.

İdlib, Erdoğan İçin Neden Önemlidir?

  • İdlib, Erdoğan’ın hamiliğine soyunduğu cihatçı grupların kontrolünde olan bir sınır bölgesidir, Erdoğan rejimi ve cihatçılar için serbest giriş çıkış bölgesidir. İdlib eğer Esad rejiminin kontrolüne geçerse TC emperyalizmi en önemli stratejik noktasını kaybedecektir.
  • İdlib’in Esad rejiminin kontrolüne geçmesi Erdoğan’ın müttefiki olan cihatçı grupların telafisi zor olan bir darbe alması demektir. Bu Suriye’de barınma sorununu beraberinde getireceği için yeni bir mülteci krizinin tetiklenmesi demektir. Olası yeni bir mülteci krizi Erdoğan’ı epey zora sokacaktır.
  • İdlib’in Esad rejiminin eline geçmesi Esad rejimine moral üstünlüğü verecek ve Erdoğan’ı da Esad rejimini zoraki de olsa tanımaya mahkum edecektir. Bu ise Erdoğan’ın işgal edip kendi korsan devletini kurduğu Afrin, Cerabrus gibi bölgelerin Rus emperyalizminin desteğiyle tekrar Esad rejiminin eline geçmesinin nesnel zeminini oluşturacaktır. Bunun manası da Erdoğan’ın yıllar boyunca izlediği tüm Suriye politikasının çökmesi ve koca bir sıfırla geri dönmesidir. Bunun gerçekleşmesi Erdoğan’ın tüm siyasi itibarının yerle bir olması demektir.
  • Kısacası Erdoğan’ın Suriye’deki emperyal hedeflerini kalıcı hâle getirmesinin tek yolu İdlib’ten geçmektedir. İdlib’teki varlığını asgari düzeyde de olsa korumak zorundadır. İçine girmiş olduğu bu ikilem onu her türlü çılgınlığa itebilir.

Erdoğan Ne Yapmak İstiyor ?

2011 yılından beri devam eden Suriye iç savaşının asli aktörlerinden olan Erdoğan’ın Suriye politikasındaki hedeflerini iki başlık altında kategorize edebiliriz:

İç Hedefler ve Dış Hedefler

Bu iki başlıkta iç içe girmiş ve birbirini tamamlayan niteliğe bürünmüştür. Arap baharının başlamasıyla birlikte “Ilımlı İslam” imajını üzerine giyerek kendisini Ortadoğu’nun, İslam dünyasının lideri gibi pazarlamaya çalışmıştır. Yaratmış olduğu bu imajın altında tamamen emperyal hedefler vardır.

İslamcı, cihatçı grupları kendisine bağlayarak onları iktidara taşıyıp, Ortadoğu’da oyun kurucu lider olma hedefini taşımıştır. Bu hedefini hayata geçirmek için en fazla çaba sarfettiği ülke hiç kuşkusuz Suriye olmuştur. Erdoğan başından beri tüm Suriye stratejisini Esad rejiminin devrilmesi üzerine kurmuştur. Esad rejimini düşürüp ÖSO vb. cihatçı grupları iktidara getirip onları tamamen kendisine bağlamayı hedeflemektedir. IŞİD, ÖSO ve SADAT işbirliğiyle sorun yaşayacağı iktidarları darbeler yoluyla devirmeyi planlamaktadır. Kısacası Erdoğan, Suriye’yi kendi arka bahçesi yapmak istemektedir.

Bir diğer hedefi ise içeride Kürtlere karşı gerçekleştirdiği sömürgeci politikaları Suriye’de de gerçekleştirmektir. Suriye iç savaşından bugüne, Rojava de facto bir statü kazanarak, tarihi mevziler elde etmiştir. Erdoğan kürtlerin tüm kazanımlarını yok ederek onları esarete mahkum etmek istemektedir. Bu amaç doğrultusunda Afrin işgalini gerçekleştirmiş, oraya cihatçı çeteleri yerleştirip kendi korsan devletini inşa etmeye başlamıştır. Erdoğan’ın ana hedefi Rojava’yı işgal edip sömürgeleştirmektir.

