Bütün hayatımızı evişlerini ve bakım hizmetlerini tek başımıza üstlenerek tüketen ev emekçisi kadınlarız……ya da ücretli bir işte çalışarak sömürülen işçi-emekçi kadınlardan biriyiz..her koşulda evişleri ve bakım hizmetlerinin tümü bizim sırtımıza yüklenmiştir…
Bu süreç biz kadınların görünmeyen emeğidir ; tüm ev içi sorumluluklarımız erkek egemen sermaye düzeninde sanki doğal görevlerimiz gibi bize dayatılır. Kadınlar bütün evişleriden ve bakım hizmetlerinden biyolojik cinsiyetleri gereği sorumlu tutulmaktadırlar. Sanki kadınlar tüm varoluşlarıyla buna programlanmıştır: Kadınlar kendilerini , doğurmaya, doyurmaya, çevresindeki çocuk ve erkeklerin ihtiyaçlarını karşılamaya adamak zorundadır..Erkek egemen kültür, kadını doğuştan bu rolün tercih edeni olarak sunmaktadır.Sanki hayat ezelden beri böyle kurulmuştur ve ebedi olarak da böyle yaşanacaktır. Bu koşullarda kadının görevleri olarak görülen eviçi hizmetlerin örgütlenmesi, egemenlerin bize doğal bir kanun gibi dayattığı ve erkeklerin de kendi rahatlarını sürdürmek adına çıkar sağladığı ideolojik bir olgudur.Kadınlık hali, edinilmiş ve edindirilmiş bir kimliktir.
Görünmeyen emeğimizin gücünü göstermek için 8 Mart ‘ı kapsayan ilk bir hafta içinde hizmet üretmiyoruz! Çünkü ev işlerinin yoğun emek süreçleri gerektiren bir hizmet olduğunu,bu yüzden bir iş olarak ele alınması gerektiğini açığa çıkarmayı istiyoruz.Erkek egemen-kapitalist sistem sistemin çarkları arasında yaşadığımız emek sömürüsüne meydan okumak için yola çıkıyoruz.
Ev emekçisi kadınlarız : Bütün gün yemek yapar, sofra kurar, sofra kaldırırız,ertesi gün yemekler yine biter.Hayatımızı parçalayarak,evlerimizi birer hapishaneye çeviren kısır döngü her gün yeniden başlar. Evi temizler, ütü yapar, çamaşır ve bulaşık makinelerini – ki kapitalist sömürü düzeni, bir çok emekçi kadını bu yardımcı araçlardan bile yoksun bırakmıştır–doldurur, boşaltırız; ertesi gün ev yine kirlenir,makineler dolar, ütüler birikir. Genellikle yarım saat bile dinlenemeden hergün birbirini tekdüze bir biçimde tekrarlayarak akşam olur.. Sadece çocuklarımızın bakımını değil, birlikte yaşadığımız yetişkin bir erkeğin de tüm bakımını üstlendiğimiz yetmez , bir de yaşlıların dahası erkeğin akrabalarının ihtiyaçlarını gidermek bile bizlerin sırtına yüklenmiştir. Gece gündüz demeden hizmet üreterek evimizin emekçisi ,hatta kölesi olduğumuz halde işçi sınıfının en fazla ezilen kesimini oluşturduğumuzu ne işyerinde ürettiğimiz artı-değere el koyan patronlar ne de evde sunduğumuz hizmetlerden yararlanan erkekler kabul etmek ister. Çünkü hepsinin bizim emeğimizin görünmez kılınması noktasında yaşamsal çıkarları vardır.
Çocuğumuzun bakıcısı, kocamızın hizmetçisi, evimizin temizlikçisi ve tüm ailenin aşçısıyız. Sınıflı toplumsal yapı üzerinde yükselen cinsiyetçi işbölümünün bize dayattığı toplumsal rol olan ev kadınlığı, mesleğimiz olarak tanımlanır.Ancak burada asgari düzeyde bir iş sözleşmesi bile yoktur,bu kölelik sistemidir.Nikah masası kadına sanki hayatında bir lütuf gibi sunulmaktadır,oysa ömür boyu boyunca sürecek olan hizmetin sözleşmesi imzalanır!
