Günümüz eğitim sisteminde okullarda hiyerarşiye dayalı bir devlet yönetimi vardır. Öğrenciler ve hademe alt kademede, öğretmenler ve idare ise üst kademede olur. Öğretmenlerin öğrenciler hakkında alacağı kararlarda öğrencinin itiraz etme hakkı yoktur. Okullara sorgulamayı, sanat ve temel dersleri öğrenmeye giden öğrenciler, otoriteye boyun eğmeyi öğrenir ve boyun eğdiği sürece başarılı, uslu ve zeki olarak sınıflandırılarak pozitif ayrımcılığa uğrar.
Ezber sistemine ve emir almaya adapte olduklarından mezunlar, devlet ve din otoritesini itiraz edilemez ve değiştirilemez olarak görürler. Sınavların stresiyle ve ödev belasıyla kapitalist sistemdeki bürokrasiye ayak uydurmayı öğrenirler. Özel okullar ve sınavlardaki başarılarıyla kazandıkları okullar ile üst sınıf olmayı öğrenirler. Okul böylece kapitalist düzene uygun çarklar üretir; Sorgulayamayan ama emir almayı ve basit muhasebe hesaplarını yapmayı bilen insanlar üretir.
Okullarda öğrencinin kariyeri tek bir sınavla belirlenir. Gözetmeninin üniversite sınavı esnasında onu taciz etmesi durumunda doktor olacak biri istemediği bir bölüme sırf dikkati dağıldığı için gidebilir. Öğretmenin ona kişisel sorunlardan ötürü zayıf not vermesi onun bir yılına mal olabilir. İlkokul öğretmeninin onu okuldan nefret ettirmesi öğrencide ders ve okul fobisi oluşturabilir. Öğrencinin güzel sanatlar ve spora zorlanması bunlardan nefret etmesine sebep olabilir. Öğretmenin dersini isteksiz anlatması eğitim kalitesini düşürebilir. Bu ve benzeri durumlar yüzünden öğretmene bir ayrıcalık tanımamak ve onu öğrenci ile eşit düzeyde tutmak gerekir. Öğrenci karşısında bir efendi değil ancak kendisiyle eşit şartlarda bir birey bulmalıdır.
Öğrenci kariyerini belirleyen sınavlardan sonra iyi olarak sınıflandırılan okullara gider ama öğrencinin iyi olup olmadığı kimsenin umurunda değildir. CV’sinde o okuldan mezun olduğunun yazması kapitalist için yeterlidir. Kapitalist sistem işçiye fazla bir ihtiyaç duymadığından (sürekli işsizliği ürettiğinden) “iyi okul – kötü okul” sistemini getirmiştir. Öğrencinin en düşük puanla gidebileceği okul meslek liseleridir.
Meslek lisesindeki öğrenci sözde akademik eğitim alır ve mezun olur. Ancak bu öğrencinin işçi olmaktan başka bir seçeneği yoktur. Eğer Liberallerin iddia ettiği gibi herkes zengin olabilseydi çoğunluk sefalet içinde yaşamazdı.
Bu duruma karşı ne yapılmalı?
Biz paralı da parasız da olsa burjuva eğitime karşıyız. Politeknik eğitim sisteminin amacı asla kapitalizmin amaçladığı gibi öğrencileri iş pazarı için hazırlamak değildir. Politeknik eğitimin amacı bireyi her yönde ve özgür bir temelde geliştirmektir. İlkokulda öğrenci kendi yeteneklerini keşfedecektir. Ondan sonra kendi müfredatını kendi belirleyip bu yeteneklerine ve ilgi alanlarına yönelecektir. Aynı şekilde kendisine yol gösterecek öğretmenleri de kendisi seçecektir. Böylelikle öğrenci ile öğretmen eşit şartlar altında olacaktır. Öğretmenin öğrenci üzerinde bir ayrıcalığı olmayacaktır ve öğrenci özgürce kendisini geliştirecektir. Öğretmen diktatörlüğüne bir son verilecektir.