Askeri operasyonlarla içeride yaşadığı siyasi ve ekonomik sıkışmışlıktan kurtulmak istemektedir. Erdoğan’ın emperyalist hedeflerine paralel olarak başkanlık sistemi hedefi gelişmiştir. Bu hedefe ulaşmak için her yöntemi kullanmış ve sonunda emeline ulaşmıştır. Fakat kurmuş olduğu tek adamda biten “Başkanlık Sistemi” işleyemez duruma gelmekle birlikte tüm devlet aygıtları tel tel dökülmeye başlamıştır.

Erdoğan, sürekli olarak siyasal krizlerle boğuşmaktadır. Düzen cephesinde ise Erdoğan’a alternatif olabilecek siyasal aktörler sahaya sürülmektedir. Her geçen gün büyüyen ekonomik kriz onu içten içe kemirmektedir. Erdoğan’ın yaşadığı siyasal ve iktisadi krizi savaşla aşmak dışında hiçbir çözümü yoktur. Suriye’de elde edeceği zaferle kendisini milli kahraman ilan ederek tüm düzen güçlerini kendisine yedekleyip 2023’e girerken “Yeni Türkiye’nin kurucu lideri” ünvanını almaya çalışmaktadır.

Kapitalizm ne zaman küresel bir buhrana girse önce korumacı politikalar izler. Daha sonra bu sıkışmışlığın üzerinden gelmek için emperyalist savaşlara yönelir. Erdoğan’ın durumu da bundan farklı değildir. İçeride onu kemiren krizden kurtulmak için Suriye’de kalıcı bir işgal gerçekleştirmek zorundadır. İşgal ettiği bölgeleri yağmalayarak, orada yıkılan kentleri yeniden inşa etmek için kendi burjuvazisini seferber etmek istemektedir.

Erdoğan’ın ana istekleri bunlardır. Fakat bu isteklerine engel olacak sahada ondan çok güçlü rakipleri vardır. Bu emellerine ulaşabilmek için Rusya, Suriye hükümeti ve İran’ı ekarte etmesi gerekmektedir. Bunu gerçekleştirebilecek ne iktisadi ne de askeri gücü vardır. Ne de sonuna dek arkasında duracak müttefikleri:

TC, bugüne dek Suriye’deki Rusya ve ABD emperyalizminin çelişkilerini kullanarak kendisine manevra alanları yarattı. Kimi zaman Rusya ile ittifak içinde oldu kimi zaman da ABD ile…Bugüne dek kendisine hareket alanı açtığı bu hat artık kapanmaktadır. Hareket alanı daraldıkça Erdoğan daha da saldırganlaşmaktadır. Erdoğan’ın kabul edemediği durum Suriye’de taşların yerine oturma sürecinin başladığıdır. Bu sürecin önünü almak için savaşı olabildiğince büyütmeye ve uzatmaya çalışmaktadır.

Erdoğan, ABD ve İsrail’i arkasına alıp Rusya’ya meydan okumak istemektedir. Savaşın derinleşmesi durumunda NATO’yu kendi emperyalist hedefleri için seferber etme hayali kurmaktadır. Fakat ıskaladığı tam olarak şudur: “ABD ancak Erdoğan’a dönemsel çıkarları doğrultusunda müttefik olabilir. Sonuna kadar Erdoğan’ın arkasında duramayacağı gibi Türkiye’nin öncülüğünde Rusya ile sıcak bir savaşa giremez. Türkiye NATO’nun üyesidir fakat NATO’yu kendi emperyal hedefleri doğrultusunda savaşa sokacak düzeyde bir yetkisi yoktur.”

Erdoğan’ın en büyük çelişkisi, güttüğü politikaların birincil emperyalist ülke politikası olmasıdır. Fakat kendisi emperyalist piramidin diplerinde yer alan bölgesel bir güçtür. Kısaca toparlayacak olursak Erdoğan boyundan büyük işlere girmekte ve bunda da son derece ısrarcı olmaktadır. Bu durum da Erdoğan’ın sonu olacaktır.

Rusya’nın Tutumu Ne Olacak?

Rusya’nın Suriye konusundaki tutumu en başından beri net olmuştur. Esad rejimi yıkılmak üzereyken Rusya’nın Suriye’ye müdahil olmasıyla tüm dengeler değişmiştir. Esad rejimi Rusya’nın desteğiyle tekrardan toparlanmış, cihatçı grupların kontrolündeki birçok bölgeyi geri kazanmıştır. Böylelikle Esad’sız bir Suriye alternatifi güncelliğini yitirmiştir.