Ücretli bir işte çalışan kadınlardan biri olarak evi geçindiriyor olsak bile, 24 saat boyunca ücretsiz çalıştırıldığımız halde kurtulamadığımız, fazla mesaisi ve emekliliği de olmayan bir boyunduruktur ev kadınlığı.
Sermaye düzeninde zaten ürettiğimiz artı-değere çalıştığımız fabrikalarda ve atölyelerde elkonulmaktadır.Tarlada ve hayvan bakımında ücretsiz aile işçiliğini üstlenmek hep kadının görevidir. Bürolarda ve şirketlerde patrona daha fazla para kazandırmak için hizmet üretmekteyiz.Kamuda çalışmaktaysak, aslında en büyük kollektif kapitalist olan devletin sürekliliğini sağlamak için görev başındayız. Bütün bu sömürü çarkının içinde tüketildiğimiz yetmez: Yorgun argın eve geldiğimizde eviçi sorumluluklar tüm ağırlığıyla bizi beklemektedir.Biz bu çifte ezilmişliğin yakıcı sonuçlarını tüm yaşamımız boyunca ete kemiğe bürünmüş haliyle yüreğimizde ve bedenimizde hissediyoruz. Ücretli bir işte çalışan kadınlar iki işverenli , iki mesaili , dört vardiyalı ( ev , iş , çocuk , eş ) bir hayatı sürdürmek zorunda……
Kadınların ev içindeki bütün çalışmaları elbette erkekleri mutlu etmekte ve rahatlatmaktadır.Kadınlar erkekler için de çalışıp,emek harcamıyor mu? Evet. Tüm evişlerini kadınların üstlenmesi, yalnızca kadının emeğinin yoksayılması anlamına gelmez; erkeklerin de bundan yararlanması sonucunu doğurur. Erkekler gündelik hayatta kendi yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacak işleri yerine getirmekten kaçınarak ve tüm bu işleri birlikte yaşadıkları kadınların omuzlarına yükleyerek, kadınları kullanmakta ve erkek olmanın avantajlarından yararlanmaktadır. Kadınların erkeklerin rahatı için evişleri ve bakım hizmetlerinde sunduğu karşılıksız emek, bu şartlarda erkeklerin kadınlar üzerinden çıkar sağlaması anlamına gelir.
Ancak bu buzdağının yalnızca görünen yüzüdür.Tüm evişleri ve çocuk bakımını kadınların üstlenmesi (kadınların harcadığı KARŞILIKSIZ EMEK ), erkeklerin işgücünü yeniden üreterek patronlara sunduğu için en çok sermayenin işine yarar.Bu sürecin nasıl işlediğini aşağıdaki satırlarda açıklamaya çalışalım :
İşçinin ertesi gün işe gidebilmesi için kafasını koyacağı yastığını hazırlamak, sıcak yemeğini önüne koymak, bir erkeğin tüm hizmetini görmek kadının görevidir.Evkadınının yaptığı işin gerçek anlamı öncelikle kapitalizm için en önemli malın yani işgücünün yeniden üretimidir. Heidi HARTMAN’ın da belirttiği gibi evişlerini tümüyle kadınların üstlenmesi durumu, sermayenin yeniden üretimi için hayati bir öneme sahiptir. Kadınların eviçi hizmetlerini yerine getirmesi,yalnızca erkekler için değil, sermaye için de çıkar sağlar. Tam da bu yüzden erkek egemen ideoloji ve kapitalizm birbirini sürekli besleyip,güçlendirerek ve kadınların yaşamını tahakküm altına alarak sömürü düzenini sürdürür.
