Kapitalizm, Göç ve Enternasyonal Marksist Perspektifler
Giriş
Savaş, yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik, geleceksizlik dışında insanlığa bir gelecek sunamayan kapitalizm göçmenlik ve mültecilik sorununuda beraberinde getirmektedir. Her yıl milyonlarca insan bir yerden bir yere göç etmek zorunda bırakılmaktadır. Emperyalist paylaşımın tüm şidetiyle sürdüğü Ortadoğu coğrafyası en fazla göç veren bölgelerin başında yer almaktadır. Göç yolu olarak kullanılan Akdeniz ve Ege Denizi mülteci mezarlığına dönüşmûştür. Küresel düzeyde göçmenler ırkçılık, şiddet, baskı, kötü çalışma koşulları ve sefalete mahkum edilmektedir. Özellikle pandemi süreciyle birlikte göçmenlerin yaşamış olduğu sefalet, ırkçılık ve şiddet yükselişe geçmiştir. Küresel düzeyde tüm popülist, sağcı politikacılar, devlet başkanları her fırsatta yaşanan tüm olumsuzlukların faturasını göçmenlere keserek, halklar arasında nefret tohumları ekmektedir. Türkiye özelinde de bu durum farklı değildir. İktidarından muhalefetine tüm burjuva politikacılar her fırsatta göçmenleri ve mültecileri hedef hâline getirmekte, bunun sonucu olarak mültecilere karşı ırkçı saldırılar beraberinde gelmektedir. Göçmen düşmanlığına karşı mücadele, kapitalizme karşı verilecek mücadeleden bağımsız değildir. Çünkü kapitalizm nufusun zorla ve şiddetli biçimde yer değiştirmesine sebep olmaktadır. Mülteciler patronlar için ucuz işgücü, sağcı, faşist odaklar için ırkçılıklarını kusma alanı, çeteler ve insan tacirleri için kazançlı bir pazar, burjuva hükümetler için diplomaside birbirine karşı kullandıkları kozdur.
Enternasyonal Marksistler için mülteciler, işçi sınıfının en güvencesiz, en kötü şartlarda kapitalist sömürüye maruz kalan sefaletin piyadeleridir.
Bu çalışmamızın amacı mülteci sorununu Enternasyonal Marksizmin merceğine alıp somut devrimci görevler tayin etmektir.
Kapitalizm ve Göç
İnsanların bir yerden bir yere göç etmeleri kapitalizm öncesi sınıflı toplumlardan bu güne var olan bir olgudur. Bu göçler yalnızca uluslarası düzeyde gerçekleşmemektedir. Ulusal düzeyde sürekli göçler yaşamaktadır. Köyden kente, taşradan metropol kentlere..
Kapitalizm ulusal ve uluslarası düzeyde sürekli olarak insanları göçe zorlamaktadır. Göç nedenlerini irdelemeyi iki kategoride inceleyerek makalemize devam edeceğiz: ” İç göçler, dış göçler”
Bu iki kategorideki göç nedenleri ve sonuçları birbirine paralerdir. Kapitalizm her adımında her gelişim evresinde eşitsizlikleri beraberinde getirmekle birlikte bu eşitsizlikleri kuramsallaştırmaktadır. ” Burjuvazi köyleri kentlerin yönetimine bağımlı kıldı. Koca koca kentler yarattı, köy nufusuna göre kent nufusunu büyük ölçüde artırdı ve böylelikle nufusun oldukça önemli bir kısmını köy yaşamının aptallaştırıcı etkisinden kurtardı. Nasıl köyü kente bağımlılaştırmışsa, aynı biçimde, barbar yada yarı barbar ülkeleri de uygar ülkelere, köylü halkları burjuva halklara, Doğu’yu Batı’ya bağımlı kıldı.”