Rusya’nın Suriye’deki varlığı tamamen Esad rejiminin devamına bağlıdır. O yüzdendir ki Esad rejimine karşı alınmış her tutum dolaylı olarak Rusya’ya da alınmış olmaktadır.

ABD emperyalizmi Ortadoğu’da güç ve inisiyatif kaybettikçe bu boşluğu Rus emperyalizmi doldurmuştur. Rusya, Ortadoğu dengelerinde oyun kurucu bir role sahiptir. Bu konumunu devam ettirip kalıcı bir hâle getirmesinin yolu Esad rejiminin nihai zaferinden geçmektedir. Bu nihai zaferin yolu da Türkiye’nin desteklediği cihatçı grupların hakimiyetindeki tüm bölgelerin Esad rejiminin kontrolü altına geçmesinden ve tüm cihatçı grupların kökünün kazınmasından geçmektedir. Bu durum da Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu’daki tüm hedeflerinin boşa çıkması anlamına gelmektedir.

İdlib’te Erdoğan’ın var olma isteği Türkiye-Rusya ilişkilerini tamamen bitirecek ve hatta iki ülkeyi fiili savaşa sürükleyecek niteliktedir. Esad rejimi Türkiye karşısında tek başına etkili bir güce sahip değildir fakat Rusya ve İran’ın desteğiyle Türkiye’yi kendi hudutlarının dışına püskürtecek bir güce sahiptir. Esad rejiminin İdlib operasyonuna Rusya tam destek vermekte ve bu da Türkiye’nin tüm manevra alanlarını tıkayarak Türkiye’yi sonuçları ağır olacak bir savaşın içine sürüklemektedir.

Esad galibiyet ilanına gölge düşürecek bir tampon bölge istememekte, o yüzden Türkiye’yi ve onun ittifak hâlinde olduğu cihatçı grupları sınırın ötesine itene kadar operasyonları sürdürmekte kararlıdır. Diplomatik çözüm masasında belki Türkiye küçük bir tampon bölge kapabilir. Fakat bu da geçici bir durum olmaktan öteye gidemeyecektir.

Erdoğan, İdlib’te herşeyden önce uluslararası bir meşruiyet krizi yaşamaktadır. Terörle mücadele bahanesiyle Suriye topraklarında kendi hükümetinin dahi terör örgütü olarak gördüğü HTS güçleriyle ittifak hâlindedir. Suriye’de tüm dünyanın terörist olarak gördüğü cihatçı çetelerin hamiliğine soyunmakta ve bunu Libya’da da tekrarlamak istemektedir. Fakat Libya’daki savaşta da Rusya oyun kurucu ve belirleyici güç konumundadır. Orada da Rusya ile Türkiye’nin çıkarları zıt yönde gelişim göstermektedir. Rusya ile Türkiye arasındaki çelişkiler hızla derinleşmekte, Erdoğan’ın Suriye ve Libya’daki emperyal hedefleri Rusya ile sıcak bir askeri ve ekonomik savaşın nesnel zeminini hazırlamaktadır. Rusya’dan gelen tüm açıklamalar İdlib’ten geri dönüş olmayacağı yönündedir.

Olası İhtimaller Nelerdir?