Şöyle ki erkekler, ev ortamında beslenme,barınma,rahatlama gibi temel ihtiyaçlarını gidererek ruhsal ve fiziksel dengelerini yeniden kurmak zorundadır.Ücretli bir işte çalışan erkek emekçilerin çalışma hayatındaki yıpranmanın evde giderilmesi gerekir,çünkü sistem onlardan sürekli verimliliği arttırmalarını ister.Çalışan bir erkeğin evde bakımını üstlenecek bir kadın olmadığını düşünelim.Kendi bakımını kendisi sağlar,yemeğini pişirir,bulaşığını yıkar,evi temizler,çamaşırını yıkar,asar,ütüler,yatağını kendisi yapar,hatta çocuğuna bile kendisi bakmak zorunda kalır.Bu durumda çalışma enerjisi ve verimi azalacaktır. Kendisinin ve ailesinin yaşamını sürdürebilmek için fiziksel ve ruhsal durumu iyi olmalıdır ki, işgücünü belirli bir ücret karşılığında sermaye sahiplerine satabilsin.Sonuç olarak kapitalist sistemde bir erkek işgücünü satışa sunduğunda,aynı zamanda karısının yaptığı işi de satışa sunmuş olur.(1)
Burjuva hegemonya emekçi kitlelerin ortalama bilinç düzeyini manipüle ederek,cinsiyetçi sistemi besler,sömürü düzenine karşı kadınların içinde biriken öfkeyi denetleyemediği zaman ise bütün tepkiyi toplumsal cinsiyetler arası bir çatışmaya yönlendirir ve kapitalist sömürünün gerçekliğini gözlerden uzak tutar.
Sömürü düzenine karşı mücadele ederken temel talebimiz “Ev kadınlarına ücret ve sigorta” değildir,olamaz :Bu ifadeleri PETROL-İŞ Sendikasının Kadın Dergisi’nde okuyoruz.(2) Elbette ücret ve sigorta talebini,işçi sınıfı hareketinin gündemine alması gereken doğru bir reform talebi olarak savunmak gerektiğine inanıyoruz. Ancak işçi sınıfı hareketini örgütlemek iddiasında olan bir sendikanın merkezi yayın organında söylemin bu ölçüde cinsiyet körü ve sınıf körü olarak ifade edilmesine karşı çıkıyoruz.(3) Çünkü sorunu PETROL-İŞ Kadın Dergisi’nde dile getirildiği biçimiyle “ evkadınlarına ücret ve sigorta ” olarak ortaya koyarsak, burjuvazinin işçi sınıfı hareketi içindeki ajanlarıyla benzer bir çizgiye savrulmak durumunda kalırız:Bununla birlikte tüm cinsiyetlerin özgürleşmesi bağlamında uzun vadeli stratejimizi burjuvazinin icazetine terkederek, ne sınıf mücadelesini ,ne de kadınların kurtuluşu mücadelesini devrimci bir perspektifle verebiliriz.(4)
Ev kadınları ücretlendirilsin argümanı, “ev kadınlığının“ ücretli bir mesleğe dönüştürülerek,toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kurumsallaştırılması tehdidini de içinde barındırır: Talebimizi bu sloganla ifade etmek,tam da kapitalizmin özel mülkiyet rejimi üzerine inşa ettiği tahakkümcü şiddete boyun eğmek anlamına gelir.Böyle bir eşitsizliği ve evkadınlığını kurumsallaştırmayı reddediyoruz.Çünkü nihai hedef olarak evkadınlığının ve dolayısıyla ezen-ezilen ilişkisinin tümüyle ortadan kalktığı yeni bir dünya için mücadele ediyoruz.
Bununla birlikte ev işleri ve çocuk bakımının yükü,yalnızca “ev kadınları” olarak adlandırılan emekçilerin görevi değil : Herhangi bir işte çalışmayı sürdüren tüm ücretli kadın çalışanlar da ev hizmetlerini üstlenmek zorunda bırakılıyor: Kapitalist sistem bize iki işverenli,iki mesaili ,dört vardiyalı bir hayatı dayatmaktadır ve bu durum burjuva sınıfa dahil olmayan tüm kadınları işçi sınıfının en fazla ezilen kesimleri olarak boyunduruk altında tutmaktadır.
Sermayenin ezeli-ebedi bir toplumsal ilişki biçimi olduğu yalanına sarılarak emek sömürüsüyle yürüyen kapitalist sistemde ev kadınlığı ,iş kadınlığı , aşk kadınlığı ,sokak kadınlığı gibi nitelendirmeleri , varoluşumuza yönelerek, gücümüzü parçalayan söylemler olarak değerlendiriyoruz..Bu söylemler, şiddet içeren egemenlik ilişkilerini meşrulaştırmaktadır. Kadınların özgürleşmesi mücadelemizi de tüm bu tahakküm biçimlerinin reddiyesi üzerine kurulu bütünsel bir saldırı olarak örgütlemeye kararlıyız!