Bu bağımlılık ilişkisi temelinde kapitalizm gelişimini sürdürdü. Kapitalizmin gelişimiyle birlikte kentler şekillenmeye, modernleşmeye başlamıştır. Kapitalizm için iş gücü bir zorunluluktur. Sanayinin gelişmesi kentleşmeyi doğurmuş, sanayi bölgelerinde daha yoğun bir nufusun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kapitalizm üretime geçmek için işgücüne ihtiyaç duyar, bunun için de iş gücünü hazırda tutmak zorundadır. Lakin bu iş gücünün barınma ve yaşam koşullarına gelince, emekçi yığınlar kendi makus talihiyle başbaşa bırakılmaktadır. Kapitalizm plansız sermaye anarşisine dayanır, bu özelliğin yaratmış olduğu sürekli ve zorunlu bir göçün nesnelliğini hazırlamaktadır. Sermayenin yoğunlaşması ve sanayileşme belli kentlerde gerçekleşir. Bu kentler ülkenin metropolleri geri kalanlar ise taşraları olur. Metropoller taşrayı kendisine bağımlı hale getirir. Sanayileşmenin olduğu kentlerde iş olanağı vardır, eğitim, sağlık, kültür, sanat merkezleridir. Bu özelliklerinden dolayı sürekli olarak göç çeker. Taşradan gerçekleşen her kültürel göç, metropollerin yerli burjuva, küçük burjuva ve işçi aristokratı kesimlerince ötekilileştirmeyi, göç edenler içinde gettolaşmayı sağlar. Çünkü taşradan göç edenlerin kültürel özellikleri, konuşma tarzı, giyim kuşamı, metropollerin yerli burjuva ve küçük burjuvalarına hiç benzememektedir. Her fırsatta dışlanmaya, göç ettikleri kentin yerlisi olmadıkları onlara hatırlatılmaktadır. Taşradan göç eden her kesim şehirlerin varoşlarında kendi gettolarını oluşturmaktadır. İç göçler yalnızca iş ve eğitim amaçlı olmamaktadır. Kendisini ulus-devletler şeklinde örgütleyen kapitalizmin doğası gereği milliyetçi ve ırkçı bir yönelime sahiptir. Egemen ulusa mensup olmayan her milli azınlık, farklı inaç grupları baskı altına alınarak asimile edilmeye çalışılır. Bu asimilasyon politikalarına karşı gelişen her reaksiyon devlet terörüyle bastırılmaya çalışılır. Buda iç savaşları, çatışmaları, zorunlu göçleri beraberinde getirir. Türkiye özelinde ele alırsak, başta Kürtler olmak üzere, Aleviler, Ermeni, Rum, Süryanileri örnek olarak gösterebiliriz. Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkartılan Şark Islahat kanunuyla Kürdistan’dan birçok insan batıya, batıdaki birçok insan Kürdistan’a zorunlu göçe tabi tutulmuştur. Dersim katliamıyla birlikte, birçok Dersim’li Türkiye’nin farklı kentlerine göç etmek zorunda kalmıştır. 90’lı yıllarla birlikte Kürdistan’da yürütülen savaş, köy boşaltmalarıyla birlikte batının metropollerine yoğun göçler gerçekleşmiştir. Göç eden Kürt yoksulları ırkçılığa, ötekileştirmeye maruz kalarak, kimsenin tercih etmediği en kötü, en pis, en ağır işlerde, sigortasız, güvencesiz, Türk işçilerinin çalıştığı ücretin çok altında çalışmaya maruz bırakıldı. Bu yaşanan durum kapitalizmin küresel düzeyde göçmenlere biçmiş olduğu yaşamdı. Uluslarası göç nedenlerini irdeleyecek olursak, bunlarında ulusal göç nedenleriyle benzer bir zeminde şekillendiğini görmekteyiz. Savaşlar, iç savaşlar, bölgesel çatışmalar, etnik, dinsel kutuplaşmalar, ekonomik krizler, ekolojik yıkımlar küresel düzeyde göçmenliğin temel sebeplerindendir. Kapitalizmin hayatta kalması, çevre tahribine (ki buna bilhassa Kuzey ve Doğu Afrika ile Batı Asya’daki tarım kentlerinin su teminini olumsuz etkileyen iklimsel ısınmada dahildir), işçi mücadelerinin elde ettiği hakların sistematik tasfiyesine, devletleri parçalayan sömürgeci müdahalelere, militarizme, “teröre karşı mücadele” adına hürriyetlerin kısıtlanmasına, dini fanatizm ile faşizmin yükselmesine ve hudutların kapanmasına sebep olmaktadır….