Okullardaki eğitimde ezbercilik son bulmalı yani öğrenci sorgulamaya ve de üretmeye teşvik edilmelidir. Bilim diyalektik bir süreçtir ve kanıtlarıyla birlikte vardır. Bu nedenle bilimsel bilgi üretiminden ayrılamaz. Tek başına “Dünya yuvarlaktır” demenin “Dünya düzdür” demekten bir farkı yoktur. İlkini doğru kılan sayısız kanıtıdır. İşte bu yüzden bir şeyin öğrenilmesi ile üretilmesi birbirinden ayrılamaz. Öğretmenin görevi ezberletmek değil ancak bilgiyi ürettirmek olmalıdır. Öğretmen öğrenciye doğrudan bilgiyi vermemelidir ama öğrenci süreç içerisinde ona ulaşmalıdır. Öğretmen öğrencilere fenomenler veya problemler sunmalı; öğrencileri onları açıklamaya ya da genellemeye yönlendirmelidir. Yani öğrenci eğitimin nesnesi değil öznesi olmalıdır. Ve yine bu böyle olmalıdır çünkü bir insan bir şeyin kıymetini ancak içinde kendi emeği geçince anlar; nasıl bir temizlikçi etrafı kirletmemeye özen gösteriyorsa veya bir ressam tabloları daha büyük bir saygı ve titizlik ile inceliyorsa bu da böyledir. Bilimi üreterek öğrenen biri bilimin gerçek kıymetini bilecektir. Yoksa bilimsel gerçekler en fazla kara tahtadaki tebeşir tozu olarak kalır. Bütün bunlar maddi üretim için de geçerlidir.
Öğrenciyi üretmeye teşvik etmek, öğrencinin hafızasını hedeflemekten değil ancak nedenselliğini ve şüpheciliğini hedeflemekten geçer. Öğrenci, düşünmeye ve sorgulamaya ne kadar meyilliyse o kadar iyi bir teorisyen, bilim insanı, astronom, mühendis vb. olacaktır.
Öğrencilere felsefeyi iyi öğretmek onları sorgulamaya meyilli insan yapmak yolundaki adımlardan biridir. Öğrencilere “neden” ve “nasıl” sorusunun önemini öğretmek, felsefeye yatkınlık oluşturma yolundaki adımlardan biridir. Öğrenciye körü körüne inanmamayı öğretmek ise “neden” ve “nasıl” sorusunu öğretmenin ilk adımlarından biridir. Kitlelerin demokrasiye aktif katılımını sağlamak için bu tarz bir eğitim şarttır çünkü tartışma dedikodunun yerini fikirler aldığı zaman başlar.
Sistemdeki “iyi okul – kötü okul” düzenini kaldırmak da çok önemlidir. Günümüzde bu sistem yüzünden bir çok insan kaliteli eğitim alamadığı için hayatını hiç istemediği mesleklerde tüketiyor. Eğitimin tüm insanlara ücretsiz ve eşit kalitede sunulması içinde okuma hevesi olan her insanı çekecektir. İnsanlar istedikleri mesleğe yönelecek ve ilgi alanlarınca emek sarf edeceklerdir.
Birçok öğrenci okula sadece ücreti iyi olan bir iş bulmak için gider ve bu da rekabeti tetikler. Sınav sistemi ise kimin bir mesleği hakkıyla yerine getireceğini belirlemekte eksik kalır. Sonuç işinden nefret eden beceriksiz akademisyenler ile daha fazla para kazanmak için Hipokrat yeminini ayaklar altına alan doktorlar olur. Sosyalist ekonomik eşitlik, temel eğitimden sonra okullarda sadece bilim tutkunu insanları barındıracaktır. Kendi maddi kazancını düşünmeyerek yetişen bu öğrenciler, mesleki çalışmalarını tamamen objektif bir şekilde ve herkesin yararına yapacakları için bilim ve teknolojinin de tarafsız ve barışçıl bir şekilde ilerlemesine yol açacaktır.