Bugün için doğru bulduğumuz politik sloganımızı “ Ev işleri ücretlendirilsin ve sigorta ödemeleri yapılsın! Primleri de patron ve devlet ödesin!” biçiminde dile getirmeyi doğru buluyoruz.Bu sloganı sınıf mücadelesine kalkıştığımız noktada kısmi ekonomik-demokratik talebimiz olarak ele alıyoruz.
“Evişleri ücretlendirilsin!” talebini kadınları daha fazla eve hapsedecek bir talep olarak gören yoldaşlarımız var..Biz kadınları özel alana eve kapatmaya yol açacak bir talebi öne sürdüğümüzü düşünmüyoruz : Yukarıda açıklamaya çalıştığımız nedenlerden dolayı biz zaten “evkadınlarına maaş” talep etmiyoruz..Çünkü “ev kadınlığı” diye bir kavramın kurumsallaşmasına karşı çıkıyoruz. Burjuva partileri, reformist sendikaların işçi sınıfı hareketinin gündemine taşıdığı böylesi söylemleri kendilerine malederek,her seçim döneminde “ Ev kadınlarına maaş bağlansın ” vaadiyle oy toplamaktadır. Burjuvazi konuşma ve ifade araçlarından yoksun kıldığı ezilenleri,siyasi özne olarak karşısında görmek istemez. Bu durumda siyasi iktidarların öncelikli tepkisi, “özneyi’ eve, yani özel alana geri göndermek ve siyasi özne olma sürecini kesintiye uğratmaktır. AKP iktidarı sadece İslamcı-gerici bir iktidar olduğu için kadınları eve kapatmıyor…” Özel alana tecrit edilmiş tepkilerin dile kavuşması, söze dönüşmesi kısacası politikleşmesi mümkün değildir” diye düşünmekteler.Sermaye dünyası çıkarlarını bunun üzerinden örgütlemektedir. Biz tam tersine “özel olan politiktir” diyoruz.Yaşadığımız mağduriyetleri sosyalleştirerek siyaset örgütlemeyi de amaçlamıyoruz.. Yaşamın verili gerçekliğinden beslenen isyanımız artık evlerimizin duvarları içine sığmamaktadır; artık mağdur değil,muhatap olmak için meydan okuma zorunluluğu açığa çıkmıştır. Eylemimizi bu gerçeklik üzerinden kuruyoruz.
Evişleri konusunda sorumluluğu kimin alacağı, egemen ideolojinin temellendiği toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü üzerinden örgütlenmektedir. Taleplerimize dayanarak verdiğimiz mücadelede, ev işlerinin de “iş” olduğunu ve her ne kadar görünmez kılınmak istense de emek verilerek üretilen bir hizmet değeri taşıdığını anlatmak istiyoruz.. KARŞILIKSIZ EMEK sömürü süreçleri bağlamında değerlendirilmelidir. Bu gerçeği görünür kılmak istiyoruz. Kapitalist sömürü ilişkilerinin tezahürü olan toplumsal cinsiyet alanındaki ezme-ezilme ilişkilerinin ortadan kaldırılması için mücadeleye kalkıştığımız yerde perspektifimizi ortaya koymaktayız: Sermaye nasıl ekonomik alt-yapıyı belirliyorsa,özel mülkiyet rejiminden beslenerek kadınlar üzerinde tahakküm kuran erkek egemenliği de ideolojik temel yapıyı belirlemektedir. Bir başka deyişle , örgütlemeye çalıştığımız bütünsel saldırı sınıflı toplum modelinin tüm hiyerarşik ilişkilerine karşı çıkmak zorundadır.Mücadelemizi burjuva ideolojik hegemonyanın kadınlar üzerinde uyguladığı şiddet biçimlerine karşı vermek durumundayız. Buradaki tahakkümcü mekanizmanın özellikle kadınlar için en baskıcı biçimde somutlandığı yer ise köleleştirildiği evin içi ve burjuva ideolojinin ikiyüzlü aile ahlakıdır.Açık bir ifadeyle proleter erkek, kapitalist üretim ilişkileri içinde sömürülür : Ancak eve geldiğinde ailenin reisi ve patronu olarak,kişisel tüm ihtiyaçlarını sahip olduğuna inandığı kadının emeği ve bedeni üzerinde tahakküm kurarak giderir.