  • Erdoğan Suriye’ye saldırı sinyalini verdikten sonra İdlib’te TSK ve cihatçı gruplar Suriye ordusuna karşı saldırıya geçmiştir. Rusya ise bu saldırıya hava bombardımanıyla karşılık vermiştir. Erdoğan’ın Rusya ve Suriye’ye karşı fiili savaşı başlamıştır. Erdoğan bu savaşı daha da büyütmeye kararlıdır, Rusya ise İdlib’te taviz vermemeye kararlıdır. En olası ihtimal Rusya’dan gelecek sert askeri saldırılar ve ekonomik ambargo olacaktır. Olası ekonomik ambargo ile hâlihazırda kriz içinde olan Türkiye’nin büyük bir yıkıma sürüklenmesi ve bu yıkımın sonucu olarak sınıf mücadelesinin keskinleşmesi kuvvetli ihtimaldir.
  • Erdoğan ve onun savaş propaganda bakanlığına dönüşmüş lağım medyası 7/24 şovenist, milliyetçi bir hava estirmeye çalışsa da kendi tabanını dahi konsolide etmeyi başaramamıştır. Erdoğan içeride yaşadığı sıkışmışlığı savaşla aşmaya çalışmakta fakat İdlib sarmalı onu daha büyük bir çaresizliğe sürüklemektedir. Bu süreçte burjuva klikler içerisinde hizipleşmeler ve kopuşlar güncel bir durumdur. Bugün AKP’den kopan Davutoğlu ve Babacan ekibi sahaya çıkmıştır, AKP tabanından da kopuşlar söz konusudur. Bir yandan da İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu burjuva medya tarafından geleceğin Cumhurbaşkanı olarak parlatılmaktadır. Sözün kısası burjuvazi Erdoğan karşısında alternatifsiz değildir. İdlib’te yaşanacak büyük bir yenilgi Erdoğan’ın sonunu hazırlayan sürecin başlangıcı olabilir.
  • ABD basınında çıkan Türkiye’de yeni bir darbe iddiası ile, Erdoğan’ın havuz medyası sürekli olarak bu tema üzerinden ürettiği komplo teorilerini ısıtıp ısıtıp servis etmektedir. Bununla birlikte “FETÖ’nun siyasi ayağı kim?” tartışmalarında CHP’yi hedef gösteren tartışmalar ve propagandayı aktif şekilde yürütmektedir. Burada şu ihtimal vardır: İdlib savaşında hezimet yaklaştıkça burjuva klikler arası çelişkilerde şiddetlenip, özellikle Avrasyacı olarak tanımlanan gruplarla keskin çatışmalara girilmesi… Ülke içinde hem kendi tabanındaki kopuşu durduracak bir birlik sağlamak hem de muhalefeti tamemen baskı altında tutmak için Avrasyacı grubun darbe içinde olduğu iddiasıyla bir operasyon gerçekleştirilebilir.
  • ABD Başkanı Trump, “Erdoğan İdlib’te savaşıyor. Şu anda savaşan bir sürü taraf var ama ben Cumhurbaşkanı Erdoğan ile muhatap oluyorum” açıklamasında bulundu. Trump, Erdoğan’ı açık bir şekilde desteklemekte, Erdoğan da Trump’tan aldığı destekle savaş kartını sürekli oynamaktadır. ABD’nin savaşa aktif bir katılım göstermesi insanlığın önüne küresel bir savaş tehtidini getirecektir.
  • Bir diğer olasılık ise Trump’ın Erdoğan’ı sürekli olarak pohpohlayarak savaşa sokup, kendi aleyhinde gelişecek bir durumla karşılaştığında Erdoğan’ı savaşın ortasında bırakmaktır. Trump için Erdoğan’ın satranç tahtasındaki bir taştan hiçbir farkı yoktur.
  • Erdoğan sürekli olarak Rusya ve Suriye’ye karşı kendisini güçlü hissetirmek için NATO’nun en güçlü ikinci ülkesi olduğunu dile getirmekte, bir yandan da NATO’yu kendisine destek olmaya davet etmektedir. NATO üyelerinden TC ile Rusya’nın fiili savaşına müdahil olma konusunda kesin bir açıklama gelmemekle birlikte bu duruma isteksiz oldukları aşikârdır. NATO desteği alamayan Erdoğan’ı sahada büyük bir yalnızlık bekleyecektir.

Devrimci Komünist Tutum Ne Olmalıdır?

İdlib savaşındaki cephede Kürtler olmadığı için Erdoğan rejimi Kürt bölgelerine gerçekleştirdiği işgal girişimlerinde olduğu gibi milliyetçi, şoven bir hava estirememektedir. Ama buna rağmen savaş karşıtı tüm muhalefet, argümanlarını milliyetçi aforizmalar üzerinden şekillendirmektedir. Ana karşı çıkış noktası ise bu operasyonun bir macera olduğu, Türkiye için bir yıkım olacağı yönünde. Ayrıca cihatçı çetelerle ittifakın ordunun itibarına leke sürdüğü, Amerikan çıkarları için savaşıldığı gibi argümanlar gelişmektedir. Bu argümanların tamamı burjuva devleti karşısına almadan ona yapılan dostane eleştirilerden ibarettir.