Sermaye için komple açık olan hudutlar, sermayenin küresel çapta yıkımının mağdurları olan emekçi halklar için kapalıdır. Tüm hudutlar suni bir şekilde oluşturulmuştur. Emperyalist güçler sıklıkla despotik rejimler( askeri rejimler, mutlakiyetçi hanedanlar, vs) kurmuşlar, büyük miktarda silah temin etmişler, tabi kaynakları yağmalamışlar, birçok defa toprak sahipleri ve kapitalistlere dayalı gerici güçleri desteklemişlerdir. Bu durumda bitmeyen savaşları, yıkımları beraberinde getirmekle birlikte küresel düzeyde kapitalizmin çözemediği büyük mülteci krizlerinin oluşmasına neden olmuştur.
Enternasyonal Marksistler ve Göçmenler
Göç yeni bir olgu değildir. Ekonomik, askeri, siyasal, dinsel, çevresel nedenlerden dolayı insanlar sürekli göç etmektedir. Küresel düzeyde hükümetlerin göçmen düşmanı politikalarına, göçü engellemeye yönelik devlet baskılarına rağmen her yıl göçmen sayısı katlanarak büyümektedir. Birleşmiş Milletler tahminlerine göre bugün yeryüzünde 272 milyondan fazla insan doğduğu ülke dışında bir yerde yaşamını sürdürmektedir. Göçmenlerin ezici çoğunluğu öğrenciler ve emekçilerden oluşmaktadır. Göçmenler bulundukları ülkenin işçi sınıfının en güvencesiz, en kötü şartlara sahip kesmini oluşturmaktadır. Sosyal haklar ve kamusal hizmetlerden faydalanma olanakları yok denecek kadar azdır. Göçmenlerin bu çaresizliğini kapitalistler fırsatta çevirmektedir. Yerli işçilerden daha ağır koşullarda çok daha düşük ücretle çalıştırılmaktadır. Bunun sonucu olarakta işçi ücretlerinin ve sosyal hakların düşmesine sebep olmakla birlikte bu durumun tüm faturası göçmen işçilere kesilmektedir. Böylece işçi sınıfı içinde yapay düşmanlıkların yeşermesine sebep olmaktadır. Göçmenlere karşıda sistematik bir ırkçılık yapılarak, ülkedeki tüm kötü gidişin günah keçisi ilan edilmektedir. Böylece hem işçi sınıfı bölünmekte, hemde göçmen düşmanlığı üzerinden milliyetçi, faşist dalga büyütülmektedir. Göçmenler yerli işçi sınıfının ekmeğini çalan onun işsiz kalmasına sebep olan faktör olarak lanse edilir. Kapitalizmin getirdiği tüm yıkımların faturası bilinçli olarak göçmenlere kesilir, böylece sisteme karşı biriken öfke milliyetçi, ırkçı bir ideolojik kuşatma altında kontrol altına alınılır. Enternasyonal Marksistler göçmen düşmanlığına karşı mücadeleyi kapitalizme ve faşizme karşı mücadeleden bağımsız olarak ele almazlar. Göçmenleri işçi sınıfının parçası olarak görürler. Yerli işçi sınıfıyla birleşik şekilde mücadele etmesini savunurlar. Yerli işçi sınıfının sahip olduğu tüm hak ve hürriyetlere göçmen işçilerinde sahip olması için mücadele ederler. Göçmenlere yönelik tüm ırkçı ve ayrımcı politikalara cepheden karşı çıkarlar. Çünkü işçi sınıfı esasen uluslarası bir sınıftır, bilinçli proletarya tüm ayrıcalıklara karşı mücadele eder, her yerde hür dolaşım hakkının dahil olduğu en yüksek demokrasiyi talep ederler.