Kapitalist sistemde kadınların ezilme-sömürülme süreçlerini çözümlerken Marksist yöntemi benimsiyoruz : Çünkü Devrimci Marksizm yalnızca erkek egemenliğinin maddi temelini bilimsel bir gerçeklik olarak açığa çıkarmakla kalmaz,kadınların kurtuluşu için küresel kapitalist sisteme karşı bütünsel bir mücadeleyi hayata geçirme perspektifi sunar.Bu imkanı zorlayacak olan da biz emekçi-işçi kadınlarız.
Özel mülkiyeti ve dolayısıyla aileyi kutsallaştırarak, burjuva hegemonyayı besleyen tüm egemenlik biçimlerine karşı savaşıyoruz.”Ev işleri ücretlendirilsin ve sigorta ödemeleri yapılsın! Maaşları patronlar ve sigorta primlerini devlet ödesin !” biçiminde ifade ettiğimiz sloganımızı bugünün koşullarında kadınları örgütlenmeye çağırabileceğimiz kısmi bir talep olarak kavramaktayız. Hiç kuşkusuz nihai hedefimiz tüm yeryüzü coğrafyasında sosyalist devrim imkanını zorlayarak, “ev kadınlığının” ortadan kaldırılması, ev işleri ve çocuk bakımı gibi hayatımızı parçalayan ve gerçek üretkenliğimizi bizden çalan zorunlulukların tümüyle toplumsallaştırıldığı bir düzeni kurmaktır.
Devrimci Marksizmin bilincimizde açığa çıkardığı devrimci deneyimlerden ve kurucu pratiklerden en önemlisi,sömürüyü sürdürerek burjuva sınıf egemenliğini korumak için devletin tüm şiddet aygıtlarıyla donatılmış olan iktidar mekanizmasının ancak işçi sınıfının aşağıdan yukarıya mücadelesi ile kaldırılabileceği gerçeğidir.
Tüm evişleri ve bakım hizmetlerinin omuzlarına yüklenmiş olduğu kadınlar olarak ezme-ezilme ilişkilerini parçalamak için verdiğimiz mücadeleyi,tüm dünyada sürdürdüğümüz sınıf mücadelesinin en temel alanlarından birisi olarak inşa ediyoruz:
Kapitalist sistem,işçinin işgücünü kendisinden kopararak,ücret karşılığı alınıp,satılan bir meta haline getirir.Bu durumda emeği üzerindeki tüm denetimi patrona teslim etmek zorunda bırakılan işçi,kendi emeğine yabancılaşır ve bu işleyiş emek sürecini insanı köleleştirme süreci haline getirir.
Ernest Mandel,işçilerin yabancılaşma süreci üzerine aşağıdaki çözümlemeleri yazmakta : “Sermaye düzeni işçileri otomasyon,üretim bantları,taşıyıcı kayışlar,makine hiyeraraşisi ve gündüz ile geceyi bile birbirinden ayırdedemeyecekleri vardiya sistemiyle tüketerek,sömürmektedir.İşgünü sürecinde, işçileri gitgide insanlığından çıkan (yabancılaştıran) bu durum, emeğin yoğunlaşması ve mekanikleşmesiyle büsbütün belirgin bir hal alır.Eski niteliklerin yitirilmesi ve uzman işçilerin genelleşmesi de bu yabancılaşmanın aşamalarıdır.Bu evrimin sonucunda işçi iki canavar mekanizmanın: kendisini ezen iş aletlerinin yani kelimenin tam anlamıyla makinenin ve hiyerarşisiyle,buyruklarıyla ,para cezalarıyla kendisini aynı biçimde ezen sosyal makinenin ufak bir dişlisine dönüşür.” (5) Yazımızın başında kısaca özetlemeye çalıştığımız gibi kadınların karşılıksız emek faaliyetleriyle yine gece-gündüz bilmeden hayatları süresince tahakküm altına alınarak,yüklenmek zorunda bırakıldıkları ev hizmetlerinin bütünü de aynı mekanikleşen süreçlere karşılık gelir: Tıpkı işçilerde olduğu gibi bir kısır döngü içinde kişiliklerini parçalayarak,yabancılaştırır ve yaşamı dönüştürme güçlerini ellerinden alır.