Bu eleştirilerin tamamı Erdoğan rejiminin işgal girişimlerini ve onun emperyalist hırsını hasır altı ederek, sorunu sadece Erdoğan’ın yanlış dış politikasına indirgeyerek devleti ve düzeni aklamaktadır. Bunu yaparken de topu ABD’ye atıp “Türkiye, ABD çıkarları için savaşta” argümanını kullanarak, emperyalizmi dışarıda arayan ulusalcı perspektifin kitlelerde yaygınlaşmasını sağlamaktadır. Türkiye, ABD çıkarları için değil kendi emperyal hedefleri için savaşmaktadır. ABD ile bu amaç doğrultusunda ortak çalışmaktadır.

Emperyalizme ve emperyalist savaşa karşı tutum almanın yolu siyasetinin merkezine kendi burjuva devletinin emperyal hedeflerine karşı mücadeleyi almaktan geçer. Ana hedef olarak kendi burjuva devletinin devrimci yollarla ilgası için mücadele etmekten geçer.

Biz komünist militanlar siyasal süreçlerin analizini yaparken, olayları salt siyasal aktörlerin bireysel tutumları üzerinden değerlendirmeyiz. Olayları aktörlerin temsil ettikleri sınıfı, rollerini ve uluslararası emperyalist kapitalist sistem içindeki konumlarını temel alarak değerlendiririz. Yaptığımız tahlillerden somut devrimci görevler çıkarıp, bunların pratik ayağının inşası hedefi üzerinden kendimizi konumlandırırız. Gelişen olaylar karşısında bekle görcü tavır almayız. Bizler tarihçiler, sosyal bilimciler veya strateji uzmanları toplamı değiliz. Bizler kendi burjuva devletimize akıl hocalığı yapan danışmanlar toplamı da değiliz. Bizler için Marksizm dünyayı değiştirme yolunda başvurduğumuz eylem klavuzumuzdur.

Biz savaş zamanları kendi burjuva devletimize “savaşa girme, bu sonun olur” gibi söylemlerde bulunup, var olan burjuva devlet tüm sınıfların devletiymiş gibi yanılsamaların taşıyıcısı olmayız. Biz savaşın işçi sınıfına ne getireceğinin, buna karşı neden mücadele etmemiz gerektiğinin propagandasını yapıp, burjuvazinin emperyalist savaşını devrimci iç savaşa döndürmek perspektifiyle devrimci faaliyetimizi yürütürüz.

Teorik ve tarihsel mirasımız bize haklı ve haksız savaş ayrımını yapmayı öğretmiştir. Bizler için haklı savaş, devrimci proleteryanın burjuvaziye karşı yürüttüğü sınıf savaşı, sömürge ulusların kendi özgürlüklerini kazanmak için verdiği ulusal kurtuluş savaşlarıdır.

Teorik ve tarihsel mirasımız bize savaş ve işgal karşısında “Esas düşman içeride! Silahı kendi burjuva devletine çevir.” sloganında somutlaşan devrimci yenilgicilik teorisini miras bırakmıştır. Bugün bu mirası tarihin tozlu raflarından çıkarıp, tarihsel doktrini eylem hâline sokmaktan bahsetmenin tam zamanıdır.

Suriye’den Libya’ya uzanan Ortadoğu’daki emperyalist savaşın önemli aktörlerinden birisi de Türkiye’dir. Emperyalizme karşı tutarlı bir mücadele sürdürmenin yolu onu dışarıda değil içeride aramaktan geçer. Sınıfa karşı sınıf perspektifiyle mücadelenin merkezine saray rejiminin ve burjuva devletin devrimci yollarla ilga edilmesini koymaktan geçer.