Göçmen ve Mülteci İşçilerin Özellikleri
Birleşmiş Milletler’in verilerine göre bugün yeryüzünde 272 milyondan fazla insan, doğduğu ülke dışında bir ülkede ikamet etmektedir. Bu veriye göçmen ailelerin çocuklarıda eklendiğinde sayının 2-3 katına çıkması kaçınılmazdır. Kapitalist dünyada insanlar sürekli olarak bir yerden bir yere göç halindedir. Savaşlar ve siyasi baskılar nedeniyle kitlesel göçler yaşansada, yeni iş imkanlarına kavuşmak amacıyla yapılan güçlerde azımsanamayacak düzeydedir. Kapitalist hükümetlerin tüm göç karşıtı politikalarına rağmen, insanlar hayatlarını ortaya koyarak göç yollarına çıkmaya devam etmektedir. Küresel bir göç çağında yaşamaktayız. Kapitalizm küresel düzeyde iktisadi, ekolojik, sağlık kriziyle birlikte göç krizide yaşanmaktadır. Çürümekte olan kapitalizm nufusun zorla ve şiddet yoluyla yığınlar halinde yer değiştirmesine sebep olmaktadır. Dünyanın neredeyse tamamında gerçekleşen bu gücün neden-sonuç ilişkisini irdelemek ve somut devrimci görevler çıkarmak hayati bir önem teşkil etmektedir. Çünkü bugün göçmenlerin ezici çoğunluğunu göçmen işçiler oluşturmaktadır. Göçmen işçiler küresel işçi sınıfının en güvencesiz kesmini oluşturmaktadır. Kapitalizmin 70’li yıllardan bu güne gerçekleştirdiği Neo-liberal dönüşüm politikalarıyla, güvencesiz, esnek çalışması küresel istihdam biçmine dönüşmüştür. Bu güvencesizler ordusunun piyadelerinin ezici çoğunluğunu göçmen işçiler oluşturmaktadır.
~ Göçmen İşçiler Kapitalist Gelişimin Kaynağıdır
Göç olgusu kapitalizm öncesi sınıflı toplumlara dayansada, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte göç dalgası hız kazanmıştır. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte üretim araçlarındaki mülkiyet değişimleri yeni toplumsal sınıfları beraberinde getirdi. Kapitalist gelişme kırı kente bağımlı hâle getirmesiyle birlikte köyden kente doğru bitmeyecek bir göç yolunun taşlarınıda döşemiştir. Kentlerde hızlı oluşan göçle birlikte, göçmen işçilerin payına sefalet ücretinde gece gündüz çalışmak düştü. Kapitalizmin doğuşundan bugüne kadar sistematik olarak göçmen işçiler işçi sınıfının her zaman önemli bir kısmını oluşturdu. Kapitalizmin doğuşundan bu güne kadar küresel düzeyde işçi sınıfının en güvencesiz kesmini her zaman göçmen işçiler oluşturdu. Kapitalist sermaye birikimi göçmen işçilerin omuzlarında gerçekleşmiştir. Kapitalistleşme sürecinin olmazsa olmaz bir özelliğide kendisini ırk temeline dayandıran ulus-devletler şeklinde örgütlemesidir. Kapitalizmin bu özelliği şiddete ve baskıya dayanan göç dalgasını sürekli var etmiştir. Ulus-devletleşme süreci milli azınlıklar sorununuda beraberinde getirdi. Kapitalizm bu sorunu baskı, şiddet, asimilasyon yöntemiyle çözme yolunu kullandı. İç savaşlar, çatışmalar, soykırımlar, özellikle birinci cihan harbinden sonra zora dayanan mübadele yoluyla milyonlarca insan yaşadıkları topraklardan koparıldılar. Ulusal, dinsel, siyasal baskılardan dolayı hâla dünyanın dört bir yanında göçler devam etmektedir. Küresel düzeyde göçmen işçiler, göç ettikleri ülkelerin yerli işçilerinin tercih etmediği işlerde çalışırlar. Bu işler toplum tarafından pis işler olarak tanımlanan; ağır, sağlıksız, güvencesiz işlerdir. Temizlik, tarım, hizmet, inşaat, sanayinin merdiven altı atölyeleri olarak tanımlanan sektörler ilk akla gelenlerdir. Göçmen işçiler yerli işçilerin aldığı ücretin çok çok altında, çalışma saatleri onlardan çok daha fazla ve hiçbir sosyal hakka sahip olmadan çalışmaktadır. Küresel düzeyde göçmen işçiler emek hiyeraşisinin en alt katmanında yer alırlar. Göçmen işçilerin çalıştığı işler sürekliliği olmayan günü birlik veya sezonluk işlerdir. İşçi sınıfının yedek