Sonuçta fabrikada çalışan bir işçi de,ev emekçisi bir kadın da yaptığı bütün işleri zihinsel,fiziksel ya da sosyal yeteneklerini geliştirmek ve kendi benliklerini gerçekleştirmek için değil,kapitalist sistemin, onlara, hayatta kalmak için böylesi zorunlu bir çalışma rutinini dayatması nedeniyle yapmaktadır.
Oysa emek sürecini, insanın kendi varlığını toplumsal üretim ve yaratım alanlarında ifade ederek,insanın kendini özgürleştirme serüvenine dönüştürmek gerekir.Tüm bu çözümlemeler ışığında mücadele ettiğimiz nihai hedef,emek-sermaye çelişkisi üzerinden işleyen toplumsal ilişki biçimine son vererek,kapitalist üretim ilişkilerini yerle bir etmek ve sonunda ücret sistemini bütünüyle ortadan kaldıracağımız komünist bir dünyayı kurmaktır.Ancak böylesi yıkıcı-ve yıkıcı olduğu kadar da kurucu–bir iradeyle insana insanlığını yeniden iade edebilir ve tüm cinslere emek süreçlerinde kendini gerçekleştirme imkanı ve geliştirme özgürlüğü kazandırabiliriz.Ütopyalarımızı kırmalarına ve direncimizi parçalamalarına izin vermeyeceğiz, Yirmibirinci yüzyılda Proleter Devrim imkanını sömürülen-ezilen kitlelerin bilincinde açığa çıkarmayı ve Sosyalist Dünya Devrimini gerçekleştirmeyi acil devrimci sorumluluğumuz ve tarihsel zorunluluğumuz olarak kavramaktayız.
Burjuva hegemonyanın yaşamın her alanındaki işleyişini çözümleyerek,bütün ezme-ezilme biçimlerinin ortadan kaldırılması için kapitalist sisteme karşı savaşıyoruz. Bu mücadelenin yatağı da kendimizi varettiğimiz toplumsal ilişki ağları içinde emek-sermaye arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı bütün görünümleriyle açığa çıkartmaktır: Sömüren-sömürülen çelişkisinden hareketle yaşamın her alanında evde,işyerinde,okulda,fabrikada,tarlada-sermaye ilişkilerinin dayandığı tüm iktidar mekanizmalarına meydan okuyarak ezilenlerle sahici ve dönüştürülebilir dayanışma ilişkileri yaratmak istiyoruz. Özgürlük mücadelesinin ancak burjuva düzenden bütünsel bir kopuşu gerçekleştirerek hayat bulacağına inanıyoruz.
Artık sömürüldüğümüz işyerlerinden ve köleleştirilerek hayatımızın hapishaneye dönüştürüldüğü evlerimizden çıkmak istiyoruz.Çünkü erkek-egemen sermaye düzenine karşı o kadar sahici ve büyük bir öfke biriktirdik ki artık o yuvanın dışında devrimci bir irade kurmaya hazırız yoksa o evlerin duvarları üzerimize yıkılacak! Bu yüzden dolandığımız zincirlerden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan benliklerimizi yanyana getirmek ve yüzyıllardır bilincimizi bulandırmak için bize öğrettikleri yalanları ters yüzederek,irademizi o duvarları yıkarak sağlamlaştıracağız:Önce kendi zihnimizdekiler ve evimizdekilerden başlayarak tüm kafesleri parçalayacak, zincirleri kıracak ve ezen-ezilen çelişkisine son vermek üzere sömürü düzenine karşı savaşacağımızı ilan ediyoruz.
Sömürü ilişkileri üzerinde temellenen sermaye düzenini yıkmaya kararlıyız. Özel mülkiyet rejimi üzerinde temellenen tüm egemenlik yapılarını parçalamaya yönelerek sınıf mücadelesine kalkıştığımız noktada,devrimci irademizi yoksulluğun, cinsiyet eşitsizliğinin, sömürünün ve ekolojik talanın yaşandığı yerlere taşımak ve bilincimizi bu alanların bir parçası olarak ezilenlerle birlikte dönüştürmeyi amaçladık.