Bugün nasıl ulusal düzeyde burjuvazi içinde farklı klikler varsa, zaman zaman bu klikler arasında çatışma yaşanıyorsa, aynı şekilde ulusal burjuvazinin uluslararası organizasyonu olan emperyalist kapitalist sistem içinde de emperyalistler arası rekabetin getirdiği çatışma her daim vardır. Eğer emperyalizmi soğuk savaştan kalma ezberlerle irdeleyip salt ABD’ye ve birkaç AB ülkesine indirgersek, Çin ve Rusya’yı emperyalist olarak görmeyip, ABD karşısında görece meşru görürsek ulusalcılık batağına batarız. Bu soğuk savaş ezberinin getirdiği çarpık emperyalizm kavrayışı bugün Suriye konusunda sosyalistler ile burjuvazinin Avrasyacı olarak tanımlanan klikinin benzer tutumlar sergilemesine yol açmaktadır.

Bugün Türkiye sosyalist hareketinin önemli bir kısmının Suriye meselesinde Avrasyacı ekolle ortaklaştığı noktaları şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmak
  • Suriye ve Ortadoğu’da Esad ve Rus emperyalizmini meşru görüp, Türkiye’nin onlarla iyi ilişkiler içerisinde bulunmasını çözüm olarak sunmak
  • Suriye ve Ortadoğu’daki savaşın tek sorumlusu olarak ABD emperyalizmini göstermek
  • Rusya destekli Esad rejiminin merkezi otoritesini kurmasıyla bölgeye barışın geleceğine inanmak
  • Suriyeli tüm mültecileri cihatçı veya onların taraftarı olarak görmek

Öne sürülmüş olan tüm çözümler son tahlilde emperyalist kapitalist sistem içerisine hapsedilmektedir. Düzen cephesinin hiziplerinin, sosyal demokratların ve reformist siyasetin bu eksende çözüm sunması normaldir. Anormal olan durum ise kendilerini sosyalist, devrimci olarak tanımlayanların öne sürdüğü alternatiflerin emperyalist kapitalist düzen ile sınırlı olmasında düğümlenmektedir.

Emperyalist savaş, ekonomik buhran, siyasal krizlerin eksik olmadığı dönemler proleter devrimlerin güncel olduğu dönemlerdir. Bu dönemlerde sosyalistlerin asli görevi emekçi sınıfları sistemden kopartıp, onlara proleter devrim perspektifini götürüp, bu gaye uğruna mücadeleyi örgütlemeleri gerekirken, tüm siyasal konumlanışları burjuva devletin krizini çözmeye yöneliktir.

Daha önce de defalarca kez belirtmiş olduğumuz gibi Türkiye sosyalist solunun önemli bir gövdesi geri dönüşü olmayan bir ideolojik intihar sürecinin içinde boğulmaktadır. Yazımıza Suriye meselesinde öne sürülen çözümlerin yarattığı yanılsamaları açıklayarak devam edelim.

Suriyenin Toprak Bütünlüğünü Savunmak Neden Sosyal Şovenizmdir?

Herşeyden önce tüm hudutlar sömürgeci kuvvetlerin mirasıdır. Hudutlar emperyalist paylaşımların sonucu olarak çizilmiştir. O yüzdendir ki tüm hudutlar sunidir ve dünyada hudutlar olduğu sürece savaşlar eksik olmayacaktır. Emperyalist kapitalist sistem içerisinde barış olarak sunulan dönemler yeni savaşlar için hazırlık sürecidir. Küresel düzeyde nihai bir barış ancak emperyalist kapitalist sistemin lağvedilmesi ve komünist bir dünyanın kurulmasıyla mümkündür.

Bir ülkenin toprak bütünlüğünü savunmak, ülke çıkarlarını savunmak, anavatanı savunmak herşeyden önce iktidardaki burjuvaziyi ve onun zor aygıtı olan burjuva devleti savunmaktır. Eğer mevcut devlet bir işçi devleti değilse, iktidarda işçi sınıfı yoksa anavatan savunması, toprak bütünlüğü derdi sosyalistlerin değil, sosyal şovenlerin işidir.

Sosyal şovenizmin karekteristik özelliği barış döneminde emekçiler ve ezilenlerden yana taraf olan fakat kendi burjuva devletine dokunmaktan ziyade mevcut hükümetlere dokunan bir politika izlemesidir. Savaş döneminde ise kendi burjuva devletinin yanında olarak emekçi kitleleri burjuvazinin arkasında anayurt savunması yapmaya davet eder, burjuvaziye akıl hocalığı yapan bir pozisyona gelir.