Faşist eğitime hayır!
Ülkemizdeki insanların sadece %70’i Türktür. Geri kalan %30’luk kesim okumak istiyorsa Türkçeyi öğrenmek zorundadır. Neden sınıfta kalmak için Türkçe’den kalmak yeterlidir sorusunun cevabı hem azınlıkları asimile edilmesine hem de cahil bırakılmasına yönelik devlet politikasıdır.
Okullarda Kürtçe, Ermenice, Yunanca, Çerkezce ve Lazca gibi dilleri konuşmak yasaktır. Herhangi bir öğrenci Türkçe konuşmaz veya Türk milliyetçiliğine karşı bir faaliyette bulunur ya da bir söylem dile getirirse okul idaresi ve öğretmenler tarafından ağır bir şekilde cezalandırılır. Tarih derslerinde Türk milliyetçiliği propagandası yapılması yetmezmiş gibi üstüne her pazartesi sabahı ve her Cuma akşamı milliyetçilik dolu Milli Marş asker gibi okutularak otoriter rejime alıştırılır.
Okullarda Türk milliyetçiliğini ve Atatürk’ü övmek serbesttir ama sosyalizm hakkında konuşmak bile bir disiplin suçudur. Sebep olarak okulda siyasetin yasak olduğu söylenir ve sonra okul çıkışında Milli Marş zorla okutulur. Ayrıca sınıflarda Atatürk portreleri vardır. Öğrenciler bu portrenin altında ders işler. Okullarda Ülkü Ocaklarıyla alakalı nadiren de olsa bir şeyler bulabilirsiniz. Ülkü Ocaklarının okullarda yaptığı propagandanın haddi hesabı yoktur.
Bu duruma karşı ne yapılmalı?
Türkiye’deki azınlıkların anadilde ve şovenizmden uzak bir eğitim görme hakkı olmalıdır. Devletin resmi bir dili veya ulusu olmamalıdır. Başka milletlerden olan insanların eğitiminde anadillerinden başka dile zorunlu tutulmaları büyük bir suçtur. Okullardaki derslerde milliyetçilik propagandası yapılması faşist bir uygulamadır. Bu nedenle resmi dilin kaldırılması, eğitimde Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Çerkez, Laz vb. ayrımı yapılmaması, azınlıkların yaşadığı bölgelere bolca okul inşa edilip oranın anadilini bilen öğretmenlerin gönderilmesi gereklidir. Bu ise ancak geri kalmış il ve ilçelerin devlet yatırımlarıyla kalkınması ile mümkündür.
Sosyalizmde şovenizme asla yer olmayacaktır ancak Stalinistler bunu kabullenmezler. Okullarda milli marş okutulmasında bir sıkıntı görmezler. Okullarda beyin yıkanmasında bir sıkıntı görmezler. Öğrencin bir asker gibi üniforma giymeye zorlanmasında bir sıkıntı görmezler. Öğrencinin idari baskı altında ezilmesinde bir sıkıntı görmezler. Çünkü onların istediği düzen tam da budur! Fakir işçilerden çalan bürokratik zorbalar düzeni!.. İşte Marksizme yapılan ihanet budur. Eğer Stalinciler bir gün iktidara gelirlerse Kürtlere ve öteki azınlıklara yönelik baskı politikası son bulmayacaktır. Stalin nasıl SSCB’deki ulusları zorla Ruslaştırdıysa, Türkiye’de de Stalinist bir rejim Kürtleri zorla Türkleştirecektir. Bugün bile “Kürt” kelimesini ağızlarına almaktan çekinerek bunun sinyalini vermektedirler. O yüzden azınlıklar için kurtuluş ancak Enternasyonalizmden ve Devrimci Marksizmden geçer.