işgücü olan işsizler ordusunun önemli bir kesmi göçmenlerden oluşur. Sürekli işsizlik tehtidi altında olan göçmen işçiler ucuza çalıştırılarak yerli işçilerin emek değerini düşürmek içinde kapitalistler tarafından koz olarak kullanılmaktadır. Sınır dışı edilme, ırkçı saldırılar tehtidinin kıskacında yaşıyan göçmenler bu özelliklerinden dolayı yedek iş gücü ordusunun en kullanışlı kesmini oluşturmaktadır. Göçmen işçilerin önemli bir kısmı örgütsüz olmakla birlikte, birçok kapitalist merkezde örgütlenme hakkı ya yok yada çok kısıtlıdır. Sendikalar göçmen işçilerle ilgilenmemekte, onları örgütlemeyi gündemlerine almamakla birlikte kapitalist hükümetlerin göçmen düşmanı politikalarına sesiz kalmakta veya bu ırkçı dalganın taşıyıcısı olmaktadır.
Irkçılığa ve Faşizme Karşı Mücadelenin Ayrılmaz Köşe Taşı Olarak Göçmen Dayanışması
Son yıllarda ırkçı saldırılar, faşist şöylemler, belli toplumsal kesimleri hedef tahtasına koyma eğilimleri gerek Türkiye’de gereksede dünyada artmaktadır. Irkçılığın bu düzeyde artışı ne tesadüftür nede sağcı odakların ucuz popilizmidir. Kapitalizm küresel düzeyde iktisadi ve sağlık krizi içindedir. Bu krizler ekonomik daralmaları, korumacı tedbirleri, savaşları, yoksulluğu ve üst düzeylere çıkan eşitsizlerin oluşmasına neden olmaktadır. Bu eşitsizlikleri ve yoksullukları görünmez kılmak için, emekçi kitleleri kendi saflarına yedeklemek için burjuvazi milliyetçiliği ve ırkçılığı olabildiğince ateşlemektedir. Milliyetçilik ve ırkçılık küresel düzeyde kapitalist hükümetler tarafından göçmen düşmanlığı üzerinden gerçekleşmektedir. Özellikle Covid-19 sağlık krizinden sonra küresel düzeyde göçmenlere yönelik düşmanlık artırılmakta, bunun önlenemez sonucu olarak ırkçı saldırılarda önemli bir artış yaşanmaktadır. Türkiye özelinde ele alacak olursak milliyetçilik ve militarizm şöylemi ile birlikte ırkçı saldırıların artığını görmekteyiz. Neredeyse her yıl mevsimlik kürt tarım işçileri ırkçı saldırılara maruz kalmaktadır. Sistematik ırkçı saldırılara, kin ve düşmanlığa, taciz, tecavüz kötü muameleye maruz kalan bir diğer kesim ise Suriyeli mültecilerdir. 2011’den beri devam eden Suriye savaşında Erdoğan her zaman taraf oldu. Bu savaşın büyümesi ve derinleşmesi için faaliyet yürüttü. Cihatçı çeteleri besleyip, büyüttü. Sadece Suriye ile sınırlı kalmayarak Ortadoğu’dan Libya’ya, Kafkasya’ya kadar tüm emperyalist paylaşım savaşlarında yer aldı. Bu savaşın sonucu olarak kitlesel göçler ve mülteci krizleri beraberinde geldi. Erdoğan rejimi mültecilerin Avrupa’ya geçişini engellemek için jandarma görevi üstlendi. Bunun için Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletlerden yüklü miktarda para aldı. AB ile yaşanan krizlerde mültecileri diplomatik bir koz olarak kullandı. Savaşın tarafı olan devletler savaşın mağdurlarını birbirlerine karşı koz olarak kullanarak devletler düzeyinde insan tacirliği gerçekleştirmektedir. Türkiye’de mülteciler en kötü koşullarda çalışıp, sefalete mahkum edilmektedirler. İktidarından muhalefetine kadar her fırsatta mültecileri düşmanlaştırılmakta, tüm olumsuzlukların günah keçisi ilan edilerek, nefret objesine dönüştürülmektedir. Mültecilerin nargile içmesi, çay içmesi, denize girmesi, yılbaşında eğlenmesi dâhi ırkçı bir lincin konusu hâline getirilmektedir. Türkiye’nin dört bir yanında mültecilere karşı nefret dili hakim bir dil hâline getirilerek faşist saldırıların tertiplenmesine yol açmaktadır. Mültecilere dayanışma içinde bulunmadan, mülteci düşmanlığına karşı mücadele etmeden ırkçılığa ve faşizme karşı mücadeleden bahsedilemez. Mültecilerle dayanışma içinde olmak faşizme ve ırkçılığa karşı mücadelenin olmazsa olmaz köşe taşıdır.