Tam da bu noktada Erdoğan’ın emperyal politikalarına muhalefeti Suriye’nin toprak bütünlüğüne indirgemek içinde örtük bir şovenizm barındırır çünkü işgale karşı aldığı konumla kendi burjuva devletinin yanında olmaktadır. Kendi burjuva devletinin geleceğini düşünerek karşı çıkmaktadır. Bu savaşı devrimci iç savaşa çevirmeye, buradan devrimci olanaklar yaratmaya dair hiçbir çaba yoktur. Kendi burjuva devletinin bekası ve geleceği için bu işgale karşı çıkmakta, ona Esad rejimiyle uzlaşmanın en iyi yol olduğunu öğütlemektedir.

Aynı öğüdü Erdoğan rejimine CHP de vermektedir. Konumlandıkları yer itibariyle kendi burjuva devletinin iyliğini düşünen, geleceği için akıl hocalığı yapan, dostane uyarılarda bulunan bir tavır içindedirler. Meseleyi Suriye’nin toprak bütünlüğüne indirgemek sinsi şovenizmdir çünkü Suriye’nin toprak bütünlüğü diye tariflenen bölge ve Suriye’deki Baas rejimi Batı Kürdistan topraklarının işgali ile kurulmuştur. Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmak Batı Kürdistan’ı sömürgeleştirme hakkının Suriye burjuva devletine ait olduğu iddiasında bulunmaktan başka bir şey değildir. Suriye meselesinde Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını savunmadan yapılan her yaklaşımın sonucu sosyal şovenizme varacaktır.

Suriye’de Esad rejimini ve Rus Emperyalizmini Meşru Görmek Suriye Emekçi Halklarını Cihatçılık ile Baasçılığa Hapsetmektir

Suriye merkezli şekillenen Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım savaşının bir çok tarafı ve cephesi mevcuttur. Tüm cephelerin ortak özelliği savaşın sonucunda kendi hegemonyalarını hakim kılma hedefi gütmeleridir. Yıllardır Suriye ve Ortadoğu’da süregelen emperyalist hegemonya savaşı devrimci bir cephenin yokluğunda Suriyeli emekçi halkları Baas diktatörlüğü ve cihatçılığın kıskacına sokmaktadır. Bu savaşın tarafları olan Esad rejimi, Rusya, İran, ABD, Türkiye ortak düzeyde suçludur. Tek suçlu olarak veya asli suçlu olarak ABD emperyalizmini göstermek Rus emperyalizminin hegemonyasına ve Esad diktatörlüğüne meşruiyet kazandırmaktadır.

Sosyalistler ne emperyalistler arası kutuplaşmada ne de ulusal düzeydeki burjuva klikler arası kutuplaşmada taraf olurlar. Tutumları nettir “Sınıfa karşı Sınıf”. Tüm emperyalist odaklara ve onların ittifak hâlinde olduğu gerici güçlere cepheden karşı dururlar. Suriye’nin emekçi halklarına dayatılan Baas diktatörlüğü ve cihatçılığa karşı alternatif olarak proleter devrim sancağını kuşanırlar. Mevcut tarafların hiçbirinin barış getiremeyeceğini ve savaşların, sömürünün, baskının, sefaletin eksik olmayacağı bir düzeni devam ettireceğini her fırsatta savunurlar.

Bugün Rus emperyalizmi ve Esad rejimini meşru görüp öyle ya da böyle onları alternatif olarak pazarlamak, devrime, sosyalizme ve işçi sınıfına dair en ufak bir inancın kalmadığının en açık dışa vurumudur. Esad rejimi ve Rus emperyalizmine destek veren sosyalistler içinde bulundukları durumu aklamak için Suriye’de güçlü bir devrimci cephenin olmadığını ve bu yüzden cihatçılar ile ABD emperyalizmine karşı Rusya destekli Esad rejiminin zaferinin ilerici sonuçlar doğuracağını, bu sebeple onların desteklenmeleri gerektiği savını öne sürerler. Suriye’de devrimci bir cephenin gelişememesinin sebebi tam da burada düğümlenmektedir. Suriye’deki komünist gruplar da öne sürülen bu pespektife sahiptir.