Proleter Devrim imkanını tüm ezilen sınıfların hayatına taşıyarak,pratiğe dönüşmesini,söylemlerimizin evlerde,sokaklarda,fabrikalarda,alanlarda yeniden yankılanmasını sağlayacak ve eylemlerimizi kitlesel bir başkaldırıya dönüştürerek dünya devrimine taşıyacak ana halka burasıdır. Bu gerçeklik bizleri evlerimizden,üniversite kampüslerinden ve kapitalizmin ışıklı vitrinlerinin önünden sokaklara,alanlara, fabrika ve atölyelere çıkarmıştır ve çıkarmaya da devam edecektir.
Mülkiyet, sınıflı toplumun kök hücresi, ilk nedenidir. Tarihte ezen ve ezilen ilişkisinin ilk ortaya çıkıtığı alanlardan biri özel mülkiyetçi zihniyetin tahakkümcü mantığıyla erkeğin kadını eve –yuvaya kapatmasıyla başladı.Dolayısıyla ilk işbölümü de kadın ve erkek arasındaki işbölümü ve sınıfsal ayrışmaydı.İşte tam da bu nedenledir ki, kadın ve erkek omuz omuza sınıf mücadelesi vermek durumundaysak devrimci bir kalkışmadan sözedebilmek için ilk ortadan kaldırılması gereken tahakküm biçimi de bu eşitsizlik olmalıdır. Devrimcilik, mülkiyeti kendi evinde yıkabilmektir.Sendikada tartışırken ya da sokakta dövüşürken zincirleri kırdığımıza inanıyor ama ,evimizde gündelik hayatı örgütlerken dolandığımız zincirlerle yürüyorsak….daha da kötüsü bu zincirlerin birlikte yaşadığımız kadınların ellerine dolanmış olmasından çıkar elde ediyorsak… Sokakta devrimci oluyor, ama evde geleneksel erkek kültürünü yeniden üretiyorsak….eşitlikçi bir hayatı üretememişiz demektir.Bu aynı zamanda bir tür ütopya kırılmasına karşılık gelir.. Değerlerimiz hayatın her alanında egemen ideolojiyle mücadele halinde değilse , kapitalist sistemle bir yerde uzlaşma içindeyiz demektir…Bu alandaki eşitsizliğe, kadınların özgürleşmesi pratiği içinde meydan okumazsak,egemen ideolojinin beslendiği sınıflı toplumsal yapının o en ilksel, ataerkil,tahakkümcü ve sömürücü geleneğine yaslanarak yolumuza ancak korkunç bir iki yüzlülük ve büyük bir ruh hastalığıyla devam etmek zorunda kalacağız. Oysa biz tüm bu dünyada hiçbir canlının bir diğerinin efendisi olmadığı bir dünya için tüm efendilere karşı savaşıyoruz.Patronsuz,sömürüsüz,sınıfsız bir dünyayı kurmak istiyoruz. Çünkü yaşamın verili bir gerçekliğidir : Tahakküm varsa temelinde mülkiyet düşüncesi yatar ve orada ne toplumsal eşitlikten,ne özgürlükten,ne adaletten,ne de aşktan sözedilebilir.Kaldı ki,günümüzün sınıflı toplumunda aşk,kadınlara hoş bir teslimiyet algısı ve güvenli bir aidiyet yanılsaması sunarak,kadınların ezilmesine ve giderek kişisel yıkımına zemin hazırlar.Bir başka deyişle,burjuva düzende aşk ve evlilik,kadınların varoluşuna yönelerek ve benliklerini parçalar ve patriyarkal kapitalizmin yine kadınlar üzerinden meşrulaştırılması işlevini görür.
Ve elbette özel olan politiktir ; politik olduğu kadar da sınıfsaldır !.
Çünkü işçilerin sömürülmesi kadar kadınların ezilmesi de adına küresel kapitalizm dediğimiz tek bir eşitsizlik sisteminin bütünlüklü parçalarıdır .
Aşk devrimci iradeyle özgürleşecek ! Sadece mücadele değil, aşk da kollektif emek gerektirir …. Sosyalizm ise kollektif emeğin, toplumsallaşmış en üst biçimidir.
Bizim devrimci kalkışmamız burjuva etkinliğinin tüm yeryüzünde ortadan kaldırılması imkanını zorlayan şiirsel bir adalet arayışı olarak başlayacak,eşitlikçi ve militan bir özgürlük yürüyüşü olarak gelişecek, sömürünün,yoksulluğun,ezilmişliğin yaşandığı tüm coğrafyalara taşınacak ve coşkulu bir ırmak gibi bütün ülkelerin sınırlarını aşacak ve güçlü bir kasırga gibi burjuvazinin tüm kalelerini yıkacaktır. Ve bu yürüyüş hiçbir zaman sonlanmayacaktır .