Enternasyonal Devrimci Görevler
*) Göçmen ve mülteci düşmanlığına karşı tutarlı bir mücadele proletarya enternasyonalizmini kuşanmaktan ve onu militanca savunmaktan geçmektedir. Emekçilerin hakiki vatanı, küresel işçi sınıfıdır. Milliyetçilik ve hudutların kapatılması emekçileri böler. Sermaye için açık olan hudutlar emekçiler ve öğrenciler içinde açık olmalıdır. Göçmen emekçiler sadece mağdur değildirler, tüm baskı görenler ve sömürülenler gibi dayanışma ve toplu mücadele gösterebilme kabiliyetine sahiptirler. Göçmen ve mülteci emekçiler arasında teşkilatlanmak enternasyonal marksistlerin devrimci görevlerindendir.
*) İktidardan burjuva muhalefetinin tüm kesimleri her fırsatta mülteci düşmanlığı gerçekleştirmektedir. Sosyalist solun önemli bir kesmi mülteci sorununu ele almamakta, mülteci emekçileri siyasal islamın tabanı olarak gördükleri için onlara sırt çevirmektedir. Mültecilere karşı infial uyandıran faşist linç olduğu dönemlerde kınama mesajı yayınlama dışında bir faaliyette bulunmamaktadırlar. Mülteci düşmanlığını üreten tüm siyasal odaklara karşı ve buna ilgi göstermeyen sol hareketlere karşı uzlaşmaz siyasal mücadele yürütmek enternasyonal devrimcilerin görevidir.
*) Göçmen işçilerin ezici çoğunluğu örgütsüzdür. Yasal olarak örgütlenme hakkı yok denecek kadar azdır. Sermayenin ve devletin ikincil aygıtı hâline gelmiş sendikalar göçmen işçilere sırt çevirmekte, onların teşkilatlanması için herhangi bir girişimde bulunmamakla birlikte, yabancı düşmanlığının yerli işçi sınıfı içinde boy göstermesine katkı sunmaktadır. Göçmen işçilerin yerli işçilerle aynı haklara sahip olması için mücadele etmek, teşkilatlanmak enternasyonal devrimci görevlerdendir.
*) Göçmenleri savunmak için işçi teşkilatlarının birleşik cephesi!
*) Göçmenler için gözaltı merkezleri kapatılsın!
*) Tüm ayrımcı kanunlar kaldırılsın!
*) Tüm hudutlar emekçiler ve öğrencilere açılsın, mülteciler, emekçiler ve aileleri için istedikleri yere yerleşme hürriyeti!
*) Tüm göçmen ve mülteciler için eşit hak!
*) Milli burjuva devletleri imha etmek, sınıfsız, sömürüsüz, hudutsuz, Patronsuz bir dünya için, sosyalist dünya devriminin önünü açmak için Enternasyonal Devrimci Dünya Partisini yeniden inşa edelim!