Kendi güçlerine, programlarının tarihsel haklılığına ve işçi sınıfına güvenmeyen Suriye sosyalistlerinin önemli bir kısmı kendi burjuva devletinin ordusuna katılarak ana vatan savunmasına gitmiştir. Yıkmakla yükümlü olduğu burjuva devleti canıyla kanıyla korumuştur. Bunun dışında kalan diğer sosyalist, devrimci gruplar ise ÖSO’dan sivil muhalefet, devrimci cephe çıkarma çabasına girmişler ve bunun sonucu olarak tasfiye olup erime sürecine girmişlerdir. Sınıfa karşı sınıf perspektifine sahip olmayan her sosyalist akım burjuva kliklere yedeklenmeye mahkumdur. Bugün sosyalistler Türkiye’de Erdoğan diktatörlüğüne karşı nasıl orta sınıf aktivizmi temelli burjuva muhalefetine yedekleniyorsa, onlar da düzen tamirciliğine savrulmaktadırlar.

Esad Rejiminin Zaferinin Bölgeye Barış ve İstikrar Getireceğini Savunmak Liberal Ahmaklıktır

Esad rejiminin zaferiyle Suriye’de savaşın biteceği, bölgeye barış ve istikrarın geleceği savı çokça tekrarlanmaktadır. Öne sürülen bu sav liberal bir aforizmadan başka bir şey değildir. Esad rejiminin mutlak zaferiyle savaşın bir süreliğine duracağı doğrudur. Çünkü mevcut hâliyle Suriye iç savaşı sınırlarına ve denge unsurlarına ulaşmıştır.

Esad rejiminin zaferinden sonra Suriye anayasasının ve rejimin yeniden inşa süreci başlayacaktır. Bu süreçte Kürtlerin ortaya koymuş olduğu talepler ve hâlihazırda süren de facto özerklikleri ile savaştan zaferle çıkmış Esad rejimi arasındaki çelişkiler had safhaya çıkacaktır. Bu süreçte Esad rejimi kürtlere statü vermek istemeyebilir, bu da yeni bir savaşın nedeni olabilir.

Bu sorun müzakereyle çözülse bile Ortadoğu’da devam eden emperyalist savaş tüm yıkıcılığıyla varlığını korumaktadır. Ortadoğu coğrafyası dünyanın en büyük gerilim merkezi, aynı zamanda da dünyanın en gerici iktidarlarının ve siyasal öznelerinin merkez üssüdür. Milli, dini, mezhepsel boğuşmaların eksik olmadığı bir bölge olma özelliği taşımaktadır. Bir yandan da ABD ve İsrail emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi varlığını devam ettirmektedir. Bu durumun karşısında Ortadoğu’daki paylaşımda ben de varım diyen Rusya ve Çin emperyalizmi vardır.

İki kutubun da hedefi Ortadoğu’nun emperyalist yağmasıdır. Esad rejiminin zaferi Rus emperyalizminin de zaferi olacaktır çünkü Esad rejiminin kalıcı iktidarı demek, Suriye’nin Rusya’nın arka bahçesine dönmesi demektir. Kendisine Ortadoğu’da bir merkez üssü kazanan Rus emperyalizmi, bölgedeki emperyal hedefleri için Suriye’yi savaşa sürüklemekten geri durmayacaktır. Sözün kısası Ortadoğu’daki emperyalist kutuplaşma insanlığı yeni bir cihan harbine sürüklemektedir. Bu koşullarda Esad rejiminin zaferiyle bölgeye barış ve istikrarın geleceğini savunmak, emperyalist cihan harbi çanlarının çaldığı dönemde burjuvazinin Ortadoğu’ya barış getirebileceğini iddia etmekle eş anlamlıdır. Ortadoğu’da barış ancak proleter devrimlerle ve Ortadoğu İşçi Sovyetlerinin inşasıyla mümkündür. Bu seçenek dışında ortaya konan her barış projesi yeni savaşlar için bir hazırlık dönemi olacaktır.

Halkların Savaşına Sınıfların Barışına Hayır!

İşgalci TC, Suriye’den Defol!

Askere gitme, sarayın çıkarları için ölme öldürme!

Ortadoğu’ya Barış Savaşan İşçilerle Gelecek!

Öz Savunma Komitelerini İnşa Edelim!

Yaşasın Ortadoğu Sovyetleri!

Devrim İçin Devrimci Parti! Devrimci Parti İçin Devrimci Hazırlık !