(1) Heidi HARTMAN,Marksizm’le Feminizm’in Mutsuz Evliliği,agora kitaplığı,2006,s.9-17
(2) Prof.Dr.Necla PUR,PETROL-İŞ Kadın Dergisi,Ocak 2003,sayı 1 , sayfa 4.
(3) Sendikal mücadelede temel perspektifimizi Troçki’nin analizleri doğrultusunda geliştiriyoruz ve pratiğimizi bu görüşleri temel alarak örgütlüyoruz. Troçki Ağustos 1940’da şu satırları yazmaktaydı : “ Bu mücadelede temel slogan şudur : Kapitalist devlet karşısında sendikaların tam koşulsuz bağımsızlığı : Bu,sendikaları işçi aristokrasinin organları olmaktan çıkarıp,geniş sömürülen kitlelerin organları haline getirmeye yönelik bir bir mücadele vermek anlamına gelmektedir.Diğer bir deyişle,içinde bulunduğumuz çağda sendikalar,kendilerini işçi sınıfının gündelik ihtiyaçlarına hizmet etmekle sınırlandıramazlar.Bundan böyle reformist olamazlar,çünkü nesnel koşullar hiçbir ciddi ve kalıcı reformun yapılmasına olanak tanımamaktadır.Günümüzde sendikalar ya işçilere boyun eğdirmek ,onları disiplin altına almak ve devrimin önünü kesmek için emperyalist sermayenin ikincil aygıtları işlevini görecekler ya da tam tersine,proleteryanın devrimci hareketinin araçları haline geleceklerdir.Emperyalist politikanın ortağı olmayan ancak kapitalist düzenin doğrudan devrilmesini kendi görevi olarak belirlemiş olan devrimci sendikalar bütünüyle olasıdır.Emperyalist çürüme çağında sendikalar,ancak bilinçli bir biçimde eylemde proleter devrimin organları oldukları ölçüde gerçekten bağımsız olabilirler.Bu anlamda ,Dördüncü Enternasyonal’in son kongresinde kabul edilen geçiş talepleri programı yalnızca partinin çalışma programı değildir ; temel nitelikleri bakımından sendikaların da çalışma programıdır.”
Lev TROÇKİ , Emperyalist Çürüme Çağında Sendikalar , Yazın Yayıncılık , 2009 , s .21 – 25
(4) Ernest MANDEL, Tarihi Pedagoji ve Sınıf Bilincinin İletilmesi adlı makalesinde devrimci strateji konusundaki yaklaşımlarını şöyle ifade eder : “ Bununla birlikte kitleler sadece eylemle öğrenebilecekleri halde her eylem de zorunlu olarak devrimci sınıf bilincinin kitle tarafından kazanılmasına yol açmaz.Kapitalist toplumsal düzen çerçevesi içinde elde edilebilen hemen gerçekleşebilecek politik ve ekonomik talepler etrafındaki eylemler devrimci sınıf bilinci üretmezler.Genel olarak kitle eylemlerinin amacı acil ihtiyaçların cevaplandırılması olduğu için,bu ihtiyaçları,nesnel olarak kapitalist toplumsal düzen çerçevesi içinde elde edilemeyecek ve bu iki toplumsal sınıf arasında iktidar sorunu üzerine bir kuvvet denemesine yol açacak olan nesnel devrimci dinamiği üretecek taleplere bağlamak devrimci strateji için büyük önem kazanır.Bu,Lenin’in gayretleriyle,Komünist Enternasyonal’in dördüncü kongresinde programa dahil edilen ve daha sonra Troçki tarafından Dördüncü Enternasyonal’in programının ana bölümünde ayrıntılarıyla işlenmiş olan geçiş talepleri stratejisidir.”
Ernest MANDEL , Leninist Örgüt Teorisi içinde , sayfa 66 – 67.
(5) Ernest MANDEL , Marksist Ekonomi El Kitabı , Özgür Üniversite Kitaplığı , sayfa 162.